Ana Sayfa Dergi Sayıları 234. Sayı Çevirmenin sorumluluğu

Çevirmenin sorumluluğu

118
0

Hüseyin Karakuş

Bugün size iki kitap tanıtımı yapacağım. Her ikisinin de ortak noktası çeviri olmaları. Araştırmalarım esnasında rast geldiğim her iki kitabı, çeviri özellikleri nedeni ile örnek aldım. İlki Anna Kommena tarafından yazılmış, Bilge Umar tarafından Türkçeye çevrilmiş, 1996 yılında İnkılab Kitabevi tarafından yayınlanmış 570 sayfalık “Alexiad” adlı eser.

İnkılab Kitabevi, yayınladıkları eserler konusunda titiz olan ülkemizin köklü yayınevlerinden biridir. Kültür dünyamıza katkıları asla yadsınamaz. Gençlik yıllarımda, Cağaloğlu yokuşundaki kitap sergilerinden, Kör Ramazan’ın dükkanından topladığım kitapların kapaklarındaki “İnkılab Kitapevi” ve “Varlık Yayınları” isimleri belleğime kazınmıştır.

Çevirmen “Bilge Umar” adını Google’da aratınca şu bilgilere ulaşıyoruz: “Ahmet Bilge Umar Türk hukukçu, profesör, tarihçi, yazar ve araştırmacı. 30 Mart 1936 tarihinde Mustafa Cemal ve Fatma İffet Umar’ın oğlu olarak İzmir’in Karşıyaka ilçesinde doğmuştur. Ölüm tarihi ve yeri: 8 Temmuz 2023, Karşıyaka. Kitapları: Türkiye’deki Tarihsel Adlar: Türkiye’nin tarihsel coğrafyası ve tarihsel adları üzerine alfabetik düzende bir inceleme, Karadeniz Kappadokia’sı (Pontos): Bir tarihsel coğrafya araştırması ve gezi rehberi, ve diğer. Eğitim: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi.”

Ölümü daha üç ay bile olmamış. Dünyaya ve ülkemize katkısının önünde saygıyla eğiliyorum. Bilge öğretmenimizin yayınlanmış birçok eseri var. Bir o kadar da çevirisi. “Alexiad” da onun çevirilerinden biri.

“Alexiad” eseri aslında bir anı, günlük özelliği taşıyor. Onu anlamlandıran yazar Anna Kommena’nın Bizans imparatoru Alexios Komnenos’un kızı olması ve 11. yüzyılda yazılmasıdır. Eser bu özelliği ile Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu’yu anlatan bir tarihsel belge özelliği taşımaktadır. Bu nedenle, eserin alt kapak adı “Malazgirt’in Sonrası” olmuştur.

Bilge öğretmen, 6 sayfa tutan “çevirenin önsözü”nde yazar, çeviri ve eser hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Eser eski Helen dilinde yazılmış. Çevirmen Rumca orijinal metin, Fransızca çevirisi ve İngilizce çeviri metnini karşılaştırarak eseri Türkçeye kazandırmış.

Eserde bugünkü adı farklı olan binlerce yöre ve olgu ismi var. Çevirmen her sayfanın altına bugüne özgü isim ve açıklamaları eklemiş. Bu çalışma belki çeviriden çok daha fazla çevirmeni meşgul eder. Açıklamaların sayfa işgali eserin kendisine yakın miktarda. Tarih biliminin çevirmenin uzmanlık alanı olması, çevirinin başarısında büyük paya sahip.

Çevirmen eserin sonuna 38 sayfalık bir “adlar göstergesi, anılan yerler göstergesi” eklemiş ki araştırmacıların arayıp da bulamadığı bir özellik.

Eseri okuduğunuzda çevirmenin ne kadar büyük bir yükün altına girdiğini ve başardığını daha iyi anlıyorsunuz. Değerli biliminsanına binlerce kez teşekkür ediyorum.

İkinci çevirimiz “Cinsel İlişkiler Tarihi” adını taşıyor. Eser, Fransız Dr. Andre Morali Daninos tarafından yazılmış. Samih Tiryakioğlu tarafından dilimize çevrilmiş, 1974 yılında Varlık Yayınları faydalı kitaplar serisi 145. eser olarak yayınlanmış. Cep kitapları boyutunda ve 180 sayfa. Varlık Yayınevi de ülkemizin en eski ve köklü yayınevlerinden biridir. Kültürümüze katkısı tartışılmaz. Hâlâ yayınladıkları eserleri beğeniyle takip etmekteyim.

