Ana Sayfa Bilim Gündemi Marx’ın düşüncesinde “epistemolojik kopuş” ve yabancılaşma teorisinin seyri

Marx’ın düşüncesinde “epistemolojik kopuş” ve yabancılaşma teorisinin seyri

3491

Marksist düşüncenin oluşumu ve olgunlaşmasını inceleyen kimi yazarlar “genç” ve “olgun Marx” arasında bir ayrım yaparlar ve bu ayrım Marx ve Engels’in düşüncesindeki bir kopuş ya da kırılma iddiasına ve buna bağlı olarak gelişen bir dizi tartışmaya varacak şekilde ilerler. Bahsedilen bu kırılma, Marx ve Engels’in “felsefeden kopuş”u ya da Louis Althusser tarafından “epistemolojik kopuş” olarak nitelenmiştir. “Felsefeden kopuş” konusu, “praksis felsefesi” olarak da anılan Marksizm için yıllanmış olsa da ve belki ilk etapta fazlasıyla teorik bir tartışma konusu gibi görünse de, temas ettiği konuların başında son derece güncel bir sorun olan yabancılaşma sorunu geldiği için, günümüze dokunan bir potansiyeli de içinde taşır.

Buna göre, Marx ve Engels hayatlarının bir aşamasında, sadece bir uğraş alanı olarak değil ama aynı zamanda ona karşı konumlanmayı imleyecek şekilde felsefeyi kesin olarak terk etmişlerdir. Felsefeden bu şekilde uzaklaşılmasının en önemli sonuçlarından ve dolayısıyla göstergelerinden biri de yabancılaşma teorisinin Marx’ın geç dönem eserlerinde tümüyle ortadan kaybolmasıdır (Musto, 2010: 79). Althusser ve çevresi, özetle, “genç” Marx’ın sol Hegelcilerle olan tartışmasını neticeye vardırdığı ve 1845’te yazmaya başladıkları Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler’de (2013) (ve en çok da meşhur on birinci tezde – “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir”), artık, dünyayı değiştirmeye odaklanırken felsefeyi de bir kenara koyduğunu ve felsefeyi genel olarak bu mücadelenin dışında, ideolojik sorunlarla yüklü bir uğraş alanı olarak konumlandırdığını vurgularlar. Buradan hareketle, Marx’ın aslında bir felsefesinin olmadığını (ilk çalışmalardaki tartışmalardan sonra felsefeyi terk ettiğini) ve hiçbir zaman olmayacağını da savunurlar (Archibald, 1978: 120-121; Timur, 2007).

Althusser, Marx İçin’in önsözünde, Marx’ın çalışmalarının başından sonuna kadar bir bütünlük içinde geliştiği fikrinin aksine, Marx’ın hayatını ve eserlerini 1845 öncesi hümanist öğelerin önde olduğu “ideolojik dönem” ve 1845 sonrası “bilimsel dönem” şeklinde ikiye ayırır (2015: 41-51). Marx’ın “bilimsel” dönemi, teorisinin felsefi ve ideolojik “yük”lerden kurtulduğu, spekülasyondan uzaklaşarak dönüşüm geçiren düşüncelerinin kristalize olduğu aşamaya tekabül eder. Etienne Balibar da aynı fikirdedir. “Felsefeye karşı devrim” yapan Marx’ın düşüncesi “felsefe olmayan”dır ve “anti-felsefe”dir, ancak Marx felsefeye o denli büyük bir müdahalede bulunmuştur ki “Marx’tan sonra felsefe artık eskisi gibi değildir” (Balibar, 2014: 10-11).

Bu düşünürlere göre, Marx, Alman İdealizmiyle olan tüm bağını koparır ve o cenahla sürdürdüğü tartışmalara nokta koyarken Batının felsefi geleneğinden de kendini ayırmıştır. Taner Timur, benzer bir fikrin (Batı siyaset felsefesi olarak) Arendt’te de olduğunu vurgular: Antik Yunan’dan beri siyaset felsefesi, Marx’ın vurguladığı “toplumsallaşmış insanlar”ın ortaya çıkmasıyla, bir başka ifadeyle, kapitalist toplumda yaşayan insanlarla beraber felsefenin toplum denilen alanda gerçekleşebilmesiyle artık mümkündür. Bu fikir, Marx’ın sözü edilen “kopuş”uyla hayat bulmuştur (Timur, 2007: 22).

