Ana Sayfa Dergi Sayıları 235. Sayı Son Jön Türk: Doğan Avcıoğlu

Son Jön Türk: Doğan Avcıoğlu

Doğan Avcıoğlu hem Fransız İhtilali’nden hem de Jön Türk mirasından ve 1930’ların Kadro Hareketi’nden etkilenerek fikirlerini temellendirmeye çalışmıştır. Avcıoğlu’na göre sosyalizm temel olarak, halkçılık, devletçilik, devrimcilik, lâiklik, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerine dayanan Atatürkçülüğün en tabii sonucu ve devamıdır. Devrimde orduya belirleyici bir rol biçen Avcıoğlu, 12 Mart darbesinden sonra ciddi bir hayal kırıklığı yaşar.

558
0

Hasan Hüseyin Bayram

Okuyacağınız makale, Hasan Hüseyin Bayram’ın “Türk düşünce tarihinde bir ideolog Doğan Avcıoğlu: Yaşamı, fikirleri ve eserleri” başlıklı henüz yayımlanmamış kitap çalışmasından derlenmiştir. Cumhuriyet tarihinin önemli bir fikir adamı olan ve öncülük ettiği akımla ülke siyasetini de etkileyen Doğan Avcıoğlu’nu ölümünün 40. yıldönümünde saygıyla anıyoruz. Avcıoğlu’nun çalışmalarının ve fikir dünyasının genç okurlara aktarılmasını ve tartışılmasını, özellikle Cumhuriyet’in 100. yılını kutladığımız şu günlerde önemli buluyoruz.

YAŞAM ÖYKÜSÜ

Çocukluğu ve öğrenimi
Doğan Avcıoğlu’nun gerçek ve nüfus kütüğünde kayıtlı olan adı Mehmet Erdoğan Avcıoğlu’dur. 1926 yılında Bursa’nın Mustafa Kemal Paşa ilçesinde dünyaya gelmiş ve Bursa İli Mustafa Kemal Paşa ilçesi Lalaşahin Mahallesi’ne kayıtlıdır. Babası Ahmet Celaleddin Bey, annesi ise Fatma Pakize Hanım’dır.(1) Bir öğretmen ailesi ortamında Suna ve Hamdi adında iki kardeşi olan Avcıoğlu’nun çocukluk hayali öğretmen olup köylüyü bilinçlendirmektir; bu hayalini kendisi şöyle anlatmaktadır:

“Halkçılık fikri bize Meşrutiyet’ten önce Rusya’dan ve Bulgaristan’dan gelmiştir. Gerçekten, Bulgaristan’da idealist bir aydının üniversiteyi bitirdikten sonra köye gidip, köyü uyandırıp kalkındırması fikri çok yaygındı. İlkokul sıralarında bize Bulgar aydınlarının köyleri nasıl kalkındırdığı uzun uzun anlatılırdı. Bu hikâyelerin etkisiyle ben çocukken üniversiteyi bitirince köye gidip, kendimi köye vakfetme hayaliyle yaşardım. Yaş ilerleyince daha faydalı işler yapabileceğim düşüncesiyle, bu çocukluk hayalimden vazgeçtim”(2)
Öğretmen olma hayalinden vazgeçen Avcıoğlu bir arkadaşıyla birlikte Bursa Hapishanesi’nde yatmakta olan şair Nâzım Hikmet’i ziyaret etmek ister, fakat Nâzım Hikmet görüşmeyi kabul etmez.(3) Nazım Hikmet’in bu kabul etmeyişini Yalçın Küçük şöyle anlatmaktadır: “Doğan, Nazım’ı ziyaretinden sık sık söz ederdi. ‘Ciddi adam beni kabul etmedi’ diyordu. Sıradan bir öğrencinin provokasyon ihtimaline karşı tedbirli davranmış olmasını beğeniyordu. Bilmiyorum.”(4)

Bir öğretmen ailesi ortamında iki kardeşi olan Avcıoğlu’nun çocukluk hayali öğretmen olup köylüyü bilinçlendirmekti.

1943 yılında Bursa Erkek Lisesi’ni bitirmiş ve çok sevdiği pokeri lise çağında Bursa’da öğrenmiştir. Kısa bir süre sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ne devam eden Avcıoğlu daha sonra yurtdışında eğitim görmek ister ve bu konuda ailesine ısrarcı olur ya yurtdışında okuyacaktır ya da fakülteye gitmeyecektir. Bu ısrar karşısında ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiş(5) ve Paris Siyasal Bilimler Okulu’nda siyaset ve ekonomi eğitimi almıştır. Burada aynı okulun uluslararası ilişkiler öğrencisi Metin Toker’le ve yine Fransa’da bulunan Turan Güneş ile dostluk kurmuştur.(6) Doğan Avcıoğlu’nun iktisadi kalkınma tartışmalarına katılması üniversite öğrenciliği yaptığı yıllarda Türkiye’de Demokrat Parti yönetimine karşı muhalefet eden aydınların dergisi Forum’a yazdığı okuyucu mektupları iledir.
Avcıoğlu gönderdiği yazılarda Forum’un önde gelen yazarlarından Aydın Yalçın’ın görüşlerini eleştirmiştir. Onun bu eleştiri yazıları 1960’lı yıllarda Yön’ü çıkartırken Aydın Yalçın ile yapacağı tartışmaların da ilk habercisidir. Paris’teki öğreniminin ardından bir süre Londra’ya giderek okuyup gözlemler yaparak Türkiye’ye dönmüştür.(7)
Fransa ve İngiltere’deki öğrenim hayatı Avcıoğlu üzerinde etkili olmuştur. Buralarda liberal demokrasiyi yakından tanıma imkânı bulmuş ve Avrupa ülkeleriyle Türkiye’yi kıyaslama şansını yakalamıştır. Türkiye’nin neden tam olarak iktisadi ve sosyal kalkınmayı başaramadığı üzerinde kafa yormuştur. O sıralarda en çok beğendiği ve etkilendiği şahsiyet Radikal Sosyalist Parti ve ardından Birleşik Sosyalist Parti’nin önderlerinden Fransız hükümetinin 1954’teki başkanı Pierre Mendes France ile Batı tipi demokrasilerin azgelişmiş ülkelerde işleyemeyeceğine ilişkin görüşleriyle ünlü Maurice Duvarger’di. Ayrıca Paris’te Abidin Dino gibi sosyalistlerle tanışması hayatında önemli dönüşümlere yol açmıştır.(8)
Doğan Avcıoğlu’nun görüşlerinin yerleşmesinde ve daha sonraki yıllarda Türkiye üzerinde bir model oluşturma düşüncesi ile ortaya attığı asker-sivil ve aydınlara dayalı zinde güçler adını verdiği hükümet modelini benimsemesinde hem Pierre Mendes France ile Maurice Duvarger, hem de Fransız İhtilali ve Fransız düşünürlerinin etkisi vardır.(9)

Yurda dönüşü ve CHP Araştırma Bürosu’na katılması
1955 yılında yurda dönen Avcıoğlu askerlik görevini tank teğmeni rütbesiyle tamamlamıştır. Merkez Bankası raportörü ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi’nde (TODAİE) araştırma asistanlığı görevinde bulunmuştur.(10) Burada yapmış olduğu “Devlet Personelinde Ücret Rejimi” başlıklı incelemesi yine aynı enstitü tarafından yayımlanmıştır. Bundan başka Akis, Vatan, Ulus ve Kim gibi birtakım büyük gazetelerde yazılar yazmıştır.(11)

Batı tipi demokrasilerin azgelişmiş ülkelerde işleyemeyeceğine ilişkin görüşleriyle ünlü Fransız siyaset bilimci Maurice Duvarger, Avcıoğlu’nu etkileyen düşünürlerden biriydi.

Metin Toker ve Turan Güneş ile ilişkisini sürdüren Avcıoğlu bu ilişkiyi Türkiye’ye döndükten sonra da devam ettirmiştir. Metin Toker bu konuda şöyle demektedir: “Türkiye’ye dönüp de Akis’i çıkarmaya başladığımda Doğan’ın yakasını elbette bırakacak değildim; her bakımdan ve kelimenin tam anlamıyla kafa dengiydik birbirimizle aynı formasyondan olmanın verdiği konuşacak bir şeyler bulunması unsuru iş birliğimizi kolaylaştırıyordu.”(12)
Metin Toker’in aktardıkları Paris’ten okul arkadaşı Doğan Avcıoğlu’nun 1955’in ünlü muhalefet dergisi Akis’e yaptığı katkıyı göstermektedir, burada İlhami Sosyal ile birlikte çalışmıştır. Hürriyet Partisi’nin Ankara Menekşe Sokak’taki merkezinde 1956 yılı ilkbahar-yaz aylarında Şerif Mardin, Coşkun Kırca ve Aydın Yalçın’la birlikte araştırma komitesi çalışmalarında kısa bir süre de olsa bulunan Avcıoğlu daha sonra Aydın Yalçın dışında diğer arkadaşıyla beraber Cumhuriyet Halk Partisi Araştırma Bürosu’nda bir araya gelmişlerdir.(13) Fiilen bu büroyu yönetmiş ve İsmet İnönü’nün bir tür ekonomi danışmanlığını yapmıştır.(14) Burada birçok rapor yazmış ve 1961’de Temsilciler Meclisi üyeliğine başlayana kadar CHP Araştırma Bürosu Müdür Yardımcılığı görevinde bulunmuştur.

1961 yılı Kurucu Meclis’te
Bir süre Cumhuriyet Halk Partisi Araştırma Bürosu’nda çalıştıktan sonra İsmet İnönü’nün kontenjanından Kurucu Meclis’in sivil kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi’ne Mümtaz Soysal ve Coşkun Kırca’yla birlikte seçilen Doğan Avcıoğlu aynı zamanda 1961 Anayasası’nı hazırlayan komisyonda da görev almıştır. Fakat anayasanın yasama ve yürütmenin ekonomik alandaki yetkilerini düzenleyen hükümleri istediği gibi çıkmayınca oylamada ret oyu kullanmıştır. Bu ret oyunu kullanmasındaki en önemli sebep ise Türkiye’nin sorunlarının daha hızlı ve radikal yollardan geçilerek çözülebileceği düşüncesidir. Oysa ne Kurucu Meclis ne de CHP gerekli olduğuna inandığı reformları yapabilecek güçte ve iradededir. İşte Avcıoğlu da bu reformist görüşler çerçevesinde çoğunluğunu CHP mensuplarının oluşturduğu Anayasa Komisyonu ve Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nu kendi deyimiyle tutucu güçler koalisyonu olarak nitelendirmiştir.

