Bilimin gelişiminde bilginin, bilimsel düşünme pratiğinin ve aydınlanmanın rolü başattır. Peki bilimsel düşünme ne demektir? Bilimsel bilgi nasıl elde edilir ve bilimsel bilgiyi diğer bilgi türlerinden ayıran özellikler nelerdir?
Alâeddin Şenel, bilimsel bilginin nasıl elde edilebileceği sorusunu, hem yazarlarından biri hem de editörü olduğu 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem (1) kitabında şöyle yanıtlıyor:
“Bilimsel bilgi hangi “gerçeklik”, hangi “gerçek” anlayışına dayanılarak edinilir?
“Bilimsel düşünüşle amaçlanan, gerçekliğin doğru bilgisine, demek ki gerçeğe ulaşmaktır. Bilimsel pratiğin hedefi; söz konusu gerçeklik (örneğin hastalıklardaki gibi) olumsuzsa, ona yol açan “nedenleri” etkileyerek, değiştirerek, hatta ortadan kaldırarak, sonucunu olumluya dönüştürmek ya da olumsuz sonucu da yok etmektir. Genelde, gerçekliği insan yararına olarak geliştirmektir.
“Gerçeklik ile gerçek ilişkisi
“Gerçeklik, bilgisi edinilecek nesnenin (olgunun, olayın), “özne”den bağımsız durumudur. Üzerinde “özne” tarafından onun bilgisinin edinilmesini sağlayacak, onu etkileyip değiştirecek bir karışmada bulunulmasından önceki nesnel (öznenin algılamasına bağlı olmayan) varlığıdır. Bilgi, bir gerçeklik hakkında, insanın (bilen öznenin) kafasında kurulan simgesel modeldir. Bu model gerçekliğe uygunsa (gerçekliği kavramada çağın bilgi birikiminin, çağın bilgi edinme yönteminin gerçekliği yansıtmada ulaşılan duyarlılık derecesine yakınsa), bir kimsenin kafasındaki modelin, ya da söze, yazıya, görsel materyale dökülmüş düşüncesinin “gerçek” olduğu söylenebilir. Veya bir kimse söz konusu gerçeklik hakkındaki düşüncesinin, gerçekliği doğru yansıttığı görüşüyle “doğru bilgi”, yani “gerçek” olduğunu ileri sürebilir. “Söylediklerin doğru mu?”, “Gerçekten mi?” gibi sözler, gerçek kavramının bu anlamda kullanıldığını gösterir.
“Doğru kavramının iki farklı anlamı
“Burada özen gösterilmesi gereken bir nokta, “doğru” – “yanlış” kavramlarının, bilgibilim (epistemoloji) alanındaki bu anlamı dışında, felsefenin etik (ahlak felsefesi) alanında ve günlük yaşamda farklı bir anlamda kullanılmasıdır. Bu nokta göz önüne alınarak, iki anlam takımı birbirine karıştırılmamalı. Biri, gerçekliği doğru ya da yanlış yansıtan bilgiler olarak olgusal yargılardır; olan ile ilgili “gerçeklik yargıları”dır. Ötekisinin “olması gereken” hakkında, davranışlarla ilgili “değer yargıları” olduğu unutulmamalıdır.
“Çeşitli gerçek anlayışları
“Bilgibilimde ve bilimde, bilimsel düşünüşte kullanılan, “doğru bilgi” (gerçekliğin doğru bilgisi) anlamında “gerçek” sözcüğüne bakalım: Birbirinden farklı anlamda üç gerçek kavramının bulunduğu söylenebilir. Bu, üç “doğru bilgi” anlayışının olduğunu gösterir: “mutlak gerçek”, “pragmatik gerçek” ve “pratik gerçek” anlayışları. Burada hemen “pratik gerçek” kavramıyla kuramsal düzeye yükseltilmemiş bilgiyi amaçlamadığımızı belirtmeliyiz. Onu pratikten, eylemden süzülen, kafada mantığın, kuramın imbiğinden geçirilerek soyut bilgi niteliği kazandırılan, somut gerçekliği ne ölçüde yansıttığı yeniden somutta deneyimle, testle sınanan bilgi türü (bilişsel praksis) anlamında kullandığımızı söyleyebiliriz.
