Ana Sayfa 192. Sayı Dünya’yı bekleyen çevre felaketinin provası mı? Avustralya yangınları

Dünya’yı bekleyen çevre felaketinin provası mı?
Avustralya yangınları

959

Avustralya’nın yaşadığı felaketin denklemi şöyle: Azalan yağışlar + sıcak günlerde artış + kuraklık = Yangınlar. Küresel ısınma hiçbir zaman odunları ateşleyip yangın çıkartmaz, bunun yerine büyük ölçekli sistemleri bozarak yangınların ve fırtınaların sıklığını ve şiddetini artıracak iklim koşullarını yaratır. Avustralyalı insan ve hayvanlar geleceğimizi çoktan ipotek altına almış büyük iklim felaketlerinin provasını ilk yaşayanlardan oldular.

Güney Amerika’nın en güneyinde “Tierra del Fuego (Ateş Ülkesi)” adında, Arjantin ve Şili arasında paylaşılmış bir takımada grubu vardır. Bu adın verilmesinin nedeni, 16. yüzyılda deniz yoluyla bölgeye erişen ilk Avrupalıların yani İspanyol ve Portekizli kâşiflerin karada gördükleri ateşlerdir. Gemiciler, buralara en az 11.000 yıl önce yerleşip, yarı çıplak yaşayan Selknam ve Yagan yerlilerinin gecenin soğuğundan korunmak için yaktıkları ateşleri görmüşlerdi.

Aynı kâşifler, Pasifik Okyanusu’nu boydan boya geçip bir gece vakti Avustralya’nın doğu sahillerine varıp, yangınları görselerdi acaba buraya ne ad verirlerdi? Aklıma tek geleni, “Tierra del infierno yani Cehennem Ülkesi” diyecekleridir. Gerçekten de NASA gözlem uydularının topladığı verilerden hazırlanan sanal görüntülere bakıldığında bu yargının pek de yanlış olmayacağı görülür.

Avustralya ve yanan eyaletler
Burası aşağı yukarı 40 milyon yıl önce Antarktika’dan ayrılarak kendi başına yoluna devam eden, Türkiye’nin 10 katı büyüklüğünde dev bir adadır. Aynı zamanda dünyanın en küçük kıtasıdır. Türkiye’den uzaklığı yaklaşık 14.000 km’dir.

NASA gözlem uydularının topladığı verilerden hazırlanan sanal görüntüler felaketin boyutunu gösteriyor.

Avustralya’nın çevresini kuşatan 8222 adasını bir yana bırakırsak, anakara siyasi olarak 5 eyalet ve 3 bölgeye ayrılmıştır. Kıtanın Pasifik Okyanusu’na bakan yani doğu yakasındaki Queensland, Yeni Güney Galler (New South Wales, NSW) ve Viktorya Avustralya’nın beynini, kalbini ve akciğerlerini oluşturan eyaletlerdir. Bu üç eyalette, Sidney, Melbourne ve Brisbane gibi ülkenin en önemli üç şehri bulunur. Aynı zamanda 25,5 milyonluk toplam nüfusun yaklaşık 20 milyonunu barındırdıkları için ülkenin başlıca yaşam mekânıdır buralar. İnsan yoğunluğuna koşut olarak toplam ekonomide sahip oldukları % 75 gibi yüksek bir payla bu eyaletler aynı zamanda Avustralya ekonomisinin de temel itici gücüdür.

Queensland, NSW ve Viktorya’nın belki de en büyük önemi, kıtanın biyolojik zenginliğinin merkezi olmalarıdır. Avustralya’daki ormanların % 60’ı bu üç eyaletin sınırları içinde yer alır. Bunlardan daha farklı bir orman tipi olan yağmur ormanlarının dörtte üçü bu eyaletlerdedir. Yağmur ormanları Avustralya’ya özgü yani endemik olan bitki ve hayvan türlerinin büyük bölümünün barınağıdır. Söz gelimi kıtadaki toplam bitki ve kelebek türlerin % 60’ı, kuş türlerinin % 40’ı ve keseli memeli türlerinin de % 35’i bu ormanları yurt edinmiştir.

İşte bu yazıda, son dört aydır süregelen yangınlardan en fazla etkilenen bu üç doğu eyaletinde oluşan genel görünüm verilecek.

Avustralya’nın yangınla olan bağı eskidir
Son yangınlara bakıp Avustralya’nın “beklenmedik” bir felakete uğradığı sanılmamalı. Gerçekte burası -Antarktika’dan sonra- dünyanın en kurak kara parçasıdır. Anakarada nehir, göl ve yağmurlu gün sayısı azdır.

NASA gözlem uydularının topladığı verilerden hazırlanan sanal görüntüler felaketin boyutunu gösteriyor.

Avustralya alevle yoğrulmuş bir doğa tarihine sahiptir. Buradaki doğal ekosistemler ateşle evrimleşmiştir. Milyonlarca yıldır süregelen yangınlar tarafından şekillenen bir canlı çeşitliliği ve çevre vardır. Avustralya’ya özgü bitkilerin çoğu ateşe karşı dayanıksız ve kolay yanabilen türler olmalarına karşılık, birçoğunun tohumları yüksek ateşe yani yangına maruz kalsalar da çimlenme yetilerini kaybetmezler. Bazı hayvanların yangından korunmak için geliştirdiği ilginç çareler de vardır. Sadece bitkiler ve hayvanlar değil, Aborijin yerlileri de yangınla yaşamaya uyum sağlamıştır: Söz gelimi, yaşadıkları bölgeyi doğal yangınlardan korumak için, kendilerinin de düzenli ve kontrollü olarak küçük yangınlar çıkardıkları bilinir. Bunu yapmaktaki amaçları, ileride yangına yakıt olacak kurumuş otları ve çalıları, ortada birikmeden yakıp tüketmektir. Yerlilerin keşfettikleri bu geleneksel çözüm, zaman zaman itfaiye ve orman korucuları denetiminde hâlâ uygulanmakta ve büyük yarar sağlanmaktadır. Fakat son yıllarda, aşırı kuraklık nedeniyle, bu uygulama biraz aksamıştır.

Felaketin denklemi: Azalan yağışlar + sıcak günlerde artış + kuraklık = Yangınlar
Avustralya özellikle son 3 yıldır, etkisi gittikçe artan şiddetli bir kuraklık yaşamaktadır. Buradaki yangınlar 2019’un Eylül’ünde yani daha dünyanın ilgi odağı olmadan önce başlamıştır. Soruna yıllık sıcaklık ortalamaları açısından bakıldığında ise, kıtanın 1950’lerin sonuna doğru belirginleşen bir ısınma sürecine girdiği, özellikle son 7 yılda durumun daha da kötüleştiği anlaşılmaktadır.

