Ne Facebook’a, new Twitter’a ne de başka bir merkeziyetçi ağa mecburuz. Şirketlerin gölgesinde özgürlükten söz edemeyiz. Facebook’tan başka bir seçeneğimiz yokmuşçasına yapılan açıklamaları, stratejik bir hata olarak görüyorum. Bunun yerine, Facebook’un merkeziyetçi yapısından kaynaklı özgürlük karşıtı doğasını teşhir etmek, alternatif ağları tartışmak, tartıştırmak ve özendirmek daha doğru bir strateji olacaktır. İnternet, ademi-merkeziyetçi doğasını kaybetmediği sürece insanları özgürleştirebilir.
Birkaç ay öncesine kadar çoğunlukla magazin haberleriyle gündeme gelen sosyal ağlar (Sosyal ağlar, çevrimiçi sosyal ağları da kapsayan genel bir kavramdır. Ama yazıda sosyal ağlar, çevrimiçi sosyal ağlar yerine kullanılacaktır.), şimdi çetin bir politik mücadelenin alanı haline gelmiş durumda. İktidar, her yeri Taksim yapan sosyal ağların gücünün farkında ve haziran günlerinden beri sosyal ağları kontrol etmeye yönelik çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalar, sosyal ağlarda hegemonya oluşturma girişimlerinden eylemcilerin gözetimine kadar geniş bir yelpazede gerçekleşiyor.
İktidarın yaşadıklarından bir şeyler öğrendiği görülmesine rağmen aynısını muhalefet için söylemek zor. Geçtiğimiz günlerde, toplumsal muhalefete, özellikle de Kürt muhalefetine ait çeşitli sosyal medya hesaplarının kapatılması göz ardı edilmemesi gereken bir uyarıydı. Facebook yönetimi, BDP’nin kurumsal sayfasını, pornografik içerik barındırdığı gerekçesiyle kapatmakla kalmamış BDP’ye ait 180 bin takipçili diğer Facebook sayfası da Facebook kurallarını ihlal ettiği iddiasıyla kapatılmıştı. BDP, Facebook’a itiraz ederken üçüncü sayfası da gerekçe gösterilmeden kapatıldı (http://siyaset.milliyet.com.tr/bdp-sayfalari-geri-istedi/siyaset/detay/1766691/default.htm). BDP Genel Başkan Yardımcısı Filiz Koçali, Facebook yetkilileriyle yaptıkları görüşmede, kapatılan sayfalarının yeniden açılmasını ve “Facebook’un önceki daha özgürlükçü politikasına geri dönmesi ve gelen şikayetleri değerlendirirken iyi tanımlanmış kriterlere göre özgürlükçü yorumlar yapmasını” talep ettiklerini söyledi (http://haber.gazetevatan.com/facebooktan-bdpye-sok/570738/1/gundem).
Alternatif Bilişim Derneği’nin 4 Eylül 2013 tarihinde yaptığı basın açıklamasında ise Facebook’un içerik denetim politikalarının ve politik grupların sayfalarına yönelik yaptırımların ifade özgürlüğünü tehdit ettiği belirtiliyordu. Açıklamada, “küresel nüfusa sahip çevrimiçi bir sosyal ağın nesnellikten uzak şekilde denetime tabi tutulması kabul edilemez” olduğu vurgulanırken kullanıcılar İnternet’e sahip çıkmaya çağrılıyor ve açıklama “Facebook gibi ticari tekellerin hem İnternet’i hem de kullanım pratiklerimizi daraltmasına izin vermeyelim.” sözleriyle son buluyordu (www.alternatifbilisim.org/wiki/Facebook’un_önceliği_kullanıcılar_olmalı).
Alternatif Bilişim Derneği’nin kaygılarını paylaşmama rağmen hem yapılan basın açıklamasının hem de Koçali’nin sözlerinin, küresel bir gözetim aygıtı olan Facebook’u meşrulaştırdığını düşünüyorum. Yazılım Özgürlüğü Hukuk Merkezi’nden (Software Freedom Law Center) Eben Moglen’ın söylediği gibi Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, insanlığa büyük bir zarar vermektedir. İnternet kullanıcılarına web alanı sağlanmakta, ellerine birkaç oyuncak verilmekte ve bunların karşılığını kişisel bilgileri ile ödemeleri istenmektedir. Facebook’u “iyi” olmaya davet etmek yerine insanların bu ağdan özgürleşmesi için çaba göstermek gerekirdi.