Çevirmen Samih Tiryakioğlu’nu Google’da arattığımızda Tiryaki Hasan paşanın torunu olduğunu öğreniyoruz. 1909’da doğmuş. Nişantaşı ve Galatasaray Sultanilerinde Fransızca okumuş. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü’nden mezun olmuş. Strasbourg Üniversitesi Milletlerarası Gazetecilik Yüksek Öğretim Merkezi’ni bitirerek on dört yıl bu kuruluşun yönetim kurulu üyeliğini yapmış. 1947 yılında Hürriyet gazetesine geçerek yazı işleri müdürü olmuş. Haldun Simavi ile bir sürtüşmeden sonra gazeteciliği bırakmış ve hayatının sonuna kadar çevirilerle meşgul olmuş. Birçok dünya klasiği roman çevirisinde Tiryakioğlu’nun imzası var. 1995 yılında aramızdan ayrılmış.

Yazar André Morali-Daninos (1909-1986) Fransız nöro psikiyatrist. Türkçeye çevrilmiş iki kitabı var. “Cinsel İlişkiler Tarihi” bunlardan biri, bilimsel bir eser.

Fransızca romanları ana dili gibi okuyabiliyor diye bir Türk, bilimsel eserleri Fransızcadan Türkçeye çevirmeye kalkarsa ne olur? Samih Tiryakioğlu’nun “Cinsel İlişkiler Tarihi” çeviri kitabı gibi bir ucube ortaya çıkar.

Fransızca inceste, İngilizce incest kelimesi Türkçeye ensest olarak geçmiş ve yerleşmiştir. Ensest “Ana-baba ile çocuklar veya kardeşler arasında çekirdek ailede meydana gelen cinsel ilişki” (Gianeretto) anlamına gelir.

Eserin Türkçeye çevrildiği yıl 1974. Ensest kelimesi ya Türkçe sözlüğe girmemiş ya da çevirmenin bilgisi yok. Çevirmen “inceste” yerine bir kelime koymak istiyor. Ne olabilir? Benim aklıma hemen “aile içi cinsel ilişki” deyimi geliyor. Olmadı “inceste” yazarsınız, yanına parantez içinde “aile içi cinsel ilişki” diye açıklamada bulunursunuz. Çevirmen 14. sayfa 1. paragrafta poliandriyi (çok kocalılık) anlatırken bu yöntemi tercih etmiş zaten. Ama hayır, ne hikmetse çevirmenin aklına ensest yerine “kızılbaşlık” yazmak gelmiş. Kasıtlı yapmadığını düşünürsek, çevirmenin kendi ülkesindeki dinden, mezheplerden, Alevilikten, inançsal sorunlardan haberi yok diyebiliriz. Böyle bir hatayı roman değil de bilimsel bir eserde yaparsanız ortaya bir rezalet çıkar. Çevirmen, çeviriyi yaptığı sırada 75 yaşındadır. Bu zamana kadar ensesti kızılbaşlık diye öğrenmişse boşuna ömür tüketmiş.

Çeviriye bir göz atalım:

16. sayfa 2. paragraf: “…Böylece insanlık daha başlangıçta kız ve erkek kardeşin meydana getirdiği bir çiftten, dolayısıyla da ilkel bir efsanevi kızılbaşlık olayından türemiş oluyordu…”

16. sayfa 3. paragraf başı: “…Eski Hindistan’da kadın, erkeğin mutlak egemenliği altındaydı. Kızılbaşlık sıkı sıkıya yasaklanmıştı…”

16. sayfada yazar, Borgia ailesindeki ensesti anlatıyor. Samih Tiryakioğlu çeviri yapıyor: “…Erkeklerde uyandırdığı cinsel arzudan çok kendi şehvet düşkünlüğü ile büyük ün kazandı. Bununla birlikte adı, babası ve erkek kardeşiyle kurduğu kızılbaşça cinsel ilişkilere bağlı kaldı…”

16. sayfa 2. Paragraf: “…21 yaşında iken cinsel zevkleri Mme de Warens’in aracılığıyla tatması onun için korkunç bir sınav olur ve kızılbaşlığın bütün tasalarını kendisine hatırlatır…”

Bu kadar yeter.