“Kopuş”un düğüm noktası: Yabancılaşma
Daha önce de belirtildiği gibi, birçok düşünürün farklı ölçülerde kabul ettiği “epistemolojik kopuş” fikri, Marx’ın yabancılaşma kavrayışıyla doğrudan ilgilidir. Zira Marx’ın bu “kopuş” hakkında doğrudan yazdığı bir metin olmasa da “kopuş” tespitini en çok destekleyen inceleme başlıkları arasında yabancılaşma sorununa yaklaşımı gelir. Althusser, Marx’ın Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler’le (2013) felsefeyi bir kenara koyarken hümanist bir gelecek vurgusundan da uzaklaştığını savunur. Bundan bir yıl önce kaleme alınan ama Marx yaşarken hiç basılmayan 1844 Elyazmaları (2005) bu kırılmanın en görünür olduğu metindir ve bu nedenle bir sonuç metni olmaktan çok yaşanan kırılmanın gözlemlendiği bir “oluş” metnidir. Marx, ertesi yıl “felsefeyi terk etmeden” önce felsefe ve –uzun yıllar sonra esasını Kapital’de göreceğimiz- ekonomiyi buluşturmuştur bu elyazmalarında.
Althusser’e göre, bu birlikteliğe hâkim olan felsefe, klasik ekonomi politiğin eleştirisinin emeğin yabancılaşmasına dayanılarak çözümlenmesidir: “Siyasal İktisadın ÇELİŞKİ’sini, bu çelişkiyi düşünerek ve bunun dolayımıyla tüm Siyasal İktisadı, tüm kategorilerini bir anahtar kavramdan -yabancılaşmış emek kavramı- yola çıkıp düşünerek çözen felsefedir bu” (2015: 195). Ve diye ekliyor Althusser, 1844 Elyazmaları, Kapital’deki çözümlemenin bir eskizi gibi olsa da, onun “…büyüleyiciliğinde, mantıklarının karşı konulmazlığında ve diyalektiklerinin inandırıcılığında bu parıltıdan bir şeyler vardır” (2015: 195-196). O parıltı ve ikna gücü, felsefinin parıltısı ve ikna gücüdür. “Felsefi derken, bu sözcüğü Marx’ın daha sonra kesin mahkûm edeceği anlam içinde ele alıyorum. Çünkü her kesinlik ve her diyalektik ancak hizmet ettikleri ve açıkladıkları anlam’ın değerindedir” (s. 196).

Althusser, Marx’ın Alman İdeolojisi ve Feuerbach Üzerine Tezler’le (2013) felsefeyi bir kenara koyarken hümanist bir gelecek vurgusundan da uzaklaştığını savunur. 1844 Elyazmaları (2005) bu kırılmanın en görünür olduğu metindir ve bu nedenle bir sonuç metni olmaktan çok yaşanan kırılmanın gözlemlendiği bir “oluş” metnidir.

Bir başka deyişle, Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde pratik olana yaptıkları vurguyla felsefeden çıkmalarının arifesindeki bir buluşmadır söz konusu olan: “…bu ilişki çerçevesinde, yani bir süre sonra kökten bağımsız olacak bir içerik üzerinde felsefenin kökten tahakkümü koşulunda, Marx’tan en uzak Marx bu Marx’tır, kıyıda duran Marx’tır, arife gününün Marx’ıdır, eşikteki Marx’tır” (2015: 196). Dolayısıyla, “Kapital’deki Marx”a, yani esasen felsefeden ve dolayısıyla “ideoloji”den kopan “bilimsel” Marx’a en uzak noktadaki Marx, 1844 Elyazmaları’ndaki yabancılaşma teorisini inşa eden Marx’tır.

Althusser’in ileri sürdüğü bu iddianın diğer dayanaklarından biri de Marx’ın metinlerindeki tartışma konularında gözlemlenen değişimdir. “Kopuş”u belgeleyen metin olarak 1844 Elyazmaları’nda ortaya çıkan kategoriler (özel mülkiyet, sermaye, para, işbölümü) Kapital açısından oldukça “tanıdık” olsa da, daha sonraki çalışmalarında “emekçinin yabancılaşması ve özgürleşmesi ve ona vaat edilen gelecek olarak hümanizm” gibi temalar pek görülmez. Özetle, 1845’le beraber “felsefeden çıkış”, hümanist bakışın ortadan kalkması, olgunlaşma dönemi bilimsel eserlerinin ortaya çıkması, sonraki eserlerde ve özellikle Kapital’de yabancılaşma temasının yitimi olarak savunulur.