İkincisi, Facebook sıradan bir web sitesi olsa bile sonuçta bir şirkettir. Kararlarını alırken insan haklarını değil, başka kriterleri göz önünde bulunduracaktır. Dolayısıyla, Facebook ile masaya otururken ya da onu “iyi” olmaya çağırırken, onu buna zorlayacak gücünüzün olması lazım. Boykot yapacak ya da kullanıcıları başka bir sosyal ağa taşıyacak güçten yoksunsanız Facebook’u taleplerinizi dikkate almaya ikna edemezsiniz.
Özgür yazılım ve özel mülk yazılım arasındaki mücadele, Microsoft Windows ve GNU/Linux işletim sistemlerinde cisimleşir. Başka özel mülk ve özgür işletim sistemleri olmasına rağmen ikisi mücadelenin başlıca aktörleri olarak görülür. Bugün benzer bir mücadele merkeziyetçi ağlarla ademi-merkeziyetçi ağlar arasında gerçekleşmektedir. Facebook ve Twitter, merkeziyetçi ağların en ileri örneğiyken, Friendica, Diaspora ve pump.io öne çıkan ademi-merkeziyetçi ağlardır. Her iki mücadele de özünde aynıdır. Bilişim teknolojilerinin kontrolü kimin elinde olacaktır: Şirketlerde mi kullanıcılarda mı?
Yazının ilk bölümünde, merkeziyetçi ağları Facebook özelinde ele alacağım ve sansür vakalarının asıl nedeninin Facebook’un iyi yönetilememesi değil, merkeziyetçi doğasının doğal bir sonucu olduğunu göstermeye çalışacağım. Benzer sansür vakalarına, hesapların hiçbir açıklama getirilmeden kapatılmasına Arap Baharı’nda da sıkça rastlanıldı (Cabello ve diğerleri, 2013).
İkinci bölümde ise Facebook ve merkeziyetçi sosyal ağlara yöneltilen eleştirilerden yola çıkarak ademi merkeziyetçi sosyal ağları tanıtacağım. Ademi-merkeziyetçi ağları daha iyi kavrayabilmek için Diaspora* (https://diasporafoundation.org/) ve Friendica (http://friendica.com) ağlarında iki örnek hesap yaratacağız.
Diaspora* ve Friendica, GNU/Linux ve LibreOffice’e (ya da Open Office) benzer bir strateji uyguluyor. Birçok GNU/Linux kullanıcısı, GNU/Linux’la bilgisayarlarındaki Windows’un yanına GNU/Linux dağıtımlarını kurarak ya da CD’den çalışan GNU/Linux dağıtımlarını deneyerek tanıştı. LibreOffice, açık standartlara uygun dosyalar dışında Microsoft’un doc, xls, ppt uzantılı dosyalarını da açma ve dosyaları bu uzantılarla kaydetme özelliğine sahip olmasaydı bugün bu kadar yaygın olamazdı. Diaspora* ve Friendica da mesajlarınızı aynı anda Facebook’a ve Twitter’a yönlendirerek geçiş sürecini kolaylaştırıyor.
Facebook’a hayır!
Sosyal ağlar çağı, 1997 yılında altı adım teorisinden esinlenerek kurulan SixDegrees.com ile başladı. Fakat yaygınlaşamayarak 2000 yılında kapandı. 2002 yılında kurulan Friendster kısa bir süre içinde popülerleşti ve sadece birkaç ay içinde 3 milyon kullanıcıya erişti. Friendster’in başarısından sonra arka arkaya yeni sosyal ağlar çıktı: Myspace, LinkedIn, Orkut, Twitter, Facebook, Google+, Youtube, Yahoo! 360. Bugün özellikle Twitter ve Facebook kullanıcı sayılarının fazlalığıyla dikkat çekiyor. Örneğin 2012’nin ekim ayında aktif Facebook kullanıcılarının sayısı 1 milyar civarındaydı. 2012 eylülünde günlük ortalama aktif kullanıcı sayı ise 584 milyon oldu (Moreira, 2012).