Barrington Moore, Jr, bir yapıtında(2) bilimsel yöntem ve nesnellik sorununu tartışırken, biri büyük harfle, ötekisi küçük harfle yazılan iki gerçek anlayışından söz eder. Bu anlayışlardan büyük harfle yazılana, kavramlaştırılarak, “mutlak gerçek” denebilir. Küçük harfle yazılan gerçek ile amaçladığının, (değişmeyecek derecede doğru olduğu savını hiçbir zaman taşımamakla birlikte) varlığından kuşkulanılmaması gereken nesnel gerçekliğin doğru bilgisine ulaşılabileceği düşüncesine dayandırılan “bilimsel gerçek” anlayışı olduğu (yazdıklarından) anlaşılıyor. Moore’un gerçek hakkındaki bu düşüncelerinden esinlenilerek, üç gerçek anlayışı kavramlaştırılabilir. Daha doğrusu ben böyle kavramlaştırmış bulunuyorum.
“‘Mutlak gerçek’ savı
“Mutlak gerçek, görüşlerini aşkınöznelere duyulan inanca dayandıran kimselerin ve toplulukların anlayışıdır. Gerçek öznelerin içinde bulundukları “gönüllü düşünsel kulluk” durumundan beslenir. İnancın akla ve tanrıların, peygamberlerin insana üstünlüğü ile insan istenç ve aklının yetersizliği sanılarıyla birlikte görülür. Varlığına inanılan aşkınöznelerin olduğu söylenen sözlerin, buyrukların, yasakların her yerde ve her zaman için geçerli, değişmez (mutlak) gerçekler olarak kabul edilmesidir.
“Mutlak gerçek anlayışının özü, bilen özne olarak insanın yerine aşkınöznelerin konmasıdır. Ama aslında, kendilerinin aşkınöznelerin vekili veya sözcüsü olduklarını ileri süren kimselerin sözlerine kulak verilmesidir. Ya da düşüncelerin, bu kimselerin sözlerini içerdiği söylenen “kutsal kitap”lara dayandırılmasıdır. Bu gerçek anlayışının ayırt edici özelliği, gerçek öznelere, “mutlak doğrular” sayılan düşünceleri irdeleme, onlardan kuşkulanma, onlar üzerinde (onaylayıcı düşünceler geliştirmekten öte) düşünme hakkı ve olanağı tanınmamasıdır.
“Hemen tüm dinlerin sofuları yanı sıra, bazı yersel (dinsel olmayan, seküler) ideolojilerin kurucularının ve izleyicilerinin gerçek anlayışları bu nitelikte olabilmektedir. Mutlak gerçek anlayışı, eşitsizlikçi uygar toplumun tarımsal geçim ve yaşam biçiminin egemen olduğu ilk evresinde, egemen sınıflarca, yöneticilerce (yani aristokrasi tarafından) ve de onların ideologlarınca ortaya atılıp geliştirilmiştir. Eğitim, yönetim ve çıkar düzenekleri aracılarıyla taşınarak, çalıştırılan, yönetilen sınıflara dayatılmıştır. Düşünsel gönüllü kulluk koşulları içinde bulunan bu sınıfların insanlarınca içselleştirilmiştir.
“‘Pragmatik gerçek’ anlayışı
“Böyle bir başlık altında toplanabilecek “doğru bilgi” anlayışı, mutlak gerçek anlayışını eleştiren kimi burjuva düşünürlerince geliştirilmiştir. Bu anlayıştakilere göre, kimsenin gerçekliğin nesnel, kesin doğru bilgisine ulaştığı söylenemez. Hemen her konuda farklı düşüncelere sahip olabilen insanları, kimilerince “doğru” sayılan düşünceleri benimsemeye zorlamak doğru değildir. Öyle evrensel doğrular yoktur.
“Gerçeğin, yani doğru bilginin ölçeği, ondan sağlanan yarar olmalıdır. Kısacası, hangi düşünce ya da inanç, kime yarar sağlıyorsa, yani kimi mutlu ediyorsa, o düşünce o kimse için doğrudur. Zarar verip mutsuz eden düşünce yanlıştır. Pragmatik yarar anlayışının altında pragmatizm denen felsefe akımı yatmaktadır. Daha doğrusu, pragmatizm (yararcılık) “pragmatik gerçek” denebilecek bir doğru bilgi anlayışını beslemiştir.
