Ana Sayfa Bilim Gündemi Hadi küreselleşelim!

Hadi küreselleşelim!

215
0

Hüseyin Karakuş

Yıllar önce sosyalist arkadaşlarla bir tartışmada “Zenginlerden öğreneceğimiz çok şey var” dediğimde büyük tepki görmüştüm. Bugün hâlâ aynı görüşteyim. Öyle ya zenginler de insan, biz de insanız. Zenginleri mutlu edecek, huzur verecek, rahatlatacak, güldürecek, eğlendirecek, zevk verecek birçok şey bizler için de geçerli. Aradaki temel fark, biz bütün bu güzel ve iyi şeyleri herkes için arzularken, onlar yalnızca kendileri ve çevreleri için istiyorlar. Bizim arzularımız, istemlerimiz ütopyadan öteye gidemedi ama onlar ellerindeki güçle büyük oranda istediklerini yapıyorlar.

Biz “Cennet bu dünyada, başka cennet yok” diyoruz. Cahil halktan dayak yiyoruz. Zenginler bir yandan “Cennet öbür dünyadadır” diye cahil halka destek verirken, diğer yandan bu dünyanın cennet nimetlerini sahiplenip tüketiyorlar. Halka “Üzüm suyunu cennette içeceksiniz” diyorlar, kendileri Fransa sahillerinde şarap içiyorlar. Savunduğumuzu onlar savunmadan sahipleniyorlar, biz ise dokuz köyden kovuluyoruz.

Zenginler, toplumun içgüdüsüdür, Maslow’un anlatımıyla sürüngen beynidir. İhtiyaçlar hiyerarşisinde ilk iki basamağı yani yemek içmek gibi fiziksel ihtiyaçları ve güvende olmayı temsil ederler. Sonraki üç basamaktaki sanal dünya için emekçiler, aydınlar ve fakirler ölümü göze alırlar. Öldüklerinde sanal dünyalarının da yok olacağını bilirler ama düşünmezler bile. Zenginler ise materyalist yaklaşırlar, ölümü göze aldıracak hiçbir tutkuları yoktur. Öldükten sonra hiçbir şeyin anlamının kalmadığını bilirler.

“Zenginlerden öğreneceğimiz çok şey var” derken, zenginleri hep kılavuz eşeklere benzetirim. Deve kervanının önündeki eşek, doğru bildiği yoldan asla sapmaz. Yön ve yol bulma güdüsü çok güçlüdür. Sabırla ve inatla aynı rotada gider gelir. Zengin de kazanmaya güdülenmiştir. Kazanmak hep kazanmak, daha fazla kazanmak.

Eşek, güvenmediği yola, derinliğini bilmediği suya girmez. Zengin de çok riskli işe girmez. Tedbirlidir, kimseye güvenmez, kazanmayacağı yere yatırım yapmaz.

Hedefe giden yolda eşeği salsanız en güvenilir ve en az yorucu olan yolu bulur. En güvenilir ve en doğru yolu eşek buldu diye o yoldan gitmemezlik edemeyiz. Zenginler de öyledir. Tek tek insanların sahip olmak isteyeceği en güzel ve iyi şeyleri bilirler ve ellerindeki paranın gücü ile elde etmek isterler. En güzel ve en iyi şeyleri zenginler de istiyor diye reddedemeyiz.

Küreselleşme deyince tüylerimiz diken diken olur. Ulaşım ve iletişim teknolojisiyle zaman ve mekân kavramının silikleştiği günümüzde, zenginlerin gümrük, sınır ve engelleri ortadan kaldırarak kurdukları, toplumu haraca bağlama sistemine küreselleşme dendiğini biliyoruz. Yarattıkları borsa, pazar ve bankacılık düzeniyle cebimizdeki paraya dokunmadan çalan, uluslararası finans kapital sistemine de küreselleşme dendiğini biliyoruz. Küreselleşme teriminin kullanıldığı yerde akla ilk gelen emperyalizm olur.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz eden, böl parçala yönet taktiğinin uygulanmasını öneren kapitalizmin teorisyenleri, aynı zamanda küresel sömürünün yılmaz savunucularıdırlar.

“Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşiniz” şiarıyla kapitalizmi titreten sosyalistler, bir anlamda “iyi” ve “doğru” yönüyle küreselleşmeyi savunamaz mı? Küreselleşmeyi kapitalizmin başına bela edemez mi? Sömürmek için küreselleşmeye karşı, sömürüyü engellemek, gelir dağılımını eşitlemek için küreselleşmeye geçemez miyiz?

Şimdi yeni bir dünya düzeni hayal edelim.

