Adnan Hoca tarikatı ve benzeri oluşumların panzehri bilimsel düşüncenin ve yöntemin yaşamın her alanında toplumsallaştırılmasıdır. Kul ve biat ideolojisinin reddedilmesi, “fikri hür, vicdanı hür” nesillerin yetiştirilmesidir. Bunun adı da laiklik ve aydınlanmadır. Yoksa bazı sivrisinekler yakalanabilir belki, ama bataklık üretime devam eder.
Adnan Hoca tarikatının ipliği pazara çıktı. Başta Adnan Oktar olmak üzere grubun önde gelen yüzlerce üyesi gözaltına alında ve tutuklandı. Televizyon programlarında ve sosyal medyada bugün herkes bu grubun geçmişteki faaliyetleri hakkında konuşuyor, yazıp çiziyor. Casusluğu, İsrail ve ABD bağlantıları, masonluğu, karanlık mali ilişkileri, kadınları kullanıp mürit devşirmesi, küçük yaşta kızlara tacizleri, şantajcılığı, silah depoları, kedicikleri, vs, vs…
Gerici iktidarların koçbaşı
Fakat bir nokta göz ardı ediliyor. Bu tarikat esas olarak bilim ve özellikle evrim kuramı düşmanlığıyla palazlandı. Bilimsel bir kurammış gibi lanse ettiği safsatalardan oluşan “Yaratılış Kuramı” ile bilime meraklı gençleri kandırmaya ve üniversitelere sızmaya çalıştı. Bu yolda 12 Eylül iktidarından ve ANAP-Özal hükümetlerinden başlayıp AKP-Erdoğan hükümetlerine dek aynı bilim dışı ideolojiyi savunan gerici iktidarlar tarafından desteklendi.
Eğitimden başlayarak tüm toplumu dincileştirmeyi hedefleyen, yaratılış dogmasını ders kitaplarına sokmaya çalışan bu iktidarlar için Adnan Hoca grubu bir koçbaşı işlevi gördü. ABD’li köktendinci, Evangelist kuruluşlar tarafından üretilen metinlerin Türkiye’ye ve İslam’a uyarlanıp Harun Yahya (Adnan Oktar’ın takma ismi) imzasıyla yayımlanmasıyla oluşan kitaplar, bizzat devlet eliyle yaygınlaştırıldı. Bu grubun çakma fosil sergileri, kamu kurumlarında, hatta üniversitelerde -sanki bilimsel etkinlikmiş gibi- sergilendi.
Nereden geliyor bu değirmenin suyu?
Kocaman bir tuğla bloğu görünümündeki, lüks kâğıtlara basılı, Harun Yahya imzalı “Yaratılış Atlasları” Taksim, Kadıköy ve Kızılay meydanlarına tırlarla getirilip bedava dağıtıldı; dünyanın her yerindeki bilim kurumlarına postalandı. Bilim ve Gelecek dergisine de -bir tanesi Hikmet Kıvılcımlı’ya olmak üzere (!)- dört adet gönderilmişti. Bu kitap 2007’de TBMM’de AKP milletvekilleri tarafından dağıtılmıştı.
O dönem bu kitabı matbaacılara göstermiş, sadece bir tanesinin çıplak maliyetinin en az 500 TL olduğunu öğrenmiş ve “nereden geliyor bu değirmenin suyu?” diye sormuştuk.
Kısacası, bizzat devlet ve gerici iktidarlar tarafından desteklenen bilim ve evrim düşmanı faaliyetleri vurgulanmadan, bu tarikatın nasıl palazlandığı, çeşitli kurumlara nasıl sızdığı ve insanları nasıl kandırdığı anlaşılamaz. Bir “Adnan Oktar İddianamesi” yazılacaksa bu noktadan başlanmalıdır.
İddianameyi Bilim ve Gelecek 15 yıldır yazıyor
Aslında bu iddianame Bilim ve Gelecek dergisinin ve Bilim ve Gelecek Kitaplığı’nın yayımlarıyla, Türkiye’nin önde gelen biliminsanlarının kaleminden, bütün ayrıntılarıyla yazılmıştır.