http://prism-break.org/ sitesinde hükümetlerin gözetimini kolaylaştıran ve buna olanak sağlayan teknolojiler hakkında bilgi veriliyor. Bilgisayar kullanıcılarının gözetime karşı kullanabileceği teknolojiler öneriliyor. Önerilen teknolojilerin büyük bir bölümünün kullanımı oldukça kolay. Sitede, şirketlerin kontrolündeki merkeziyetçi ağlar tehlikeli teknolojiler arasında gösteriliyor. Yalnız Facebook değil, diğer sosyal ağlar (Google+, LinkedIn, Twitter) da kullanıcılar ve insanlık için büyük riskler taşıyor. Fakat Facebook, ülkemizdeki yaygınlığı, dokunulmazlığı ve sahip olduğu verinin büyüklüğü nedeniyle bir önceliği hakkediyor. Ancak burada Facebook’a yöneltilen eleştirilerin çoğu muhalif medyamızın gözdesi Twitter için de geçerli. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi sorunun kaynağı yönetimsel değil, söz konusu sosyal ağların merkeziyetçiliği.
Peki ağın merkeziyetçiliği ne anlama geliyor?
Facebook’ta bir hesap oluşturduğunuzda kendinize Facebook sunucularında bir yer açarsınız. Facebook’taki tüm paylaşımlarınız ve arkadaşlıklarınız yine sizin için ayrılan bu bölümde saklanır. Başka bir kullanıcının profil bilgilerine erişmek istediğinizde bu talebinizi Facebook sunucularına iletirsiniz. Ayrıca Facebook ağındaki eylemleriniz ve kullanabileceğiniz uygulamalar, Facebook tarafından belirlenen kurallara uymak zorundadır. Merkeziyetçi sosyal ağlar aşağıdaki gibidir:
Bu bağlamda, merkeziyetçi bir ağ olan Facebook’a yöneltilen eleştirileri iki başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, PRISM skandalıyla tekrar gündeme geldiği gibi Facebook, özgürlüklerimizi geliştiren değil, tam tersine gözetim pratikleriyle onu tehdit eden bir şirkettir. İkincisi, Facebook’ta tüm güç şirketin elindedir, kullanıcılar kendi verilerine bile sahip değildir. Sansürler sonrasında görüldü ki Facebook’u iyi olmaya çağırmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Ağa bağımlılığımız arttıkça, kendi geleceğimizi belirleme gücümüzü kaybediyoruz.
David Simonds’un Economist’teki (2008) karikatürü sosyal ağların özgürleştiren değil, özgürlükleri sınırlandıran yapısını, uçsuz bucaksız İnternet’in içinde örülen duvarları gözler önüne seriyor:
O yüksek duvarların arkasında Facebook’un (ya da Twitter’ın!) iradesini kabul etmişken özgürlükten nasıl söz edilebilir ki? İnternet’e, insanları sosyalleştirdiği, birleştirdiği ve yeni örgütlülükler yarattığı için büyük umutlar bağlamışken merkeziyetçi sosyal ağlar tam tersini yapıyor. Bir hapishane hücresinde bir kişi de olsa, bir milyar kişi de olsa hücre yine hücredir.
Bir gözetim aygıtı olarak Facebook
Facebook’ta ve diğer sosyal ağlardaki her adımınız kaydedilir. Daha sonra sosyal ağdan çıksanız bile ağdaki hareketleriniz bu ağların veritabanlarında belirsiz bir zamana kadar saklanmaya devam eder. Facebook kuruluşundan beri mahremiyeti ihlal ettiği gerekçesiyle eleştirilmekte, bu eleştiriler doğrultusunda da mahremiyet politikasında sürekli değişikliklere gitmektedir.
Fakat Facebook’u mahremiyet kavramı çerçevesinde tartışmak yanıltıcı olabiliyor. Mahremiyet, tartışmalı bir kavram ve genel geçer bir tanımı yok. Örneğin, mahremiyeti özel ve kamusal ikiliği çerçevesinde tartışmak oldukça yaygın. Özel, kişisel, ailevi ve arkadaşlıklar alanına işaret ediyor. Kamusal alan ise kişisel ilişkilerimizin ve evimizin ötesinde. Bu ikilikten yola çıkarak, mahremiyetin özel alanla ilgili olduğunu düşünebiliriz.