Yabancılaşma teorisinin seyri
Öte yandan, Althusser’in ileri sürdüğü ve Marksistler arasında destek de gören bu fikre tümüyle itiraz edenler de vardır. Marksist bir felsefe olamayacağını savunan ve Althusser’le bu konuda aynı fikirde olan Balibar (2014: 102) yabancılaşma temasının terk edilmesi söz konusu olduğunda ise farklı bir tutum takınır ve Marx’ın “bilimsel” dönemiyle “ideolojik” dönemi arasındaki bağın yalnızca “tanıdık kategorilerle” sınırlı olamayacağını açıkça ifade eder. Balibar, Alman İdeolojisi’ndeki “ideolojik” Marx’ın da Kapital’de fetişizmi merkezi bir düzeyde çözümleyen “bilimsel” Marx’ın da Hegel ve Feuerbach’tan devraldığı ve hiçbir zaman terk etmediği büyük bir mantık şeması olduğunu söyler. O şema yabancılaşmadır. Marx’ın çözümlemelerinde çalışma yaşamı, işbölümü, emek, değer, mülkiyet gibi konuların tam da ortasında yer alan “yalıtılmış bireylerin durumu” ve “egemen soyutlamalar” bu nedenle her zaman iç içedir.

Bilindiği gibi, Marx, pek çok eserine içkin yabancılaşma sorununu yalnızca 1844 Elyazmaları’nda (2005), “yabancılaşmış emek” başlığı altında derli toplu bir şekilde değerlendirmiştir. Buna göre, kısaca ifade etmek gerekirse, kapitalist üretim ilişkilerine bağımlı olan insan, (i) kendi ürününe, (ii) üretici etkinliğine, (iii) türüne ve (iv) diğer insanlara yabancılaşır. Marx’ın yabancılaşma konusundaki hareket noktası, kapitalist ekonominin işleyişini inceleyen klasik ekonomi-politikçilerin özel mülkiyetten hareket etmesine nazire olarak belirlediği –çünkü bu, kötülüğü ilk günahla açıklamak gibi bir şeydir, yani bir totolojidir- (Marx, 2005: 243) ve “güncel iktisadi bir olgu” olarak nitelediği, üreticinin yüzleştiği sömürünün çıplak görünümleridir.

Marx, bundan 23 yıl sonra, üretimde artan makineleşmenin -ki ikinci sanayi devrimi gerçekleşiyordur artık- işçiler ve çalışma koşullarını ise Kapital’de “Makineler ve Büyük Sanayi” ve “İşçi ile Makine Arasındaki Mücadele” başlıklı bölümlerde inceler ve “bu nesnel organizmaya insan unsurunun nasıl katıldığı”nı ayrıntılarıyla değerlendirir (2011: 357-418). Özellikle “Makineye Dayanan Üretim Sisteminin İşçi Üzerindeki İlk Etkileri” başlığı neredeyse tümüyle işçi sınıfının sermaye karşısında makineleşme aracılığıyla düşürüldüğü duruma ayrılmıştır. Bu bölümde işin basitleşmesinin ve işçiyi daha ucuz bir iş gücü haline getirmenin yollarını aramanın, makineye dayalı, standartlaşmış üretim biçiminin doğrudan bir sonucu olduğu savunulur. Bunun emekçiler açısından sonuçları ise göründüğünden daha acıdır: “Makinelerin kapitalist tarzda kullanımının ilk sonucu kadın ve çocuk emeğidir!” (s. 378) ve fabrikalar da Fourier’e atıfla “koşulları hafifletilmiş çalışma kampları”na benzetilir (s. 408).

Ama yine de bu bölümlerin 1844 Elyazmaları’ndaki kadar “insan odaklı” çözümlemeleri barındırmadığını, insan doğası, insanın türsel nitelikleri ya da emek ürünü gibi konuların çözümleme dışında bırakıldığını belirtmek gerekir. Marx, Kapital’in bütün bu bölümleri boyunca işçilerin durumunu büyük sanayi ve makineler gibi konular söz konusu olduğunda somut bir şekilde ele alır ve belki de daha da önemlisi yabancılaşma kelimesini neredeyse hiç kullanmaz. Balibar, Marx’ın metinlerdeki yabancılaşma sorunu açısından gözle görülür bu değişimi, 1848 devrimlerinin yenilgisinden sonra, “ ‘bilimsel’ projesinin yeniden inşası, ya da nesnel bir alan değişimi, kendi toplumsal devrim perspektiflerinin, yakın vadeden uzun vadeye aktarılarak düzeltilmesi” çabasıyla açıklar (2014: 14, 102). Ancak bu açıklamanın yanlış olmasa da eksik olduğunu belirtmek gerekir.

