Tarih biliminin ne olduğuna ilişkin uzun yıllardır süregelen bir tartışma olduğu bilinen bir gerçek. Bir yönüyle ideolojik bir araç olarak da kullanıldığı için tarih disiplininin ne olduğuna ilişkin tartışma yalnızca sıradan bir felsefi uğraş olmanın ötesinde toplumsal/siyasal bir konudur.
Tarihin ne olduğuna ilişkin Alâeddin Şenel’in Kemirgenlerden Sömürgenlere İNSANLIK TARİHİ kitabında (1) yer alan şu bölüm oldukça etraflı ve zihin açıcı bir özet içeriyor:
Tarih nedir ne değildir?
“(…) birbiriyle pek de uyuşmayan çeşitli tarih anlayışları vardır. (*) Bunların ürünü olan, hiç de bilimsel olmayan, hatta tarihten çok öyküye benzeyen tarihler de bulunmaktadır. Onun için, önce tarihin ne olmadığı saptanmalı.
“Bilimsel tarih ‘mitos’ değildir: Tarih, Eski Yunancada historia, önce ‘araştırılarak öğrenilmiş bilgi’ gibi bir anlama gelmekteydi. Ama sonra (İngilizcedeki story = öykü, history = tarih sözlerinin benzerliğinin de gösterdiği gibi) ‘geçmiş olayların öyküsü’ anlamında kullanılmaya başlandı. Ancak geçmişle ilgili bazı öyküler, geçmiş olayların bilimsel betimlerinden çok düşsel açıklamalarıdır. Bunlara, bilindiği gibi, ‘mitos’ denmektedir. Mitoslar, genellikle toplulukların geçmişlerini, özneleştirilmiş doğa güçleri ve aşkın özneler olarak görülen doğaüstü güçler ile insanlar arasındaki (sanal) ilişkiler biçiminde sunan öykülerdir. Ne var ki mitoslar (Vaat Edilmiş Ülke, Ergenekon öykülerinde görüldüğü gibi) tarih sanılabilmektedir. Bu yolla mitoslar, çağdaş tarih anlayışlarına bile sızabilmektedir. Oysa, bilimsel tarih anlayışında, kişileştirilmiş, özneleştirilmiş doğa güçlerine, doğaüstü (aşkın) öznelere yer yoktur. Öyleyse, belirtilmesi gereken birinci nokta: mitos, tarih değildir. Bilimsel tarih ise, az çok ampirik verilere dayanır, mitos değildir.
“Tarih ‘peygamberler tarihi’ değildir: Tarihin ne olmadığı yolunda üzerinde görüş birliğine varılması gereken ikinci nokta, peygamberler tarihi (Kısas-i Enbiya) yaklaşımının bilimsel bir tarih anlayışı olmadığıdır. Tanrı – peygamber – kul (gerçek ya da sanal) ilişkileri çevresinde döndürülen “dinsel öyküler” (örneğin Kitabı Mukaddes; ‘Yeni Çeviri’ adıyla Kutsal Kitap) tarih değildir. Bilimsel tarihin odağını insan-insan ve insan-doğa ilişkilerinin uzak geçmişi oluşturur. Tarihin öznesi ise, her zaman için insanlar ve insan grupları olmalıdır.
“Tarih ‘kronoloji’ değildir: Üçüncüsü, tarih bilimcisi, vakanüvist (önemli görülen olayları yazıya geçiren devlet görevlisi) olmadığı gibi, tarih, kronoloji (olayların oluştukları yıllara göre sıralanması) olarak görülmemelidir. Tarih (Gordon Childe’ın, eski arkeoloji anlayışı için söylediklerinden (**) esinlenilerek denilebilir ki) geçmiş olayların pul koleksiyonu yapar gibi toplanmasıyla sınırlı değildir. Geçmişin olaylarının ‘betimlenmesi’ yanı sıra, ‘açıklanması’, aralarındaki neden-sonuç ilişkilerinin araştırılmasıdır. Vakanüvistlerin kayıtları, kuşkusuz tarihsel malzemelerden biridir; ama kendileri tarih değildir.
