O şair Cemal Süreya. Hani hemen her ay edebiyat dergilerinden birinin kapağında az sayıda meşhur fotoğrafının birinden türetilmiş illüstrasyon üzerine yapışık en çok bilinen dizeleriyle karşılaşmaya alışık olduğumuz şair. Daha evvel defalarca kullanılmış fotoğrafı, defalarca kullanılmış dizeleri, sınanmış satış başarısını riske atmayacak alışıldık tadı, bilindik imajıyla. Ortalama genç okurunun beğenisiyle, değer yargılarıyla uyuşmayacak, onun tabularını gıdıklayabilecek en ufak söz duyamazsınız Süreya’nın ağzından bu yayınların sayfalarında. Söyletmezler. Günün genel ahlâkına mugayir bir laf etmesine, kutsallara dil uzatmasına izin verilmez. Mevcudu sürekli toplayıp bölerek kendi kendinin ortalamasını ararken bayağılaşan ürünler kategorisinde olması ve kalması istenmektedir. Neyseki Cemal Süreya’yı ve benzerlerini çerçeveleyip duvara asmak, katlayıp çekmeceye koymak kolay değil.
Dostum Güneş Ayas’la birlikte yaptığımız bir Beyoğlu gezisinin anı armağanı olarak elimde kalan Papirüs’ten Başyazılar’ı okurken üşüştü bu düşünceler zihnime. Güneş de bu yazıların peşine Tuncay Birkan’ın son çalışması Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri’nde işaret etmesiyle düşmüş. Şapkam Dolu Çiçekle ve “Günübirlik”ler’in ağırlıklı olarak edebiyat meselelerini konu edinen yazılarından farklı Papirüs’ün başyazıları. Geniş bir çerçeve kurarak, konusunu tarihsel, toplumsal derinliği içinde, siyasal boyutunu da ihmal etmeden kavrama ve tartışma çabası çoğuna hâkim.
Dünya ile devlet, devletle toplum, felsefeyle gerçeklik, ideallerle ödevler arasında sıkışmış kültür hayatımız, aydınların bu ortamın imkân ve sınırlarına göre biçimlenişi başlıca konularını oluşturuyor yazıların. Üçü dışında tamamı 1966-1970 arasında yazılmış. Cemal Süreya, çeşitli açılardan bakarak Türk edebiyatının ve Türk aydınının olabileceği yer ile olduğu yer arasındaki mesafeyi belirlemeye çalışıyor. O günlerin ortamında kültürel ve entelektüel hayatımızda henüz gerçekleşmemiş bir potansiyel görüyor. Yolun ancak tarihsel birikimin bilinciyle ve cesur eleştiriyle açılabileceğini ileri sürüyor. Toplumsal özgürlüklerin zemini hazırlanmadıkça siyasal özgürlüklerin de sınırlı kalacağına dikkat çektiği tarih Ağustos 1960. “Büyük kitlede gerçek bir ayaklanmanın temellerini atmak istiyorsak toplumsal kökleri de cesaretle dinamitlemeyi bilmeliyiz,” diyor.
Birinci Cumhuriyetin eskiye yönelik yıkıcılıkta ve tasfiyede olduğu kadar yeniyi kurmakta, yeni insanı, yeni değerleri yaratmakta ve biriktirmekte başarılı olamadığını hatırlatıyor. Bu durumun önce entelektüellere sonra topluma yaydığı tarihsel kötümserlikten bahsediyor: “Birinci Cumhuriyet aydını davranış bakımından hiçbir şeye inanmayan ve niçin inanmadığını pek merak etmeyen kişidir.”
Mutlak değerleri yadsıyarak 1940’larda bir çeşit “kötü yurttaş”, “kötü hemşeri” olan Orhan Veli kuşağı şairlerinden sonra aynı kötümserliğin 1950’lerde gelen İkinci Yeni şiirine serpilmiş bir nihilizme dönüştüğünü ileri sürüyor. Cemal Süreya bu düşüncelerini dile getirirken “dikkatli olmak gerek” diyorsa da öngörüsü isabetsiz sayılmaz. Birkaç yıl geçmeden, 70 sonrası başka bir sıkışmışlık döneminde Oğuz Atay benzer nihilizmin izlerini taşıyan Tutunamayanlar’ı ve ardından diğer eserlerini yayımlamaya başlayacaktır.
Süreya 1969 Eylül’ünde, yani 12 Mart’tan birkaç ay önce “Türk yazarı çok önemli bir dönüm noktasındadır. Sorgudadır,”diye bitirdiği bir başka yazısında “çağını üstlenmeyen, hiç değilse onun tanığı olmak için ileriye bir adım atmayan yetenek, yetenek midir?” sorusunu yöneltiyor okura. Okura diyorum ama aslında bu yazıların çoğunun muhatabı yazar ve aydınlardır. Hep cesaret vermeye, teşvik etmeye, merak uyandırmaya, tartışma açmaya dönük bir çabası var.
Papirüs başyazılarında böyle bir şair olarak çıkıyor karşımıza Cemal Süreya. Edebiyatla birlikte tarihe, sosyolojiye, iktisada aynı dikkatle eğilmekten, hepsini bir bütün olarak ele almaktan yana. Kemal Tahir’in iyi roman yazabilmek için Türk insanını, Anadolu toplumunu anlamaya çalışırken benzer başlıklara yöneldiğini ve öğrendiklerinden yeni ödevler çıkardığını anımsamamak elde değil.
İlhan Berk daha mı az meraklıdır Cemal Süreya’dan? Şiirleriyle birlikte günlüklerine, mektuplarına da bakınca anlıyoruz öyle olmadığını. Süreya kadar nesnel ve sistematik görünmeyen Ece Ayhan’ın laf arasında ansızın dile getirdiği çarpıcı tespitleri onun da merakını, meşguliyetini sık sık ortaya koyar.
Yalnızca İkinci Yeni çevresine özgü değildir. Kendisini tam karşıya konumlandıran, hatta onlarla savaşını İkinci Yeni Savaşı başlıklı bir kitaba dönüştüren Attilâ İlhan da çok konunun üzerindeki örtüyü kaldırarak tartışmaya açmıştır. Sonraki kuşakta Enis Batur’un Türkiye’nin Üçlemi, Saatsiz Maarif Takvimi ve Alternatif Aydın’daki kültür ve siyaset üzerine yazıları ufuk açıcıdır. Kısacası Tanzimat’tan günümüze Türk şairi şiirlerinden ibaret değildir. Yabana atılamayacak bir fikrî birikimin mirasçısı olarak düşünce hayatımızın da parçasıdır. Şiire sinmiş düşünceyi anlayamazsak anladığımızı sandığımız meselelerin de bir yanıyla hep eksik kalacağını sanıyorum.