Örneğine pek rastlamadığım türde bir çizgi roman okudum. Tilki, farklı uzmanlıklardan biliminsanlarından oluşan bir arkeolojik kazı ekibinin projesi. Hem neolitik bir yaşam kesitini, hem de bir neolitik dönem kazı çalışmasını iç içe geçirerek betimliyor. Yumurta-tavuk ilişkisiyle bağlı bu iki süreç, arkeoloji biliminin anlatılarını nasıl oluşturduğuna tanıklık edebileceğimiz kesişmeler öne çıkarılarak, iç içe veriliyor. Okurlar, tek bir kurguda birbirine sarmalanarak akıtılan bu iki anlatı katmanını rahatça takip edebilsin diye biçimsel farklılıklardan yararlanılmış. Örneğin Neolitik hikâye renkliyken, arkeolojik çalışma siyah-beyaz çizilmiş; yer yer aynı sahneyi de paylaşan hikâyeler farklı yazı karakterleriyle de ayrıştırılmış.
Neolitik topluluğun rehberi: Bilge kadın ya da tilki
Neolitik hikâye yaklaşık 9000 yıl öncesinde, bugünkü Ürdün topraklarında başlıyor. MÖ 8340-7960 yıl arasına tarihlenen, arkeolojik terminolojiyle Orta Çanak Çömleksiz Neolitik B yerleşmesi olan Shkârat Msaied’de. İnsanlık tarihinde önemli bir dönüşümün yaşandığı, göçebe toplulukların avlanarak ve bitki toplayarak yaşamaktan yavaş yavaş hayvan yetiştirmeye ve tarım yapmaya geçtikleri bir dönem anlatılan. Neolitik hikâyenin fonunda bu geçişe ait izler işlenirken, merkezinde henüz 35 yaşındayken öldüğü anlaşılan bir kadına yer veriliyor. O, bilgi ve deneyim birikimiyle topluluğa öncülük eden bir bilge. Bir şaman. Ölüsünü kendi elleriyle gömdüğü ustasını 15 yıl boyunca izlemiş. Topluluğun somut ihtiyaçlarını karşılamaya dönük günlük eylemlerine ve soyut ihtiyaçlarına yönelik törenlerine rehberlik etme sırası artık onda. Bilge kadının özdeşlik kurduğu, ruhuyla bir olduğuna, bu yolla belki atalarıyla iletişime geçtiğine inandığı, törenlerde kürküne büründüğü hayvan ise bir tilki. Tahmin edileceği üzere, kitabın adı buradan geliyor. Göbeklitepe’deki T biçimli dikilitaşların üzerinde de betimlerine rastladığımız tilkinin, neolitik dönem mitolojisinde önemli bir yeri olduğu düşünülüyor. Bir gece canlısı olduğundan, ölülerin dünyasıyla yaşayanların dünyası arasında aracı olarak görülmüş olabilir.
Belki bu hikâye 9000 yıl önce değil de 18 yıl önce başlamıştır. Çünkü arkeologların, Shkârat Msaied kazılarında, 2003 kazı döneminde, topluluğun ölülerini gömdüğü bir yapıda buldukları, kol ve bacak kemikleri gövdesinden ayrılarak özenle göğüs kafesine yerleştirilmiş, kafatası ayrılmış, yanına keçilere ait çene kemikleri konulmuş bir kadın iskeletine ve bu iskeletten yola çıkarak yaptıkları yorumlara dayanıyor. Arkeolojik kanıtlara bağlı kalmak koşuluyla anlatılabilecek olası hikâyelerden yalnızca biri. Aynı yapıda ortaya çıkarılan toplu halde gömülmüş kafataslarının yanında bulunan tilki kemiği kalıntıları ve gene aynı yapıdaki bir başka gömüden gelen olağanüstü büyüklükteki yeşimtaşından boncuk buluntusu, kadının hikâyesine eklenerek, ana unsurlara dönüşüyorlar.
Arkeolojik kanıtlar bütün hikâyeye yeter mi?
Tam burada şunu belirtmek gerekir ki, işin içinde biliminsanları ve bilim varsa, yazarı ya da çizerinin imgeleminin zengin bağlamında rengârenk hayat bulan, gerçeğe uygunluk ya da tutarlılığı mumla arayacağımız, belki aramamızın da gerekli olmadığı bir eserden hayli uzağız demektir. Arkeologlar bir anlatı oluştururken, buluntulardan yola çıkar. Zihinlerinin herkes kadar özgürce dolaştığı diyarlardan serbestçe söz etmelerine engel olan, ellerini kollarını bağlayan budur: Bilimsel kanıtlar bu anlatıya izin veriyor mu, vermiyor mu? Ya da ne kadarına izin veriyor?