Konumlanma noktasındaki değişim
Genel olarak Marx’ın eserleri arasında yapılacak herhangi bir karşılaştırma ve özel olarak yabancılaşma konusundaki çözümlemelerinin seyri konusunda yapılacak bir inceleme, ilgili metinlerin öne çıkardığı noktalara ve daha da önemlisi Marx’ın neyi nasıl yazdığına dönük daha geniş bir sorgulamaya dayanmalıdır. İnceleme yolunun, bu açıdan, zorunlu olarak ziyaret etmesi gereken iki uğrağının olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, -eğer Marx tüm bu kitapları sadece entelektüel bir faaliyet adına kaleme almamışsa- söz konusu eserlerin ortaya çıktığı nesnel pratik koşulları içeren ve bu eserlere “dışardan” bir bakışı gerektirir (ki Balibar’ın getirdiği açıklamanın bu ilk aşamada yoğunlaştığı görülüyor). İkincisi ise buradan hareketle zorunlu olarak Marx’ın inceleme yöntemine (diyalektik materyalizme), neyi nasıl araştırdığına ve sunduğuna dikkatleri çevirmelidir.

“Nesnel koşullar” açısından eklenmesi gereken diğer bir önemli husus ise Marx ve Engels’in bütün bu tartışmaları hangi özel teorik gündemleri gözeterek kaleme aldıklarıyla ilgilidir. Bilindiği gibi, Marx öldükten sonra 1888 gibi geç bir tarihte Engels, tümüyle “eski” tartışmalara odaklanan bir eser olan Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu’nu (2011) yayınlamıştır. Bu “eski” tezleri yayınlamasının nedenini ise Almanya dışında Alman İdealizmine artan ilgiyle açıklamıştır ve daha da önemlisi, Engels bu eserde sözü edilen “kopuş”a dair en ufak bir göndermede dahi bulunmaz.

Yabancılaşma teorisi, kimi zaman açıktan kimi zaman biraz daha arka planda kalsa da, Marx’ın tüm çalışmalarında çözümlemelerine eşlik eden, kalıcı bir mantık şeması olarak varlığını sürdürür.

İkinci ve Marx’ın yöntemiyle ilgili olan uğrağa geldiğimizde ise “nesnel koşullar”la sıkı sıkıya ilişkili olan bir inceleme tarzının belirleyici olduğu görülür. Marx, 1844 Elyazmaları’nda yabancılaşma kuramını adıyla sanıyla incelerken “eylemde bulunan bireyi merkeze alır” (Ollman, 2012: 213). Kapital’de ise Marx’ın erken dönem yabancılaşmış emek teorilerine içkin bir kavramsallaştırmayla, yabancılaşmış insanlık durumunun bir diğer yüzünün ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Marx, aslında her iki eserinde de, benzer olguları farklı yönlerini öne çıkararak ele alır. Bu anlamıyla, kapitalist toplumu fetişleştirilmiş meta hâkimiyeti açısından ele alıp, piyasa soyutlamasının cenderesi altında kıvranan bir toplum olarak çözümlemek ile işçinin deneyimlediği sömürü mekanizmasını yabancılaşmış emek dolayımıyla çözümlemek arasında belirlenen konumlanma noktası (vantage point) açısından önemli bir fark bulunur (s. 213). Marx’ın yönteminde (diyalektik materyalizmde) konumlanma noktası, belirlenen önceliğe göre araştırmanın odak noktasının farklılaşması ve incelenen olguların bir tür hiyerarşiye tabi tutulması anlamına gelir. Dolayısıyla, erken dönem çalışmalarındaki yabancılaşma kavrayışında Marx’ın konumlanma noktası insandır (ki bu çalışmalara yön veren esas amaç o günlerde güçlü olan Alman İdealizminin teorik dayanaklarını çürütmektir), geç dönem çalışmalarında ve özellikle Kapital’deki fetişizm tartışmasında ise metanın ve sermayenin çözümlenmesi (sanayi kapitalizminin yaygınlaştığı koşullarda bütün bir kapitalist üretim tarzının röntgeninin çekilmesi çabasının öne çıkması) öncelik halini alır (s. 213). Yaklaşım farkı buradan kaynaklanır. Dolayısıyla yabancılaşma teorisi, kimi zaman açıktan kimi zaman biraz daha arka planda kalsa da, Marx’ın tüm çalışmalarında çözümlemelerine eşlik eden, kalıcı bir mantık şeması olarak varlığını sürdürür.

