Ana Sayfa Dergi Sayıları 169. Sayı Tekinsiz dolan ajandalar ve sayfaların pusu

Tekinsiz dolan ajandalar ve sayfaların pusu

1108
0

Takvim sayfaları kusarsa geçmişini / kesilen ağaç da hatırlanır, dalındaki güvercin de.

Her yıl değişen temalarıyla, renkleriyle onlarca ajanda mevcut; kapağında Küçük Prens olanından Ece Ajandaları’nın çizgisini bozmayan kıvamdaki sadeliğine kadar sayısız ajanda. Peki yayınevleri neden birbirleri arasında küçük farklılıklar yaratabilseler dahi, çeşitli renklerde ajandalar basmaya devam ediyor, hatta devam etmesinin ötesinde arttırıyor? X ajandasını Y ajandasından ayıran da boyutu, teması, rengi ve günlere ayrılan boş alanın boyutu oluveriyor. Bu kriterler hassas davranmadan sıralansa da, ajandalardaki cıvıltı farklı tema ihtiyacının belirgin olduğunu gösteriyor.

Ajanda ne için tutulur? Ajandayı dolduran kişi neleri yazar içine? Bu sorulara, el çabukluğuyla, günlük işlerin planlanması gibi bir cevap vermek uygun gözüküyor. Mesela ajandama bu metin üzerine çalışmayı sonlandıracağım tarihi yazabilirim, değil mi? Örnekleri çoğaltırsak şu sonuca varabiliriz: Ajanda gelecek zaman için tutulur. En azından güncel bir ajanda çoğunlukla gelecek zamanla ilişki kurar. Yani ajandaların “yapılacak işler defteri” olması yönündeki işlevine kolayca ulaşılabilir. Örneğin 2018 ajandaları 2019’un ilk sabahı artık eski işlevini yitirmiş olur. Yeni adıyla “eski ajanda” senenin sonuna geldiğimiz an, anı defteri olur, günlük olur, “boş kâğıt” olur. Sonuç olarak eski ajandaların kullanımı çeşitlenebilir. Yeni yıl geldiği vakit iş tanımı değişir o ajandanın. Ancak amacı kaybolmaz, dönüşür. Çünkü bazen hâlâ, doldurulmak istenir.

Geleceğe dair bırakılan notlar kısmen ilginçtir. Çünkü ileri tarihe verilen her söz bir tür hikâyeye kanar. Yani iki ay sonrasına kurulan her planın yaşayacak olma temelinde inşa edildiğini söylemek de gereklidir. Plan yaptığım tarihe kadar hâlâ yaşamımı sürdürüyor olacağım, hatta bilincim de açık olacak… Bu ilginç değil mi? Ajanda “tutarak” tüm bunları da sabitliyor muyuz? Belki de sadece “sanki yaşıyor olacağım” diyerek plan yapıyoruz. “San ki…” üzerinde yaşamak ajanda kullanmanın da bir gereği olarak kabul edilebilir.

Sayfaların pusu

Bazı ajandalar önceden doldurulmuştur. O aylarda hastalık nükseder, belki de o mevsime girerken bir travma tekrarlanır. Her halükârda, doludur sayfalar. Çünkü ajanda hafızadır da. Ajandaların hafıza olabilme niteliği yazının mahareti olabilir, ancak kâğıt da o gün olacakları taşır. Elbette bu, hakkında daha fazla bilgi edinebileceğimiz bir kayıt sistemidir (bkz. Mistic Pad). Genel bir ifadeyle içinde olduğumuz durumların, sene ölçüsünde, aynı vakitlerde tekrarlanmasıyla karşı karşıya kalırız. Bu durumun “kendiliğinden” olması şaşırtabilir, biraz da ürkütebilir. Ama bu tekrar kimi zaman isteyerek seçilir. Çeşitli tarihlerin yıldönümleri buna örnek sayılabilir. Karışık ve cevapsız gelen ifadelerin ardında, metni oluşturmaya başlarken aklımda olmayan bir soru var: Takvime yazılanlar o gün ne olacağına dair birer not ise, o gün ne olacağına dair kararı sadece bilinç mi verir? Bu sorunun işaret ettiği yerin, ajandaların gelecekle ve karar vermekle ilişkisinden daha anlaşılmaz olduğu açık. Ancak, cevap vermek mümkün mü? Örneğin İsmail Gezgin’in düzenlediği 2016 Mitoloji Ajandası “boş alan”ın yanında o günün mitolojisini, hikâyesini de vermişti. Gene pek çok ajanda da “geçmişte bugün” temasıyla karşımıza çıkar. Bir günü diğerinden ayıranın planlarımız ve işlerimizin dışında böyle bir iklimi/teması olabilir mi? Aynı doğrultuda, plan yapmak için boş sayfa aramak yolda yürümeye benziyor. O asfaltın altına kaç kat daha atılmıştır? Hangi imparatorluklar, insanlar geçmiştir üzerinden? Gene de şu temel soruyu sormak için çok uzağa gitmek gerekmeyebilir, kimi günlerin dokusu aynı kumaştan mı dikilmiştir? Sorularla dolu bu paragrafı sert bir alıntıyla sonlandıralım: “Hepimizin bastığı yerde bir ceset var. Hepimizin altında ölü var. İnsanlık gömdüğü yakınlarının üzerinde yürüyor. İnsanlık ölümün üzerinde yürüyor. Ve artık insanlık bir karar vermeli. Ya cenazelerde ağlamayacak ölülerine, ya da üzerine basmayacak, sevdiklerinin cesetlerinin beslendiği toprağın!”

Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra’sından alınan bu ifade, ayrı bir konuda benzer bir düşünceyle ilerliyor. Soruları birleştirirsek: Yarın olduğunda, hangi tanıdıklarım üzerinde bilmeden yürüyeceğim? Bu sorunun cevabı bizi Freud’un tekinsiz kavramına kadar götürebilir. Sayfalardaki pusu daha iyi anlayabilmek için tekinsiz kavramına ihtiyacımız var mı, emin olmak zor. Ancak Freud’un uncanny yani tekinsiz kavramını Timuçin Oral’ın ve Şenol Ayla’nın Açık Radyo’da “Ev içine kapatılmış, dışarıya saklanmış, gizemli değil ama gizli bir şey”, “en içeriye atılmış ve gözden uzak tutulmuş” gibi ifadelerle anması, “ajandalardaki pus” için yeterli bir açıklama.

Sonuç olarak, ‘ajandayı dolduran kimdir’ sorusuna cevap vermek güç bir iş. Güçlülüğün sebebi ise tekinsiz olan, önceden tanınan ama şimdi bilinmeyen yaşantıların varlığı olabilir. Dolayısıyla “san ki…” diyor olmak, tüm bunların üzerine bir örtü sermek gibi anlaşılabilir. Yani bu örtü bilinç düzeyinde sürekli hareketli olan bir durumla karşı karşıya olmasa da, ajanda sayfalarının dolması için, ileri tarihe bir not bırakmak için “san ki…” demek gereklidir.

Kaynaklar

1) Gezgin, İ. (2016); Mitoloji Ajandası, İstanbul: Metis Yayınları.

2) Timuçin Oral, Ş. A. (2018, Ocak 11), “Tekinsiz”, Retrieved from Açık Radyo: http://acikradyo.com.tr/sanat-uzun-ilham-sonsuz/tekinsiz-1-bolum