Avustralya Meteoroloji Bürosu ve Commonwealth Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Kurumu, CSIRO’ya (Avustralya TUBİTAK’ı denilebilir) göre, güvenilir verilerin toplanmaya başlandığı 1910’dan günümüze doğru gelindiğinde kıtanın yıllık ortalama hava sıcaklığında 1 °C’lık bir artış vardır. Avustralya çevresindeki denizlerin yüzey sıcaklığı ise 1900’den günümüze 0.9 °C artmıştır. Her iki kurum da, küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişimlerinin Avustralya üzerinde önemli etkileri bulunduğu görüşündedir. Son yılların en belirgin özellikleri, yağışların azalması, sıcak günlerin sayısında ve sıcak hava dalgalarındaki artış ve kuru, yıldırımlı fırtınaların daha sık oluşmasıdır. Örneğin 4 Ocak 2020 günü Sidney’in bir semtinde termometre 48.9 °C’a çıkarak şehirde tarihi bir rekor kırılmıştır. Meteoroloji Bürosu’nun açıklamasına göre söz konusu semt o gün dünyanın en sıcak yeri olarak kayıtlara geçmiştir. Oysa burası okyanus kıyısına uzaklığı sadece 55 km olan, bir yanı ormanla kaplı bir yerdir.

Aşırı kuraklığın sorumluları
Peki, her şeyin suçlusu olan aşırı kuraklığın sebebi nedir? Avustralya kıtasının en ayırıcı özelliği üç yanının, farklı özelliklere sahip üç ayrı okyanusla çevrili olmasıdır. Batıda Hint Okyanusu, doğuda Pasifik Okyanusu ve Antarktika ile anakara arasındaki Güney Okyanusu, Avustralya’yı bir mengene gibi kuşatmıştır. Buranın iklimini, doğasını, yaşamını, her şeyi bu okyanuslar belirler.

Bilindiği gibi okyanuslar aynı zamanda ısı ve karbon dioksit (CO2) depolama yeridir. İnsan kaynaklı CO2 salınımındaki artış, atmosferde sera etkisi yaratarak yani sıcaklık kaçışını engelleyerek, dünyanın ısınmasına neden olur. Bunun sonucu havadaki fazla ısıyı ve CO2’i emen okyanusların sıcaklığı ve asitliği artar. Konuyu dağıtmamak için sadece sıcaklık etmenine bakıldığında görülen şudur; deniz yüzey sıcaklığındaki küçük artışlar dahi okyanus akıntılarını ve denizin üstündeki hava şartlarını etkiler. Uzunca bir süredir bu üç okyanusta oluşan hava koşulları, Avustralya’nın üzerine gelmesi gereken nemli rüzgârları ve yağmur bulutlarını kıtadan uzaklaştırmaktadır. Kuzeybatıdan Avustralya’ya girecek muson yağmur bulutları Afrika yönüne, batıdan gelecek nemli rüzgârlar ise Antarktika’ya doğru itilmektedir. Ne yazık ki her şey kuraklığın değirmenine su taşımıştır.

Avustralya bitki örtüsünün temel bileşeni okaliptüs ağaçları ve çalılarıdır ve mevcut ormanların % 75’den fazlasını kaplarlar. Özellikleri bu görkemli bitkiyi yangınlar için “ideal bir yakıt” haline getiriyor.

Okyanuslar gezegenin ‘Pandora Küpü’dür
Soruna daha geniş açıdan bakıldığında şu söylenebilir; küresel ısınma hiçbir zaman odunları ateşleyip, yangın çıkartmaz, bunun yerine büyük ölçekli sistemleri bozarak yangınların ve fırtınaların sıklığını ve şiddetini artıracak iklim koşullarını yaratır. İşte olan bitenin kavranmasında yaşanan temel sorun, birbirleriyle bağlantısız gibi görünen etmenler arasındaki ilişkileri görmekteki güçlüktür. Küresel ısınmanın gündelik hava sıcaklığı üzerine etkisi çok sınırlıdır çünkü onun esas olarak ısıttığı yer okyanuslardır. Bu nedenle insanlar hissettikleri gündelik sıcaklara bakıp, yahu hava hep bildiğim hava ben fazla bir değişiklik görmüyorum, hatta biraz ısınması iyi de oldu iliğimiz, kemiğimiz ısındı diye düşünebilmektedir. Oysa okyanuslar sadece gemilerimizin yüzdüğü, bizi besleyen bir su kütlesi değildir. Dünya iklimini ve rüzgârlarını belirleyen dev bir bileşik kaplar sisteminin parçasıdır. Okyanuslardaki ısı dengesinin bozulması, tanık olunduğu gibi, iklime bağlı devasa boyuttaki doğal felaketleri tetikleyerek bize bu dünyadaki her şeyin birbirine bağlı olduğunu tekrar tekrar anımsatır.

Yangınların yakıtı nereden geldi?
Avustralya’da meydana gelen doğa olaylarını anlayabilmek için buranın kendine özgü coğrafyası ve ekosistemleri hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerekir. Yangın için gereken üç temel koşul; oksijen, yakıt ve ateştir.

Avustralya’daki yangınların yakıtı, tüm dünyada olduğu gibi bitkilerdir, özellikle de kurumuş bitkiler. Avustralya’nın bitki örtüsü ve ormanları, yangınlara çanak tutucu bir yapıdadır. Burada, kalın ve sağlam gövdeli uzun ağaçlar yanında, bildiğimiz çalıların büyük ağaçlara dönüşmüş türleri de vardır. Bunlara, bizde Akdeniz ikliminin hakim olduğu alanları kaplayan 1-2 metre boyundaki küçük ağaç ve çalıların yani maki bitki örtüsünün, oldukça gürleşmiş ve serpilmiş hali diye de bakılabilir. Topraktan birkaç karış yükselen gövde hemen kollara ayrılır ve bol dallı ve yapraklı bir yapı kazanır. Şiddetli rüzgârlar, kuraklık, hastalık, mevsim değişimleri vb. nedenlerle bu kolların, dalların, yaprakların kurumuşları veya zayıflayanları kolaylıkla kırılıp toprağın üzerinde tutuşmaya hazır bir tabaka oluştururlar.

Avustralya bitki örtüsünün temel bileşeni okaliptüs ağaçları ve çalılarıdır ve mevcut ormanların % 75’den fazlasını kaplarlar. Kıtaya özgü 900’e yakın türü bulunan okaliptüs bitkisinin boyu 1 metreden 60 metreye kadar olabilmektedir. Ağaçların tek ve çok gövdeli türleri vardır. Bu bitkinin yangınla yakından ilgili olan özelliği her yıl ağacın kabuğuna alttan yeni bir tabaka eklenmesidir. Bu nedenle ölen en dış kabuk, geniş levhalar ya da lifler şeklinde yere dökülür. Güneş yanığı sonrası kabaran sırt derimizi soyar gibi bu dış kabuğu elle soymak mümkündür. Okaliptüslerin bir başka özelliği yapraklarının içerdiği yüksek miktarda doğal yağdır. Okaliptüs yağı çok yanıcıdır. Tüm bunlar, kıtayı kaplayan bu görkemli bitkiyi yangınlar için “ideal bir yakıt” haline getirir.