Şunu da eklemek gerekir ki, yabancılaşma teorisi Marx’ın metinlerinde, işçinin karşı karşıya olduğu sömürünün onu her açıdan sakatlayan sonuçlarını net bir şekilde ortaya koymaktan ya da tasvir etmekten çok daha fazlasını içerir. Yabancılaşma teorisi, en genel haliyle kapitalist toplumlardaki egemen yanılgıları içine alır, dini ideolojiyi, meta fetişizmini ve piyasa soyutlamasını buna dahil eder ve genel bir insan doğası ve emek teorisi kavrayışına yaslanır. Dolayısıyla, Marksizm’in epistemolojik ve ontolojik dayanaklarını inşa eden böyle bir kuramın, sessiz sedasız bir şekilde ortadan kaybolduğuna ikna olmamız için daha somut göstergelere ve kuramsal çözümlemelere ihtiyacımız olduğu kesindir.

Jean Hyppolite, “Marx’ın tüm düşüncesinin kökensel fikri ve bir bakıma tohumu, onun Hegel ve Feuerbach’tan aldığı yabancılaşma fikridir” diyor ve ekliyor: Ancak bu kavramı gözeterek Marksist özgürleşmenin ne olduğunu anlayabiliriz ve 1844 Elyazmaları’yla Kapital arasındaki teorik bağı çözebiliriz (2010: 173-174). Hyppolite’ın belirttiği bu güçlü teorik bağın ilginç bir “sağlama”sının yapıldığı da söylenebilir. 1844 Elyazmaları’nın ilk defa 1932 yılında basıldığı ve Marx’ın yabancılaşma teorisinin ilk defa o zaman gün yüzüne çıktığı bilinir. Ama bu tarihten çok daha önce, 1923 yılında kaleme aldığı Tarih ve Sınıf Bilinci (2014) isimli eserinde Marx’ın Kapital’de yaptığı fetişizm analizinden hareket eden György Lukács’ın şeyleşme ve yabancılaşma süreçleri üzerine yazdıklarının 1844 Elyazmaları’nda sınırları çizilen yabancılaşma kuramıyla oldukça uyumlu oluşu ise dikkat çekici bir tarihsel anekdot olarak literatürdeki yerini almıştır.

Kaynaklar:

– Archibald, W. P. (1978). “Using Marx’s Therory of Alienation Emprically.” Theory and Society. 6 (1): 119-132.
Althusser, L. (2015). Marx İçin. Çev., Işık Ergüden. İstanbul: İthaki.

– Balibar, E. (2014). Marx’ın Felsefesi. Çev., Öner Laçiner. İstanbul: Birikim.
– Engels, F. (2011). Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu. Çev., Sevim Belli. Ankara. Sol.

– Hyppolite, J. (2010). Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar. Çev., Doğan Barış Kılınç. Ankara: Doğu-Batı.
Lukács, G. (2014). Tarih ve Sınıf Bilinci. Çev., Yılmaz Öner. İstanbul: Belge.

– Marx, K. (2005). 1844 Elyazmaları. Çev., Kenan Somer. Ankara. Sol.

– Marx, K. (2011). Kapital (Cilt I). Çev., Mehmet Selik, Nail Satlıgan. İstanbul: Yordam.

– Marx, K., Engels, F. (2013). Alman İdeolojisi. Çev., Tonguç Ok, Olcay Geridönmez. İstanbul: Evrensel.

– Musto, M. (2010). “Revisiting Marx’s Concept of Alienation.” Socialism and Democracy. 24 (3): 79-101.

– Ollman, B. (2012). Yabancılaşma. Çev., Ayşegül Kars. İstanbul: Yordam.

– Timur, T. (2007). Marksizm, İnsan ve Toplum. İstanbul: Yordam.

Önceki İçerikEkonomik kriz sağlığımızı nasıl etkiler?
Sonraki İçerikEvrensel “kıyamet senaryoları”
Dr., - Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi