Ana Sayfa Genel Edward Bornet Taylor ve Animizm (Ruhçuluk)

Edward Bornet Taylor ve Animizm (Ruhçuluk)

6297

Kavramı çoğunuz lise derslerinden hatırlıyor olmalısınız; galiba “ilk din biçimi”, “ilkel insanların dini” gibi bir şey olarak geçiyordu felsefe ya da sosyoloji kitaplarında. Tabii bu, “Kalu bela’dan beri Müslüman olduğumuz”a yürekten inanan kadroların Milli Eğitim’de yuvalanmalarından çok önceydi; şimdilerde gençler “animizm” diye bir kavramı okullarda öğreniyorlar mıdır, bilmiyorum…

Kişiyi, antropolojiye özel ilgi duyanlar dışında pek tanıyan olacağını sanmıyorum; ama en azından “bizim” camianın en önemli isimlerinden: 19. yüzyılın en önemli antropologlarından ya da daha doğru bir deyişle, disiplinin “kurucu baba”larından. Teşbihte hata olmaz; “antropolojinin Auguste Comte’u” diyebiliriz rahatlıkla.

Kişi ile kavram, antropoloji literatüründe, hanidiyse klasik bir ikili oluşturmuş durumda: “Einstein ve görelilik”, “Edison ve elektrik”, “Newton ve yerçekimi” gibi. Tabii her ünlü “mucit-icat” çifti kadar “galat-ı meşhur” barındırıyor içerisinde.

Derginin bu sayısının “ruhlar”a ayrılmış olması fırsatından, bu “galat-ı meşhur”un düzeltilmesine küçük de olsa bir katkıda bulunmak üzere yararlanmak istiyorum.

Pek çok standart antropoloji el kitabında dahi yer etmiş yaygın yanılgı şu: “Animizm, kavramı ilk kez formüle eden antropolog Sir E. B. Tylor’a göre, bilinen ilk dinsel biçimleniştir ve ‘bedenden ayrı olarak varolan ruhlara inanç’ anlamına gelmektedir…” Nitekim pek çok sosyoloji/felsefe kitabı, dinlerin evriminden söz etmek gerektiğinde, sıralamakta tereddüt etmemektedir: animizm-totemizm-çoktanrıcılık-tektanrıcılık…

Açımlayayım:
Öncelikle evet, “bedenden ayrı olarak varolan ruhlara inanç” anlamına gelse de, “ilk din olarak animizm” kuramını formüle eden Tylor değildir. Hatta az ileride göreceğimiz üzere, Tylor’un böyle bir iddiası da yoktur…

Wikipedia’ya bakılırsa “animismus” terimini ilk kullanan kişi, “hayvan yaşamının maddi-olmayan ruh tarafından yaratıldığını” öne süren Alman bilimci Georg Ernst Stahl’dır (1720 dolayları). (1)

İnsan aklının evrimi üzerine düşünürken, ilkin fetişizm, çoktanrıcılık ve tektanrıcılık aşamalarından oluşan bir teolojik, ardından insanların soyut kavramlarla düşünmeye başladığı bir metafizik ve nihayet, pozitif bilimlerin ve aklın egemen olacağı bir pozitivist evre kurgulayan August Comte (1798-1857) da fetişist evrede insanların “tüm dış cisimlerin tıpkı kendileri gibi ancak farklı yoğunlukta canla donandığını” (Lauer 1991: 57) düşündüklerini öne sürerken, Stahl’den etkilenmiş olmalı. Bir başka deyişle, “varlığını bedenin dışında da sürdürebilme yetisine sahip, maddi görüngülere can veren madde-dışı bir varlık” olarak ruh fikrinin dinsel düşüncenin ilk biçimi olduğu yolundaki kavrayış, Tylor tarafından formüle edilmiş değildir. Dahası Tylor’un çağdaşı, 19. yüzyıl evrimciliğinin bayraktarlarından ve kavramın biyoloji alanından toplumsal alana aktarılmasında en önemli rolü oynayanlardan biri olan Britanyalı Herbert Spencer da 1877’de yayımlanan The Principles of Sociology’sinde, “ilk(el) din animizm” fikrini va’zetmektedir. Spencer’e göre “ilkel” halklar, çeşitli düşünce ve edim gereçlerinden yoksun olmakla birlikte, rasyoneldirler. Soru sorar, nedenleri araştırırlar. Doğal görüngüleri gözlemleyerek, düş, trans vb. deneyimlerini açıklamak için insanların iki benliğe sahip oldukları sonucuna varmışlardır: Düşsel-benlik ve gölge-benlik. İnsanlar, kendi “ikiz”leri olarak tahayyül ettikleri ruhu süreç içinde başka canlı ve cansızlara da yansıtmıştır.