Doğan Avcıoğlu gençliğinde.

Yön’e doğru
Bir ara Türk-İş Araştırma Bürosu müdürlüğü de yapan Avcıoğlu 1961 Anayasası’nın getirdiği sosyal ve ekonomik düzenlemeler için hızlı ve radikal olan bir hükümet istemiş, fakat istediği sonuçlar çıkmayınca ret oyu kullanmıştır. Bunun sonucu olarak da Türkiye’nin fikir ve siyasi hayatında oldukça mühim bir rol oynayan Doğan Avcıoğlu ve onun gibi düşünen aydınlar kendi plan ve projeleri doğrultusunda 1960 sonrası Türkiye’de sol hareketin en geniş kesimine hitap eden güçlü gruplardan birini ortaya çıkarmışlardır.
Türk düşünce dergileri içerisinde önemli bir yeri bulunan ve yayın hayatına başlamasıyla birlikte çok ses getiren Yön dergisi(15) 20 Aralık 1961 tarihinde yayın hayatına aydınların ortak bir zeminde buluştukları ortak bir bildiri ile başlamıştır. Bildiriyi önce 164 ve daha sonra 878 kişi olmak üzere toplam 1042 kişi imzalamıştır.(16) Bildiriyi imzalayanlar arasında Türkiye’nin önde gelen gazetecileri, profesörleri, milletvekilleri ve çeşitli aydın gruba ait insanlar yer almıştır. Hikmet Özdemir Yön yazarlarını dört grupta toplamaktadır. Birinci gruba, Yön’ün yönetici ve başyazarları girmektedir. Bunlar; Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami Soysal’dır.
İkinci gruba Yön’de yöneticilik yapmayan fakat önemli ölçüde etkili olan yazarlar dahildir. Bunlar Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir ve Sadun Aren’dir. Üçüncü grupta, Cahit Tanyol, İdris Küçükömer, Fethi Naci, Rauf Mutluay, Adil Aşçıoğlu, Atilla İlhan, Mehmed Kemal, Erol Ulubelen, Çetin Altan, İbrahim Çamlı gibi yazarlar yer almaktadır.
Dördüncü grup ise daha geniş bir yazar çevresini kapsamaktadır: Nimet Arzık, Hasan Hüseyin, Ayperi Akolan, Nijat Özön, Muzaffer Erdost, Mehmet Fuat, Samim Kocagöz, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Muammer Aksoy, Mustafa Ekmekçi, Selahattin Hilâv, Arslan Başer Kafaoğlu, Mehmet Karabulut, Yaşar Kemal, M. Şükrü Koç, Melih Cevdet Anday, Hayati Asılyazıcı, Behzat Ay, Türkkaya Atöv, Sırrı Hocaoğlu, Turan Güneş, Taner Timur gibi isimler dahil olmuşlardır.(17)
Böylesine geniş bir yazarlar grubunu bünyesinde barındıran çoğulcu ve farklı fikirlere açık bir platform olan Yön, 5 Haziran 1963 tarihinde kapatılmış fakat daha sonra yayın hayatına yeniden başlayarak 222 sayı çıkmış ve 30 Haziran 1967 tarihinde yöneticileri tarafından kapatılmıştır.(18)
Yön dergisi özellikle, sosyalizm, milliyetçilik, Atatürkçülük, kalkınma, bağımsızlık gibi konulara ağırlık vermiş ve sürekli Türkiye’nin daha hızlı bir yoldan nasıl kalkınabileceğinin çözümlemesini yapmıştır. Mümtaz Soysal bu konu ile ilgili şunları söylemektedir:
“Çıkarılacak haftalık dergiye bir ad ararken Yön sözcüğünü söylediğimde, Doğan Avcıoğlu, o her zamanki kesin kararlılığıyla tamam demişti. Yön o sırada bizce ve herkesçe aranan bir şeydi. Biz yönümüzü az çok bilir gibiydik. Hiç olmazsa ne yöne gitmek gerektiğini biliyorduk. Türkiye’nin yönü bağımsızlıktan, plânlı ve hızlı kalkınmadan, yapısal değişikliklerden uzaklaşan, her şeyi olura hatta daha kötüsü başkalarının oluruna bırakan bir yol olmamalıydı.”(19)
Zaten “Yön Bildirisi” incelendiğinde hedefinin, öncelikli olarak Atatürk devrimleri ile amaçlanan çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak, Türkiye’nin hızlı bir kalkınma stratejisi belirlemesi ve bu kalkınma stratejisi ile sosyal adaleti sağlayan, eğitime büyük önem veren büyük işletme sistemlerinin kurulduğu planlı ve devletçi bir ekonomik sistemin yerleşmesi olduğu görülmektedir.
Öyle ki bildiri Türkiye dışında da büyük ilgi görmüş bir aydın platformudur. Bildiriyi Prof. Dr. Frank Tachav İngilizceye; Prof. Dr. Rene Giraud Fransızcaya çevirmişler ve Batılı entelektüel çevrelere ulaştırmışlardır.(20)
Aslında Yön dergisinin çıkışı, 1960’ların sonlarına doğru Türkiye’nin Marksist literatürün en çok okunduğu ülkelerden biri haline gelmesi Marx’ın, Engels’in, Lenin ve Mao’nun yapıtlarının ve yazılarının geniş bir okur kitlesi bulması ve 27 Mayıs ile beraber gelen düşünce bazındaki birtakım değişiklikler ile oluşan, özgür ortamın düşünce hayatını etkilemesi ile ilgilidir.
İşte böyle bir ortamda Avcıoğlu başyazarlığını yaptığı Yön’de birtakım tabuların hiç değilse bir kısmının etkisiz kılınması yolunda bir mücadele vermiş, şiirleri yasak olan şair Nâzım Hikmet’in şiirlerine yer vermiş ve hem Nâzım Hikmet tabusunu hem de sosyalizm tabusunu yıkarak sosyalizmi Türkiye gündemine taşımıştır.(21) Ayrıca Sosyalist Kültür Derneği (SKD)’nin de kurucu kadroları arasında yer almıştır.
Özellikle 27 Mayıs sonrası sol hareketlerin canlanması ile birlikte Türkiye’de sola yeni bir içerik ve boyut kazandıran bir yayın organı haline gelen Yön’ün çıkışı bu açıdan da simgesel bir değer taşımaktadır.(22) 1961 yılında Yön dergisinin çevresinde toplanan radikal solcu aydınlar Türkiye’nin sorunlarını tanımlamanın, sesli düşünülmesini sağlamanın çok önemli kilometre taşlarını döşemişlerdir.(23) Öyle ki Yön 1965 yılında 40,4 oranıyla öğrenciler arasında bir araştırmaya göre en çok okunan dergi durumunda olup manşetleri ve sloganlarıyla gençliği etkilemeyi başarmıştır.(24)
Yön’ün yaptığı kampanyaları Fahri Aral şöyle anlatmaktadır: “Biz her şeye karşıydık. Kapitalizme, Amerikan emperyalizmine… Boğaz Köprüsü’ne… Hatta Coca Cola’ya. Hatırlıyorum, bu kampanyayı Yön dergisi başlatmıştı. Kapak gözümün önünde, kocaman bir Coca Cola şişesi, yanında ‘Zehirdir içmeyin!’ yazıyor. Ben o yıllarda öğrenci derneği başkanıydım. Hemen kantinlerde Coca Cola satışını durdurduk ve Ankara gazozu satmaya başladık. Bir de hiç unutmam o yıllarda Yerli Malı Haftası kutlamıştık. Sokak direklerine asılı Coca Cola panolarını kırmaya kadar götürmüştük işi.”(25)
Bu tablo ekonomide devletçi, siyasette çok partili demokrasiye sıcak bakmayan Türk sosyalizmi veya yeni devletçilik adını verdikleri bir oluşum olup Türkiye solunda 12 Mart 1971’e kadar devam eden Milli Demokratik Devrim (MDD) tezi altında savunulan görüşler, 1960’lı yıllarda Mısır ve Cezayir gibi ülkelerde yaşanan ve bazı kesimlere Afrika sosyalizmi diye tanımlanan milliyetçi-devrimci kalkınma programı ile aynıdır.(26) Bu çerçeve içinde Atilla İlhan, belki de Doğan Avcıoğlu ve Yön Hareketi ile ilgili düşünceleri en iyi yorumlayanlardandır. Atilla İlhan şunları söylemektedir: “O Yön’de olsun Devrim’de olsun Kemalist solun üzerinde gelişeceği ve sosyalizmle buluşacağı platformu oluşturmaya çalışmıştı, her birisi tekrar tekrar okunması gereken zengin ve kapsamı geniş eserleri birkaç neslin önünü aydınlatmıştır. Günümüzde de aydınlatıyor. Ulusal solculuğun ülkemizdeki adı hayli uzun bir süre Yöncülük olmadı mı?”(27)