“‘Kahramanlar tarihi’ tarih değildir: Dördüncüsü, çağdaş bilimsel bir tarih anlayışı ‘kahramanlar tarihi’ biçiminde olmamalıdır. Tarih, ‘ulusal tarih’ anlayışını benimseyenlerce pek tutulan ‘hanedenlar tarihi’, ‘savaşlar tarihi’, ‘kahramanlar tarihi’ de olmamalıdır. Elbette tarihin içinde yöneticilerden, hanedanlardan, kahramanlardan söz edilecektir. Ama onlar tarihin ekseni olarak görülmemelidir. Tarihin onların istenci (iradesi) çevresinde döndüğü sanılmamalıdır.
“Peki tarih nedir?: Çağdaş, bilimsel bir tarih kavramı yukarıda sayılan tarih anlayışlarını dışlamalıdır. Ama bu, tüm bu tarih birikimlerinden hiç yararlanılmayacağı anlamına gelmez. Onların içlerinde, bilimsel eleştirinin süzgecinden geçirildikten sonra yararlanılacak bilgiler vardır.
“Mitosların ve dinsel tarihlerin çağdaş tarih anlayışlarına sızması gibi geçmişin gerçek (tarihsel) olaylarının doğru bilgisi de mitoslara ve dinsel sızmıştır. Hatta içlerinde yer yer doğru tarih anlayışlarıyla yazılmış olanlarla karşılaşılabilir. Ayrıca, çeşitli tarih anlayışlarından, çağdaş, bilimsel bir tarih anlayışına ulaşabilmek için yapılması ve yapılmaması gereken şeyler öğrenilebilir.
“Doğru bir tarih anlayışına ulaşılması için yapılmaması gereken şeyler ‘değildir’, ‘olmamalı’, ‘görülmemeli’ gibi olumsuz sözcüklerle az çok belirtildi. Yapılması gereken şeylere de birkaç örnek verilmeli. Mitoslarda ve dinsel tarihlerde olaylar, doğanın, canlıların, insanların, tanrıların varoluşlarından ya da yaratılışlarından başlatılmaktadır. Bundan ders alınmalı. Oysa ‘ulusal tarih’ örneklerinde öykü, ulusların (sözde) oluşumlarından başlatılır. Savaş tarihleri, devletlerin oluşumunun öncesine geçmez. Bu tutumlar, insanların tarih anlayışlarında, tarih bilinçlerinde boşluklar oluşturmaktadır. Çünkü insanlarda, ‘peki ondan önce ne vardı?’, ‘ondan önce ne oldu?’ türünden sorular sorma eğilimi vardır. Bu sorulara yanıt verilmezse, kafalarda boşluklar oluşur. Boşluk beklemez; boşluğu, halk kültüründe yaşatılan (naif) masallar ya da egemen ideoloji tarafından ısıtılıp ısıtılıp sunulan (şoven) destanlar veya dinsel (inanılmaz) öyküler doldurabilmektedir. Dolayısıyla, bilimsel, çağdaş bir tarih anlayışında da olaylar olabildiğince başından alınarak anlatılmalıdır. (…)”
Dipnotlar:
* Farklı bir tarih anlayışı için bkz. William H. McNeill, “Değişen Dünya Tarihi”, McNeill, Dünya Tarihi, çev. Alâeddin Şenel, İmge Kitabevi Yayınları (10. Baskı) içinde “Ek”, Ankara, 2004, ss. 845-881)
** Bkz. “Profesör Grahame Clark’ın Önsözü”, Grodon Childe, Tarihte Neler Oldu, çev. Mete Tunçay ve Alâeddin Şenel (ve sonraki baskıları) Alan Yayıncılık içinde, İstanbul, 1982, s. 7; Childe esinli Yeni Arkeoloji okulu için bkz. Ali M. Dinçol ve Sönmez Kantmann, “Arkeolojide Yeni Kavramlar ve Metodolojik Araştırma Planlaması”, Belleten, c. XXXII, sayı 127 (1968), ss. 331-353.
Kaynaklar:
1) Şenel, Alâeddin, Kemirgenlerden Sömürgenlere İNSANLIK TARİHİ, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2014, ss. 16-17.