Ancak mahremiyetin tarihsel gelişim sürecine baktığımızda yanıldığımızı görürüz. Bugün mahremiyete özelden çok kamusal alanda ihtiyaç duyuyoruz. Mahremiyet, İnternet öncesi anlamında gündelik hayatta varsayılan duruma işaret ediyor; mahremiyeti ihlal etmek için ek bir çaba gerekiyor. Bir insanın evine izinsiz girmek ya da gizlice telefonlarını dinlemek gibi. İnternet sonrası dönemde ise ağdaki toplumsal ilişkiler daha açık bir şekilde gerçekleşiyor ve insanların mahremiyetlerini korumak için çabalaması gerekiyor. Ayrıca bugün ağlarda olmak ya da olmamak bir tercih değil; hayat bizi ağlara sürüklüyor. Dolayısıyla, mahremiyetten söz ederken, en azından 20 yıl önceki mahremiyetten söz etmediğimizin bilincinde olmalıyız.
Bunun yanında, mahremiyeti gizlilikle de karıştırmamak gerekiyor. Google CEO’su Eric Schmidt, hiç kimsenin bilmesini istemediğiniz şeyleriniz varsa öncelikle o şeyleri yapmayın diyor. İnternet’te gözetimden söz edildiğinde de benzer bir tepkiyle karşılaşıyoruz: “Her şeyim ortada, saklayacak bir şeyim yok!” Oysa sorun, yapılan yasadışı işlerin saklanması değil, Scmidt’in çok iyi bildiği gibi asıl sorun sıradan, tek başına bir anlamı olmayan masumane bilgi kümelerinin birleştirilmesinden elde edilen kritik bilgiler. Facebook’un kurucusu Zuckerberg, mahremiyete dair toplumsal normların değiştiğini, açık bir topluma doğru evrildiğimizi iddia ediyor. Gerçekten de insanlar sosyal ağlarda kişisel bilgilerini saçıp duruyorlar. Ancak Zuckerberg yanılıyor. İnsanların sosyal ağlarda en özel şeylerini paylaştıkları doğru. Ama aynı zamanda mahremiyet konusundaki kaygıları da devam ediyor. Bilgileri dahilinde, akşam perdeleri çeker gibi, sosyal ağlardaki gizlilik ayarlarını yapmaya, kişisel bilgilerine izinsiz erişmeye çalışanları engellemeye devam ediyorlar. Facebook’un mahremiyet ayarlarında yaptığı değişiklikler hâlâ büyük tepkiler çekiyor. Facebook’un evrimi de Zuckerberg’i doğrulamıyor: Facebook’un mahremiyet ayarları 2010 yılına kadar kişisel verinin daha açık sunumuna yönelik gelişirken, tepkilerin artması üzerine bu tarihten sonra ters yönde bir gelişim gösterdi. Yapılan düzenlemeler, kullanıcılara daha fazla mahremiyet seçeneği sunma yönünde oldu (Cabello ve diğerleri, 2013).
Burada asıl problem, kullanıcıların paylaşımlarının akışını kontrol ettiklerine dair bir yanılgı içinde olmaları. Sosyal ağlarda saçtıkları o masum bilgilerin birikerek ve birbiriyle ilişkilenerek nasıl kendilerine ve insanlığa karşı bir güç haline geldiğinin yeterince farkında değiller. Veri madenciliği, sosyal ağ analizi, büyük veri gibi çalışma alanlarının basitleştirilerek toplumun geneline anlatılması, gözetim konusundaki farkındalığı artırabilir.
marketwatch.com sitesi, TV programlarının ratinglerinden politikacıların popülaritesine kadar bir çok bilginin Twitter’dan elde edilebileceğini iddia ediyor. Hatta, yapımcıların programlarına yapılan yorumları silme şansı olmadığından gerçek eğilimlerin tespitinde Facebook’tan daha başarılı olduğunu söylüyor (http://www.marketwatch.com/story/tv-ratings-arent-only-thing-twitter-can-measure-2013-10-10). Ağ kullanıcıları açısından bakıldığında doğru olabilir. Ama kendinizi Facebook’un sahiplerinin yerine koyun: Kullanıcılar yapılan yorumları ne kadar silerse silsin. Siz gerçekte hiçbir şeyi sunucularınızdan silmeyeceğinizden toplumun genel profilini ve toplumsal eğilimleri tahmin edebileceksiniz. Sadece Google’daki aramalar bile dünyadaki salgınların nasıl yayıldığı hakkında bilgiler verirken (Ginsberg ve diğerleri, 2008) acaba Facebook’tan neler öğrenebiliriz?