Tek yön Devrim
Yön dergisi, 30 Haziran 1967 yılına kadar devam etmiş bu tarihten sonra Doğan Avcıoğlu 1968-1969’da CHP Yüksek Danışma Kurulu üyeliği de yapmıştır. Ayrıca 1968 yılı en çok ses getiren ve tartışılan kitabı Türkiye’nin Düzeni adlı incelemesinin yazıldığı yıldır. Bu kitap 1969 yılında Yunus Nadi Armağanı’nı kazanmış bir yapıttır ve Yön dergisi ile Devrim gazetesi arasında bir yerde durmaktadır. Muhtemelen Avcıoğlu Yön’deki yön belirlemeden sonra tek yön olan devrim için hazırlık ve geçiş dönemi yapmıştır. Ayrıca 1969 yılında 31 Mart’ta Yabancı Parmağı isimli bir çalışma daha yayımlamıştır.
Aslında Doğan Avcıoğlu için devrim dışında bir yön hiç olmamıştır. 1960’lı yıllarda belki de birçok insan ve kurum için yön arayışı söz konusuydu fakat Avcıoğlu başından beri yönünü belirlemişti. Dergi çıkarma kararı aldığında Devrim’in isim hakkı başkasında olduğu için Yön’de karar kılmıştır. (28)
Fakat 1969’a gelindiğinde artık Devrim’i çıkarma zamanı gelmiştir. Atatürk’ün “İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar” sözünü ilke edinen Devrim dergisi doğrudan doğruya bir iktidar yürüyüşünün adı olmuş(29) ve 12 Mart sıkıyönetimi tarafından kapatılıncaya kadar 79 sayı ve bir bildiri yayımlanmıştır. Doğan Avcıoğlu Devrim’le ilgili olarak “1960’larda Yön’le Türkiye’nin yönünü belirledik. Şimdi o yöne gitmek için Devrim’le devrimi yapacağız”(30) diyerek etkili bir şekilde çalışmaya başlamıştır.
O yılları yaşayan ve Devrim’in yazı işleri müdürlüğünü de yapmış olan Hasan Cemal Devrim’in bu etkinliğini aynen şöyle anlatmaktadır: “Devrim’de çok partili sisteme karşı kampanya açmıştık. Çok partili rejimle, Türkiye’nin düze çıkmayacağını, tek partili bir rejime giden yolun da bir yerde ancak askeri darbeyle aşılacağını üçüncü dünya ülkelerinden verdiğimiz örneklerle anlatmaya koyulmuştuk.”(31)
Özellikle sömürgecilik son bulduktan sonra Anglosaksonlar kendi politik sistemlerini üçüncü dünya ülkelerine de benimsetmeye özen göstermişlerdir ve bu durum az gelişmiş ülkelerde parlamentoculuğun tutucu güçlerin ve emperyalizmin işine yaramasını sağlamıştır. Parlamentoculuk Anglosaksonların çıkarlarına uygun bir sistemdir ve Türkiye’de yürürlüktedir, böylelikle parlamentoculuk tutucu güçler koalisyonu ile dış müttefiklerin rejimi olmaktadır, gibi düşünceler aslında Devrim’in niye yayımlandığını, Avcıoğlu ve ekibinin davasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Avcıoğlu 1961 Anayasası’nın getirdiği sosyal ve ekonomik düzenlemeler için hızlı ve radikal olan bir hükümet istemiş, fakat istediği sonuçlar çıkmayınca ret oyu kullanmıştır.

Bu konuda Yalçın Küçük şu ilginç benzetmeyi yapmaktadır. “Doğan’ın Yön’ü kapattıktan bir süre sonra, bir ara Türk aydınının bakış açısını belirtmede etkin olan Türkiye’nin Düzeni’ni yayımladıktan sonra Devrim gazetesini çıkarmasını tank savaşı aşaması olarak değerlendirmek istiyorum.”(32) Devrim’de CHP ve Ortanın Solu hareketinin lideri Bülent Ecevit’e karşı bir mücadele söz konusudur. Çünkü Ortanın solu hareketinin güçlenmesi Doğan Avcıoğlu tarafından parlamentoculuğun güçlenmesine yol açacak bir gelişme olarak görülmüştür.(33)
Avcıoğlu’nun Bülent Ecevit’i bir kuyruklu yıldız olarak nitelemesi daha sonra İlhan Selçuk’la aralarının açılmasında bir kilometre taşıdır. İlhan Selçuk Ecevit’i ilerici olarak görmekte ve CHP’deki öbür kanada göre daha tutarlı olduğunu söylemektedir. Avcıoğlu’nun eleştirilerini ise pek doğru bulmamış belki de daha yumuşak olmasını istemiştir. Zaten İlhan Selçuk 1970 yazında Devrim’deki yazılarına son vermiştir. İlhan Selçuk’un boşalttığı köşeye bu defa da Uğur Mumcu gelerek Ecevit’in devrimciliğini tatlı su devrimciliği olarak nitelendirip muhalefeti devam ettirmiştir.(34)
Doğan Avcıoğlu komünist hareketlere Devrim’de çok az yer ayırmıştır. Mihri Belli “Dostluğumuz sürdüğü halde Avcıoğlu hiçbir zaman Devrim’e yazmamı bana önermedi.”(35) diyerek o dönemde oluşturulmakta olan sol cuntanın yayın organı haline dönüşen Devrim’in kendilerine yani Mihri Belli gibi eski tüfek olarak bilinen insanlara kapalı olduğunu da belirtmektedir. Bunun nedeni ise hiç şüphesiz komünistlerin askerin gözünde Moskova ajanı olarak görülmesidir.
Devrim, komünist hareketle ilgili konuların yanı sıra Türkiye İşçi Partisi’ne ve buna yakın DİSK’e de yer vermemiştir. Bunun nedenleri arasında ise Türk-İş’i DİSK’e tercih etmesi ve Türk-İş’in milliyetçi olduğu gibi yöneticilerini yakından tanıyor olması ve Türk-İş’le daha kolay anlaşabileceğini düşünmesidir.(36)
Devrim gazetesi Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarına yönelik projeler veya diğer anlatımla iktidar programı oluşturmaya çalışmıştır. Kitle desteği yerine anayasa dışı yollardan iktidar olmanın yollarını arayan bir harekettir.(37) Yön-Devrim grubu 12 Mart 1971 öncesi böyle bir arayışın ifadesidir ve ordu içinde de oldukça önemli bir yer edinmiştir. Kara Kuvvetleri Plan ve Prensip Başkanı Tümgeneral Celil Gürkan şunları söylemektedir: “Silahlı kuvvetlerimizde onun Türkiye’nin Düzeni adlı kitabı o denli geniş ve yaygın bir ilgi çekmiş, elden ele dolaşan referans kitabı haline gelmiştir ki hiç unutmam bir konuşmamız sırasında Orgeneral Gürler bana ‘Celil, Türkiye’nin Düzeni kitabını okumayan subayı eksik görürüm’ demişti.”(38)
Ayrıca o günleri Hasan Cemal yine şöyle anlatmaktadır: “O sıralar herkese tembih edilirdi, kimin subay tanıdığı varsa Ankara’ya çağırması için, çünkü hedef, darbe sırasında mümkün olduğu kadar çok kendi taraftarı subayın işin içine katılmasıydı. Bunun için de Ankara’da bulunmaları iyi olacaktı. Darbe geliyordu!”(39)

Darbe
Doğan Avcıoğlu ve ekibi bir iktidar stratejisi hazırlamış, hazırlanan bu strateji, kendi deyimiyle “zinde güçlere” dayanılarak yapılacak ve ardından da devrime geçilecekti. Fakat Avcıoğlu ve ekibinin hesapları tutmamış ve Türk demokrasi tarihine daha çok muhtıra şeklinde geçen 12 Mart 1971 askeri darbesi ile karşılaşmışlardır.
9 Mart’ta yapılması planlanan sol cunta yerine 12 Mart muhtırası boy gösterince Avcıoğlu’nun planları da beklediği sonucu vermemiştir. 12 Mart özellikle soldan başlayıp sağa doğru ilerlemiş ve ordu içindeki sol-Kemalistleri tasfiye eden bir hareket olmuştur.
12 Mart’ta Devrim gazetesi de nasibini almış ve 27 Mayıs 1971’de kapatılıncaya kadar toplam 79 sayı yayımlamıştır. Sadece Devrim değil aynı zamanda İşçi-Köylü, Proleter Devrimci Aydınlık, Aydınlık, Türk Solu ve Ant gibi birtakım sol dergiler de kapatılarak her türlü sol yayın yasaklanmıştır.(40)

Yön dergisi 20 Aralık 1961 tarihinde yayın hayatına aydınların ortak bir zeminde buluştukları ortak bir bildiri ile başladı. (Yön’ün ilk sayısı)

Bu mücadele aslında 9 Martçılar ile 12 Martçılar arasındaki iktidar oyununun da ta kendisidir. Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun 12 Mart’a bakış açısı şöyledir: “Ben sonradan öğrendim. Asıl teşvik Muhsin Batur, Faruk Gürler’i işliyor. Gürler çekingen yapıda bir kişi en sonunda peki diyor. CIA duruma hakim. Korgeneral Atıf Erçıkan’ı sokuyor olayın içine. Bu arada Tağmaç’ı uyarıyorlar. Gürler’i ürkütüyorlar solcu darbe olacak sizi de kurşuna dizecekler diye. Gürler korkuyor Genel Kurmay Başkanı’na gidiyor. 9 Mart’ta plânlanan güya ilerici yön taşıyor. 12 Mart CIA’nın güzel manevrasıyla yön değiştirdi.”(41)
Madanoğlu o günleri yaşayan bir subay olarak 12 Mart’a CIA’nın hakim olduğunu ve güzel manevralarla yön değiştirdiğini söylemektedir. Peki gerçekten de böyle bir yön değiştirme söz konusu mudur bu sorunun cevabını o yıllarda üniversiteli kod adıyla MİT bünyesinde ajanlık yapan Mahir Kaynak’tan alıyoruz: “CIA başından beri devredeydi”(42) Ayrıca İhsan Sabri Çağlayangil de “12 Mart’ta CIA vardır, hem de büyük ölçüde vardır”(43) diyerek CIA’nın 12 Mart’taki rolüne vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda 12 Mart dış etkenin kendisini en açık bir biçimde gösterdiği bir harekettir.(44)
Doğan Avcıoğlu ve yakın arkadaşları İlhan Selçuk, İlhami Soysal vb. 12 Mart’tan yenilgi ile çıkmışlardır. Sıkıyönetimce birtakım tutuklanmalara maruz kalmışlar ve ünlü Ziverbey Köşkü’nden geçmişlerdir. İstanbul ve Ankara’daki askeri hapishanelerde ikamet etmişler, çeşitli yargılamalara uğramışlardır. 1971’de Ankara Mamak Muhabere Okulu Askeri Tutukevi’nde kalan Avcıoğlu yasadışı suç örgütü oluşturduğu gerekçesiyle arkadaşlarıyla birlikte Madanoğlu Davası’ndan yargılanmış sonunda beraat etmiştir. Aslında Madanoğlu Davası ordu içindeki bir hesaplaşmanın ve sol-Kemalist kadronun tasfiyesinin de göstergesidir.(45)

) İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu ile birlikte Yön’ün başyazarları arasındaydı.

Bir dönem beraber olduğu ve birlikte çalıştığı halde, Avcıoğlu ve arkadaşlarının beraat etmesini yıllar sonra, neo-liberal demokrasi anlayışıyla Hasan Cemal bir özeleştiri yaparak şöyle anlatmaktadır:
“12 Mart öncesinde de demokratik rejimin hiç kuşkusuz yetersizlikleri vardı ama yine de temsil niteliğine sahipti. Demokratik meşrutiyeti vardı. Sizler bu rejimi yıkmaya çalışmıyor muydunuz? Devrim dergisi bunun için çıkmamış mıydı? Evet. O zaman beraat etmiş olmanız neden kaynaklandı? Askerle iş tutmuş olmanızdan değil mi? Örgütlenmeniz derine yani ordunun tepelerine doğru gidiyordu. Çok fazla kurcalanırsa işin içine Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur da karışabilecekti. Onun için bir yerde kesmek zorunda kaldılar. Öyle sanıyorum bunun için beraat ettiniz. Yoksa darbe yapmak istemediğinizden, bunun için örgütlenmediğinizden değil. O yüzden devrimci gençlere kıyasla çok az çektiniz. Bir süre sonra hepiniz kendi hayatınıza döndünüz. Doğan Avcıoğlu Çamlıca Tepesi’ndeki teras katında kitaplarını yazmaya devam etti. İlhan Selçuk Cumhuriyet’teki köşesine döndü. Altan Öymen, İlhami Soysal, Ali Sirmen, Uğur Mumcu, Uluç Gürkan, sen, hepiniz yazıya çiziye devam ettiniz.”(46)
O günleri yaşamış ve olayların içinde bulunmuş bir kişi olarak Hasan Cemal’in söylediklerinin doğruluk payı bulunmaktadır. Fakat Madanoğlu Davası daha geniş bir plânın parçası olarak durmaktadır. Çünkü 12 Mart muhtırası 1971’de yaşanmış, dava ise 1973 yılında açılmıştır. Bu durum ordu içi bir hesaplaşmanın ürünüdür ve muhtemelen işin içine daha büyük hesaplar girmiştir. Bu dava Hasan Cemal’in de belirttiği gibi belki de üst düzey komutanlara kadar gideceğinden bir yerde kesilmek zorunda bırakılmış bir davadır.

Darbe sonrası
12 Mart 1971’in ardından Doğan Avcıoğlu artık yenilmiş bir vaziyettedir(47), kişisel yaşamı için yeni bir dönem başlamıştır. 1960’lı yıllardaki kadar etkin değildir, yalnızlığı oynamaktadır ve kendisiyle birlikte olan birçok arkadaşı ile yollarını ayırmıştır.
Özellikle 1973’te yıldızı parlayan Bülent Ecevit’in devrimi seçim yoluyla başaracağı düşüncesinin hakim olmasıyla beraber daha önce kendisi gibi düşünen pek çok arkadaşı Ecevit kanadında yani CHP’de yer almışlar veya desteklemişlerdir.
1971’deki iktidar deneyimi artık Baasçılık ya da Afrika sosyalizmi gibi bakış açılarının da değer kaybetmesine sebep olmuştur. Avcıoğlu hiçbir zaman düşüncesinden dönmemiş fakat aktif siyasetten uzaklaşarak köşesine çekilmiş ve araştırmalarına devam etmiştir. Özellikle tarihle ilgili araştırmalara yönelmiştir. Hikmet Özdemir haklı olarak: “Doğan Avcıoğlu’nun bütün yapıtları bir araya toplandığında kişi ister istemez bir tek kişilik araştırma merkezi karşısında bulunduğunu düşünmektedir.”(48) diyerek hem araştırmacı kişiliğine hem de muazzam derecede bir çalışma hırsına sahip olduğuna işaret etmektedir.
Yön ve Devrim dergilerinden başka Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın), 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Milli Kurtuluş Tarihi, Türklerin Tarihi, Devrim ve Demokrasi Üzerine, Devrim Üzerine gibi yapıtları bulunan Doğan Avcıoğlu’nun yayımlanmış son çalışması “Pabuççu Muştası” başlıklı makalesidir. Bu makale Türkiye Yazıları dergisi yönetmeni Ahmet Say’ın Şair Eşref ve zamanı konulu bir yazı istemesinden sonra hazırlanmış ve aynı dergide Ocak 1982’de yayımlanmıştır.(49)

Yön dergisinden örnekler.

Bundan başka tarih çalışmalarıyla ilgili çok önemli bir eseri daha söz konusudur. Fakat bu eser yazılamamış bir eserdir. Avcıoğlu çok önem verdiği, tüm malzemelerini topladığı ve okuduğu “Türk İnkılâbı” isimli tarihi eserinde Atatürk’ün başlattığı ancak yarım kalan devrimleri inceleyerek uluslararası bir kalkınma sistemi olarak sunmak istemiş fakat ne yazık ki bu proje Hikmet Özdemir’in de belirttiği gibi yazılamamış bir proje olarak kalmıştır. (50)

Son yolculuk
Avcıoğlu’nun bu projeyi yazamamasının nedeni kansere yakalanmasıdır. Kanser tanısını haber aldığında şu sözleri söylemiştir: “Her cepheden her kurşuna karşı önlem aldım, kanserle arkamdan hançerlendim”(51) Her cephede mücadele vermiş bir eylem adamıdır fakat kanser hastalığı onu en verimli çağında yakalamış, inceleme ve araştırmalarının yarıda kalmasına yol açmıştır.
Hasan Cemal kanser teşhisi konulduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Can sıkıntımın nedeni tek değil ki bir kere başladı mı her şey üst üste gelir. Doğan Avcıoğlu’na kanser teşhisi kondu, midesini ve dalağını aldılar, on gündür Amerikan Hastanesi’nde yatıyor… Durumu biliyor sevgili Doğan Bey önce Nadir Bey’e dava açılıp açılmayacağını sordu. Bir ara şöyle dedi: ‘Benim de psikolojim onun gibi. Başyazının girişine koyduğu notta olduğu gibi düşünüyorum, bu dünyaya boşuna mı geldim diye.’ Yüreğim cız etti. Doğan Bey’in böyle konuşabilmesi çok dokundu…”(52)
Ve artık Hikmet Özdemir’in tabiriyle “Son Jön Türk” olan Doğan Avcıoğlu kendisini arkadan hançerleyen kansere yenik düşmüş, 4 Kasım 1983 tarihinde hayata gözlerini yummuştur. Ölmeden önce eşi Günseli’ye: “Yazılmasın nerede gömüleceğim, tören falan istemem”(53) demiştir. Ancak buna rağmen Büyükada’da 5 Kasım 1983 Cumartesi günü yapılan cenaze töreni ile yol arkadaşları olan İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal, Uğur Mumcu, Hasan Cemal, Uluç Gürkan, Korgeneral Madanoğlu, Orgeneral Muhsin Batur “Son Jön Türk”ü bu son yolculuğunda yalnız bırakmamışlardır.(54)

FİKİR DÜNYASI

Doğan Avcıoğlu’nun fikir dünyasının yaşamı boyunca zengin olduğunu görmekteyiz. Bunda almış olduğu eğitim kadar kendisinde var olan çalışma ve araştırma azmi etkili olmuştur. Doğan Avcıoğlu’nun tarihle ve sosyoloji ile ilgili fikirlerinin oluşumunda ve temelinde Niyazi Berkes etkisi göze çarpar. İhtilâlci fikirlerinin temelinde ise başta Fransız İhtilali olmak üzere çeşitli burjuva devrimci kesimlerin etkisi açıkça görülmektedir. Radikal Sosyalist Parti ardından Birleşik Sosyalist Parti’nin önderlerinden Fransız hükümetinin 1954’teki başkanı Pierre Mendes France ile Batı tipi demokrasilerin azgelişmiş ülkelerde işleyemeyeceğine ilişkin görüşleriyle ünlü Maruice Duvarger’in Doğan Avcıoğlu üzerinde etkili olduğunu ve ayrıca kalkınma metodunda Oscar Lange’nin düşüncelerini şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Kısacası Avcıoğlu hem Fransız İhtilali’nden hem de Jön Türk mirasından ve 1930’ların Kadro Hareketi’nden etkilenerek fikirlerini temellendirmeye çalışmıştır.

Tarih görüşü ve Türk toplum tarihine bakışı
Doğan Avcıoğlu’nun tarih görüşü ve felsefesi genel olarak toplumcu tarih anlayışının bir ürünüdür. Ona göre Marksizm insanlık tarih sürecinin bütününü açıklayan tek yaklaşım sayılabilir.(55) Çünkü Marksizm insanın ilk alet yapımından başlayıp günümüze kadar olan süreci sosyo-ekonomik temeller esası üzerine inceleyen bir felsefedir. Burada toplumlarda altyapı ve üstyapı unsurları ile ayrıca toplumun kendini devam ettirmesi adına her toplumda çeşitli içsel gerilimler ve çelişkiler söz konusudur. Zaten bu iki özellik de kendini tarih alanında gösterir.
Marksist bir tarihçi olmanın hayli zor olduğunu söyleyen Avcıoğlu, kendisinin de bu iddiadan uzak olduğunu ancak belli bir bakış açısıyla yazmış olduğu Türklerin Tarihi adlı beş ciltlik incelemesinin bu anlamda bir ilk deneme olduğunu söyler.(56)
Ona göre tarih anlaşılmadıkça ve özümsenmedikçe darboğazlar hiçbir zaman aşılamaz, böyle olunca da geçmişin ancak kötü bir tekrarına sürüklenilir.(57) Bize unutturulmak istenen gerçek tarihimize sahip çıkmalı, Atatürk’ün tarih tezini yabana atmamalı, üzerinde durmalıyız. Bu bakımdan Türk tarihinin birçok eksiklikleri bulunmaktadır. Arşivlerin didik didik edilmesine, uzun çalışmalara ve yabancı arşivlerin de derinlemesine incelenmesine gerek vardır.(58)

1969’a gelindiğinde artık Devrim’i çıkarma zamanı gelmişti. Atatürk’ün “İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar” sözünü ilke edinen Devrim dergisi doğrudan doğruya bir iktidar yürüyüşünün adı olmuştu.