Sonradan ataların, özellikle de önemli ataların hayaletleri ilahileştirilecek ve bunların çıkarlarını koruyacak bir ruhban çıkacaktır ortaya. Ölülerin mezarlarına bırakılan yiyecekler ise, dinsel kültlerin kurbanlarına dönüşmüştür. (Benett 1996: 30)

Bir başka deyişle, ilksel bir dinsel inanış olarak “ruh/tin” fikri, 19. yüzyıl sosyal düşünürleri arasında dolaşımdadır ve alttan alta, din(ler)i “Vahiy”e bağlayan teolojik “Hakikat”çılığa karşı mücadele etmektedirler. Öyle ya, dinler “ilkel” bir animizmden (ya da fetişizmden vb.) gelişmiş Hıristiyanlığa doğru evriliyorlarsa (ve bu gidişatın sonunda, pek çok evrimcinin zımni ya da açık olarak kabul ettiği üzere dinsel düşüncenin yerini tümden bilimsel düşünceye bırakma olasılığı/kaçınılmazlığı var ise) bizatihi “din” ilahi bir varlığın buyruğu sonucu değil, kendi dünyalarını anlamaya/anlamlandırmaya çalışan insanların zihinsel faaliyet ve eğilimlerinin bir ürünü olmalıydı.

Dediğim gibi, Tylor’un “animizm” kuramında yeni olan, “animistik” bir ilksel dinin varlığını öne sürmesi değildir. Onun 1871’de yayınlanan Primitive Culture’ında yaptığı, “animizmin bütün dinlerin kökeninde yatan fikir” olduğunu öne sürmektir.

Edward Burnett Tylor (1832-1917) masa başında çalışırken.

“Ruh” düşüncesi, Tylor için dinin en kritik kavramı, deyim yerindeyse özüdür. Onun en azından antropoloji literatüründe bugün dahi kimi küçük revizyonlarla kabul gören din tanımı, “ruhsal/tinsel varlıklara inanç”tır. Animus yani ruh/tin (2), bir zamanlar belki de hiçbir dinsel duygu ya da fikre sahip olmayan “vahşi”nin (antropolojinin ilk onyıllarında avcı-toplayıcı halklar için kullanageldiği talihsiz bir terim) zamanla canlı madde/beden ile cansız arasındaki farkın ayırdına varmakla başvuracağı bir referans olacaktır:

“Öyle görünüyor ki henüz kültürün alt basamaklarında olan düşünen insanlar, iki grup biyolojik sorundan derinlemesine etkilenmişlerdi. İlk elde, yaşayan bir bedenle ölü olan arasındaki fark neden kaynaklanıyordu; uyanmayı, uyumayı, transı, hastalığı, ölümü gerçekleştiren neydi? İkinci olarak, düş ve görülerde görülen insan şekilleri neydi? Bu iki görüngü grubuna bakan kadim vahşi filozoflar, olasılıkla her insanın kendisine ait iki şeyi, bir yaşamı ve bir hayaleti (phantom) olduğu aşikâr çıkarsamasıyla ilk adımı attı. Bu ikisi bedenle açıkça yakından bağlantılıydı, yaşam onun duyması, düşünmesi ve davranmasını sağlıyordu, hayalet ise onun imgesi ya da ikinci benlik idi, yaşam çekip giderek onu duyumdan yoksun ya da ölü bir hale getirebiliyor, hayalet ise kendisine belirli bir mesafe uzaklıktaki insanlara görünebiliyordu.