Bilim ve Gelecek’in Adnan Oktar grubunun evrim kuramına yönelik saldırılarına bilimin yanıtlarını içeren 5 adet kapak dosyası var:
– “Bilimin Safsataya Yanıtı: Harun Yahya Dosyası. Yaratılış Atlası ve Fosil Sergilerindeki İddiaları Tek Tek Yanıtlıyoruz”, Bilim ve Gelecek, Sayı: 38, Nisan 2007.
– “Harun Yahya Dosyası-2: ABD Klonu Yaratılışçılık”, Bilim ve Gelecek, Sayı: 39, Mayıs 2007.
– “Safsataya ve Dogmaya Karşı Bilimin Yanıtı: Yaratılışçılık ile Hesaplaşma”, Bilim ve Gelecek, Sayı: 54, Ağustos 2008.
– “Yaratılışçı Safsatalara Yanıt: Evrim Yürüyor”, Bilim ve Gelecek, Sayı: 67, Eylül 2009.
– “Harun Yahya’nın Çakma Fosilleri”, Bilim ve Gelecek, Sayı: 100, Haziran 2012.
‘Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği’
En önemlisi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkan “Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği” adlı hacimli kitaptır. Bu kitapta Türkiye’nin en önemli bilimcileri Yaratılış Atlasları’ndaki ve fosil sergilerindeki iddiaları tek tek yanıtlamaktadır. Söz konusu kitap dört başı mamur bir “Adnan Oktar İddianamesi”dir.
Bu kapak dosyaları ve kitaplar dışında, Bilim ve Gelecek’in en az 30 sayısında evrim kuramına yönelik bu tür bilim dışı iddialara ve safsatalara verilen yanıtları içeren kapak dosyaları yapıldı. Derginin 15 yıllık yayım hayatı boyunca bu konuda yüzlerce makale çıktı.
Bu makalelerde Adnan Oktar grubunun safsatalarına ve şarlatanlıklarına bilimsel yanıtların yanı sıra, bu tarikatın ABD’deki köktendinci Hıristiyan kurumlarla ilişkisi de gözler önüne serilmiş ve karanlık mali ilişkileri sorgulanmıştır.
Adnan Hoca’cıların tehditleri ve karalama kampanyaları
Bu sorgulamayı yapan biliminsanları ve yayın sorumluları Adnan Hoca’cıların tehditlerine maruz kaldılar. Haklarında onlarca dava açıldı. Mahkemeden mahkemeye koşturmak zorunda kaldılar. Tarikat yayınlarında adları verilip resimleri konarak “PKK’cılıkla”, “teröristlikle”, “Maoculukla” suçlandılar. Sosyal medyada haklarında bir sürü yalan atıldı, karalama yapıldı. Bütün davalardan aklanarak çıktılar, ama Adnan Hoca’cıların yalanları devam etti.
Bu tür saldırılara maruz kalan ve bugün artık aramızda olmayan biliminsanlarını özellikle anmak istiyoruz: Prof. Dr. Aykut Kence, Prof. Dr. Yaman Örs, Prof. Dr. Cemal Yıldırım, Prof. Dr. Tuncay Altuğ, Dr. Kenan Ateş, Dr. Serhat Özyar… Bu insanlar Türkiye biliminin yüz aklarıdır.
Bataklığı kurutmak
Fethullah Cemaati, Adnan Hoca tarikatı ve benzeri oluşumların panzehiri bilimsel düşüncenin ve yöntemin yaşamın her alanında toplumsallaştırılmasıdır; toplumsal refleks haline getirilmesi için çaba sarf edilmesidir. Kul ve biat ideolojisinin reddedilmesi, “özgür yurttaş”ın yaratılması, “fikri hür, vicdanı hür” nesillerin yetiştirilmesidir. Bunun adı da laiklik ve aydınlanmadır.