27 Mayıs’tan sonra tarihimize karşı yeni bir ilgi uyandığını söyleyen Avcıoğlu, Batı düşünürlerinin kendilerinden başka toplumların ve milletlerin tarihsiz uluslar olarak değerlendirilmesine karşı çıkmakta(59) ve ayrıca körü körüne gidilen Batı hayranlığının olumsuz sonuçlar doğuracağını düşünmektedir. Batı’nın bu düşünce yapısına karşılık Türk Kurtuluş Savaşı ile hem emperyalistlere karşı savaş verilirken hem de Kurtuluş Savaşı sonrasında Osmanlı tarih anlayışına, Batı tarih anlayışına bir tepki olarak ulusal bir tarih anlayışı egemen olmuştur.(60)
Batı düşünürlerinin Batı dışındaki toplumların tarihini hor ve hakir gören tutumuna tepki olarak Doğan Avcıoğlu, Türk’ün uygarlık tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu, Atatürk’ün de bu gerçeğin bilincinde olarak hareket ettiğini ve yeni bir tarih anlayışı geliştirdiğini söylemektedir.(61) Ona göre tarihimizin incelenmesi ortaya koymaktadır ki, Türkler ırk, kan ve din üzerine kurulu toplum olmamışlardır. Türk’ün tarihsel varlığı devlet, ordu, ekonomi ve endüstriye dayanır. Türkler tarih boyunca devlet yönetiminde ve endüstride varlık göstermişlerdir.
Türklerin uygarlık tarihinde oldukça önemli bir yeri bulunmakla beraber sanıldığının aksine Türkler bir ulus olarak ortaya çıkmamışlardır. Özellikle bu durum Turancı tarih anlayışına bir tepki ve cevap olarak görülmektedir. O halde “Ulus değildik de neydik” diye bir soruyu kendi kendine soran Avcıoğlu, Orhun Kitabelerinde geçen Türk budun sözünün Türk Ulusu diye çevrilmesinin yanlış olduğunu, bilakis o dönemde Türk budundan başka Karluk budun, Türgiş budun, Oğuz budun gibi birçok budun olduğunu söylemekte, Türk budun eğer Türk Ulusu ise diğer budunların Türk sayılmaması gerektiği gibi bir anlamın çıktığını vurgulamaktadır.(62)
Bununla beraber özellikle İslâmiyet’in yayıldığı dönemde ortak bir dil konuşan, ortak bir kültüre sahip olan ve bunun bir parça bilincinde olan boy, oymak ve budun aşamasını geride bırakma yolunda olan bir topluluk söz konusudur.(63) Arapların Orta Asya’ya gelmeleri ve İslâmiyet’in Türkler arasında yayılmasından sonra Arapların uyguladığı üstünlük politikalarına karşı Türklerde bir uyanış görülür ve İslamiyet’i kabul edenlere Türkmen adı verilerek bir milli bilinç elde ederler fakat bir ulusçuluk akımı söz konusu değildir.(64)

Uğur Mumcu da Devrim’in yazarları arasındaydı.

Bu noktada ulusça Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinmemiş, Türkiye’de uluslaşma geç gerçekleşmiştir ve ulus adını taşıyan ilk ulusal Türk devleti de Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.(65)
Doğan Avcıoğlu Türk tarihine de diğer toplumların tarihlerinde olduğu gibi sınıf temelli bakmaktadır. Siyasi birliğin kuruluşunda ve bozuluşunda sınıf mücadelesi önemli olup, bozkır aristokrasisinin ganimet ve ticaret isteği gibi sınıf mücadelesi de siyasal birliğin kuruluşunda temel etkendir.(66) Ancak Türkler özellikle Oğuz Türkleri uygar İslâm ülkelerine İran ve Anadolu’ya akmaya başladıkları zaman bile sınıf mücadelesi söz konusu olmasına rağmen göçebe feodalizmi aşamasından uzaktırlar. Zenginler-fakirler, beyler-kara budunlar belirmiştir fakat Türkler ana çizgileriyle askeri demokratik bir aşamada bulunmaktadır. İşte bu Türkler Fransa’da, Anadolu’da İslâm uygarlığı çerçevesinde ve ayrıca çok değişik ekonomik ve toplumsal koşullar altında devletler kurmuşlardır.(67)
Türklerin tarihini bundan sonra İslâm tarihi çerçevesinde inceleyen Avcıoğlu’na göre İslâm uygarlığı çağın en ileri uygarlığıdır.(68) Bu aşamadan sonra Türkler, İslâm tarihi içinde kendi tarihlerini oluşturmuşlardır. İşte bu süreç boyunca Türkler askeri demokratik aşamadan çıkarak feodal bir aşamaya doğru ilerlemişlerdir.
Özellikle Selçuklu düzeninin feodal bir düzen olduğunu bunun Batı feodalitesi ile ayrılan yanlarının bulunduğunu fakat benzerliklerin ayrılıklardan daha ağır bastığını söylemekte(69) ve sadece Büyük Selçukluların değil 14. yüzyıl Anadolu’sunda ve başta Türkiye Selçuklularında da Batı feodalitesine yakın bir düzenin olduğu gözlenmektedir.(70)
Doğan Avcıoğlu’na göre gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devleti çağına göre oldukça ileri bir toplum düzenine dayanmaktadır.(71) Çünkü Fransa Kralı I. Francois Osmanlı Devleti’nden borç altın, at ve savaş gemisi istemekte, Akdeniz ve İtalya açlıktan ölmemek için Türk buğdayına muhtaç bir vaziyette ve Kraliçe Elizabeth Türklerin yün boyama tekniğini çalmak için İstanbul’a ajanlar göndermekteydi. Ayrıca bütün bunlardan başka olarak Doğu Avrupa’nın hatta Almanya’nın iyice sertleştirilmiş köylü kitleleri Osmanlı’yı bir kurtarıcı olarak görüyorlardı.(72)
Çağına göre oldukça ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmış olan Osmanlı’nın düzenini tarihin tanıdığı toplumsal kuruluşlar açısından nereye yerleştirilebileceği düşüncesini ve sorusunu tartışan Avcıoğlu, özellikle 1960’larda popüler olan Asya Tipi Üretim Tarzı kısaca ATÜT’çü görüşlere şiddetle karşı çıkmıştır. ATÜT’çü görüşler Osmanlı Devleti kapitalizme geçemediği için Osmanlı Devleti’ni Asyagil Üretim Tarzı (AÜT) içinde artı değer üretemeyen ve durgun bir topluluk ve ekonomiye sahip olarak değerlendirmişlerdir.
Avcıoğlu evrime pek az elverişli ve durgun bir düzenin Türk toplumuna uymayacağını belirterek şunları söylemektedir: “16. yüzyıl başlarına kadar en ileri bir uygarlık düzeyinde bulunan Türk toplumun ve evriminin açıklamasında Asya toplumunun ve evriminin açıklanmasında Asya Üretim Tarzı kavramının ne ölçüde yararlı olabileceği ortaya konulabilmiş değildir.”(73) Bundan sonra bu tezini temellendirmeye çalışır ve şunları yazar: “Üretim tarzı düzeyinde Osmanlı düzeyinin Batıdakilerden pek farklı olduğu söylenemez (…) Üretim pazar için olmaktan çok kişisel ihtiyaçlar için ve köylü ailesinin ekip biçtiği ufak işletmelerde yapılmaktadır. Bu ufak işletmeye Türk çiftçisi tapuyla tasarruf etmekte ve tasarruf hakkı çocuklarına da geçmektedir. Yani Asya tipinden farklı ve özel mülkiyete hayli yaklaşmış bir tasarruf söz konusudur (…) Asya Üretim Tarzı’nda yalnızca köy topluluğu vardır, birey ancak bu topluluğun mensubu olarak mevcuttur. Türk köyünde ise kamucu özelliklerin yanı sıra bireyci özellik hayli gelişmiştir.”(74)

Mihri Belli “Dostluğumuz sürdüğü halde Avcıoğlu hiçbir zaman Devrim’e yazmamı bana önermedi” demişti. Bunun nedeni ise hiç şüphesiz komünistlerin askerin gözünde Moskova ajanı olarak görülmesiydi.

Bunun yanı sıra Osmanlı düzeninin Batı düzenine benzer yanlarının bulunduğunu belirten ancak tarihi, coğrafi, askeri vb. özellikler yüzünden Batı’daki düzenden farklı olduğunu da söyleyen Avcıoğlu’na göre en başından beri Osmanlı Devleti Doğu ile Batı arasındaki tarihi ticaret yollarının üzerinden geçen topraklar üzerinde kurulmuştur.(75) Selçuklulardan başlayarak geniş bir yol ve kervansaray şebekesi ile gümrük sisteminin olduğu Anadolu bir nakliyeci ve tüccar memleketi haline gelmiştir. Bu özelliklerinden dolayı Türk köyünün, tarihi gelişiminin dışında yaşayan içine kapalı Asya Tipi köyünden çok ayrı bir çizgide bulunduğu ve bu çizgiye göre biçimlendiğini söylemek gerekmektedir.(76)
Osmanlı Devleti’nin başından beri ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı merkeziyetçi bir yapıya gittiğini vurgulayan Avcıoğlu, “Osmanlı toplum düzeninde, aynı üretim tarzına dayanmakla birlikte Batı feodalitesinden farklı bir üstyapı örgütlenmesini gerektiren, milletlerarası ticaret, büyük şehirler ve fetih diye özetlediğimiz zorluklar olmuştur”(77) Yine Batı’daki senyörlerden farklı olarak Osmanlı’da sipahiler, devletin bir hizmetlisi, bir memuru durumundadırlar.(78)
ATÜT gerekse feodalizm kavramlarından uzak duran Doğan Avcıoğlu, bu konu hakkında şunları yazar: “Osmanlı düzeni hakkındaki görüşler henüz yeterli bir açıklığa ulaşmaktan uzaktır. Meseleye bu açıdan bakış daha yeni yeni başlamaktadır. Derinlemesine araştırmalara ihtiyaç vardır. Bu sebeple Osmanlı düzenine henüz tartışma konusu olan feodal etiketini yapıştırmaktan kaçınarak, herkesin üzerinde birleşebileceği daha genel bir kavram olan prekapitalist düzen diyeceğiz.”(79)
“Bu prekapitalist düzenin özellikleri ise şunlardır: 1) Belirli bir noktada toprağa bağlı köylünün bu bağlılıktan kurtulmaya başlaması. 2) Uzmanlaşmış bir şehir zanaatının varlığı ve serbestleşme. 3) Ticaret ve tefecilikten sağlanmış olan nakit servet birikimi.”(80)
Avcıoğlu’nun burada ileri sürdüğü pre-kapitalist düzen feodalizm ile kapitalizm arasındaki bir toplum düzeni olup Marx tarafından geliştirilen bir sistemdir.(81) Doğan Avcıoğlu, daha önce belirtildiği gibi Osmanlı düzeni ile Batı düzeni arasında benzerlikler bulunduğunu fakat konu üzerinde yeterli olduğu ve en çok ses getiren kitabı Türkiye’nin Düzeni’nde Asya Üretim Tarzı’na şiddetle karşı çıkmasına rağmen feodalizmden ise şimdilik feodal etiketi yapıştırmaktan kaçınarak prekapitalist düzenin hakim olduğunu söylemiş ancak daha sonra yazdığı Türklerin Tarihi isimli beş ciltlik kitabında iseOsmanlı düzeni, kanımızca Asya Tipi değil feodal idi.”(82) diyerek Türkiye’nin Düzeni’ndeki feodalizm yakını görüşünü burada netleştirmiştir.
Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin bu pre-kapitalist düzen içinde kapitalizme geçişi sağlayacak birçok oluşum ve dönüşümün bulunduğunu söyleyen Avcıoğlu’na göre Osmanlı Devleti kapitalizme geçebilirdi ancak tarihi şartları özellikle Batı’nın ticareti eline geçirmesi ve sömürge politikaları Doğu üstünlüğünden Batı üstünlüğüne geçişi sağlamıştır.(83)
Tüm bu toplum düzeni tartışmalarının dışında genellikle Türkiye’de bir hukuk kaidesi olarak ele alınan ve değerlendirilen 1808 tarihli Sened-i İttifak’a ilişkin Doğan Avcıoğlu’nun çok farklı bir yaklaşımı söz konusudur. Ona göre “Batı hukuk otoritelerimiz, her halde Batı örneklerinin etkisiyle Sened-i İttifak’ı despot padişahın yetkilerini sınırlayan Türkiye’deki ilk amme hukuku kaidesi saymaktadırlar. Kanımızca bu belge için eşkıyalığın meşrulaştırılması deyimini kullanmak hiç de aşırı bir görüş değildir.”(84)

