Ana Sayfa Bilim Gündemi Depremleri Neden Önceden Tahmin Edemiyoruz?

Depremleri Neden Önceden Tahmin Edemiyoruz?

6 Şubat 2023'te, Dünya, Türkiye ve Suriye'yi arka arkaya büyük depremlerin vurduğu haberini öğrenince dehşete düştü. 7.8 büyüklüğündeki ilk depremi 7.5 büyüklüğündeki bir diğeri ve 200'den fazla artçı sarsıntı izledi. Sonuç ise felaket ölçeğinde bir yıkım oldu. Bu yazının yayına gönderildiği an itibariyle son 10 yılın en ölümcül depremi olarak değerlendirilen felakette 55,000'den fazla insanın öldüğü kayıtlara geçti.

326
0

Türkiye, topraklarının çoğu Kuzey Anadolu Fayı ve Doğu Anadolu Fayı arasında yer alan Anadolu tektonik plakasına oturmuş bir ülke olduğundan uzun bir deprem geçmişine sahip. Kuzey Anadolu Fayı’nın özellikle yıkıcı olduğu biliniyor ve geçmişte feci depremlere neden oldu, ancak en son depremin Doğu Anadolu fay kuşağı boyunca meydana geldiğine inanılıyor. AFAD’a göre, 1900’den 2019’a kadar Türkiye’de büyüklüğü en az 5.0 olan 1,700’den fazla deprem kaydedildi; yalnızca 2019’da 20’si en az 5.0 büyüklüğünde olmak üzere 23,000’den fazla deprem kayıtlara geçti.
6 Şubat faciası, pek çok kişinin aklına Türkiye’ninki gibi depremlere büyük ölçüde eğilimli bir coğrafyada, uygun tahliye stratejilerini planlamak ve böylece potansiyel olarak yıkıcı sonuçlardan kaçınmak için depremleri önceden tahmin etmenin neden bu kadar zor olduğu sorusunu getirdi. Evet, depremleri önceden tahmini herkesin bildiği gibi zordur. Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırması Kurumu’nun (USGS) SSS sayfasında bile bu zamana kadar ne USGS’nin ne de başka bir kurumun büyük bir depremi önceden –yüksek hassasiyetle– tahmin edememiş olduğu ve öngörülebilir gelecekte depremleri tahmin etmenin bir yolunu bulmayı beklemedikleri belirtiliyor.
Depremleri tahmin etmenin bu kadar zor olmasının birden fazla nedeni var. Her ne kadar bilim insanları depremlerin nasıl meydana geldiği konusunda iyi bir anlayışa sahip olsalar da, olası bir depremin zamanının, konumunun ve hangi büyüklükte gerçekleşeceğinin belirlenmesini sağlayacak erken uyarı işaretleri bulmak kolay bir iş değil. Depremlerle bağlantılı olduğu düşünülen bazı doğal faktörler arasında su kaynaklarında artan radon gazı miktarı (ana kırılmadan önce yer altı kayalarında daha küçük kırılmalar oluşabilir, bu da kayaları daha geçirgen hale getirir ve potansiyel olarak radon gazı çıkışına yol açar) ve garip hayvan davranışları olsa da, bu faktörlerin gerçekten de depremlerle direkt bağlantılı olduğuna dair çok az ampirik kanıt vardır. Bu olayların bazıları başka nedenlerle de meydana gelir ve bazı depremler bu öncül faktörlerin hiçbirine sahip olmadan meydana gelmiştir. Küçük ve büyük depremlerin benzer şekillerde başladığı düşünüldüğünden, bir depremin büyüklüğünü tahmin etmek de oldukça zor; ortalığı kasıp kavuran depremler yaratan kırılmalar genellikle aniden ve çok az bir uyartı vererek meydana gelir.
Biliminsanları, ayrıca, bilinen tektonik plakalarının hareketinin karmaşık matematiksel modellerini oluşturmaya çalışıyorlar. Ancak depremleri hassas bir şekilde tahmin edebilmek Dünya kabuğunun kapsamlı bir şekilde haritalandırılmasını ve analiz edilmesini gerektiriyor. Nispeten güncel bir araştırma kolu da sismolojik kayıtlar ve Dünya’nın yüzey deformasyonu ölçümlerini de içeren büyük miktardaki veriden yararlanarak geleceğe dönük tahmin modelleri geliştirmek için makine öğrenmesi tekniklerine yönelmiş durumda. Bu modeller umut verici olmakla birlikte, gerekli tahmin hassasiyetinin henüz uzağındalar. Üstelik hem yukarıda değinildiği gibi depremlerin erken uyarı işaretçilerinin henüz tam olarak anlaşılmamış olması, hem olası işaretçilere dair verilerin makine öğrenimi algoritmalarını beslemek için yetersiz kalması (makine öğrenmesi modellerinin tutarlı sonuç verebilmesi için büyük miktarda veriye ihtiyaç vardır) hem de 25-30 yıldan daha eski depremlerin otomatik ve dijital veri toplama teknolojisinden yoksun olması durumu zorlaştırıyor.
Depremleri önceden öngörmenin büyük değer taşıyan bir iş olduğunu söylemeye bile gerek yok. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, son yıllarda doğal afetler kaynaklı ölümlerin yaklaşık yarısını depremler oluşturmaktadır. Birincil amaç mümkün olduğu kadar çok hayat kurtarmak olduğundan, güçlü depremlere dair bir ön uyarı sistemine sahip olmak hayati değerdedir. Bununla birlikte bu tarz sistemlerin tutarlılığı da bir o kadar kritik bir meseledir. Yanlış alarmlar, her şeyden önce bu sistemlerin güvenilirliğini hızla baltalayabilir; nihayetinde insanların gelecekte alarmlara nasıl tepki verecekleri bu sistemlere duydukları güvene bağlıdır. Yanlış alarmlarda oluşacak gereksiz acil durum maliyetleri de işin bir diğer boyutu. Dolayısıyla, bu riskleri en aza indirirken tahminlerin mümkün olduğunca tutarlı olmasını sağlamak görevin zorluğunu bir kat daha arttıran bir etmen.
Bazı biliminsanları yakın gelecekte deprem tahmininin mümkün olmadığını düşünseler de, hepimizin iyiliği adına yanıldıklarını ve deprem erken uyarı sistemlerimizi geliştirmeye devam edip sayısız insan hayatını kurtarabileceğimizi umuyoruz.