Bazıları çevresine bakacak, Gezi’nin Türklerin, Kürtlerin yıllardır yaşadıklarını anlayabilmesinin önünü açtığını iddia edecek. Bazıları evlerinde zorla tutulan bir kesim olduğunu iddia edecek. Bazıları da demokrasi paketini halkın büyük çoğunluğunun memnuniyetle karşıladığını iddia edecek, diğer bir kesim de bu iddiaya karşı çıkacak. Bazıları da öğrenci andının kaldırılmasının önemi (ya da önemsizliği) üzerine nutuklar atacak.
Ne kadar anket yaparsanız yapın… Kişisel profiliniz, paylaştığınız, beğendiğiniz yazılar, kendi yazdıklarınız, yorumlarınız, mesajlaşmalarınız, arkadaş ağınız, bu ağdaki arkadaşlarınızla olan ilişkinizin derecesi (örneğin çok sık yazışmanız, ortak zevkleriniz, ortak arkadaşlarınız vs.), tıklamalarınız, Facebook’a hangi ip adresinden bağlandığınız… Facebook bütünün ilişkili bilgisine sahip olarak hepimizden çok şey bilecektir. Belirli bir olayın, belirli bir toplumsal kesim üzerindeki etkisini çok daha ayrıntılı görebilecek, gelecekte olabileceklere dair tahminlerde bulunabileceklerdir. PRISM skandalında da tartışıldığı gibi bu devasa gözetim makinesi, yalnızca ABD Hükümeti’ne hesap vermektedir. Bu nedenle, Facebook’u özgürlük kelimesiyle bir arada kullanırken bir kez daha düşünmek gerekir.
İnternet tekellerinin bu korkutucu gücünü sınırlandırmaya yönelik yasal girişimler de vardır. Bu yasal girişimler, tekellere kısmen çeşitli sınırlandırmalar getirmektedir. Fakat sosyal ağ tekelleri çoğu zaman kendilerini yerel hukukunun üzerinde, ondan muaf olarak görmektedirler. Üstelik yasal girişimler, enformasyon tekelleri üzerinde sürekli bir denetim kuramadığından ve yaptıkları analizleri denetleyemediğinden yetersiz kalmaktadır. Ancak en önemlisi, toplumda gözetim konusunda bir duyarlılık oluşmaması. “Ben yasadışı bir şey yapmıyorum, bu yüzden gözetimden endişe etmiyorum” anlayışı aşılmadıktan sonra hukuksal mücadelenin başarıya ulaşabileceğini düşünmüyorum.
Ağ bağımlılığı
Birçok bilgisayar kullanıcısı özgür yazılımı GNU/Linux ile özdeşleştiriyor. Oysa özgür yazılım, herhangi bir ürünün ötesinde üretim aracı olan bilginin toplumsal mülkiyetini savunan bir felsefe. Kullanıcılar, özgür yazılımları herhangi bir şirketin izin verdiği ölçüde değil, kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanıyorlar. FSF (Özgür Yazılım Vakfı), merkezi sosyal ağları eleştirirken yine aynı hedeften yola çıkıyor: Kullanıcıların herhangi bir şirkete bağımlı olmaması ve kendi bilgilerinin gerçek sahibi olması.
Kullanıcılar, kişisel bilgilerini verip şirketlerin (Facebook, Twitter, Google+ vs) sosyal ağlarını kullanmaya hak kazanıyorlar. Önceki bölümde tartışıldığı gibi bu kişisel bilgiler, zamanla kişiye ve insanlığa karşı bir güç haline geliyor. Örneğin BDP, Facebook’u terk edecek ve başka bir ağa geçecek gücü kendinde bulamıyor. Dosya formatlarında yaşadığımız sorunlara (birlikte çalışabilirlik) benzer bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Belirli bir ürünün kullanıcılarından oluşan ağlar (örneğin Microsoft Word kullanıcıları), iletişimin devamı için yeni kullanıcıları da ağa dahil olmaya zorlayabiliyor. 100 kişi Microsoft Word kullanıyorsa ve belgelerini doc uzantılı kaydediyorsa, 101. kullanıcı “ben belgelerimi sadece odt uzantılı kaydederim, doc uzantılı belgeleri okumam.” diyemiyor. Ağ, kullanıcı sayısı ne kadar fazlaysa o kadar güçlü hale geliyor. Bunun sonucunda, siyasi partilerden şirketlere kadar en geniş kitleyle iletişime gereksinim duyan herkes (ne yazık ki!) popüler ağlarda var olmaya zorlanıyor. Fakat bu varoluşun, İnternet’in doğasına aykırı bir şekilde gerçekleştiğine dikkat etmek gerekiyor. İnternet, ademi-merkeziyetçi yapısı ve bu yapıdan kaynaklı olarak iktidarların tam kontrolüne izin vermemesi nedeniyle özgürleştirici bir potansiyele sahiptir. Facebook, Twitter, Google+, LinkedIn vb sosyal ağlar ise merkezi yapıları nedeniyle iktidarların kontrolüne (gözetimine ve sansürüne) olanak sağlıyorlar.