Shkârat Msaied’de 1999’de bu yana kazı çalışmaları yürüten Kopenhag Üniversitesi Kültürler Arası ve Bölgesel Araştırmalar Bölümü’nden Danimarkalı ekip, çizgi romanın hazırlık sürecinde, öncelikle kendi kazılarının sunduğu verilere dayanmış. Ellerindeki verilerin çizgi roman projesinin gereklerini karşılamaya yetmediği durumlarda, en yakın çevredeki yerleşmelerden başlayarak, coğrafyanın çapını gerektikçe genişleterek, işlerine yarayacak neolitik bulgular aramışlar. Ama kurguda Yakındoğu neolitiği dışındaki malzemeye nadiren başvurulmuş.
Bu çizgi roman projesinin, yürütücü bilimsel kazı ekibini, akademik bir yaklaşımla hazırlamaya alışık oldukları, temkinli bir üslup kurdukları bilimsel metinlerin konfor alanından çıkararak cüretkâr olmaya zorlayacağı aşikâr. Çizgi romanı ancak, araştırma pratiklerinde her zaman net yanıtlar bulamadıkları kimi soru başlıklarında kesin kararlar vererek ilerletebilmişlerdir. Hem de çizerek betimleme söz konusuyken, günlük yaşamı oluşturan sayısız ayrıntı nasıl kurulacak? En basitinden karakterler ete kemiğe büründürülürken, ulaşılan maddi buluntuların ve kanıtların pek az şey söylediği dış görünüşler nasıl betimlenecek? Organik doku kalıntılarına ulaşılamadığından genetik analizler yapılamamış; öyleyse, karakterlerin saçları, tenleri, gözleri ne renk olacak? Giysileri olacak mı, bu giysiler onları ne kadar örtecek, ne kadar çıplak bırakacak? Hikâyede bu ve benzeri boşluklar nasıl tamamlanacak?
Kapatılan/kapatılamayan boşluklar
Shkârat Msaiedlilerin, elbette günümüzde aynı coğrafyayı paylaşan halkla benzeyeceği yönündeki beklentim nedeniyle, şimdiki Ürdün topraklarında 9000 yıl önce yaşamış anakarakterin, esmer tenli olmakla birlikte, mavi/yeşil renkli gözlerle betimlendiğini görünce şaşırdım. Bu renk seçiminin, kendi köklerini Ortadoğu ve Anadolu’daki tarihi çok eskilere giden arkeolojik yerleşmelerde arayan Batılı biliminsanlarının önyargılarından, hatta Batı-merkezci ideolojilerinden kaynaklanabileceğini düşündüm. Öyle ya, önemli tarihsel dönüşümlere sahne olmuş arkeolojik yerleşmelerde aynı zamanda atalarını da arıyorlarsa, kendileriyle fiziksel benzerlikler kurmaya çalışacaklardı. Kitabın devamında yer bulan, neolitik hikâyenin oluşum sürecine dair bilgiler veren metinde; karakterler için neden esmer ten renginin seçildiğine bir açıklama getirme gereği duyulmuş: Neolitik toplulukların ağırlıklı olarak yapı içlerinde değil dışarda yaşadığı ve bu da uzun süreli güneş ışığına maruz kalma anlamına geldiği için karakterlerde koyu ten rengini seçtiklerini belirtiyorlar. Kuşkusuz insanlık tarihinde arkeolojinin, paleoantropolojinin henüz kapatamadığı büyük boşluklar bulunuyor. Dış görünüşlerimizdeki farklılıkların tam olarak hangi süreçlerde, hangi coğrafyalarda oluştuğu örneğin. Ama bana sorarsanız, halihazırda sahip olduğumuz kanıtlarla hâlâ insanlığın beşiği addedilen Afrika kıtasına komşu olan bu toprakların tarihöncesi sakinlerinin de esmer bir tene, koyu renk saçlara ve gözlere sahip olduklarını düşünmek akla daha yatkın geliyor. Belki de yazarlarla benzer bir önyargılı yaklaşıma sahip olduğumdandır, kim bilir.
Sözünü etmek istediğim bir başka nokta da, okurun kendisini neolitik hikâyeye bütünüyle kaptırmasının önünde duran engel. Hayır, bu engel, neolitik hikâyeyle neolitik kazı çalışmalarını anlatan karelerin aynı sahneyi paylaşmasının yabancılaştırıcı etkisi değil. Karakterlerin birer isminin olmaması. Olabildiğince arkeolojik kanıtlarla ilerletmeye çalışmanın hikâyeye getirdiği en büyük sınırlama belki de bu: Neolitik toplulukların iletişim kurdukları dile, nesneleri ve kendilerini adlandırıp adlandırmadıklarına dair hiçbir şey bilinmediğinden, karakterlerin isimsiz bırakılması tercih edilmiş. Ama bu ne yazık ki bu tercih, neolitik hikâyeyle okur arasına bir mesafenin girmesine yol açıyor.