27 Mayıs’ın fiili önderi sayılan Cemal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu’nun yakın arkadaşıydı.

Avcıoğlu Sened-i İttifak’tan başka Türk toplumu ve tarihi açısından önemli sonuçlar doğuran 1838 Balta Limanı Antlaşması’na, Tanzimat Fermanı ve Duyun-u Umumiye’ye karşı da çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Özellikle İngiltere’ye çok büyük ticari imtiyazlar veren ve Osmanlı tüccarını rekabet ortamından alıkoyan ve gümrükleri düşüren 1838 Balta Limanı Antlaşması’nı ve onun ardından toplum için reform amacıyla gelen Tanzimat Fermanı’nı emperyalizmin boyunduruğunda “Türkiye’nin idam fermanı(85) olarak değerlendiren Avcıoğlu, Tanzimat Fermanı için “Tanzimat, vitrindeki Batılı görünüşe bakılarak, Batılılaşma hareketi diye hâlâ övülür. Hareketin baş mimarı Mustafa Reşit Paşa büyük sıfatıyla anılır. Yalnız bu Batılılaşma, sömürge ve yarı-sömürge haline getirilen bütün Avrupa dışı ülkelerde görülen cinsten bir Batılılaşma, bir uydulaşmadır.”(86) diyerek 1838 Balta Limanı Anlaşması içinse şöyle yazar: “1838 Ticaret Antlaşması’ndan sonra İngiltere koruyucu ve kurtarıcı olarak Türkiye’de egemen olmuştur. Çarlık Rusya’sı düşmandır. İngiltere ise bu düşmandan Türkiye’yi korumak için yardımına koşan dosttur. Ne var ki bu dostluk ayının pençesinden korkan kuzunun kurda sığınması biçiminde bir dostluk olmuştur (…) İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’nu yutmakta (…) öte yandan 1838 Ticaret Antlaşması ile açılan dönemde, cılız Türk sanayi yok edilmiş ve ülke sömürgeleştirilmiştir. Türkiye’de İngiliz ve Fransız emperyalizminin işbirlikçisi olan Rum ve Ermeni kompradorlara dayalı sömürge ekonomisi kurulmuştur.”(87)

Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyet dönemine yönelik görüşleri
Görüldüğü üzere Avcıoğlu, Türkiye’nin, özellikle 1838 Ticaret Antlaşması’nın ve Tanzimat uygulamalarının bir sonucu olarak yarı-sömürge durumuna düştüğünü vurgulamaktadır. Devleti uydulaştıran ve ülkeyi sömürgeleştiren Tanzimat ve Abdülhamit batıcılığı ile istibdat düzenine karşı, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki tarafından milliyetçi tepkilerin doğduğunu, vatanı nasıl kurtarabiliriz düşüncesi ile hareket ettiklerini, bu bağlamda Kurtuluş Savaşı’nın liderlerinin de İttihat ve Terakki saflarından geldiğini ve Atatürk devrimlerinin temellerinin bu dönemde atıldığını belirtmekte ve bu nedenle Türk Kurtuluş Savaşı’nın iyi araştırılması ve incelenmesi gerektiğini düşünmektedir.
Ona göre 1890’lardan beri İngiliz emperyalizmine karşı savaştığımız ve Kurtuluş Savaşı’nda topyekûn bir ölüm-kalım mücadelesi verdiğimiz halde kurtuluş savaşımız İngiltere’ye karşı bir uzlaşmacılık içinde geçmiştir. Emperyalist devletleri hedef almadan bir antiemperyalist savaş söz konusu olmuştur.(88)

Doğan Avcıoğlu eşi ve oğlu ile birlikte Büyükada’da.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Mütareke Türkiye’sinde umutsuzluk egemendir. Kendi iç dinamiklerimizle bir kurtuluş yolu bulunacağına inanç söz konusu değildir. Halk tükenmiştir. Bundan dolayı en vatansever kişi ve kuruluşlar kurtuluşu bizi yok etmek isteyen emperyalist güçlerde aramışlardır. Halk savaştan yana değildir, dağlar asker kaçaklarıyla doludur.(89)
İşte bu yüzden Mustafa Kemal, milli direnişi örgütlemek ve güçlendirmek için şeyhlerin, dedelerin, aşiret reislerinin ve toplumda sözü geçen kimselerin iş birliğini sağlamaya çalışmıştır.(90) Buna rağmen Türkiye mazlum milletler arasında ilk kurtuluş savaşını vermeyi başarmıştır. Küçük burjuva kökenli asker-sivil, milli devrimci aydınlar, eşraf dediğimiz feodalizm kalıntılarına dayanarak ve bu güçlerin halk üzerinde önemli bir etkisinin bulunduğu düşünülerek Mustafa Kemal’in liderliğinde Kurtuluş Savaşı gerçekleştirilmiştir.(91)
Bundan sonra Avcıoğlu, eşrafın emperyalizmle uzlaşmacılığına rağmen nasıl olmuştur da emperyalizme karşı eşrafa dayanan bir Kurtuluş Savaşı verebilmiştir sorusunu sorarak yanıtını şöyle vermektedir: “Verilebilmiştir, zira emperyalizm karşımıza, eşrafı ve bütün halkı toptan yok etmeye yönelmiş Rumluk ve Ermenilik olarak çıkmıştır. Doğrudan doğruya emperyalizme karşı değil, Türk ve Müslümana can ve hakkı tanımayan unsurlara karşı yani Anadolu’da Rumluk ve Ermenilik kurulmasına karşı savaşılmıştır.”(92)
Ona göre Türk Kurtuluş Savaşı’nın özelliğini eşraf, milliyetçi subay ve aydın iş birliği teşkil etmektedir.(93) Kurtuluş Savaşı’nın iki önemli özelliği bulunmaktadır. Birinci olarak feodal güçlere dayanılarak emperyalizme karşı çıkmadan antiemperyalist bir savaş yapılmış; ikinci olarak kurtuluş savaşlarında genel olarak anti-feodal bir nitelik varken yani emperyalizmin yanı sıra feodallere karşı da savaşılırken Türk Kurtuluş Savaşı anti-feodal özden yoksundur.(94)
Anti-feodal özden yoksun olması Cumhuriyet’ten sonraki kalkınma çabalarının yönünü belirlemiştir. Çağdaş uygarlığa geçişin vazgeçilmez ön şartı olan eski toprak düzeninin tasfiyesine girilemeyişinin nedenini bu özellikte aramak gerekir.(95)
Mustafa Kemal’in ve bir avuç milliyetçi kadronun bu güç şartlara rağmen büyük işler başardığını söyleyen Avcıoğlu, Niyazi Berkes’in şu görüşünü benimsemiştir:
“Kemalizm devrimi, Mustafa Kemal’in arkasındaki bir avuç ilericiler ile, gene bu savaş içinde bulunan muazzam bir gericiler kitlesi arasında, didişile didişile santim santim koparılmış bir devrimdir.”(96)
Doğan Avcıoğlu’na göre bugün bir Türk milleti olarak varsak bunu her şeyden çok Atatürk’e ve liderlik gücüne borçlu durumdayız. Atatürk Türk milletinin yaratıcısıdır. Atatürk hareketinde iki fikir söz konusudur; bunlar milliyetçilik ve çağdaş uygarlıktır.(97) Bütün bunlar bağımsızlık içinde toplumsal devrim yoluyla çağdaş uygarlığa ulaşma olarak özetlenen Atatürkçü tezin doğruluğunu ve bugün de geçerli olduğunu göstermektedir.(98)
Kurtuluş Savaşı boyunca ve Cumhuriyet’ten sonra Tanzimatçı bağımsızlık anlayışı ile Kemalist ya da milliyetçi bağımsızlık anlayışının çatıştığını söyleyen Avcıoğlu’na göre Atatürk emperyalizme karşı tam bağımsızlık savaşını başarıya ulaştırmıştır ancak kökü kurutulamayan Tanzimat batıcıları tipi bağımsızlık anlayışı Atatürk’ün ölümünden sonra yeniden ortaya çıkmıştır.(99)
İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı bir milli kurtuluş savaşı veren Atatürk döneminde bütün komşularla özellikle Rusya ile dost, çağdaşlaşma politikasını rahatlıkla sürdüren ve bağımsız bir kalkınma stratejisi uygulayan Türkiye, Atatürk’ün ölümü ile bu çizgiden uzaklaşmıştır. Özellikle İnönü dönemindeki uygulamalar ve 1939 mevsimsiz İngiliz ve Fransız ittifakı, bağımsızlık anlayışına dayalı Türk dış politikasının değişmesine neden olmuştur.(100)