“İngiltere’de (pragmatizm ile hemen hemen aynı anlama gelen bir sözcükle) utiliteryanizmin kurucusu Jeremy Bentham (1748-1832) oldu. Felsefesini “en büyük sayının en büyük mutluluğu” (etik) ilkesine dayandırmıştı. Bu hedefe, bireylerin yararına olanın toplumun da yararına olacağı düşüncesiyle ulaşılacaktı ve bir toplumu oluşturan bireylerin bireysel çıkarlarını artırmalarının, bireylerin toplamından oluşan toplumun da çıkarına olacağı düşüncesinin benimsenmesiyle varılacaktı. Böylece “sınıf” olgusu ve “sınıfsal çıkar farklılığı” gerçeği gözlerden kaçırılmış oluyordu.
“Aynı düşüncelerin yüzyıl kadar sonra “pragmatizm” adıyla göründüğü Amerika’daki sözcüsü John Dewey (1859-1952) aynı gerçek anlayışını savunacaktı. Ve bu gerçek anlayışı, aynı zamanda bir eğitimci yazar olan Dewey’in Cumhuriyet’in eğitim ilke ve kurumları hakkında bir rapor hazırlaması isteği üzerine onunla birlikte Türkiye’ye getirilecekti.
“Yararcı felsefenin her iki düşünürünün gerçek ile ilgili düşünceleri, John Locke’un ampirizm felsefesinden esinliydi. John Locke, İnsan Anlağı [Zihni] Üzerine Bir Deneme başlıklı kitabında(3), doğru bilgi ile ilgili düşüncesini şu sözleriyle dile getirmişti: “Zihni örneğin beyaz bir kâğıt (Lat. tabula rasa) olarak düşünelim… nasıl dolar o? Buna tek bir sözcükle yanıt vereceğim: deneyimle.”
“Her üç düşünürün ekonomik liberalizmin savunucusu olmaları, doğru ile yararı özdeşleştiren “yararcı gerçek anlayışı” olarak etiketlendirilebilecek bir düşüncenin hangi sınıfın çıkarlarından yana yontacağının ipuçlarını vermektedir. Öte yandan böyle bir gerçek anlayışının “bilimsel gerçek” kavramıyla uzlaştırılabilecek nitelikte olmadığı apaçık ortada. Bilimsel gerçek kavramına en yakın anlayışın ise “pratik gerçek” olduğu söylenebilir.
“‘Pratik gerçek’ kavramı önerisi
“Burada bir kez daha “pratik” sözünün “soyut bilgi düzeyine yükselmemiş” anlamında kullanılmadığını belirtmeliyiz. Buradaki “pratik gerçek” ile daha önce sözünü ettiğimiz “her insanın başvurup, zanaatçıların ustası olduğu, yaşam, üretim pratiğinden elde edilen somut bilgiler” amaçlanmadığını açıklamalıyız. Bu kavramla, pratikten, deneyimden süzülen somutun bilgisiyle başlatılan, onun kafada mantığın ve kuramın işleminden geçirilip genel, soyut bilgiye dönüştürülmesiyle süren, bu biçimiyle somut gerçekliği ne ölçüde kapsayıp onu ne oranda yansıttığını ortaya çıkarmak ve gerçekliği (nedenleri değiştirerek sonuçları etkileme yönünde) yönlendirmek üzere, pratiğin, eylemin sınavından, onayından geçirilen bilgi amaçlanmaktadır.
“Pratik gerçek anlayışı, hem mutlak gerçek hem pragmatik gerçek anlayışının eleştirisi niteliği taşır. Ama eleştiriden öte, gerçekliğin doğru bilgisini edinmede, bilimsel düzeyde bir gerçek anlayışıdır. İnsanın gerçeklik hakkındaki doğru bilgisinin salt düşünme yoluyla (vahiy alıyormuş gibi) kafadan çıkarılamayacağı, edilgin bir gözlemle (film izler gibi) doğadan da edinilemeyeceği görüşüne dayanır. Gerçeklikle (emek etkinliğinde, üretim pratiğinde olduğu gibi) onu değiştirici, dönüştürücü karşılıklı bir etkileşim (praksis) içine girilmesi, gerçekliğin edinilebilecek en doğru bilgisini kazandıracaktır, bu anlayışa göre.