Yangınların kıvılcımı nereden geldi?
Daha önce yağışsız ama yıldırımlı fırtınaların adı geçmişti ama Avustralya yangılarında büyük öneme sahip olduğu için bu olguyu biraz açmak gerek.

Bir bölgede büyük bir yangın başladıktan sonra, ısı, nem ve hava koşullarına bağlı olarak yangın dumanının içinde çok güçlü hava akımları meydana gelir. Özellikle duman içinde yoğunlaşan nem, yangından aldığı yüksek enerjiyi (ısıyı) geri salarak bu akımları daha da şiddetlendirir. Böylece yangın bölgesinde çok yoğun, koyu bulutlar oluşur (Pyrocumulonimbus bulutları). Oluşan bu yapıyı meteorologlar, dumanı ve havaya karışmış her şeyi çekip, atmosfere pompalayan birkaç kilometre yüksekliğinde devasa bir bacaya benzetmektedir. Bu hava sistemi; şiddetli gök gürültüsü, yıldırım, sert hava hareketleri, sağanak yağmur gibi özellikler taşıyan, kısa süreli ama güçlü yerel fırtınalara yol açar. Başka bir ifadeyle yangın, kendi yetmezmiş gibi, bir de çok yıkıcı hava koşulları yaratılmasına önayak olmaktadır. Bu nedenle kimi uzmanlar ona “Ateş Soluyan Fırtına Sistemi” adını da vermiştir.

Pyrocumulonimbus bulutlarının oluşması: 1) Yangın dumanının yükselmesi, 2) Dumanın soğuması, 3) Bulut oluşması, 4) Fırtına meydana gelmesi, 5) Aşağı yönlü şiddetli hava akımı, 6) Yıldırım.

İşte Avustralya yangınları, ancak meteoroloji ders kitaplarında bulunabilecek türde, böyle anormal hava olaylarına yol açmıştır. Fakat bu arada, söz konusu sistemin son yangınlarda “kuru” versiyonunun iş gördüğünü söylemek gerek. Bu şu demektir: Burada yere yakın tabakalarda sıcaklık yüksek olduğu için yağan yağmurun neredeyse tamamı toprağa varamadan havada buharlaşmaktadır (meteorolojide buna “virga” denir). Yani gök gürültüleri, yıldırımlar, güçlü rüzgârlar çevrenin altına üstüne getirirken, ortada yağıştan eser yoktur yani bunlar kuru fırtınalardır. İşte Avustralya’da son aylarda görülen devasa yangınların kıvılcımını büyük oranda, söz edilen hava sisteminin yarattığı “yıldırımlar” sağlamıştır. Başka bir ifadeyle yangın kendi içinden, yeni yangınlar çıkaran ilave bir ateşleme sistemi daha doğurmuştur.

İnsan faaliyetlerinin katkısı: Aşırı kuraklığın hüküm sürdüğü koşullarda, kıvılcımın oluşmasına neden olan basit bir sürtünme ve çarpmanın dahi, akıl almaz boyutta yangınlara neden olabildiği görülmüştür. Avustralya’nın kırsal kesimi çiftliklerle doludur. Burada kullanılan metal malzemelerin, yakıtın, sönmemiş sigara izmaritinin, iş gereği yakılan ateşlerin ya da kızartma için yakılan mangalların kurak dönemlerde otlak yangınlarına neden olduğu iyi bilinen bir gerçektir. Fakat tamamıyla emin olunamasa da bilinebildiği kadarıyla, son yangınlarda bu olasılığın fazla bir rolü olmamıştır.

Yangınların soluğu nereden geldi?
Yukarıda anlatılan olaylarla ilgili biraz fazla ayrıntı verilmesinin bir başka nedeni daha var. Yangın dumanıyla başlayan süreç sonucu oluşan anormal hava sistemi, yeni yangınları tetikleyici şimşekler üretme yanında, yarattığı çok güçlü rüzgârlar yoluyla yangının tükettiği oksijeni de yenilemiştir. Doğru bir ifadeyle, felaketin körüğünü de yangının kendisi sağlamıştır.

Yangının yayılma hızına coğrafyanın katkısı
Avustralya anakarası, dünyanın öteki kıtalarına göre yükseltisi fazla olmayan görece, düz bir yerdir. And Dağları’ndan, Alplerden, Himalayalar’dan, Kaçkarlar’dan bilinen devasa kayaların oluşturduğu, zirveleri yıl boyu karlı, görkemli dağ manzaralarını göremezsiniz burada. Kıtanın en yüksek dağı 2228 metredir. Geri kalan ve iki elin parmaklarını geçmeyen dağların ortalama yüksekliği ise1500 metreyi geçmez. Bunun anlamı kıtanın her yönden gelebilen sert rüzgârlara açık olmasıdır. Yangınların hızlı yayılmasında ve soluklanmasında bu da bir etmendir.

Son yangında, alevlerin yayılma hızını ve yönünü tahmin için kullanılan bilgisayar modelleri birçok durumda çaresiz kalmıştır. Bazı bölgelerde yangın merkezinden onlarca kilometre uzakta olan insanlar birkaç saat içinde kendilerini yangının ortasında bulmuşlardır. Hatta bazı yerlerde inanılmaz görüntüler oluşmuştur. Etrafı alevlerle sarılan küçük bir köyde kaçma fırsatı bulamayan insanlar hayvanları ve yanlarına alabildikleri eşyalarıyla yakındaki göle girerek kurtarılmayı beklemişlerdir. Deniz kıyısındaki tatil beldelerinde yangınla deniz arasında sıkışan insanlar ise aynı şeyi kıyıda ya da denizde bekleyerek yapmışlardır.

Son yangında gözlenen bir başka olay, birbirlerinden uzakta olan yangınların kısa sürede birleşerek “mega yangına” dönüşmesidir. Yeni Güney Galler ve Viktorya eyalet sınırında birbirinden ayrı küçük yangınlar birleşerek boyu 60 kilometreye varan devasa bir yangın haline gelmiştir. Tahmin edileceği gibi bu boyutta bir yangınla baş etmek olanaksızdır.

