Merkür, Güneş Sistemi’ndeki sekiz gezegenin en küçüğüdür. Antik Dönem’den beri bilinen beş gezegenden en az dikkat çekenidir. İlk kez MÖ 3000’li yıllarda Sümerlerce gözlenmiş ve MÖ 1400’lü yıllarda da Asurlu gökbilimcilerce kayıtları tutulmaya başlanmıştır. Güneş’e ortalama 58 milyon kilometre uzaklıktaki yörüngesiyle ona en yakın gezegendir. Güneş’e bu denli yakın olduğu için Dünya’dan ancak sabahları gün doğumundan hemen önce doğu ufkunda ve akşamları gün batımından hemen sonra batı ufkunda görülebilir. Yaklaşık bir saatlik bir gözlem penceresi vardır. Gezegen gökyüzünde çok hızlı ilerlediğinden ona Yunan mitolojisinde tanrıların habercisi Hermes’in adı verilmiştir. Roma mitolojisinde de ticaret tanrısı ve tanrıların habercisi olan Mercurius ile özdeşleştirilmiştir.
Merkür’ün yörünge düzlemi Dünya’nın yörünge düzlemiyle (ekliptik düzlem) 7 derecelik bir açı yapar. Gezegenin oldukça basık elips şeklinde bir yörüngesi vardır. Güneş’in çevresindeki bir turunu çok hızlı (saniyede 48 km –Dünya’nın dönüş hızının 1,6 katı) ve çok kısa sürede (88 dünya gününde) tamamlar. Gökyüzünde hep ufka çok yakın göründüğünden ona yönelik gözlemler atmosferdeki tozdan ve hava hareketlerinden hep olumsuz etkilenmiştir. Gezegen ekseninde dönerken yüzeyini gözleyip yüzey şekillerinin ne kadar zaman sonra yeniden aynı noktaya geldiğini izlemek çok zordur. O nedenle uzun bir süre Merkür’ün kendi eksenindeki dönüş süresi bilinememiştir. Bazı bilim insanları da tıpkı Ay’ın Dünya çevresindeki dönüşünde olduğu gibi Merkür’ün de Güneş çevresindeki dönüşünün kendi ekseninde dönüşüyle aynı sürede olduğunu düşünmüştür. Sonunda Doppler etkisinden yararlanılarak yapılan radar ölçümleriyle –gezegenin iki ucuna elektromanyetik dalgalar gönderip yansıyan dalgaların frekanslarındaki değişimlere bakarak– Merkür’ün kendi eksenindeki dönüşünü 58,7 günde tamamladığı anlaşılmıştır. Bu durumda iki Merkür yılında (2 x 88 dünya günü) ancak üç Merkür günü (3 x 58,7 dünya günü) olur. Bundan dolayı Merkür’de arka arkaya iki güneş doğuşu arasında geçen süre 176 gündür. Bir başka deyişle Merkür’de 88 gün boyunca aydınlık ve sonraki 88 gün boyunca da karanlık olur.
19.yüzyılda Merkür’ün yörüngesine yönelik dikkatli gözlemler yapılmasına karşın gökbilimciler, Newton hareket yasalarıyla onun yörünge harketlerini bir türlü tam olarak açıklayamamışlardır. Bu nedenle de Güneş ile Merkür arasında bir başka gezegenin olması gerektiği ve onun kütleçekim etkisinin Merkür’ün yörüngesinde sapmalara yol açtığı düşünülmüştür. Hatta bu varsayımsal gezegene Vulkan adı verilmiştir. Halbuki ne Vulkan diye bir gezegen vardı ne de Merkür’ün hareketinde sıradışı bir durum. Ortadaki sorun Newton yasalarının Merkür’ün yörünge hareketini açıklamada yetersiz kalışıydı. Bu durum Einstein’ın Genel Görelilik Kuramı’yla açıklığa kavuştu. Genel göreliliğe göre Merkür’ün yörüngesini, Güneş’in yakın çevresindeki uzay-zamanı eğişi belirliyordu. Bu kuramın formülleriyle 1915’te Merkür’ün yörüngesi doğru olarak öngörülebildi.
