Ana Sayfa Bilim Gündemi İrrasyonelliğin sosyolojisi

İrrasyonelliğin sosyolojisi

586
0

Ender Helvacıoğlu

Arjantin’in yeni devlet başkanı yüzde 56 oy oranıyla seçilen Javier Milei oldu. Kendisini “anarko kapitalist” olarak niteleyen Milei’nin savunduğu politikaları ve kişilik yapısını herkes öğrendi, burada yeniden özetlemenin gereği yok.

Soru şudur: Nasıl oluyor da böyle tipler ciddi ülkelerin başına geçebiliyorlar, hem de halkın desteğini alarak ve seçim kazanarak?

Aslında bu ne sadece Arjantin’e özgü istisnai bir durum ne de yeni bir olgu. Son dönemde başta ABD’nin ve pek çok Avrupa ülkesinin, Brezilya’nın, Ukrayna’nın, İsrail’in ve elbette Türkiye’nin -seçimle oluşan- iktidar figürlerine bakın. Öte yandan 100 yıl kadar önce Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin halk desteğiyle ve seçim kazanarak iktidara geldiğini de unutmayalım. Yani bu “delirmenin” ve “saçmalığın” bir “ekonomi-politiği” ve “sosyolojisi” var.

Suçu, bu tür irrasyonel partileri ve liderleri seçen halklara yüklemek çok kolaycı ve elitist bir tavır olacaktır; ayrıca gerçeği de yansıtmaz. Halklar mı irrasyoneldir yoksa mevcut sistem mi?

Kriz dönemlerinde sistem kendini “sistem karşıtlığı” ambalajıyla korumaya çalışır. Yani sistem karşıtıymış gibi görünen ama gerçekte sistem içi olan odaklar öne çıkar. Çünkü geniş kitleler içinde yoğunlaşan sistem-dışı eğilimlerin bir şekilde havuzlanması/soğurulması gerekir. Kitlelerdeki sistem dışılık bu yolla sistem içinde tutulur. Örneğin sosyal demokrasinin işlevi budur.

Aslında mevcut sistemin ne kadar çürüdüğünü ve rasyonellikten uzaklaştığını, sistem karşıtlığını havuzlamak için bulabildiği çözümlerden anlayabiliriz. Sistemin -sosyal demokrasi gibi- rasyonel çözümleri/seçenekleri denenir ve giderek kendini tüketir; bu rasyonel seçeneklerin sistem-dışı ambalaj potansiyeli de tükenir ve sistemin has sahipleri haline gelirler. Rasyonel seçenekler tükendikçe sistem daha da irrasyonelleşir ve zorunlu olarak daha irrasyonel seçenekler gündeme gelir. Çürümüş burjuva modernitesinin son sürüm ürünleri ancak bunlar olabilir. Batı kapitalizminin lideri konumundaki ABD’nin başkan adayları (Biden ve Trump) çürümüşlük-irrasyonellik ilişkisini çok net gözler önüne seriyor. Kısacası irrasyonel iktidarlar, halk irrasyonelleştiği için değil, asıl sistem irrasyonelleştiği için ortaya çıkar.

Halk kendi düzleminde rasyoneldir; mevcut sistemden ve geleneksel politika yapma biçiminden bıkmıştır, bunalmıştır ve bulabildiği “sistem karşıtı” odağı tercih eder. Kendi ülkemizden örnek vermek gerekirse: 12 Eylül diktasına karşı Anavatan Partisi’ni ve Özal’ı, çürümüş cumhuriyete karşı siyasal İslam’ı, AKP’yi ve Erdoğan’ı…

***

Burada ikinci temel olguya geliyoruz: Halkın seçeneksizliği. Bu tür iktidarlar, mevcut sistemin köklü eleştirisini yapan ve gerçekçi seçenek sunan sol-sosyalist odakların gerilediği, siyaset sahnesinin dışına itildiği, hatta ezildiği dönemlerde öne çıkarlar. Sistemin geleneksel sahipleri teklemektedir, yönetememektedir, halk içinde mevcut sisteme karşı öfke büyümektedir, yani bir kriz durumu vardır, ama devrimci seçeneği gündeme getirip kitlelere önderlik edecek sosyalist bir odak yoktur (veya çok zayıftır). İrrasyonel popülist güçler böyle ortamlarda hayat bulur.