“Bu konuda Fransız devrimcilerinin, kendisinden devrimin eğitim ve bilim kurumlarının dayandırılacağı ilkelerin saptanmasını istedikleri Destutt de Tracy’nin “ideoloji” (düşünbilim) adını verdiği (1801 tarihli) yapıtındaki “doğru bilgi” kavramı, “pratik gerçek” anlayışının bir örneği olarak gösterilebilir: Gerçekten de Tracy, “Bir şeyin doğru bilgisini edinebilmemiz için onun bize direnmesi gerekir” demiştir.(4) Tam da devrim sırası toplumsal gerçekliği değiştirme girişimlerine ve buna gösterilen dirence uygun bir gerçek anlayışı. Ne demek istediğini, bedenimizin üzerindeki atmosfer basıncının ve de içindeki oksijenin doğru bilgisini, onların değişmeden sürdüğü zamanlardan çok, artıp eksildiği ve böylece önümüze çözmek zorunda kaldığımız sorunlar çıkardığı durumlarda edinebileceğimizi düşündüğümüzde daha iyi anlarız.
“Yineleyelim; pratik gerçek anlayışını savunanlara göre, gerçekliğin doğru bilgisini edinme süreci, somutun bilgisiyle, yani pratik yoluyla, etkileşimle edinilen bilgiyle başlar. Onlara kafada genel soyut biçimler verilmesiyle sürer. Böylece kurulan varsayımların (geçici neden-sonuç ilişkilerinin) dönülüp, pratikle (üretim etkinliğinde, toplumsal ilişkilerde, laboratuvarda) somut gerçekliği ne ölçüde yansıttığını gösterecek sınavlardan geçirilmeleriyle, sonuçta doğruluklarının ya da yanlışlıklarının onaylanmasıyla tamamlanır.
“Böyle bir gerçek anlayışının, insanlığın tarih boyunca edindiği bilgi birikimi üzerine dayandırılan, yükselen dönemindeki burjuvazinin olduğu kadar, endüstri üretimi içindeki kol ve kafa emekçilerinin devrim sırası ve devrimin hemen sonrası yaşayış biçimlerinin ürünü olarak edinildiği söylenebilir. Burjuvalar ve emekçiler yanı sıra, teknoloji yoluyla endüstri üretiminde kullanılabilecek bilgileri üretme işini üstlenmiş bilimcilerce benimsenmiş bir gerçek anlayışıdır.
“Postmodern gerçek yaklaşımı
“Yukarıda özetlenen, her biri neredeyse bir sınıfın yaşayış biçiminin ürünü olan üç gerçek anlayışından hiçbiri içine sokulamayacak bir anlayış daha atıldı ortaya: “postmodern” gerçek anlayışı. Hiçbir anlayış içine sokulamamakla birlikte, üç anlayışı da içine sindirebilen bir anlayış.
“Açıkçası bu, ister analojiyle, ister tümdengelimle, ister tümevarımla edinilmiş olsun; ister mutlak, ister pragmatik, ister pratik gerçek anlayışına dayansın; ister sihirsel, ister dinsel, ister bilimsel sayılsın, tüm bilgilerin “eşdeğer” yani aynı derecede doğru bilgi, yani gerçek sayılması gerektiği ileri sürülen anlayıştır. “Bilimsel bilgi”nin gerçekliği sihirsel ve dinsel bilgi dizgelerinden daha doğru yansıttığı savlarına karşı bir yaklaşımdır.”
Kaynaklar:
1) Şenel, Alâeddin, “Bilimsel bilgi hangi ‘gerçeklik’, hangi ‘gerçek’ anlayışına dayanılarak edinilir?”; Ed. Alâeddin Şenel, 50 Soruda Bilim ve Bilimsel Yöntem içinde, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul, 2017, ss. 21-27.
2) Barrington Moore Jr., Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, Çev. Alâeddin Şenel-Şirin Tekeli, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2012, s.599.
3) John Locke, An Essay Concerning Human Understanding, London: 1690. Türkçesi İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2004.
4) Destutt de Tracy, Éléments d’idéologie, Paris, 1801–15, 4 Volume.