“Uygar insanın bozmayı ne denli zor bulduğuna bakacak olursak, Vahşinin, ikinci adımı atması da kolay olmuştur: yaşam ve hayaleti birleştirmek. Her ikisi de bedene ait olduğuna göre, neden birbirlerine de ait olmasınlar ve bir ve aynı ruhun tezahürleri olmasınlar? O zaman bırakalım birleşmiş sayılsınlar; sonuç, hayalet-ruh olarak tanımlanabilecek bildik kavrayıştır. Bu, her durumda aşağı ırklar arasındaki mevcut kişisel ruh ya da tin kavrayışına denk düşer ve şöyle tanımlanabilecektir: İnce ve tözsel-olmayan bir insan imgesidir, doğası itibariyle bir çeşit buhar, zar ya da gölge, canlandırdığı bireyde yaşam ve düşüncenin nedenidir; geçmiş ya da şimdiki bedensel sahibinden bağımsız olarak onun kişisel bilinç ve iradesinin sahibidir, bedenini geride bırakmaya hızla bir yerden başka yere geçmeye yetilidir; genellikle duyumsanmaz ve görülmezdir ama yine de fiziksel kuvvet tezahür eder ve özellikle benzediği bedenden ayrı bir hayalet olarak uyanık ya da uykudaki kişilere görünür; başka insan hayvan, hatta şeylerin içine girmeye, onları zaptetmeye ve onların bedenlerinde eylemeye yetilidir. Bu tanım evrensel bir uygulamaya sahip olmasa herhangi bir tikel halk içerisinde az çok çeşitlilik gösterse de, bir standart olarak ele alınabilecek kadar geneldir.” (Tylor 1994)

Böylelikle Tylor’a göre “beden/ruh” ikiliğinin kökeni bilinemeyecek kadar eskiye dayanmaktadır ve insan bedenden ayrı bir tin/ruh/can tahayyül edebilme yetisi sayesindedir ki “din”i yaratmıştır. Bir kez bedenden ayrı ve “zaptettiği” cisimleri can ve iradeyle bezeyen bir “ruh/tin”i düşünebildikten sonra, gerisi kolaylıkla gelecektir: “ruh”a sahip olan yalnızca insan(lar) değildir, hayvanlar, ağaçlar, bitkiler hatta cansız nesneler dahi ruhla donanmıştır.

Şu halde Tylor’a göre animizm (ruhçuluk) genel olarak sanıldığı üzere ilk(el) din değil, dini mümkün kılan bir bilgidir. Animizm idealist düşüncenin temel düsturunu oluşturur; yalnızca “vahşi” değil, uygar bir Hıristiyan, modern bir ilahiyat profesörü de özünde animisttir:

“(…) insan ruhu kavrayışı, en aslî doğası itibariyle vahşi düşünürün felsefesinden modern ilahiyat profesörüne, süregendir. Tanımı başından beri, canlandırıcı, ayrılabilir, hayatta kalan bir kendilik, bireysel kişisel varoluşun aracı olarak kalmıştır. Ruh kuramı, dinsel felsefenin, kesintisiz bir akli bağlantı hattı içerisinde, vahşi fetiş tapımcısı ile uygar Hıristiyanı birleştiren dinsel felsefe sisteminin aslî bir unsurudur.”

Tylor’a göre bu fikirlerin günümüze dek devam etmesini olanaklı kılan durumlardan biri, insanın psikolojik gelişim sürecidir. Çocukluğumuzda ilkel halklarla aynı deneyimleri yaşayıp aynı sonuçlara ulaşırız: düş görür, şeylere yaşam atfeder ve onlarla canlıymışlar gibi oynarız. Büyüdüğümüzdeyse bu düşünceyi içselleştiririz: bir bakıma doğal kabul ederiz. Bunun nedeni -ki bu da erken düşüncelerin sürmesinin ikinci yoludur- ileri dinlerin fikirlerinin ilkel fikirlerin gelişkin biçimleri oluşudur. Böylelikle, örneğin Hıristiyan kudas ayini (İsa’nın eti ve kanını simgeleyen ekmek ve şarap), kurban edilen hayvan ya da insanın ötedünyaya gideceği fikrine dayanan kurban inanışından gelişmiştir. (Bowen 1998.)