Merkür jeolojik açıdan çok uzun zamandır ölü bir gezegendir. Kabuğu kayalardan oluşan bu küçük gezegenin yüzeyi, Ay’ın yüzeyine çok benzer; dağlar, düzlükler vardır ve küçüklü büyüklü birçok kraterle kaplıdır. Gökbilimciler Merkür’ün yüzeyindeki büyük kraterlere Homer, Dickens, Renoir, Michelangelo, Bach gibi ünlü yazar, ressam ve müzisyenlerin adlarını vermiştir. Bu kraterlerden Carolis, büyüklüğüyle dikkat çeker; çapı 1350 km’dir. Carolis, Güneş Sistemi’nde gerçekleşmiş en şiddetli çarpışmalardan birinin sonucunda (100 km çaplı bir göktaşının çarpmasıyla) yaklaşık dört milyar yıl önce oluşmuştur. Son bir milyar yılda gezegene göktaşı çarpma sıklığı çok azalmıştır. Bunun yanında Merkür’ün volkanik etkinlikleri de durmuştur. Dolayısıyla gezegenin yüzeyi neredeyse hiç değişmeden kalmıştır.
Merkür’ün çapı 4880 km’dir. Bu haliyle Ay’dan biraz daha büyük, Jüpiter’in uydusu Ganymede ve Satürn’ün uydusu Titan’dan da biraz daha küçüktür. 5,42 g/cm3 yoğunluğuyla Merkür, Dünya’dan sonra yoğunluğu en büyük ikinci gezegendir. Hacmi küçük olan bu gezegenin kütlesinin alışılmadık büyüklüğü, merkezindeki 3600 km çaplı, büyük demir çekirdekten kaynaklanır. Öte yandan Merkür’ün yüzeyine yönelik gözlemlerde hiç demire rastlanamamıştır. Yüzeyinde hiç demir bulunmayan bir gezegenin nasıl büyük bir demir çekirdeğinin olduğu hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Küçük ama kütleli bir gezegen olan Merkür’ün kütleçekim ivmesi, yerçekimi ivmesinin 0,37’si kadardır (Mars’ınkiyle aynı). Yani Dünya’da 80 kg gelen biri Merkür’de 29,6 kg gelir.
Bir gökcisminin atmosfer tutabilmesi iki etmene bağlıdır: sıcaklığa ve kaçış hızına (yani kütlesine). Merkür hem çok sıcaktır hem de küçük gezegenin kütleçekim kuvveti yeterince güçlü değildir. Kısacası gezegenin, kalınca bir atmosferi sürekli olarak tutabilecek özelliği yoktur. Sıcak gaz molekülleri kaçış hızı düşük Merkür’den kolayca uzaya kaçmıştır. Yine de gezegenin çok çok ince ve kararsız bir atmosferi vardır. Merkür’ün yüzeyindeki atmosfer basıncı Dünya’da deniz düzeyindeki basıncın ancak trilyonda biri kadardır (~10-9 milibar). Bu haliyle aslında ‘‘Merkür’ün atmosferi yoktur’’ demek daha doğru olur. Bu nedenle orada gökyüzü gündüzleri bile siyah görünür. Yakınlık nedeniyle Güneş de gökyüzünde Dünya’dan göründüğünden 2,5 kat daha büyük durur.
Hiç doğal uydusu bulunmayan gezegenin ekseni Dünya’nınki gibi eğik değildir, ekliptik düzleme diktir. Bunun sonucunda gezegende mevsimsel değişimler olmaz. Doğa koşulları çok serttir. Sıcaklık gezegenin aydınlık yanında 430 dereceye kadar yükselirken karanlık yanında -170 dereceye kadar düşer. Atmosferi yok denecek kadar ince olduğundan atmosferin sıcaklık üzerinde düzenleyici bir etkisi –ısıyı gezegene yayacak atmosfer hareketleri– de yoktur. Güneş Sistemi’nde gece ile gündüz arasındaki en yüksek sıcaklık farkı Merkür’de olur.
Oldukça küçük bir gezegen olmasına karşın Merkür’ün şaşırtıcı bir şekilde sabit ve kararlı bir manyetik alanı vardır. Bu manyetik alan, tıpkı Dünya’da olduğu gibi iki kutupludur. Ne var ki Dünya’dakinden farklı olarak Merkür’ün manyetik kutupları, coğrafi kutuplarıyla neredeyse örtüşür. Aslında Merkür’ün manyetik alanı, güneş rüzgârını çoğu zaman engelleyecek bir manyetosfer şeklindedir. Bu şekliyle de Dünya’nın manyetosferinin küçük bir kopyası gibidir. Ancak Dünya’nın manyetosferinin %1’i kadar güçlüdür. Merkür’ün manyetosferinin de tıpkı Dünya’nınki gibi dinamo etkisinden kaynaklandığı tahmin ediliyor. (Dinamo etkisi, bir gezegenin demir açısından zengin, sıvı haldeki çekirdeğinin dönüşüyle oluşur.)