4 Kasım 1983’de kansere yenik düşen Doğan Avcıoğlu’nun cenaze törenine, yol arkadaşları olan İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal, Uğur Mumcu, Hasan Cemal, Uluç Gürkan, Korgeneral Madanoğlu, Orgeneral Muhsin Batur, Lefter Küçükandonyadis gibi isimler katılmıştı. (Fotoğrafta: Cemal Madanoğlu, İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu)

Ona göre, 1939 İngiliz ittifakının yol açtığı ters gelişmelerden sonra İnönü Hükümeti dış politikada ısrarla Anglosakson koruyuculuğu aramış ve bu durum iç politikayı da önemli ölçüde etkilemiştir.(101) Ama 1945’e kadar devrimci olan İnönü, devrimciliği bir çırpıda bırakarak Köy Enstitüleri’ni kapatmaya yönelmiş, bu kurumların başına Hitler hayranı Reşat Şemsettin Sirer getirilerek eski işlevlerinin yok olmasına neden olmuştur.(102) Avcıoğlu, Lozan’da bağımsızlık yolunu açan İsmet İnönü’nün sonradan bu yolu dikenli tellerle çevirdiğini söyler.(103)

Demokrat Parti ve sonrası döneme ilişkin fikir ve görüşleri
Doğan Avcıoğlu’na göre Türkiye’nin 1938’e kadar devrimci olup bu tarihten sonra tutucu ve karşı devrimci olduğu biçimindeki görüş ve yaklaşımlar doğru değildir. Ona göre milliyetçi-devrimciler, çok partili hayata geçiş ve Amerika’ya yöneliş yıllarına kadar, çağdaş uygarlık yolunda atılımlar yapmaya çalışırlar. Cumhuriyet’in devrimci ve ilerici dönemi 1945’ten sonra kapanma yoluna girmiştir.(104)
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de büyük toprak ve ticaret çıkarlarının ön plana geçtiğini belirten Avcıoğlu, içeride toprak reformuna hayır, Köy Enstitülerine paydos sloganlarıyla kendilerini gösteren bu çevrelerin Batı ittifakının ve yabancı sermaye ile dış yardımların başta gelen savunucuları olduklarını vurgulamakta, Batı ve Amerikan ittifakının çok partili hayata geçişle güçleri daha da artan bu sınıfların çıkarlarına tamamen uygun olduğunu söylemektedir.(105)
Çok partili hayata geçişe ise sınıfsal temelli bakan Avcıoğlu, dış tesirlerin yanı sıra özellikle 11 Haziran 1945 tarihli Toprak Kanunu’na şiddetle karşı çıkan Menderes, Koraltan, Bayar ve Köprülü’nün Demokrat Parti’yi kurduklarını belirtir.(106) Yani bu hareket toprak reformuna gelen aşırı tepkiden doğmuştur. 1945’lerden başlayarak gelişen karşı devrimcilik, 1947 tarihli Truman Doktrini ve 1948 tarihli Marshall Planı’yla birlikte yabancı sermaye ve işbirlikçiliği eklenerek güçlenmiştir.
Avcıoğlu’na göre “Savaş öncesi dönemde yalnızca devletin yardımlarıyla milli bir kapitalizm kurma söz konusu iken, şimdi devlet gücüne, Amerikan hazinesinin yardımları ile yabancı sermayenin gücü eklenmiştir. Böylece kapitalist sınıf, savaş öncesi dönemde kıyaslanamayacak ölçüde büyük destek görecek ve çok daha hızlı bir gelişme gösterecektir. Yalnız artık milli bir kapitalizm değil, işbirlikçi bir kapitalizm söz konusudur.”(107)

Doğan Avcıoğlu Türklerin Tarihi adlı beş ciltlik incelemesinde, Türk tarihinin Marksist bir analizine girişir.

Doğan Avcıoğlu, 1950’de liberalizm türküleri ile iktidara gelen Menderes ekibinin devlet fabrikalarını satışa çıkararak işe başladığını söyleyip eleştirir.(108) 1950’li yıllarda Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu ile davet edilen yabancı sermayenin yerli kapitalist sınıfı geliştirmek için güçlü bir destek sayıldığını(109) belirten Avcıoğlu Yabancı Sermaye Kanunu’nun DP iktidarı tarafından coşkuyla karşılandığını yazar. (110) 1926 yılında çıkarılan Petrol Kanunu ile Türkiye’de petrol arama ve işletme hakkını devlete bırakan düzenleme, 1954 yılında Amerikan petrol şirketlerinin avukatı Max Ball’e hazırlatılan bir taslakla değiştirilmiştir.(111) Böylece Türk Devleti kendi kaynaklarını kendi eliyle değerlendirmek hakkını, yine kendi eliyle ortadan kaldırmış olmaktadır.(112)
Avcıoğlu’na göre geniş devlet yardımlarından ve Amerikan sermayesinden çok sınırlı sayıda büyük müteşebbis yararlanmıştır. Kapitalizme sağlam bir temel sağlamak için küçük sanayinin geliştirilmesine önem verilerek Amerika kaynaklı muhafazakâr bir toplumsal grup teşkil etme düşüncesiyle orta sınıflara önem verilmiştir.(113) Asıl amaç muhafazakâr bir grubu güçlendirmek ve kapitalizmi daha geniş bir temel üzerine inşa etme çabasıdır. Bu nedenle Amerika 1960’tan beri yaptığı karşılıksız para yardımı ile bu tür politikaları teşvik etmektedir.(114)
Bununla birlikte yabancı sermayeye bağlı ve Türkiye’yi kalkındırma yeteneğinden yoksun olan kapitalist sınıf, sorunlar ağırlaştıkça çözümü Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan beklemeye başlamıştır. Tanzimat tipi bir batıcılık anlayışına sahip birtakım bürokrat ve politikacılar da bu gidişin şampiyonluğunu yapmışlardır.(115)
Doğan Avcıoğlu, Tanzimat ile Türkiye’nin açık pazar haline geldiğini ve bundan sonra tutucu güçler koalisyonunun hakim olduğunu, bu duruma göre Türkiye’nin toplumsal yapısının bu tutucu güçler koalisyonu tarafından belirlendiğini ve buna göre Batılıların oldukça imtiyazlı hale geldiklerini söyler.(116) Prekapitalist ve kapitalist sektörleri ile tarım düzenine egemen olan sınıflar, toprak reformu söylentileri ve sol akımların güçlenmesi karşısında iş birliğine gitmişler ve statükonun korunması için mücadele etmişlerdir.(117) İşte bu toplumsal yapı ile Menderes hükümeti, Avcıoğlu’na göre “Memleketi ateşe atmak pahasına Amerika ne yaparsa onu kabul edeceğiz tezini benimsemiş ve uygulamıştır.”(118)
1838 Ticaret Antlaşması ile simgelenen Tanzimat Batıcılığını Lozan’da reddeden İsmet Paşa’nın 1945’ten sonra ve özellikle DP zamanında açılan bağımlılık yolunun 1963 Ankara Antlaşması ile devam ettirmesi nereden nereye dönüldüğünü göstermektedir.(119)
Ankara Antlaşması’ndan Ortak Pazar’a gidilen süreçte Avcıoğlu, “Bu durumda Atatürk’ün anladığı anlamda milliyetçiliğin ve tam bağımsızlık özleminin demode olduğuna hükmetmek gerekecektir.”(120) diyerek Türkiye’nin gelinen noktada hayli sıkıntılı, zor ve bir o kadar da tehlikeli dönemlere adım atacağını, Atatürkçü politikadan uzaklaşmanın olumsuz sonuçlar yaratacağını vurgulamaktadır.
Bu nedenledir ki ona göre çağdaşlaşma yolu büyük güçlükler ve tuzaklarla doludur. Tam bir antiemperyalist bilince sahip olunmadıkça, tarihimizi iyi bilmedikçe bu güçlükleri ve tuzakları aşmak hayli zordur.(121) Doğan Avcıoğlu bundan sonra şöyle devam eder: “Türkiye’nin geleceği Atatürk’ün öncülüğünü yaptığı milli kurtuluşçuluğun, bu antiemperyalist bilincin bir halk iktidarı doğrultusunda geliştirilip geliştirilmeyeceğine bağlıdır.”(122)

Kalkınma sorununa ilişkin düşünceleri
Doğan Avcıoğlu’na göre Türkiye kalkınmayı dış kaynaklardan faydalanarak hızlandırma yoluna gitmiştir. Dış yardımlar ve krediler kesilir ya da azalırsa yetersiz hızda kalkınmanın bile çok zor olacağı görülmektedir. Gerçek anlamda bir kalkınmadan söz edebilmek için ekonominin kendi kanatlarıyla uçması gerekir. Oysa Türkiye böyle bir süreç içinde değildir. Türkiye kaynak yetersizliğinden dolayı değil, tutucular koalisyonunun kaynakları israf etmesi yüzünden kalkınamamaktadır. Bu israf önlenir ve elde edilen fonlar değerli yatırımlara yönlendirilebilirse 20-25 yıl içinde kalkınarak gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeler içinde yer alabilir.(123)

Doğan Avcıoğlu, reform amacıyla gelen Tanzimat Fermanı’nı emperyalizmin boyunduruğunda “Türkiye’nin idam fermanı” olarak değerlendiriyordu.