Ateşin kuşattıkları…
Şu ana kadar neredeyse Ege Bölgemizden daha büyük bir toprak parçası yanmıştır. İzmir’de, Muğla da bir yangın olduğunda yüreğimiz ağzımıza gelirken, bir de tüm bölgenin yandığını düşünelim. Avustralya yangınları, son on yıl içinde meydana gelen Kaliforniya, Sibirya, Amazon gibi devasa yangınların dahi birkaç katı büyüklüğe erişmiştir. Sözgelimi, Kaliforniya eyaletinin tarihindeki en yıkıcı ve ölümcül olduğu kabul edilen 2018 yangılarından on kat daha büyüktür burada olan yangınlar. Yangının en fazla etkilediği doğudaki Viktorya, NSW ve Queensland eyaletleri ülkenin toplam nüfusunun neredeyse % 80’ini barındırır. En büyük şehirler, iş merkezleri, ticaret limanları bu eyaletlerdedir. Ormanların ve endüstri tesislerinin büyük bölümü de buralardadır.

Ateşe terk edilenler…
Tüm kıtada yangından ölen ve etkilenen hayvan sayısı konusunda kesin bir rakam ortaya konması şu an için imkansız olsa da, Prof. Chris Dickman, Prof. David Lindenmayer, Prof. John Woinarski, Prof. Brendan Wintle, Prof. David Keith, Prof. Sarah Legge gibi yanan yerleri iyi tanıyan, üst düzey ekologların onayladığı tahminlere güvenilebilir (Woinarski, J. ve ark., January 8, 2020). Prof. Dickman’ın 3 Ocak 2020 günü verdiği yangından etkilenen hayvan rakamı NSW eyaleti için 480 milyondu. Fakat 8 Ocak 2020 günü yaptığı son açıklamada tahminini güncelleyerek, yangınların başladığı Eylül 2019’dan Ocak 2020’nin ikinci haftasına kadar sadece NSW eyaletinde “en az” 800 milyon, ülke genelinde ise bir milyardan fazla hayvanın ciddi şekilde etkilendiğini bildirmiştir. Etkilenenlerin büyük bölümü yanarak ölmüştür. Bu sayı içinde kara omurgalıları (memeli, kuş ve sürüngen) ve çiftlik hayvanları bulunurken, kurbağalar, balıklar, yarasalar buna dahil değildir. Doğada çok önemli işler yapan böcek ve kurtçuk gibi omurgasızlar göz önüne alındığında ise ortaya “yüz milyarlarca” canlı kaybı çıkmaktadır. Bitki türlerindeki kayıp konusunda ise, bir orkide türü dışında, henüz bir tahmin yapılamamıştır.

Deniz kıyısındaki tatil beldelerinde yangınla deniz arasında sıkışan insanlar kıyıda ya da denizde bekleye çalıştılar.

Kaçmak ya da saklanmak ne kadar mümkün?
Konuyla ilgili görüş bildiren ülkemizdeki kimi biyologlar, kuşların uçup kaçacağı, sürüngenlerin toprak altına saklanabileceğinden yola çıkarak, ilk yapılan yarım milyar canlı kaybı tahmininin abartılı olabileceğini söylemişlerdir. Bu yorumların ana kıtalardaki hayvan davranışları, çevre koşulları ve yangınlar için geçerli olması mümkündür. Fakat burada gerçekte neler olduğu göz önüne alındığında yapılan yorumların Avustralya’daki son felakete pek uygun düşmediği anlaşılır. Öncelikle göz ününde tutulması gereken şey, burada ülke kayıtlarına geçmiş en büyük ve uzun süren yangın yaşanmıştır ve bazı yerlerde yangın hâlâ devam etmektedir. Yaz mevsimi ise hâlâ sürmektedir ve bitmesine daha iki ay vardır.

On binlerce insan tahliye edilmiştir. Sadece tatil yörelerinde tahliye edilenlerin sayısı 30.000 dolayındadır. Avustralya Federal Çevre Bakanı, Yeni Güney Galler eyaletinin bazı bölgelerinde koala nüfusunun % 30’unun öldüğünü bildirmiştir. New South Wales Üniversitesi’nden astrofizikçi Prof. Lisa Harvey-Smith yangın dumanının, deniz yüzeyinden 17 km yükseğe kadar eriştiğini söylemektedir. Zararlı kimyasallarla dolu duman, 2300 km uzaktaki Yeni Zelandalıları öksürtüp, oradaki dağ zirvelerini kaplayan karları çamur rengine döndürmüştür. Yangın bölgesinden 100-150 km uzakta olan Sidney’de dahi görüş mesafesinin birkaç yüz metreye düştüğü koşullarda yangının ve dumanın ortasında kalan kuşların fazla bir çaresinin olmadığı anlaşılır. Çünkü kuşların dumanlı ve fırtınalı ortamlarda panikledikleri ve yön bulma sistemlerin ciddi şekilde bozulduğu bilinir (Woinarski, J. ve ark., Ocak 8, 2020). Bu nedenle büyük yangınlarda ciddi sayıda kuş ölümünün yaygın bir durum olduğu söylenmektedir. Viktorya eyaletinin Mallacoota plajında, gökkuşağı loriketlerine ve sarı kuyruklu siyah kakatulara ait kuş ölülerinin sahile vurduğu görülmüştür.

Büyük yangınların çıktığı bölgelerde inanılmaz güçte rüzgârlar oluşur. Söz gelimi, NSW, Viktorya sınırına yakın Yeşil Vadi bölgesindeki yangında inanılmaz bir olay meydana gelmiştir. Küçük bir otlakta mahzur kalan hayvanları kurtarmaya çalışan bir ekibe ait 8 tonluk itfaiye aracı, düşey yönlü çok güçlü bir hava akımının neden olduğu alev kasırgası tarafından havaya kaldırılıp, ters yüz edilmiş ve yere çarpılan araçtaki gönüllü bir itfaiye eri yaşamını kaybetmiştir. Araçta sıkışıp kalan ve yanıklarla kurtulan öteki itfaiyecilerden biri, 35 yıllık itfaiyecilik hayatında görmediği ve duymadığı bir deneyim yaşadıklarını söylemiştir.

Kaçanın ve geri dönenin hayatta kalma şansı ne?
Yangınların gücü hayvanların sınırlarını aşan boyuttadır. Sıcak, duman ve fırtınaya rağmen bölgeden kaçabilen kuşlar ve toprak altında saklanabilen sürüngenler nihayette yaşadıkları yere geri döneceklerdir. Çünkü Avustralya ormanlarında kalabalık bir hayvan popülasyonu olduğu için, her yer hâlihazırda birileri tarafından kullanılıyor durumdadır. Bu nedenle kaçabilen kuşların yangının dokunmadığı bir ormana ya da çalılığa sığınmaları, kendilerine yeni bir yaşam alanı açmaları çok zordur. Sonuç olarak geri döndüklerinde, bildikleri alışkın oldukları tohumları, böcekleri, meyveleri, nektarı ve doğal ortamı bulamayacakları için hayatta kalma şansları da düşük olacaktır.

Yabanileşmiş kedilerin Avustralya’da şu ana kadar 28 türün soyunun tükenmesinde baş etmen olduğu ve 100 kadar türü de hâlâ tehdit altında tuttuğu belirlenmiş.