Ayrıca merkezi sosyal ağlar, birlikte çalışabilirlik ilkelerinden uzak, kendi veri formatlarıyla İnternet’te birbirinden kopuk, yüksek duvarlarla örülü bahçeler meydana getirmektedir. İnternet’te birlikte çalışabilirliğin önemini daha iyi anlayabilmek için birlikte çalışabilirliğin en güzel örneği e-posta’ya bakalım. Herhangi bir gmail hesabından herhangi bir org.tr uzantılı adrese e-posta gönderebiliyorsunuz. Çünkü e-posta protokolü, herhangi bir şirketin kontrolünde değil. Kendi e-posta sunucunuzu kurmanızın ve diğerleriyle haberleşmenizin önünde hiçbir engel yok. Eğer e-posta, merkeziyetçi bir yapıda olsaydı gmail, mynet, yahoo, .msn, org.tr, .com.tr vb uzantılı e-posta hesapları sadece kendi aralarında haberleşip duracaktı ve gmail’den yahoo’ya e-posta gönderemeyecektik. Merkeziyetçi ağlar, birlikte çalışabilirlik esaslarına uymuş olsaydı, Facebook bir tekel olmayacak, Facebook’taki verilerimizi alıp Xbook sunucusuna taşıyabilecektik.
Bu nedenle Tim Berners Lee, web’in, merkeziyetçi sosyal ağların ördüğü duvarların tehdidi ile karşı karşıya olduğunu söylüyor. Bu duvarlar, web’i genişletmiyor, kullanıcıları şirketlerin duvarları arkasına hapsediyor (Berners-Lee ve diğerleri, 2009).
Özetle, başta Facebook olmak üzere merkeziyetçi ağlar özgürlükçü değildir. Çünkü,
– Kişisel bilgilerimizi iznimiz olmadan şirketlerle ve hükümetlerle paylaşarak,
– Hesabımızı isteğimiz dışında silerek ya da mesajlarınızı sansürleyerek
özgürlüğümüzü tehdit ediyorlar.
Ademi-merkeziyetçi sosyal ağlar: Diaspora* ve Friendica
Facebook’un alternatifi bir başka merkeziyetçi sosyal ağ olamaz. Çünkü benzer sorunları bu alternatif ağda yaşamayacağımızın hiçbir garantisi yoktur. Bir sendikanın ya da demokratik kitle örgütünün kuracağı merkeziyetçi sosyal ağlarda bile ne kadar demokratik yönetimler oluşturursak oluşturalım, merkeziyetçilikten kaynaklı sorunlar yaşanacaktır.
Sosyal ağlarda, kişisel bilginin yabancılaşmasını, size karşı yabancı bir güç haline gelmesini engellemek için tek yol ademi-merkeziyetçi sosyal ağların kullanımıdır. Ademi-merkeziyetçi sosyal ağlardaki bilgi paylaşımı için tek bir şirkete ait merkezi sunuculara erişime gerek yoktur. İletişim kullanıcı bilgisayarları veya sosyal ağ yazılımın çalıştığı sunucular arasında gerçekleşir.
Ademi-merkeziyetçi ağlarda:
1) Kullanıcı bilgileri, farklı sunucularda ya da kişinin kendi bilgisayarında tutulabilir. Merkezi sunucu kapandığında ya da sizin hesabınızı kapattığında yaşanabilecek sorunları yaşamazsınız. Tüm paylaşımlarınızı ve ilişkilerinizi kaybetmezsiniz.
2) Kişisel bilgileriniz ve paylaşımlarınız sizin tercihleriniz doğrultusunda yayılır.
3) Genel sunucuları kullansanız bile kimseye bağımlı olmazsınız.
Pratik önemlidir. İsterseniz bilgisayar başına geçip ademi-merkeziyetçi ağları daha iyi anlayabilmek için önce Diaspora*, sonra da daha gelişmiş bir sosyal ağ olan Friendica üzerinde denemeler yapalım.