Bütün devlet sınırları ortadan kalksın, gümrükler sınır kapıları olmasın. Merkezi hükümetler ortadan kalksın. Asker ve ağır silahlanma, güvenlik harcamaları ortadan kalksın. Belediye tarzı yerel yönetimler ve belediyeler birliği tarzı eyalet yönetimleri oluşsun. Eyaletlerin polis zabıta karışımı denetim güvenlik koruma örgütlenmesi bulunsun. Belediyeler-arası sorunlarda eyalet uzlaşma mahkemeleri, eyaletler-arası sorunlarda dünya uzlaşma mahkemesi yetkili olsun. İnanç örgütlenmesi, finansmanı tamamen topluma ait olsun.

Dünyada tek bir devlet ve ona ait askeri silahlanma ortadan kalkmadığı sürece devlet tarzı merkezi yönetimler yok edilemez elbette. Devletlerin çoğunluğu kendilerini feshetme kararı aldıklarında ellerindeki askeri gücü yok etmeden önce, bu gücü kendini feshetmeye yanaşmayan devletleri ikna etmek için kullanmaları mantıklıdır.

Halkların küreselleşmesine kimler karşı çıkar?

Siyasetçiler karşı çıkar. Varlıkları tehlikeye girer. Güç ve para kaynakları kesilir.

Komutanlar karşı çıkar, savaşacak düşman devletler, emre uyarak ölecek askerler yoktur. Mesleki olarak yok olurlar.

Silah tüccarları karşı çıkar, silah satın alacak ülke kalmaz. Silah fabrikaları ortadan kalkar. Savaş uçakları dahil tüm silahlanma harcamaları artık halkın refahı için kullanılır. Toplum karşıtı en büyük silahlı örgütlenmeler mafya ve çete tarzı örgütlenmeler olacağından ağır silahlara ihtiyaç duyulmaz.

Din adamları karşı çıkar. Parasal kaynakları ortadan kalkar, diğer dinlerle toplumu paylaşmak zorunda kalırlar.

Faşistler ve milliyetçiler karşı çıkar, uğruna ölümden söz ettikleri, destanlar düzdükleri ulusları diğer uluslarla karışır. Vatan tüm dünya olunca, milliyetçilik anlamsızlaşır, futbol takımı tutmaya döner.

Cahiller karşı çıkar, çünkü kurban oldukları değerler sıradanlaşır, aidiyetleri anlamsızlaşır. Kendilerine özgüven sağlayan ilahi amaçları kaybolur.

Zenginler karşı çıkar, çünkü gümrüklerle çevrelenmiş ulusal pazarlar yıkılır. Arasındaki faiz farkı ortadan kalkar. Siyaset ticaret kar kapıları kapanır.

Kapitalizmin küreselleşmesi, sermaye işgali yani sömürü düzeni üçlü sacayağı üzerinde kuruludur. Devlet, din ve milliyet. Dikkat ederseniz aslında bu üç güç de küreselleşme kavramına aykırıdır. Günlük yaşamda devlet sınırları, gümrükler, yasalar, vizeler; insanların, işçinin, emeğin geçişine engeldir. Paranın geçişine ve zenginin geçişine engel yoktur. Aksine sermaye getiriyorsunuz diye sizi kırmızı halılarla karşılarlar. Paranız varsa dünyanın her yerinde ev ve vatandaşlık alabilirsiniz. Din de fakirler içindir. Halkı Hıristiyan, Müslüman, Yahudi diye bölerler, düşmanlaştırırlar. Zengin; müşterisinin, ortağının diniyle imanıyla ilgilenmez, kazancına bakar. Çıkarı için bütün dinlere ve tarikatlara bağışta bulunabilir. Milliyetler de emekçileri halkı bölmek içindir. Halkları Türk, Rum, Ermeni diye birbirine düşmanlaştırırlar. Bir Türk işinsanı kazanacağını bilirse Yunanistan veya Ermenistan’da işyeri kurmaktan çekinmez, İsrailli bir ortağı olmasından gücenmez. Bütün güçler paranın, zenginin küreselleşmesine destek, emekçinin, halkların küreselleşmesine engeldir.

Sonuç olarak zenginlerin ve emekçilerin küreselleşmesi niteliksel olarak farklıdır. Zenginler sermayenin özgürlüğünü, sömürünün küreselleşmesini savunurlar. Bu her şeyin değil, bazı şeylerin küreselleşmesidir ki bunun adı artık küreselleşme değil işgal ve istiladır. Sermaye işgaliyle sömürü küreselleşmektedir. Sermayenin başarılı olması için emeğin parçalar halinde devlet sınırları içinde tutsak edilmesi şarttır. Parçalayarak tutsak etmek hem sömürmeyi kolaylaştırmakta hem de emek birliğinin önü alınamaz güç olmasını engellemektir. Bütün ülkelerin işçilerinin ve ezilen halkların birleşmesi kapitalizmin sonunu getirir, gerçek küreselleşmeyi sağlar.