Oksijenin yokluğu ve aşırı sıcak oluşu nedeniyle Merkür bitki ve hayvanların yaşaması için uygun bir yer değildir. Aslında bilim insanları Merkür’ün çetin koşullarında yalnızca bitki ya da hayvanların değil, herhangi bir yaşam biçiminin var olamayacağını düşünüyor.
Uzay araştırmaları başlayana kadar Merkür hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyordu. Aslında onunla ilgili bilgilerimiz hâlâ çok azdır. Bunda gezegenin hem küçük hem de Güneş’e yakın oluşunun etkisi vardır. Dünya’ya en yakın olduğu dönemlerde karanlık yüzü bize dönüktür. Dolun olduğundaysa Güneş’in arkasında kalır. Merkür’e yönelik teleskoplu ilk gözlemleri 1600’lü yılların başında Galileo Galiei yapmıştır. Ama Galilei’nin teleskopu Merkür’ün evreleri olduğu gösteremeyecek denli güçsüzdü. Teleskoplar giderek güçlendi ama Merkür’ü gözlemek hiç kolaylaşmadı. 18. yüzyılın sonlarına doğru ünlü gökbilimci William Herschel sistemli olarak Merkür’ü gözledi ama pek de başarılı sonuçlar elde edemedi. Ondan sonra da birkaç başarısız girişim daha oldu.
1962’de Sovyet bilim insanları ilk kez Merkür’e radar sinyalleri gönderdi ve yansıyan sinyalleri de toplamayı başardı. Böylece Merkür’e yönelik radarlı gözlemler başladı. Bu gözlemlerin sonucunda, tıpkı Ay’da olduğu gibi, Merkür’ün de kutup bölgelerinde sürekli karanlık olan bazı kraterlerde buz bulunabileceği fark edildi. Bu olası suyun kaynağı olarak da gezegene çarpan kuyrukluyıdızlar ileri sürüldü.
Merkür hakkındaki bilgilerimizin asıl kaynağı Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA), yaklaşık 40 yıl önce, 1973’te Venüs ve Merkür’ü incelemek amacıyla fırlattığı Mariner 10 adlı uzay aracıdır. Mariner 10’un, gönderdiği 2000 dolayında fotoğraf sayesinde Merkür’ün yüzeyinin ancak %45’inin haritası çıkartılabilmiştir. 1990’da Dünya yörüngesine yerleştirilen Hubble Uzay Teleskopu, Merkür’e yönelik merakımızı giderebilecek kadar güçlüydü. Ne var ki Merkür’ün Güneş’e çok yakın oluşu Hubble’daki duyarlı aygıtların Merkür gözlemi sırasında hasar görebileceğini düşündürdü. O nedenle Merkür, Hubble ile de gözlenemedi. Neyse ki NASA’nın Ağustos 2003’te Merkür’ü incelemek amacıyla fırlattığı MESSENGER adlı uzay aracından da ilk veriler gelmeye başladı. MESSENGER, Ocak 2008’de Merkür’ün 200 km yakınından geçerken daha önce hiç görülmemiş güney kutup bölgesinin fotoğraflarını çekti. Bu gezegenle ilgili asıl veri akışı, uzay aracı Mart 2011’de Merkür’ün çevresinde bir yörüngeye oturduğunda başladı.
Merkür’ün bilim insanları açısından önemi Dünya, Venüs ve Mars’ın oluştuğu süreçte ortaya çıkmış bir başka karasal gezegen olmasından kaynaklanır. Ortak yaşanmış bu sürecin sonunda Merkür’ün neden böyle yoğun bir gezegen olduğunu, Mars ve Venüs manyetik alanlarını yitirmişken Merkür’ün neden hâlâ bir manyetosferinin kaldığını, aşırı ince de olsa atmosferinin sürekli kendini nasıl yenilediğini ve Merkürle ilgili başka gizemli konuları açıklığa kavuşturmak, onları çözmek gezegen oluşum süreçleri konusundaki bilgileri zenginleştirmesi açısından çok değerlidir.
Kaynak: Çağlar Sunay, 50 Soruda Evren, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Ekim 2011, s.65-71