Toprak altında saklanan sürüngenlerin bu yangınların yarattığı sıcakta, kesif dumanda ne kadar süreyle hayatta kalabilecekleri meçhuldür.

Fırsatçı avcılar sorunu
Bir başka konu, Avustralya için ciddi bir baş ağrısı olan dışardan getirilmiş kızıl tilki (Vulpe vulpes), yabanileşmiş kedi (Felis catus) gibi fırsatçı türlerin bu sahipsiz kalmış alanları işgal etme tehlikesidir. Bunlar, sürüngen, kuş, memeli, amfibi gibi akla gelen her şeyi yiyen becerikli avcılardır. Örneğin yabanileşmiş kedilerin Avustralya’da şu ana kadar 28 türün soyunun tükenmesinde baş etmen olduğu ve 100 kadar türü de hâlâ tehdit altında tuttuğu belirlenmiştir. Söz gelimi kızıl tilkiler, yaşam bölgelerini koruyan hayvanlar oldukları için yerleştikleri yerde baş edebileceği bir hayvanın barınması zordur.

Koala’nın talihsiz seçimi
Bunlara ek olarak hayvan davranışları da farklıdır. Örneğin keseli bir memeli olan koalalar okaliptüs ağaçlarında yaşarlar ve onun yapraklarından bütün su ve besin ihtiyacını karşılarlar. Bu hayvanlar, yangın dahil, herhangi bir tehlike hissettiklerinde bulundukları yerden kaçıp, uzaklaşmak yerine, -ağaçlarda yaşayan birçok hayvanın yaptığı gibi- bulundukları ağacın daha da üstlerine tırmanırlar. Bunlar çok yüksek ağaçlar oldukları için tırmanmakla hayvan aslında akıllıca bir iş yapmaktadır ama yangın söz konusu olduğunda bu yol sadece ölüm oranını artırmaktadır.

Avustralya’da yangının maliyeti başka yerlerden daha yüksektir
Bu tip bir yangın Avrupa ya da Asya gibi bir kıtada olsaydı biyolojik anlamda yaşanan yıkım bu boyutta olmazdı. Çünkü Avustralya, on milyonlarca yıldır dünyanın geri kalanından yalıtılmış dev bir ada olarak, biyolojik evrimin yarattığı muhteşem bir canlılar galerisine sahiptir. Bu nedenle burada ölen bir memelinin, kuşun, böceğin kaybı başka yerlerde olanlardan farklı bir anlam ve değer taşır. Çünkü dünyada sadece bu kıtada yaşayan tür sayısı inanılmaz boyuttadır. Daha da önemlisi bu türlerden önemli bir bölümü henüz araştırılamadığı için, onları tanıma şansı bulamadan, bir kısmının yitirilmiş olma ihtimali çok yüksektir. Bu söylenenler daha somut sayılarla ifade edildiğinde yangının neyi tehdit ettiği daha iyi anlaşılacaktır.

Keseli bir memeli olan koalalar okaliptüs ağaçlarında yaşarlar ve onun yapraklarından bütün su ve besin ihtiyacını karşılarlar.

Avustralya’nın gerçek zenginliği biyolojiktir
Avustralya Biyoçeşitlilik Bilgi Servisi tarafından 2009’da hazırlatılan rapora göre bu kıtada, 148.579’u tanımlanmış, toplam 570.000 dolayında canlı türü barınmaktadır (Chapman, 2009). Başka bir anlatımla kıtadaki mevcut türlerin henüz sadece % 25’ini tanımaktayız. Geri kalan % 75 ise bilimsel olarak tanımlanmayı beklemektedir. Dünyadaki tanımlanmış toplam tür sayısının (1.900.000) yaklaşık % 13’ünün Avustralya’da yaşıyor olması çok çarpıcı bir gerçektir. Duruma daha özel canlı grupları açısından bakıldığında bu kıtada nasıl bir biyolojik hazine saklı olduğu daha açık şekilde görülür.

Düşünün; kıtadaki tanımlanmış 386 memeli türünden % 87’si, dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayıp sadece burada yaşamaktadır. Bunlar arasında tüm dünyanın sevgilisi olan, narin ve kibar hayvan “koala” da yer almaktadır. Avustralya’nın doğu eyaletlerindeki okaliptüs ormanlarını kendine yaşama mekânı edinen bu güzel keselideki genetik çeşitliliğin, yangınla birlikte, ciddi bir tehlike altına girdiği söylenmektedir. WWF (Dünya Vahşiyaşam Fonu)-Avustralya örgütü tarafından son yapılan açıklamada yangında en az 8400 koalanın öldüğü bildirilmiştir. Çok yavaş üreyen bu hayvan için durum iç açıcı değildir.

Sürüngenlere gelindiğinde ise, buraya özgü olan (yani endemik) tür oranı % 93’e çıkmaktadır. Tanımlanmış 917 sürüngen türünün 853’ü ancak burada görülebilmektedir. Bu paha biçilmez değerde bir zenginliktir. Avustralya’da tanımlanmış 62.000 böcek türünden % 70’i endemiktir. Bitkilere gelindiğinde ise tanımlanmış 25.000 türden % 86’sı sadece bu kıtada mevcut olduğu görülür. Bu listeyi uzatmak mümkündür (Chapman, 2009).

Bu çarpıcı bilgilerden de anlaşılacağı gibi Avustralya doğası bütün canlıların birbirlerine bağlı olarak evrimleştiği dev bir sistemdir. Böcekler, bitkiler, kuşlar, memeliler, toprak akla gelecek her şey, birbirlerine uyum yönünde akıl almaz güzellikte yetiler edinmişlerdir. Avustralya’ya ana kıtalardan gelen bütün insanlar, hayvan ve bitki çeşitliliğini ve hayatları boyunca hiçbir yerde karşılaşmadıkları canlıları görünce şaşkınlığa düşüp, hayranlık duymaktadır. Söz gelimi, yazıda sıkça geçen koaladan örnek vermek gerekirse, hayvanlar aleminde şempanze ve goril gibi primatlar ve Kuzey Amerika su memelisi olan balıkçıl dışında parmak izine sahip tek hayvandır (Coppock, 2007). İnsanla koalanın parmak izleri o kadar benzerdir ki elektron mikroskopu ile ayırt etmek dahi güçtür. Belli ki tırmanıcı bu hayvanlar birbirlerinden bağımsız olarak benzeştirici bir uyumsal evrim geçirmişlerdir.

İşte korkunç yangınlar bu on milyonlarca yıllık düzeneğin kalbine bir hançer gibi saplanmıştır. Bir daha geri gelmeyecek şekilde neyi kaybettiğimizi belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.