“Cinsel İlişkiler Tarihi” kitabı sonraki yıllarda tekrar çevrilerek İletişim yayınları ve Gelişim Yayınları tarafından yayınlandı. İbrahim Yakupoğlu çevirisiyle İletişim Cep Üniversitesi’nde yayınlanan kitabı inceledim. Bu tür bir çeviri hatasına rastlamadım.

Tarih boyunca hakim sınıflar, kendileri için tehdit gördükleri kişileri ve kitleleri katletmek, dışlamak, hapsetmek, sürgün etmek için, toplumsal tabu, kutsal ve korkuları hep kullanmışlardır. Vatan-vatan haini; din-dinsiz, cadı, büyücü, ahlak-ahlaksız, sapık gibi. Osmanlı da kendisi için tehdit gördüğü kızılbaşları yok etmek için dinsizliği, toplum içinden dışlamak için de ahlaksızlığı kullanmıştır.

Cehalet araştırmaz, inanır ve kendi içinde sürekli tekrarlayarak unutmaz. Kullandık bitti, artık unut, desen de unutmaz. Çünkü hayatında yeni bir şey yoktur, eskiyi tekrarlamak zorundadır. Kızılbaşlarla ensest ilişkiyi özdeşleştiren zihniyetin 16. yüzyıldan yola çıkıp Samih Tiryakioğlu’na ulaşmasının hikmeti budur. Bilim ve Gelecek dergisinin 229. sayısında yayınlanan “Mum Söndü İftirası” başlıklı yazımda konuyu incelemiştim.

Bu tür toplumsal bellek lekelerini daha önce roman öykü gibi yerli eserlerde görmüştük. (İlhan Cem Erseven, “Çağdaş Türk Romanı ve Öyküsünde Aleviler” adlı kitabında ayrıntılı anlatmıştır.) Bir çeviri ve bilimsel eserde aynı lekenin ortaya çıktığına ilk kez rast geliyorum.

Çeviri hem bilimdir hem sanattır. Yazın dünyasında bilim ve sanat arasında geçiş köprüsüdür. Duygu yüklü olmayan birinin şiir çevirisi yapması, bilgi yüklü olmayan birinin bilimsel eser çevirmesi mümkün değildir. Çevirmenler kültür pandemisinin araçlarıdırlar. Her çevirmenin bir omzunda kaynak eser sahibinin, diğer omzunda çeviri okuyucusunun sorumluluğu vardır.

Sözü Yiğit Bener’in “Çevirinin Ten Rengi” adlı makalesinden bir alıntıyla noktalayalım:

“Yayınevlerinin, yazarların ve çevirmenlerin ideolojileri ve toplumsal sorunlara bakış açıları yapılan işlere ve tercihlere de yansıyor kuşkusuz. Geçmişte Batı’da ‘sömürgeci zihniyette’ yapılmış, yani hem kaynak metinlere ‘egzotik nesne’ muamelesi yapan hem de dil ve üslup özgünlüklerini yok ederek onları fazlasıyla yerelleştiren, akademik bir dille ‘ehlileştiren’ çok sayıda yayın ve çevirinin varlığı inkâr edilemez.

“Bu tarz bir anlayışın izlerini Türkçeye yapılmış olan geçmişteki çevirilerde de sürebiliriz. Örneğin ‘Türk milliyetçisi’ bir zihniyetle çeviri yaparken, Dostoyevski’nin ‘Türkleri hedef alan’ sözlerini sansür edebilirsiniz. ‘Atatürk’e laf söyletmem arkadaş’ diye meseleye yaklaşırsanız, Küçük Prens’te yazar St Exupéry’nin ‘bir Türk diktatör’ nitelemesini sansür edersiniz.

“Cinsellik konusunda ahlakçı kaygılarınız varsa, Henry Miller’in müstehcenliğini ya da Manuel Puig’in eşcinsel aşk sahnesini yok edersiniz. Köktendinci bir yaklaşımınız varsa, o zaman da dininizin caiz göremediği her cümleyi metinlerden silersiniz, hatta Salman Rusdie’nin Şeytan Ayetleri’nden iki bölüm çevirttiği için öldürülmesi gerektiğine hükmettiğiniz Aziz Nesin’in kentinize gelmesini protesto etme bahanesiyle ateşe verdiğiniz Madımak otelinde şairleri diri diri yakarsınız…”