İtalya’da faşistlerin, Almanya’da Nazilerin, yoğun politik, ekonomik, kültürel krizlerin yaşandığı, ama komünist hareketlerin ezildiği ve geri çekildiği bir ortamda iktidara geldikleri bilinir. Ülkemizde de 12 Eylül faşist darbesinden sonraki süreçte giderek daha da irrasyonel iktidarların oluşması benzer bir ortamın ürünleridir. Egemen sınıflar, kendilerine dokunulmadığı sürece bu irrasyonelliklere göz yumarlar, aşırılıkları törpüleyebileceklerini düşünürler; kaldı ki bu irrasyonellikler halk öfkesini dizginlemeye ve havasını almaya da yaramaktadır. Elbette riskli bir stratejidir bu; irrasyonellik zıvanadan çıkmaya da yol açabilir, ülkenin, hatta dünyanın yanmasıyla (örneğin: 2. Dünya Savaşı) sonuçlanabilir. Ama başka çareleri kalmamıştır; burjuvazi faşizmi, her zaman sosyalizme tercih eder. Çünkü faşizm burjuvazinin yaramaz çocuğudur, sosyalizm ise Azrail’i.

Kısacası, sistemin krize girmesi ve rasyonel seçenek geliştirme potansiyelinin giderek tükenmesi ve devrimci odakların yokluğu (halkın seçeneksizliği), bu tür irrasyonel iktidarların yeşermesinin temel nedenleridir.

***

Peki, halk kitleleri nasıl olup da böylesi irrasyonel odakların ve tiplerin peşine takılabiliyor? Halkın hiç mi suçu yoktur? Hem vardır hem de yoktur!

Kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda örgütlenmemiş, bu çıkarların farkında olmayan halk, gücün istediği şekli verebileceği bir çamur deryasıdır; binlerce yıllık tortularla bugüne gelir. İrrasyonel popülizm tam da bu tortuları temsil eder: Büyüsel düşünce biçimleri, dinsel düşüncenin çeşitli versiyonları, bilimdışılık, her türden şarlatanlık, değer yoksunluğu, ataerkillik, etnikçilik, ilkel milliyetçilik, öteki düşmanlığı, şiddet yanlılığı ve daha niceleri… Modernite öncesinden kalma her türlü tortu…

Tabii bu noktada sosyolojinin alanından çıkıp nörolojinin, psikiyatrinin, sosyal psikolojinin alanına da giriyoruz. Hepimiz bu tortulardan mustaribiz. Beynimizin evrimsel süreçteki daha ilksel katmanlarında Hitler’ler, Mussolini’ler, Milei’ler. Trump’lar, Netanyahu’lar, RTE’ler vb. dolaşmaktadır. Taraftarı olduğumuz takımı desteklerken, eşimizi kıskandığımızda, işyerlerimizde benzerlerimizle rekabet ederken, alışagelmediğimiz fikir ve davranışlar ile karşılaştığımızda, hele güvenliğimiz tehdit altındaysa vb. bu tortular uç veriverir.

İrrasyonel popülist liderler bu binlerce yıllık tortuların cisimleşmiş, vücut bulmuş halleridir. Bilinçsiz ve örgütsüz bir halk, çok rahatlıkla bu tür irrasyonelliklerin peşinden sürüklenebilir, hatta onlara bağlanabilir; çünkü kendisinin, kendisi gibi olanın, kendi tortularını dile getirenin peşinden gitmektedir aslında.

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, büyük insanlığın yüzyıllar boyunca bin bir zahmetle ve mücadeleyle elde ettiği kazanımlar teker teker küpeşteden atılıyor. Bu kazanımların geri çekildiği ortamda ilkel korkular, binlerce yıllık davranış ve düşünüş biçimleri fışkırıyor. Çürüyen ve çöken sistemlerin tipik özelliğidir: Gelecek uzanımlarını yitirirler ve geçmişin tortularından başka dayanacak bir şeyleri kalmaz. O tortuların Milei gibi güncel temsilcileri da ortalığı kaplar.

Demek ki henüz yeteri kadar musibet yaşamadık. Daha ne yaşayacağız diye sorabilirsiniz. Bırakalım da bu soruyu Gazze’liler sorsun…

SON DAKİKA: Hollanda da bu eğilimin dışında kalmadı. Hollanda seçimlerinde İslam ve yabancı düşmanı, aşırı sağcı Özgürlük Partisi açık farkla ilk sıraya yerleşti. Bu partinin lideri Geert Wilders’a “Hollanda’nın Trump’ı” deniyor.