Hayvancılık: Avustralya modern hayvancılık ve tarımın yapıldığı bir devlettir. Avustralya İstatistik Bürosu’nun 2017 verilerine göre, nüfusu 25,5 milyon olan ülkede (2020 verisi), 70 milyon baş koyun ve 26 milyon büyük baş hayvan bulunmaktadır. Söz gelimi büyük baş hayvanların 20 milyonu yangının kavurduğu doğu eyaletlerinde yaşamaktadır. Çiftliklerdeki 5 milyon domuz ve on milyarlarca yumurtalık ve etlik kanatlı hayvanın varlığı da göz önüne alındığında görülür ki, sadece yabanıl hayvanlar değil devasa bir çiftlik hayvan stoku da yangının kurbanı durumundadır.

 Cehennemde bir yaz mevsimi
Toplam nüfusun yarısının yaşadığı Sydney, Melbourne, Brisbane şehirlerinde, binlerce kasaba ve köyde haftalar boyunca insanlar her sabah, kesif bir duman, kül ve tozun oluşturduğu sis benzeri bir havaya uyandılar. İnsanın genzini yakan, çok rahatsız edici bu havadan kurtuluş yoktu çünkü arabanıza atlayıp nereye gitseniz sadece şehrin değil eyaletin de her yerinde durum aynıydı. Şayet varsa teknenize atlayıp 20-30 kilometre şehirden uzaklaşayım demenin de bir yararı olmadı çünkü buradaki zararlı duman, daha önce söylendiği gibi, 2300 km ötedeki Yeni Zelanda’ya dahi kesif olarak ulaştı.

Gaz maskelerine ramak kaldı!
Bazı günler yangın dumanı; azot ve kükürt oksitler, karbon monoksit, dioksinler, furanlar, uçucu organik bileşikler, metaller, toprak, toz ve alerjenler (ör., polen parçaları ve mantar sporları) içeren çok tehlikeli bir bileşim kazandığı için dışarı çıkanların mutlaka P2 tip özel maske takması önerildi. Çünkü kâğıt maskelerin bu kirli dumanı filtre etmesi söz konusu değildi.

Dumandaki partiküllerin kimi zaman 2,5 mikrometre ve daha küçük çapa (PM2.5) sahip parçacıklar içerdiği günler oldu (insan saç teli ortalama 70 mikrometre çapındadır). Bu boyuttaki partiküller akciğerlerin en ücra köşelerine erişmekle kalmayıp, aynı yolla kan dolaşımına dahi girebiliyordu. Söz konusu kirleticilerin kalp krizi, inme, akciğer kanseri ve astım ataklarına neden olma potansiyelleri yüksekti. Buradan insan sağlığı için ne kadar ciddi bir tehlike doğduğu daha iyi anlaşılabilir. Dumandaki parçacıkların haftalar boyu evlerin camlarına, balkonlarına, arabaların üzerine yağıp, çamur renginde bir tabaka oluşturduğu görüldü. İzlenen bu kirliliğin akciğerlerinize hatta kan dolaşımınıza eriştiği düşünmek rahatsızlık vericiydi.

Politikacılar cephesinde yeni bir şey yok!
Son yedi yıldır Avustralya’yı, Liberal Parti ve Milliyetçi Parti adında iki merkez sağ partinin oluşturduğu bir koalisyon hükümeti yönetmektedir. Liberal Parti başkanı Scott Morrison başbakandır. Bu partilerin yöneticileri ve halk tabanının önemli bölümü, dünyadaki benzerleri gibi, insan kaynaklı küresel boyutta bir iklim değişikliği ve ısınma olgusuna inanmamaktadır. Bu nedenle, mevcut yönetim sırasında çevre, iklim ve doğal yaşamın korunmasıyla ilgili araştırma projelerine sağlanan maddi destek kısılmıştır. Bu yaklaşımda, iki partinin dayandığı temel güç odaklarının önemli bir etkisi olduğu açıktır. Uluslararası dev maden şirketleri, sanayiciler, büyük toprak sahipleri, kiliseler birliği ve uluslararası medya şirketleri burada da söz konusu partilerin en önemli destekçisidir.

İnsanlar her sabah, kesif bir duman, kül ve tozun oluşturduğu sis benzeri bir havaya uyandılar. Genzi yakan, çok rahatsız edici bu havadan kurtuluş yoktu çünkü eyaletin de her yerinde durum aynıydı.

Avustralya’nın en temel enerji kaynağı ülkede çıkan kömürdür ve bunların büyük bölümü üretimin daha kolay olduğu açık tip madenlerdir. Bu tip madencilikte kömür, yer altında tünellere gerek olmadan yüzeyden yani 50-60 metre derinliğe sahip çanak biçiminde açılan çok geniş çukurlardan çıkarılır. Avustralya kömür üretiminde dünya dördüncüsüdür ve önemli bir kömür ihracatçısıdır. Bu nedenle ülkede 20’ye yakın termik santral vardır. Elektrik üretimi yanında kömür, endüstride de yaygınlıkla kullanıldır. Dünya nüfusunun % 0,3’ünü oluşturan Avustralya’nın doğaya saldığı sera gazı dünya toplamının yaklaşık % 1,1’dir yani hâlihazırda kişi başına dünyayı en fazla kirleten ülkeler arasındadır. Son yangınlarla Avustralya’nın atmosfere kattığı CO2 yani kirlilik daha da artmıştır.

Ateşi ve ihaneti gördük / ve yanan gözlerimizle durduk / bu dünyanın üzerinde
Ülkenin 23 deneyimli yangın ve kurtarma örgütü yöneticisinin yangınlardan aylar önce yani 2019 Nisan’ında şimdiki başbakana gönderdikleri raporda, daha fazla sayıda büyük tanker uçağına ihtiyaç olduğunu bildirmelerine karşın hükümetten bir yanıt alamamışlardır. Aynı gruptan bazı uzmanların yangınların şiddetlenmeye henüz başladığı günlerde, kışın hüküm sürdüğü kuzey yarımküredeki ülkelerden büyük yangın uçaklarının kiralanması tekliflerine de hükümetten bir karşılık gelmemiştir. Başbakanın ordu birliklerini yangın bölgelerine yardım için yönlendirmekte geç kalması da burada bir başka eleştiri konusu olmuştur. Hatta yangınların doruğa çıktığı haftalarda başbakanın ailesiyle Hawaii’de tatilde olması ciddi tepki çekmiştir. Gönüllü itfaiye erlerinin yangında yaşamlarını kaybetmesi sonucu halkın öfkesinden ürken başbakan, tatilden apar topar dönerek, basın önünde yanlış davrandığını itiraf etmiş ve toplumdan özür dilemiştir. Parti arkadaşı NSW Acil Servisler Bakanı David Elliot ise kendi eyaletinde tarihin en büyük yangın felaketi sürerken Avrupa seyahatine çıkmakta bir sakınca görmemiştir.