Şu halde, Tylor’un Primitive Culture’da animizm konusundaki fikirleri birkaç madde halinde şöyle özetlenebilir:

– Dinin asgarî tanımı, “ruhsal/tinsel varlıklara inanç”tır. Tylor bu inancı “animizm” olarak tanımlar.

– Tylor’a göre, insanın dinsel-olmayan bir durumu yaşamış olabileceği olasılığını çürütmek mümkün değil. Ancak spekülasyondansa gözleme dayanmak gereklidir; dolayısıyla “dinsel-olmayan” tarihin belirli bir döneminde “dinsel olmayan insan toplumları”nın varlığına hükmetmek de mümkün değildir…

– Günümüzde varlığı bilinen tüm toplumlar, ruhsal/tinsel varlıklara inanmaktadır. Bir başka deyişle din, bu bakımdan bir kültürel evrenseldir.

– Tylor’un tanımladığı haliyle animizm, maddeci felsefeye karşı, tinselci felsefenin özünü içermektedir.

– Animizm, insanlık ölçeğinin en altındaki kabileleri karakterize etmekte ve kırılmamış bir süregenlikle modern toplumlara kadar devam etmektedir. Ona yönelik itirazlar entelektüel gidişattaki sonraki gelişmelere bağlıdır: bir başka deyişle, ancak eski inançların radikal bir reddi, animizmden kopuş anlamına gelecektir. Animizm gerçekte, “vahşiler”den modern insana, din felsefesinin temelidir.

– Tylor’un sistematiğinde bir başka ilginç yön, onun “aşağı ırkların” dininde ahlaksal unsurun zayıf olduğuna ilişkin saptamasıdır. Bu ahlak duygusu ya da standartlarından yoksun oldukları anlamına gelmemektedir; aksine, biçimsel hükümler biçiminde olmasa dahi, kamuoyu baskısı, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bu toplumlarda da bireylere dikte ettirir. Ne ki etik ile animistik felsefe arasında henüz bir bağ oluşmuş değildir ve Tylor’un animizm kuramının bu yönü onu, dine doğrudan “ahlaksal bir cemaat” oluşturma işlevini yükleyen Durkheim’dan ayırmaktadır. Tylor’a (ve izleyicilerine) göre ilksel din, ahlakla ilişkisizdir ve daha çok entelektüel bir merakı (rüya, trans vb. durumlar nedir, canlı ile cansızı ayırt eden nedir vb.) yanıtlamaya çalışır gibidir. Bu nedenledir ki Tylorcu gelenek, evrimci olmanın yanı sıra, “entelektüalist” olarak tanımlanmaktadır.

Evet, belki bizatihi “ruh” fikrini değil ama dinin kökeninde “ruhsal/tinsel varlıklara inanç”ın yattığını formüle eden ilk sosyal bilimci olmuştur Tylor. Bugün pek çok görüşü “kadükleşmiş” sayılsa, sıkça inanç sistemlerinin içerebileceği zengin çeşitliliği göz ardı eden bir “masabaşı antropologu” olmakla eleştirilse de “din” denilen görüngüyü ondan daha tümel bir tarzda açıklayabilen olmamıştır.

Dipnotlar
1) “Animism”, http://en.wikipedia.org/wiki/Animism.

2) Tylor (1994), Primitive Culture’ında “bedenin yok oluşundan sonra da yaşama yetisine sahip bireysel/tekil yaratıklar olarak ruhlar (souls) ile “güçlü ilahlar mertebesine dek yükselen diğer tinler (spirits)”i birbirinden ayırt eder.

Yararlanılan Kaynaklar
1) Clinton Benett (1996), In Search of the Sacred – Anthropology and the Study of Religions Cassell, Londra, New York 1996.

2) John R. Bowen (1998), Religions in Practice. An Approach to the Anthropology of Religion. Boston, Londra, Toronto, Sydney, Tokyo, Singapur. Allyn & Bacon.

3) Robert H. Lauer (1991),  Perspectives on Social Change, Allyn and Bacon, Boston, Londra, Toronto, Sydney, Tokyo, Singapur, 1991.

4) Edward B. Tylor (1994), Primitive Culture: researches into the development of mythology, philosophy, religion, art and custom. Londra: Routledge/Thoemmes Pres.

Kaynak: Sibel Özbudun, Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı:78, Ağustos 2010, s.45-47