Diaspora*
Diaspora* projesi Moglen’in Facebook’a yönelttiği eleştirilerin ardından başladı. Moglen konuşmasında, bilgisayarların geçmişe göre daha güçlendiği bir dönemde merkezi yapıların gerekliliğini sorguluyordu. “Neden merkezi hizmetlerin yerine geçebilecek ademi-merkeziyetçi seçeneklerimiz olmasın?” diye soruyordu.
Moglen’in konuşması Facebook’un mahremiyet politikalarına olan tepkinin arttığı bir dönemde gerçekleşir. Dört genç (Ilya Zhitomirskiy, Dan Grippi, Max Salzberg, and Raphael Sofaer), Moglen’in sözlerinden etkilenerek 2010 yılında Diaspora* projesini başlatırlar. Projeye yoğun bir ilgi ve destek olur. Diaspora* en başından beri özgür yazılım olarak geliştirilir. Fakat projenin yönetimi de 2012 Ağustos’unda Özgür Yazılım Destekleme Ağı’na (Free Software Support Network) devredilir.
Diaspora* felsefesinin 3 temel bileşeni vardır:
1) Ademi-merkeziyetçilik: Bu ilke, insanları tek bir merkezi sunucuda toplamak yerine, insanlara herhangi bir yerde Diaspora* ağına dahil olabilecek sunucular kurmaya olanak vermek olarak özetlenebilir. Pod adı verilen bu sunucuları sadece kendi kullanımınız için kendi bilgisayarınıza da kurabileceğiniz gibi sunucunuzu diğer kullanıcıların kullanımına da açabilirsiniz.
2) Özgürlük: Diaspora*’da gerçek kimliğinizi kullanmak zorunda değilsiniz ve paylaşımlarınızda bir sınırlama yok. Merkezi bir otorite gelip, “ben senin paylaşımlarını beğenmiyorum, hesabını kapatıyorum” diyemez. Ayrıca, yazılımı özgürdür. Kaynak kodunu alıp ihtiyaçlarınız doğrultusunda değişikler yapabilir ya da kodun güvenliğini inceleyebilirsiniz.
3) Mahremiyet: Merkeziyetçi ağların sahibi olan şirketler, ağlarını kullandığımız için bizden para almazlar ama para karşılığında bizim kişisel bilgilerimiz diğer şirketlere pazarlarlar. Hükümetlerin baskısına açıktırlar. Ya da geçmişte Facebook’ta yaşandığı gibi bir gün bakarsınız herkesle paylaşmak istemediğiniz bilgileriniz şirketin değişen politikası nedeniyle kamuya açılmış. Diaspora*’da kişisel bilgileriniz üzerinde söz, yetki ve karar hakkına sahip olan SİZsinizdir.
Diaspora*’yı bilgisayarınıza kurmak biraz zor olabilir. Ama Diaspora* sunucularından birini deneyebilirsiniz. Üç adımda Diaspora*’ya kolayca kayıt olabilirsiniz.
1) Diaspora* podlarından birini seçin: http://podupti.me/ adresine gidelim. Buradan uygun bir pod seçelim. Bazı podlar, yeni kullanıcı kabul etmiyor olabilir, şu an uygun olan https://pod.geraspora.de/ podunu deneyebiliriz. Diaspora* podlarının popülerliği (içerik ve kullanıcı sayısı) için https://diasp.eu/stats.html adresinden bilgi alabilirsiniz.
2) Yeni bir hesap yaratın: Seçtiğiniz poda tıkladıktan sonra sizden kullanıcı adı ve şifre isteyen bir ekran çıkacaktır. Yeni kullanıcı olduğumuz için signup (https://pod.geraspora.de/users/sign_up) bağlantısına tıklayalım. Şimdi e-posta adresimi, kullanıcı adımı ve şifremi yazarak kayıt olabilirim. bilimvegelecek@ pod.geraspora.de adlı bir kullanıcı adı yarattım. Artık Diaspora*’nın bir üyesisiniz.
3) Profilinizi oluşturun: Profilinize paylaşmak istediğiniz bilgilerinizi ve ilgi duyduğunuz alan dair etiketleri giriniz. Şimdi başka Diaspora* podlarındaki kullanıcılara da erişebilirsiniz. Örneğin, [email protected] adlı kullanıcı başka bir podda olmasına rağmen onu bulup ekleyebilirsiniz.