Kundakçılar: Bu arada hükümet partilerinin kimi muhafazakâr milletvekilleri ve madencilik sektörü patronları, iklim değişikliği ve küresel ısınma gibi hoşlanmadıkları etmenleri son yangınlarla ilişkilendirmemek için bunların büyük oranda kundakçılar tarafından çıkarıldığını iddia etmişlerdir. Fakat konuyla ilgili polis ve itfaiye yetkililerine göre, yangınların yarıdan fazlasının nedeni saptanamamıştır ve ücra yörelerde olanlar hakkında kesin bilgi edinmek imkânsız olsa da, doğu yakasındaki üç eyalette soruşturulan 300 dolayında kundakçının başlattığı yangınlar daha çok yerel düzeyde kalmıştır. Söz gelimi NSW eyaletinde son aylarda çıkan yangınların ancak % 1’i resmi olarak kundakçılara atfedilmiştir. Eyalette “mega yangınların” görüldüğü Gospers Dağları, Green Wattle Creek, Karlı Dağlar, Yeşil Vadi ve Güney Kıyısı gibi yerlerdeki yangınların tümünün şimşekler tarafından çıkarıldığı kesinleşmiştir. Tasmanya Üniversitesi’nden orman yangınları konusunda ülkenin önde gelen uzmanlarından Prof. David Bowman da, son yangınlarda görülüğü gibi, bu boyutta yangınların ancak yıldırımlar tarafından başlatılabileceği onaylamıştır. Fakat bu kundakçı sorunuyla ilgili esas endişe duyulacak nokta, yakalananlar arasındaki 18 yaş altındakilerin azımsanmayacak sayıda olmasıdır.

Avusturalyalılar da şu anda öncelikle sorunu kontrol altına alıp, yaraları sarma gayretindeler. Ama ileride yani sel gidip kum kaldıktan sonra burada da yangınların muhasebesi mutlaka yapılacaktır.

En son yerleştikleri yer, en hızlı tükendi!
Burası batılı sömürgecilerin 230 yıl önce yerleştiği dünyadaki en son yerlerden biridir. Fakat madencilik, hayvancılık ve orman kesimi başta olmak üzere, kâr hırsının yönettiği üretim biçimi çevresel yıkımı hazırlamıştır. Bu işlerin failleriyle el ele diz dize çalışan seçilmiş siyaset erbabı da, yapılanlara göz yummuştur. İşsizlik, fakirlik, huzursuzluk korkutmaları ile halk, doğa yıkımına dayalı zenginlikle, doğa dostu fakirlik seçenekleri arasında seçim yapmaya zorlamıştır. Çoğunlukla olduğu gibi seçim burada da vahşi sermayeden yana olmuştur.

Fakat gerçek yaşam kendi yolunda ilerlemeye devam ediyor: Avrupa Birliği verilerine göre, nüfusu Türkiye’nin üçte birinden az olmasına karşın, atmosfere pompaladığı CO2 onunkine yakındır. İngiltere ve Fransa’nın saldığı sera gazı miktarları bile Avustralya’dan düşüktür. Şu anda biyoçeşitlilik kaybında Endonezya’dan sonra gelen dünyadaki ikinci devlettir. Son iki yüz yılda 34 endemik memeli türünün ve alt türünün soyu tükenmiştir Avustralya’da, oysa bu sayı Kuzey Amerika’da Avrupalı yerleşiminin başladığından beri sadece 1’dir tüm dünyada ise 83’tür (Woinarski, 2015). Av eğlencesi için 19. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’den getirilen tilkiler yüzünden, 75 dolayında çok değerli endemik hayvan türü tükenme noktasındadır.

Modern Avrupalı sömürgecilerin buraya taşıdığı yıkımdan, kıtanın eşsiz doğası yanında, dünyanın yaşayan en eski kültürünün sahibi olan Aborijinler ve Torres Boğazı Adalıları da paylarına düşeni fazlasıyla almış ve bitme noktasına getirilmişlerdir. Oysa bu insanlar güneydoğu Asya yoluyla Avustralya’ya erişip, en az 50.000 yıl boyunca, kendilerini etraflarını kuşatan hayvanlardan, bitkilerden, gökyüzündeki yıldızlardan, kayalardan, kırmızı topraktan ayrı görmeden var olmayı başarmışlardı. Katledilmeseler daha on binlerce yıl burada yaşayabilirlerdi.

Geri sayım sürerken…
Avustralya akıllara kazındığı gibi, sadece havai fişekleriyle yılbaşını ilk kutlayan ülke değildir. Aynı zamanda küresel ölçekteki iklimsel değişimlerin yansımalarını da ilk yaşayan yerlerden biridir. Söz gelimi, yıllar önce kıtanın çatısında açılan dev ozon deliği ve bunun yarattığı cilt kanseri patlaması bunun akla hemen gelen bir örneğidir. Dünya ozon diye bir gazın varlığını Avustralya’daki delik sayesinde öğrendi.

Avustralya’nın en temel enerji kaynağı kömürün büyük bölümü yer altında tünellere gerek olmadan yüzeyden yani 50-60 metre derinliğe sahip çanak biçiminde açılan geniş çukurlardan çıkarılır.

Burada insanlar son yangınlarla, geleceğimizi çoktan ipotek altına almış büyük iklim felaketlerinden birinin daha provasını ilk yaşayanlardan oldular. Bu yıkım hem Avustralyalıya hem de dünyanın kulağına küpe olacak mı? Umut az; ama şu anda gezegenimizin umuttan başka ekmeği de yok…

YARARLANILAN KAYNAKLAR

– Chapman, A.D. (2009). Numbers of Living Species in Australia and the World. 2. edition. A Report for the Australian Biological Resources Study. Australian Government, Department of the Environment, Water, Heritage and the Arts, Canberra, AU.

– Coppock, C.A. (2007). Contrast: An Investigator’s Basic Reference Guide to Fingerprint Identification Concepts. Revised edition. Charles C Thomas Publisher. p.21.

– Dowdy, A.J. ve ark. (2019). Future changes in extreme weather and pyroconvection risk factors for Australian wildfires. Scientific Reports, 9, 10073.

– https://www.agriculture.gov.au/sites/default/files/documents/Forests_at_glance_2019.pdf (erişim 14/01/2020)

– https://www.agriculture.gov.au/abares/forestsaustralia/profiles/rainforest-2019 (erişim 14/01/2020)

– https://www.agriculture.gov.au/abares/forestsaustralia/profiles/autralias-forests-2019 (erişim 14/01/2020)

– https://www.nasa.gov/topics/earth/features/pyrocb.html (erişim 19/01/2020)

– https://www.ga.gov.au/scientific-topics/community-safety/busfire (erişim 12/01/2020)

– https://www.australia.gov.au/about-australia/our-country/the-australian-continent

– https://www.abc.net.au/news/2020-01-15/is-arson-mostly-to-blame-for-the-bushfire-crisis/11865724?pfmredir=sm (erişim 21/01/2020)

– Woinarski, J. ve ark., (2015). Ongoing unraveling of a continental fauna: Decline and extinction of Australian mammals since European settlement. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America,112(15), 4531-4540.

