Ana Sayfa 206. Sayı Ertelemek Zaman Alır

Ertelemek Zaman Alır

111

Başta birçok şey için fazla fazla zamanım olduğunu düşündüm. Açıkçası böyle düşünmek zorundaydım; aksi takdirde on yedi gün kapanma benim için depresyon battaniyesinin üstten atılmaz ağırlığı demekti.
Evet, birçok şey için fazla fazla zamanım vardı.
Mesela elimdeki çeviri; şu on yedi günde çeviriyi hızlandırıp işi erken bitirebilir, böylece kendime kapanma sonrası özgür bir zaman dilimi yaratabilirdim. Bunu yapabilirdim. Yapmadım; her gün yeni bir bahane buldum fazla çalışmamak için. “Yarın bütün gün masa başından kalkmam,” dedim, “Bugün kirpik diplerim çok ağrıyor,” dedim, “Önümde koca koca günler var,” dedim. Eh işte, olmadı.
Mesela yüz yogası. Yıllardır heves edip de girişemediğim yüz yogası. Ah, bu düşünce beni nasıl da heyecanlandırdı! Ama önce günün hangi saatinde bunu yapacağıma karar vermem gerekiyordu – günlerce bunu düşündüm. Makul, sürdürülebilir bir zaman dilimi bulmalıydım. Bulamadım. Sonra aklıma başka bir şey takıldı: kaç günde bir yapmalıydım? Bunu düşünürken de günler geçti. Şimdi, kapanmanın sonuna gelmişken… Gözleri kahve fincanına dikip arpacı kumrusu gibi düşünmek yüz yogası sayılırsa, evet, her gün yaptım.
Mesela elimde biriken, okunmayı bekleyen kitaplar. Ah canım kitaplar! Oysa o kadar emindim ki fırtına gibi bir okuma sürecine kapılacağımdan. Gelin görün ki şu kapanmada en çok okuyan yerlerim hasar gördü. Kapanmanın başından beri aynı kitap – zavallıcık –  sürünüyor elimde; “okunacaklar kulesi” olanca cazibesiyle beni çağırıyor ama benden eser yok. Evet, bu benim için en ağır darbe oldu… Hayallerime yazık oldu.
Şu kapanma dönemi birçok insan açısından gerçekten büyük sıkıntı ve kayıplara yol açtı. Keşke hepimizin tek derdi yoga yapamamak, kitap okuyamamak olsa (gerçi kapanmada kitap satışı – da! – yasak olduğu için bir yerde bu başka bir derdin, başka bir yazının konusu). Bunları şikâyet etmek için değil, ertelemenin doğasına değinmek için yazıyorum. Çünkü şu on yedi günde kendimde en çok bunu gördüm: uzak yarınlara ait yakın planlar – ki onlar hiç gerçekleşmediler. Çünkü bir sonraki yarın hep daha güzeldir. O bir sonraki yarını planlamak en keyiflisi, değil mi? İşte bunlar, ertelenen yarınlara biçilen hedefler.
Kapanmada ya da gündeliğin normal akışında, bundan dertli olan eminim bir tek ben değilim (tek olamam, lütfen). Hedef koymak (ama mümkün olduğunca öteye), özümüzü besleyecek bir şey için plan yapmak (ama mümkün olduğunca uzun vadeli), zamanı (gelecek zamanı) bizi doyuracak bir şeyle doldurmak ne güzel. Ertelemenin en kutlu yanı bu: insanı şimdinin cenderesinden çıkarıp belki hiç solumayacağı bir geleceğin baharına atabiliyor. Ertelemenin en lanet yanı da bu: insanı şimdi için çabalamaktan alıkoyuyor.
Başta birçok şey için fazla fazla zamanım olduğunu düşündüm.
Şimdi o zamanı birçok şeyi ertelemek için harcadığımı düşünüyorum.
Eh, ertelemek de zaman alıyor. Hakkını vermek gerek.

*

Kapanma (ve erteleme) derdinden sıyrılır sıyrılmaz elime Henning Mankell’in Kurt Wallender serisinin ilk kitabını aldım: Karanlık Yüz.
Polisiyede beni en çok etkileyen şey karakter inşası oluyor. Çoksatanların alâmetifarikası ters köşeler, aman yahu inanılmaz, bu hiç aklıma gelmezdi dedirten sonlar pek ilgimi çekmiyor – şu hayatta şaşıracak ne kaldı ki? Kurguyu taşıyan karakterlerin sağlamlığı benim için çok daha önemli.  Bu açıdan Karanlık Yüz’ü doya doya okuyorum; Wallender gerçekçi, abartıdan uzak bir karakter.
Ayrıca yöntem de önemli; suç nasıl ele alınıyor? Soruşturma nasıl ilerliyor? İnsana nasıl yaklaşıyor? Fark ettim ki hız, abartılmış hız benim için polisiyenin değerini, keyfini azaltıyor. Hayatta işler genellikle can acıtacak derecede yavaş ilerler, hızla olup bitenler genellikle farkına varamadığımız, acısı sonradan çıkacak olanlardır. Polisiyede akış zorlama bir hızın içine itelenmediğinde suçun – insanın – karanlık yanları daha görünür hale geliyor benim için. Karanlık Yüz de böyle bir polisiye.
Elâ Yıldırım çevirmiş, temiz, akıcı bir çeviri. Ayrıksı Kitap’ın özenli tercihleri ve çalışması bu kitapta da kendini gösteriyor.

*

Ertelemeden bunca söz etmişken John Perry’nin Erteleme Sanatı’na da değinmek gerek. Perry meşhur çalışmasında ertelemeyi tembelliğin kıskacından kurtarıp bir sanat olarak ele almayı önerir. Zamansal dayatmaların yarattığı ertelemeye saygınlığını geri vermeye çalışır gibidir.
Ancak şu son deneyim erteleme hakkında farklı düşüncelere kapılmama yol açtı. Zamansal dayatmayla ilgili değildi benim ertelemelerim, kendimden bir tür mutluluğu, doyumu esirgemekti. Çeviri yapmak ya da kitap okumak bana büyük keyif veren eylemler, elimde bolca zaman varken bunları yapmamış olmam bu keyfi kendime yaşatmaktan bile isteye uzak durduğumu gösteriyor. Yanılıyor muyum?
Ya da yazı yazmak; benim için en büyük tatmin kaynaklarından biridir birkaç cümleyi (umarım hakkıyla) bir araya getirebilmek. Oysa çoğu zaman bunu da erteliyor ve bu ertelemeden büyük bir acı duyuyorum. Neden?
Lütfen bu da bir tür özyıkım olmasın.
Tam da bu kaygılarla Erteleme Sanatı’nı yeniden okumak, bunu sürekli sızlayan bir yaraya dönmeden çözüme kavuşturmak iyi bir fikir gibi geliyor. Belki haftaya…

*

Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.

Kurt Wallender – Karanlık Yüz, Henning Mankell, Çev. Elâ Yıldırım, Ayrıksı Kitap, 412 s.
Erteleme Sanatı; Oyalanma, Savsaklama ve Kaytarma Rehberi, John Perry, Çev. Elvan Kıvılcım, Sel Yayıncılık, 118 .

Önceki İçerikOkumadığımız Kitaplar Hakkında Neden Konuşuruz?
Sonraki İçerikYaralardan Bir Zemin, İyileşmeye Doğru Giden