Bu yapılmazsa fazla ileri giden sivrisinekler yakalanabilir belki, ama bataklık sivrisinek üretmeye devam eder.
Yazımızı Bilim ve Gelecek’te bu konuda çıkan bazı makalelerden pasajlarla sürdürüyoruz.
Değişimler Dünyası’nda “mutlak” olmanın zorluğu
Harun Yahyacılar ve Akıllı Tasarımcılar, kendi görüşleri açısından oldukça tehlikeli sulara açıldılar. Fosillerin, genlerin, mutasyonların vb. dünyası, yabancısı oldukları bir mekân. Değişimin, dönüşümün, sıçramanın, sonsuz akışın hâkim olduğu dinamik-kaotik bir dünya. Bir anın bir önceki ana benzemediği Herakleitos’un dünyası.
Oysa öte dünyada işleri ne kolaydı. Kurallar baştan belirlenmişti ve hiçbir zaman değişmezdi. Sonsuz bir uyumun yaşandığı durağan bir dünyaydı öte dünya. Her şey başlangıçtaki gibiydi, dönüşüm yoktu; kurulmuş mekanizma hiç sekmeden tıkır tıkır işlerdi. Her şey mükemmeldi, çünkü insanların kavrayamayacağı düzeydeki bir aklın tasarımının ürünüydü. Öte dünyada ne evrim vardı ne de devrim; ne zaman vardı ne de uzam; ne fosil ne de mutasyon… Tek bir yasa ve tek bir kitapla bütün sorunlar çözülmüştü.
Harun Yahya’cılar büyük bir hata yaptı. Mükemmel dünyalarını bıraktılar, bu dünyanın karmaşasına daldılar; üstelik kafayı değiştirmeden! Şimdi bulunan her fosilin, her kemiğin peşinden koşacaklar. Her mutasyona bir kulp takmak zorunda kalacaklar. Zındığın biri çıkıp “En el Hak” diyecek, delinin biri “Dünya dönüyor” diyecek, kâfirin biri “Aydınlanma” diyecek, diğeri “Evrim” diyecek, öbürü “Devrim” diyecek, bir başkası “Görelilik” diyecek… hepsini hizaya getirmeye çalışacaklar.
Mutlaklıklar Dünyası ile Değişimler Dünyası’nın atmosferleri birbirinden tamamen farklı. Her şeyin her an değiştiği bir dünyaya mutlaklık anlayışı ile girdiğinizde sudan çıkmış balığa dönebilirsiniz. Sudan çıkan balık da ya yaşayamayacaktır ya da evrim geçirecektir. Yaradılışçıların böyle bir açmazları var. Mutlak olmanın açmazıdır bu. Dinamik bir dünyada mutlaklık ve mükemmellik aramak zor iş. Mükemmel dediğiniz bozuluveriyor, değişmez dediğiniz değişiveriyor. Ya değişimin yasalarını bulmaya çalışacaksınız, yani bilim yapacaksınız; ya da Tasarımcıyı değişimin peşinden umutsuzca koşturacaksınız. Her an yeni bir “Yaratılış Atlası” yazmanız gerek. O Atlas yazıldığı an eskimiştir, çünkü her şey değişmiştir. Değişimler Dünyası’na ille de bir Tasarımcı sokulmak isteniyorsa, bu Tasarımcı her an her şeyi yeniden başka biçimde yaratmak zorunda! Sonsuz ve durup dinlenmeksizin bir tasarım-yaratım uğraşı… Peki ama -kutsallaştırma kılıfını çekip attığınızda- bunun adı zaten “Evrim” değil mi? Darwin’in yaptığı da Tasarımcıyı bu belalı işten kurtarmak değil mi?