– Woinarski, J. ve ark., (January 8, 2020). A Season in Hell: Bushfires Push at Least 20 Threatened Species Closer to Extinction. The Conversation. https://theconversation.com/a-season-in-hell-bushfires-push-at-least-20-threatened-species-closer-to-extinction-129533 (erişim 18/01/2020)

– https://sydney.edu.au/news-opinion/news/2020/01/08/australian-bushfires-more-than-one-billion-animals-impacted.html (Erişim 19/01/2020)

Talihsiz devenin başına gelenler

Yabani develerin öldürülme konusu sanırım Türkiye’nin gündemine Avustralya’daki yangınlarla girdi. Bizim hükümet sözcüsünün dahi işin içine twitter yoluyla girmesinden anlaşıldığına göre tartışmalar epey ateşli şekilde sürüyor. Herhalde öldürülen hayvanın deve olması da kimilerini konunun içine çekti. Bizim ülkemiz gibi hayvan hakları karnesinin zayıf olduğu bir yerden, buralara ulaşan tepkiler çıkması iyiydi ama aynı konu bizde hayvanlara uzun yıllardır yapılan tecavüz ve eziyetlerin tekrar anılmasına da neden oldu. Meseleyi dini bir sorun olarak görenlere, İslam öncesi ve sonrası dönemlerde Mekke dahil Hicaz bölgesinde kurban için devenin tercih edilen bir hayvan olduğu da belirtildi.

Avustralya’ya 19. yüzyılın ortasında Arabistan, Hindistan ve Afganistan’dan 20.000 dolayında deve getirilmişti.

Doğruyu söylemek gerekirse, yabani deve avı burada onlarca yıldır serbest olduğu için tepkiler ne kadar karşılık bulacak, göreceğiz. Uygulamaya konması 1977 yılı olan Bölgesel Parkları ve Yaban Hayatı Koruma Kanunu ilgili bakana yetki vererek, toprak sahiplerinin tavşan, tilki, eşek, keçi, geyik, domuz, kedi ve deve gibi Avustralya doğasına dışarıdan sokulmuş ve zarara neden olan türleri öldürmeleri teşvik edilmiştir. 1990’larda biyoçeşitliliği koruma faaliyetleri artınca dikkatler bu yabancı hayvanlar üzerine daha fazla odaklanmıştır. Hatta 2009’da geliştirilen bir proje ile yabani deve sayısını kontrol altına alabilmek için planlı şekilde öldürülmeleri, resmi bir çerçeveye oturtulmuştur. Fakat proje sadece develerin silahla öldürülmesi şeklinde uygulanmamaktadır. Uygun olduğunda yakalanan hayvanların kesimhanelere nakli de yapılmaktadır. Ayrıca uygulama, görülen her devenin öldürülmesi anlamında değil, sürülerin aşırı üreyip, yerleşim yerlerine zarar verdiği yerlerde yapılmaktadır.

Avustralya’nın % 20’sini (yani iki Türkiye büyüklüğünde bir alan) çöl tanımına giren bölgeler oluşturur. Kıtanın iç kısımlarını kaplayan bu çöllerin sınırında yaşayıp, hayvancılık ve madencilik yapan insanlarla sosyo ekonomik bağlantıyı sağlamak için 19. yüzyılın ortasında Arabistan, Hindistan ve Afganistan’dan 20.000 dolayında deve alınmıştır. Bu develerle birlikte çoğu Müslüman olan 2000’den fazla Hintli, Afgan, Mısırlı ve Türk deve çobanı da getirilmiştir. 1860’lı ve 1930’lu yıllar arasında iç bölgelerin ekonomisine, kültürüne ve keşfine büyük hizmetler veren develer ve “Afgan” adıyla tanınan çobanları, motorlu araçların gelmesiyle 1930’lu yıllardan itibaren tarih sahnesinden çekilmiştir ve kullanılmayan develerin bir kısmı polis tarafından vurularak öldürülmüş geri kalanlar ise doğaya salınmıştır.

Yabanileşen deve sürüleri arazileri çevreleyen çitlere, su biriktiren klima sistemlerine, su kaynaklarına, ekili arazilere ve otlaklara ciddi zarar veriyorlar.

Kurak iklimde yaşama ustası olan bu hayvanlar, uzun yıllar boyu ayrımcılık yüzünden acı çeken memleketlisi çobanlarının öcünü alırcasına, yaban doğada üreyerek sayılarını bir milyonun üzerine çıkarmıştır. Başı boş deve sayısının bu boyuta erişmesine izin verilmeden daha önce önlem alınması gerekiyordu ama öncelerde birkaç çiftlik sahibi dışında bu hayvanlar kimsenin sorunu değildi. Avustralya’nın iç bölgeleri on binlerce çiftlik ve madencilik istasyonuyla kaplı olduğu için yabanileşen deve sürüleri arazileri çevreleyen çitlere, su biriktiren klima sistemlerine, su kaynaklarına, ekili arazilere ve otlaklara ciddi zarar veriyorlardı. Özellikle bu bölgelerde yaşayan Aborijin toplulukları bir kontrol programının başlatılması isteğindeydi. Çünkü yabani develerin sürüler halinde yaşadığı yerlerin üçte biri onların kullandığı topraklardır. Su kaynaklarının çok kısıtlı olduğu bu coğrafyada, son dört beş yıldır ciddi bir kuraklık yaşanması, öncelikli olarak buranın paha biçilmez değerdeki endemik hayvan ve bitkilerini koruma altına almayı gerektirmiştir. Diğer kıtalarda olduğu gibi burada develeri avlayacak hayvanlar yoktur. Yabani köpekler yani dingolar sadece yavrulara saldırabilmektedir. Yüzlerce deveden oluşan kalabalık sürüleri böyle bir dönemde hayatta tutmak olanaksızdır. Bu nedenle başıboş develer yıllardır, yukarıda sözü edilen öteki “zararlı verici yabancı” türlerle birlikte çeşitli yollarla, düzenli olarak yok edilmektedir.

Bu arada kuzey doğudaki Queensland eyaletinde bazı girişimciler, daha ahlaki bir çözüm olarak, bu bedava kaynağı süt üretimine yönlendirme çabasındadır. Deve eti üreticisi bazı Aborijin işletmeleri de kendi bölgelerindeki başı boş develeri toplamaktadır. Sonuç olarak bu konu, son yangınlarla bağlantılı ve yeni ortaya çıkmış bir sorun değildir.

Önceki İçerikBir kaynak olarak veri ve dijital zekâ
Sonraki İçerikLise Meitner