Şimdi de Twitter ve Facebook ile bağlantı yapalım. Ekranın sağ tarafında Facebook ve Twitter ikonları var. Bu ağlarda bir hesabınız varsa bunlara bağlanabilir, mesajlarınızı hem Diaspora*’da hem de bu ağlarda eş zamanlı olarak dağıtabilirsiniz. Böylece takipçilerinizi yavaş yavaş başka ağlara teşvik edebilirsiniz.
Diaspora*’ya mobil telefonlardan da erişebilirsiniz!
Diaspora* kullanılabilir bir sosyal ağ, ama hâlâ 0.2.0.0 sürümünü kullandığımızı unutmayalım. Daha gelişmiş seçenekler istiyorsanız Friendica da https://prism-break.org/ sitesinin önerdiği ademi-merkeziyetçi sosyal ağlardan biridir, deneyebilirsiniz.
Friendica
Friendica, Diaspora* ile aynı ilkeleri paylaşan ama arayüzünde çok daha gelişmiş seçeneklere sahip bir ağdır. Sloganları son derece anlamlıdır: Bizim sosyal ağımız İnternet’tir. Proje sessiz, sakin ama emin adımlarla ilerlemektedir.
Friendica hesabınızla, hesabınızın olduğu tüm ağlara aynı anda erişim sağlayabilirsiniz:
Diaspora*’da olduğu gibi kendi Friendica sunucunuzu kurup diğer kullanıcılarla haberleşebilirsiniz ya da var olan sunuculardan (http://dir.friendica.com/siteinfo) birini kullanabilirsiniz. Yetersiz dil desteği dışında (bu da çok kolay aşılabilir!) kullanışlı bir sosyal ağdır.
Friendica’da,
– Birçok sosyal ağa tek bir noktadan bağlanabilir ve tüm ağlara aynı anda mesaj gönderebilirsiniz.
– Kendi sunucunuzu kurmadınız, genel bir sunucu kullanıyorsunuz. Bir olumsuzlukta verilerinizi alıp başka bir sunucuya gidebilirsiniz.
– e-postalarınızı Friendica üzerinden okuyabilirsiniz.
– Mahremiyet ile ilgili ayarların uygulaması kolay ve gelişmiştir.
Yapmanız gereken sadece kendi Friendica sunucunuzu kurmak ya da genel bir Friendica (örneğin https://friendica.eu/) sunucusunun Register bağlantısına tıklamak. Üye olduktan sonra Friendica’nın Android uygulamasını da aşağıdaki adresten kurabilirsiniz:
http://friendica-for-android.wiki-lab.net/docs/apk/de.wikilab.andfrnd.20130530_9.0.apk
***
Kısacası, ne Facebook’a, new Twitter’a ne de başka bir merkeziyetçi ağa mecburuz. Şirketlerin gölgesinde özgürlükten söz edemeyiz. Facebook’tan başka bir seçeneğimiz yokmuşçasına yapılan açıklamaları, aman dilemeleri stratejik bir hata olarak görüyorum. Bunun yerine, Facebook’un merkeziyetçi yapısından kaynaklı özgürlük karşıtı doğasını teşhir etmek, alternatif ağları tartışmak, tartıştırmak ve özendirmek daha doğru bir strateji olacaktır.
İnternet, ademi-merkeziyetçi doğasını kaybetmediği sürece insanları özgürleştirebilir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1) Berners-Lee, T., Yeung, C. M. A., Liccardi, I., Lu, K. & Seneviratne, O. (2009, January). Decentralization: The future of online social networking. In W3C Workshop on the Future of Social Networking Position Papers (Vol. 2).
2) Cabello, F., Franco, M. G., & Haché, A. (2013). The Social Web beyond “Walled Gardens”: Interoperability, Federation and the Case of Lorea/n-1. PsychNology Journal, 11(1), 43-65.
3) Cohen, J. (2013). A critical overview of the privacy debates regarding Facebook and an assessment of the” Anti-Facebook” social network, Diaspora* (Doctoral dissertation).
4) Economist (2008), Everywhere and nowhere. May 19, 2008.
5) Ginsberg, J., Mohebbi, M. H., Patel, R. S., Brammer, L., Smolinski, M. S., & Brilliant, L. (2008). Detecting influenza epidemics using search engine query data. Nature, 457(7232), 1012-1014.
6) Moreira, O. (2012). On the State of Art of Decentralized Online Social Networks. http://www.academia.edu/2438846/On_the_State_of_Art_of_Decentralized_Online_Social_Networks, son erişim 22 Ekim 2013.