Kısacası, Harun Yahya’cıların yasaları sadece öte dünyanın “huzurlu” ortamında geçerlidir. Bu dünyanın halleri ise, bırakın Harun Yahya’yı, Tasarımcıyı bile bezdirir. İnsanlık bu kadim sorunu, bin bir zahmetten sonra, iki tarafın da gönlünü alarak, ahiret (öte dünya) işleri ile dünya işlerini birbirinden ayırarak çözmüş, herkesin mekânını belirlemiş; bunun adına da “laiklik” demiştir. Harun Yahya’ya kendi mekânına dönmesini tavsiye ediyoruz.
(Ender Helvacıoğlu’nun “Bilimsel Yaratılışçılık, Akıllı Tasarımcılık, Harun Yahyacılık… Dinde Son Nokta! Bilimde Nokta Bile Değil” başlıklı makalesinden, Bilim ve Gelecek, Sayı: 38, Nisan 2007)
İnsanın kültürel evrimi yok mu?
Bu çerçeve daha başarılı uyarlanmayla tanımlanan biyolojik (organik) evrimden çok kültürel evrimle ilgilidir. İslam felsefesinden biyolojik evrimin kabul edilmediği sonucuna varılsa da, kültürel evrimin de yadsındığı söylenemez. İslamlığın “cahiliye devri”nden kurtulması başlı başına bir kültürel evrim sayılmaktadır. Ama biz Yaratılış Atlası’nda görüyoruz ki, (İslam adına mı değil mi belirsiz) insanlığın kültürel evrimi de yadsınmakta, örneğin taş çağının yaşanmadığı, ilk dinin tektanrılı olduğu ileri sürülmektedir. Bu, kuramda yalnız evrim biyolojisine değil, tarih bilimine de karşı çıkmaktır. Gene kuramı bırakıp duruma bakalım.
Ur kral mezarlarında, Cang şef gömülerinde, İnka, Aztek tapınaklarında, hatta Tevrat’ta, yakılan çocuk kurbanı sunulan Kenan Tanrısı Molok ile ilgili bilgilerde, kurban (üstelik Tanrı adına kurban) olgusunun binlerce somut kanıtı ortaya çıkarılmıştır. O toplumların insanları da Tanrının yarattığı yetkin canlılardı. Sonra insan kurbanı kaldırıldı. Son örneklerinden biri gene emperyalist İngilizlerin Hindistan’da yasakladığı ölen Brahman din adamıyla birlikte karısının diri diri yakılarak kurban edilmesi kalıntısıydı. İnsan kurbanı geleneğinin aşılması bir kültürel evrim sayılmayacak mı?
Bu soruya, “İnsan kurbanı kalkmış olsa da, din savaşları, etnik arındırmalar, uluslararası savaşlar, engizisyon, Naziler çok daha fazla insanı kurban etti” yanıtı verilebilir. O zaman da insanın yaratıldığından beri, yaratıldığı biçimiyle “yetkin” olduğu savı tehlikeye girer. Ayrıca her şeyi her an yetkin yaratan bir Tanrıdan söz ediliyorsa, onun yetkin yaratıklarının bu “düzen”lerine karşı çıkmak Tanrının yaratışına ve düzenine karşı çıkmak olmaz mı? Sömürüsüz, savaşsız, daha iyi bir insanlık (insanlığın kültürel evrimi) için çaba göstermenin ne gereği kalır? Zaten (Atlas’ın mantığı izlenirse) durumu insan değiştiremez her şeyi her an Allah yaratıyorsa, insan bir şey yapmıyor, yapamaz demektir. Hadi Tanrı yaptırıyor denirse, bu kez tüm öldürme, yaralama, işkence, Hiroşima olaylarının sorumluluğu Tanrıya yüklenmiş, fatura Tanrıya kesilmiş olmaz mı?