Geçmişe ve geleceğe açılan pencereler
Shkârat Msaied kazılarının tarihçesi de çizgi romanın kurgusuna yedirilmiş durumda. 1964’de İngiliz bilimkadını Diane Kirkbride Helbeak tarafından bir yüzey araştırmasıyla keşfedilen Shkârat Msaied, 1984’de Alman araştırmacı Hans Georg Gebel tarafından kısa süreli çalışılıyor; kazıları günümüzde de sürdüren Danimarkalı ekip ise, 1999’da yerleşmeye geliyor. Tilki, çizgi roman projesini de yürüten bu ekibi oluşturanların siyah beyaz portreleri ve tanıtımlarıyla başlıyor; kazı çalışmasının kahramanları bunlardır. Hemen yan sayfada ise Shkârat Msaied yerleşmesinin 9000 yıl önceki sakinleri topluluk halinde betimleniyor; Neolitik yaşam hikâyesinin kahramanları da bunlar. Kitap, arkeoloji biliminin nasıl çalıştığını gösterme amacına da hizmet edecek şekilde, kazı çalışması odaklı alternatif bir çizgi hikâyenin yanı sıra, anlatılan neolitik hikâyenin arka planında yatan bilimsel gerçekler, fikirler ve kavramlardan söz edilen bir bölümle neolitik ölü gömme geleneklerine yakından bakılan bir başka bölümü de içeriyor.
Tüm sınırlara, tüm boşluklara rağmen, neolitik bir yaşama ve neolitik kazıların arka planına olabildiğince zengin bakmaya çalışılan çizgi romanda, geçmişe ve geleceğe de pencereler açılıyor. Örneğin çakmaktaşı hammaddesi edinmek üzere yola koyulan topluluktan iki kişi, yolları üzerindeki bir bölgeden (Natufyan epipaleolitik alanı, MÖ 13500-9500) geçerken, buldukları kabaca yontulmuş çakmaktaşı alet bağlamında, bunu üreten atalarının yaşamlarının nasıl olabileceği üzerine sohbet ediyorlar. Onların yaşamlarını binlerce yıl sonrasında araştıran biliminsanları gibi, onlar da binlerce yıl önceki atalarının yaşamlarını merak ediyorlar.
Bir başka sahnedeyse çocuklar üzerinden geleceğe uzanılıyor. Köyün evlerinin onarımı ve yeni bir evin inşa edilmesi sırasında, iki çocuk, evlerinin hep yapageldikleri gibi yuvarlak tabanlı değil de, başka hangi biçimlerde olabileceğini birlikte hayal ediyor; toprak üzerine bir dal parçasıyla olasılıkları çiziyorlar. Çocukların çizdiği dörtgen planlı yapılar çok geçmeden hayat bulacak, mimari tarihte yerlerini alacaklar. Geleceğin ve hayal gücünün çocuklarla temsil edilmesi, belki de gerçekten binlerce yılı aşabilecek, evrensel bir durumdur. Takip eden sayfalarda, aynı çocuklar dörtgen yapılarla oluşturulmuş, kendileri için hayali bir neolitik köyü seyrederken, yanı başlarına yüzlerce yıl sonra söz konusu olacak Girit Kralı Minos’un labirentinin planını ve modern mimari örneklerinden Barselona Sergi Salonu’nun planını da çiziktirmiş olduklarını görüyoruz.
Arkeoloji ekseninde 9000 yıl öncesiyle günümüzü bir araya getiren bu çizgi romanın en çok hoşuma giden yanlarından biri; insanı insan yapan el emeğindeki ortaklığı ve tarihsel sürekliliği, görselliğin olanca gücüyle öne çıkarması. Aynı sayfada, bir bölümü renklendirilmiş, bir bölümü siyah beyaz olarak çizilmiş, işleyen, çalışan eller. 9000 yıl önce yeşim taşından boncuk üreten neolitik insanın renkli olarak betimlenmiş eliyle, hemen yanı başında aynı boncuğu 9000 yıl sonra toprakaltında bulup tozundan toprağından arındıran arkeoloğun siyah beyaz eli… Ya da çakmaktaşından alet yontan neolitik insanın eliyle, 9000 yıl sonra aynı çakmaktaşını gün yüzüne çıkarıp belgeleyen araştırmacının eli… Eller, el emeği, emek… Yerleşmeler, insanlar, sistemler, çevre, kültür değişse de, binlerce yıl boyunca değişmeyen, süreklilik içinde tarih yapan ve tarihi ortaya çıkaran.
Tilki’ye de iyi emek verilmiş, ilgi alanınızdaysa okumaya değer.
Tilki, Bir Neolitik Shkârat Msaied Hikâyesi, Konrad Nuka Godtfredsen ve Moritz Kinzel, Çev. Devrim Sönmez, Ege Yayınları, 2020, 85 s.