Biyolojik evrim kabul edilmeyip, onun düzeneği mutasyonlar yadsınamayınca, tüm mutasyonların zararlı ve düzeni bozucu olduğu kaçamağıyla kurtulunmak istenmişti. Yanıtı, bunun uzun zamandaki toptan sonucu “tersine evrim” olur diye verilmişti. Kültürel evrimin yadsınmasında da benzeri bir kaçamağa başvurulduğu anlaşılıyor: Totemcilikten, çoktanrıcı dinlerden tektanrıcı dine doğru kültürel bir evrim olmamıştır. Olsa olsa ta baştan tektanrılı olarak çıkan dinin yozlaştırılmasıyla çoktanrıcılık çıkmıştır, deniyor. Tanrının yetkin yapıtı ve düzeni bu konuda da bozulmaya, yozlaşmaya açık. Kültürel evrim yok, yalnızca kültürel birikim varsa ve değişme hep kültürel yozlaşma yönünde oluyorsa, kültürel birikim de tek geri vitesiyle işleyip insanlığı “tersine evrim” yoluna sokacak demektir. Alem gider mersine (evrime), biz gideriz tersine (nereye?).
(Alâeddin Şenel’in “Evrim Aldatmacası’ndan Yaratılış Atlası’na Mantıksızlıklar Silsilesi” başlıklı makalesinden, “Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği” içinde, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Haziran 2008, s.42)
ABD’li yaratılışçılar Türkiye’ye çağrılıyor
Bilimsel düşünceyi gençlerimize benimsetmekten en başta sorumlu olması beklenen laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Milli Eğitim Bakanı ABD’deki kökten dinci bir kuruluşa başvurarak yaratılış görüşünü biyoloji öğretim programına sokma konusunda onlardan yardım isteyebilmiştir. Bu kuruluşun yardımları ve Sayın Bakanın takdirleri ile kolaylıkla okullarımıza giren yaratılışçıların işi henüz bitmemiştir. Darwin’i çıkarmak gerekmektedir biyoloji kitaplarından. Yaratılışı Araştırma Enstitüsü yöneticileri 1992’de çağrılı olarak Türkiye’ye gelir. Yukarda sözü edilen makalede bu olay şöyle anlatılıyor:
“… Tüm okul öğretmenlerinin ve üniversite akademisyenlerinin çağrıldığı önemli bir çıkışın, bir konferansın zamanı gelmişti. Dr. Gish ve Dr. J. Morris, masraflar Türkler’e ait olmak üzere konferans vermek için çağrıldılar. Bu sıra dışı talep, kabul edilmeden önce dikkatlice tartıldı. İki dinin yaratılış doktrinleri arasında fazla bir fark olmamasına karşın, dinler (Hıristiyan ve İslam dinleri kastediliyor) arasındaki önemli farklar göz ardı edilemezdi… Halk konferansı sırasında İncil’e ve Hıristiyanlığa herhangi bir atıfta bulunulmaması özellikle istenmişti.”
Acts and Facts dergisinin Eylül 1998, 27. Cilt, 9. sayısında yer alan “ICR Türkiye’deki yaratılış hareketine yardımcı oluyor” başlıklı haberde ise Türkiye’de şaşırtıcı bir hareketin gerçekleştiği söylenerek şöyle devam ediliyor:
“Yıllardır topluma egemen olan laiklik ve eğitimde evrimsel darbeye artık tahammül edilmeyecek. Türkiye’den Bilim Araştırma Vakfı buna karşı çıktı ve şimdi Türk halkını yaratılışa olan inançlarına sarılarak ahlaki temellerine dönmeleri için teşvik ediyor. Yaratılışı Araştırma Enstitüsü’nden bu konuda yardım istediler ve biz de bu isteği karşıladık.”
Böylece ABD’li köktendinciler ve yerli işbirlikçileri, 1985 yılında Türkiye’de ABD’de başaramadıkları toplumsal dönüşüm projesini yürürlüğe koydular. Bunda da bir ölçüde başarılı olduklarını söyleyebilirim. Çünkü milli eğitimimiz, Atatürk’ün “Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir” yolundan saptırıldı ve Türkiye, evrimi ve bilimi benimseyen ülkeler arasında en sonuncu sıraya yerleşti.
(Prof. Dr. Aykut Kence’nin “ABD’li Yaratılışçılık ve Türkiyeli Yandaşlarına Destekleri” başlıklı makalesinden, Bilim ve Gelecek, Sayı: 39, Mayıs 2007)
ABD’deki “yaratılışçı hareket”in Türkiye ayağı
Son 10-15 yıl öncesine kadar Türkiye’de hiçbir zaman yaygın bir evrim/yaratılış tartışması olmadı. Son yıllarda gelişen “yaratılışçı hareket” de Türkiye’deki tartışmaların gelişmesiyle değil, ABD’nin çabalarıyla oluştu. ABD’deki yaratılışçı hareket ne kadar çabalasa da Avrupa’da kök salamadı. Bunun üzerine, daha çok da ABD’nin yeni hegemonya savaşı sürecinde, “Ilımlı İslam” adı verilen ABD’nin çıkarlarına bağlanmış bir ehlileştirilmiş İslam hareketi yaratma projesinin parçası olarak, “yaratılış hareketi” İslam ülkelerine ihraç edildi. Bunun için de en uygun koşulların bulunduğu yer olarak Türkiye seçildi.
ODTÜ’den Prof. Dr. Aykut Kence’nin Mart 2002’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan makalesinde belirtildiğine göre, ABD ve Türkiye’deki “yaratılışçı hareket” 1985’lerde o zamanki Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’in doğrudan devreye girmesi ve ICR’den resmen yardım istemesiyle kuruldu. ICR’deki Evangelist-Hıristiyan misyonerler bu çağrıyı kabul edip Türkiye’de bir yaratılışçı hareketin kurulmasına önayak oldular. Bu doğrultuda, Amerikan yaratılışçı ideologlar Türkiye’ye gelip seminerler verdi, Türkiye’den yaratılışçılar ABD Discovery (Keşif) Enstitüsü’ne gidip eğitim gördüler. ABD’li ICR tarafının bizzat kendi yazılarında itiraf ettiklerine göre bu doğrudan destek, ABD – Bilim Araştırma Vakfı ilişkisi yıllardır kesintisiz sürüyor.
İşte bu desteğin ve “yaratılışçı hareket” ihracının doğrudan yansıması olarak, Türkiye’de 1990 yılında Bilim Araştırma Vakfı (BAV) adında bir vakıf kuruldu. O günden bu yana, daha önce “Yaratılış Araştırma Enstitüsü” (ICR) bünyesi altında “yaratılış bilimi” adıyla, sonra da, “Keşif Enstitüsü” bünyesinde “akıllı tasarım” adı altında yapılan çalışmalar, bu enstitülerin yazılı ve görsel materyalleri Türkçeye çevrilip içine İslam çeşnisi katılarak Türkiye’de de BAV bünyesinde ve Harun Yahya imzasıyla yayımlanıyor. ICR ve Keşif Enstitüsü’nün 1970’den bu yana ABD’de uyguladığı yöntemlerin neredeyse aynısı Türkiye’de uygulanıyor. Bedava kitaplar basılıp dağıtılıyor, video kasetleri yapılıyor, sergiler açılıyor, konferanslar düzenleniyor.
Türkiye’deki “yaratılış hareketi”, elbette sadece BAV ve Harun Yahya’yla sınırlı değil. Bizzat iktidardaki AKP Hükümeti de bu tartışmanın ayağını oluşturuyor. Milli Eğitim Bakanlığı eliyle yaratılışçı ve akıllı tasarımcı tezlerin okullarda okutulmasına çalışılıyor. Geçtiğimiz yakın dönemde, bizzat Milli Eğitim Bakanı, akıllı tasarımın müfredata alınmasını önermiş ve bu, tartışmalara yol açmıştı. Bununla da kalmadı, basında, evrim okutan öğretmenlerin sürgün edildiği haberleri yer aldı.
(Dr. Kenan Ateş’in “Evrim neden ABD’de ve Türkiye’de az benimseniyor?” başlıklı makalesinden, Bilim ve Gelecek, Sayı: 31, Eylül 2006)