Bununla birlikte Türkiye’nin kalkınamamasının çeşitli sebepleri bulunur. Yüksek gelir gruplarının aşırı tüketimi hizmet sektöründe verimli olmayan işçi sayısını artırmakta, yatırım fonları inşaat sektörü gibi ölü yatırımlara yöneltilmektedir. Yine sosyete olarak değerlendirilebilecek olan lüks tüketime yönelmiş gruplar eğlenceye, giyime vb. daha birçok alana yönelerek kaynak israfını gerçekleştirmektedirler. Sadece bu sınıf değil devlet de, ekonomik fazlayı israf edenlerin başında gelmektedir. Verimli olmayan gereksiz harcamalar ile yatırımlara yöneltilebilecek ekonomik fazlanın bir kısmı bu şekilde tüketilmektedir.(124) Bu tüketimin büyük bir kısmı yatırımlara aktarılmadığı sürece gerçek bir kalkınma yoluna girilemeyecek Kemalizm’in amacı olan çağdaş uygarlığa ulaşılamayacaktır.(125)
O halde çağdaş uygarlığa ulaşma sorunu, toplumun yeniden düzenlenmesini gerektirir. Kalkınma toplumsal güçlerle ilgisiz basit yenilikler ve ayarlar olmayıp bir düzen değişikliği sorunudur.(126) Çağımızın kalkınma çağı olduğunu ve kalkınmanın bir düzen değişikliği ile eşdeğer anlam taşıdığını vurgulayan Doğan Avcıoğlu’na göre üç tip kalkınma yolu bulunmaktadır: 1) Komünist kalkınma yolu; 2) Amerikan tipi, yabancı sermayeye ve özel sektöre dayanan kalkınma yolu; 3) Prof. Oscar Lange’nin milli devrimci kalkınma yolu dediği devletçi kalkınma yolu.(127)
Bu kalkınma metotları içinde komünist kalkınma yolu başarıya ulaşmış, azgelişmiş ya da geri kalmış ülkeleri hızla ilerleterek ve modernleştirerek sanayi toplumu haline getirmiştir.(128) Komünist kalkınma yolunun karşısında ise Amerikan tipi kalkınma modeli yer almaktadır. Yerli-yabancı özel sermaye iş birliğine dayanan bu kalkınma yolu, hiçbir geri kalmış ülkede başarıya ulaşamamış, sanayileşmeyi sağlayamadığı gibi gelir dağılışındaki dengesizliği genişleterek toplumsal huzursuzluğu artırmıştır.(129)
Doğan Avcıoğlu’na göre Amerika Türkiye’nin gerek askeri gerekse geniş bir pazar teşkil etmesi nedeniyle kalkınma sistemini Türkiye’ye empoze etmiştir. İlk Beş Yıllık Plan’ın kâğıt üzerinde kalan devletçi eğilimine rağmen İkinci Beş Yıllık Plan açıkça ve doğrudan Amerikan tipi kalkınma modelini benimsemiştir.(130)
Doğan Avcıoğlu, kalkınmada üçüncü yol olan milli devrimci kalkınma yolunu Türkiye’nin kalkınmasında temel model olarak görür. Çünkü komünist kalkınma yolu proletarya temeline oturmaktadır. Amerikan tipi modeli tutucular koalisyonu denilen sınıf ve zümreye dayanmakta, milli devrimci kalkınma yolu ise tutucular koalisyonu dışındaki geniş bir kitle hareketine dayanmaktadır. Proletarya hegemonyası olmadığı için komünist kalkınma yolundan, tutucular koalisyonuna karşı olduğu için de Amerikan tipi kalkınma modelinden ayrılır. Genellikle küçük burjuva çevrelerden gelen milliyetçi aydınlar bu tip kalkınmada önemli rol oynamaktadırlar.(131)
Avcıoğlu’na göre milli devrimci kalkınma yolu, emperyalizme karşı milletçe girişilen mücadelenin sonucu olan siyasi bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla tamamlanarak gerçek manada bir bağımsızlık haline getirilebilmesi için izlenmesi gereken zorunlu bir yoldur. Bu yolun ana hatları şöyledir:

1) Kamu sektörü, ekonomide daimi bir yere sahiptir. Kamu sektörünün büyüme hızı, özel sektör büyüme hızından daha yüksektir. Böylece kamu sektörü giderek bütün ekonomide egemen duruma gelmektedir.

2) Stratejik nitelikte belli üretim kolları devletin elindedir. Bu faaliyetlerde kamu sektörü egemenliği en kısa zamanda gerçekleştirilmektedir.

3) Birinci ve ikinci şıklar sonucu, tekelci karakterdeki yerli ve yabancı sermayenin faaliyet alanı daraltılmaktadır.

4) Ortaçağ sınıflarının tasfiyesi ve tarımın kalkınmada gerekli rolü oynayabilmesi için köklü bir toprak reformu zorunludur.

5) Temel sanayilerin kurulmasına öncelik veren ve esas itibariyle kamu sektörüne dayanan planlı sanayileşme, ülkenin kalkınmasını gerçekleştirmek ve ekonomik bağımsızlığını sağlam temellere oturtmak amacını gütmektedir.

6) Kaynakların hem mali hem de fiziki planlamasını ön gören şümullü (geniş kapsamlı) ve gerçekleştirilmesi zorunlu plan bu tip kalkınmanın vazgeçilmez aracıdır.(132)
Ancak bu model güçlü ve azimli bir halk hareketine dayanabildiği, tutucular koalisyonunun direnmesini ve emperyalizmin oyunlarını kırabildiği ve köklü reformları en kısa sürede gerçekleştirebildiği ölçüde başarıya ulaşacaktır.(133) Çünkü Türkiye’nin kalkınma davasında karşımıza çıkan ilk sorun tutucular koalisyonunun oluşturduğu engeldir. İsraf edilen kaynakların seferber edilmesi ve verimli yatırımlara yönlendirilmesi bu engelin aşılmasına bağlıdır. Bu engel aşılmadıkça girişilen reform hareketleri beklenen sonucu vermeyecektir.(134)
Milli devrimci kalkınma stratejisinin ilk hedeflerinden biri toprak reformudur. Zira iktidara gelen devrimci bir parti için en hayati sorun toprak reformudur. Ayrıca demokrasinin ağa, şeyh, tefeci gibi zümrelerin demokrasisi olmaktan çıkartılıp işler hale getirilmesi için de toprak reformu zorunludur. Toprak reformu üretimi artırmak gibi bir işlevi yerine getirecektir.(135) Fakat toprak reformunun vazgeçilmez amacı tarımda büyük işletme yapısının kurulmasıdır. Tarımın ve kalkınmanın temel sorunları ancak bu büyük işletme yapısı ile çözülebilir. Bu sayede ekonomik gelişme ve üretim artacağı gibi faal işgücü verimli yatırımlara seferber edilecektir. Bu uygulamanın amaçlarından biri de tarımda makinalaşmayı sağlamaktır.(136)

Doğan Avcıoğlu’na göre, Türk Kurtuluş Savaşı’nın özelliğini eşraf, milliyetçi subay ve aydın iş birliği teşkil etmektedir.

Toprak reformunun getireceği bir yenilik de dağınık ve küçük olarak bulunan köylerin birleştirilmesidir. Bu sayede büyük işletme yapıları kurulacağı gibi köy ekonomik inzivayı bırakarak üretime ve ekonomiye daha fazla katılacak, köylü sosyo-ekonomik olarak ilerleme kaydedecektir. Ayrıca Köy Enstitüleri ile başlayan süreç kaldığı yerden devam ettirilerek köy-şehir farklılaşması önemli ölçüde azaltılacaktır.(137)
Toprak reformundan başka milli devrimci kalkınma yoluna giren bir iktidar sanayi alanında montajcı olmayan özel sektöre geniş yer bırakacaktır. Fakat ticaret sektörünün asalak nitelikteki alanlarına devrimci iktidar devlet ofisleri ve alım satım kooperatifleri eliyle en geniş biçimde girmekte tereddüt etmemelidir.(138) Kalkınma için gerekli olan sanayiye hem de ağır sanayiye yönelinmelidir. Sanayi üç kesimde toplanabilir. İlk kesimde makina imal edecek makinaların imali yer alır. İlk kesimde üretilen makina yapan makinalar sayesinde ikinci kesimde traktör, dokuma tezgâhı vb. gibi üretim araçları yapılacaktır. Üçüncü kesimde ise traktör, dokuma tezgâhı vb. gibi üretim araçları sayesinde tüketim malları üretilecektir. Zira büyük işletmeye dayalı modern tarım bu ağır sanayiye bağlıdır, yani kurtuluş ağır sanayidedir.(139)
Bundan başka kamu sektörünü egemen kılmak, tutucular koalisyonunun tarım dışındaki temsilcileriyle yabancıların ekonomik ve politik güçlerine son verip bunlar elinde israf edilen ekonomik fazlanın kalkınma yolunda kullanılması için ekonomide millileştirmeye gitmek gerekir.(140) Yalnız yabancı sermaye ve teşebbüslerinin millileştirilmesi yabancı sermayenin reddi anlamına gelmemelidir. Milli devrimci kalkınma stratejisinde belli alanlarda plan disiplinine uymak ve yeni teknoloji getirmek şartıyla yabancı sermaye kuruluşlarına yer vardır.(141)
Çelik ve enerji gibi alanlarda özel teşebbüsün varlığı kabul edilemez. Devlet fonlarıyla kurulmuş olan özel teşebbüsler millileştirilmelidir. Birinci ve ikinci kesim sanayi devlet elinde olmalıdır. Tüketim malları imal eden üçüncü sanayi kesiminde ise özel sektöre yer verilebilir. Madenler millileştirilmelidir, ancak az da olsa özel teşebbüsten yararlanılabilir. Ulaştırma sektörü ve hizmeti devlet elinde bulunmalıdır. Devrimci iktidar petrol üretme, depolama ve dağıtım işlerini millileştirmekte tereddüt etmemelidir. Bu millileştirme aynı zamanda rasyonel bir enerji politikasını da beraberinde getirecektir. Tüm bunlardan başka, ilaç sanayi, şeker, çimento sanayi, sigorta şirketleri, bankalar devletleştirilerek devlet aktif bir rol oynamalıdır.(142)
Doğan Avcıoğlu kapitalist yollardan kalkınmanın mümkün olmadığını, aksine halktan yana, milliyetçi, devrimci ve devletçi bir kalkınma yolu izlenmesi gerektiğini söyleyerek, milli devrimci kalkınma modelinin üç özelliği olduğunu belirtir. Bu özellikler kısaca şöyledir:

1) Modelin ön koşulları: Gelişmiş kapitalist ülkelerle olan yeni sömürgecilik tipi bağımlı ilişkilere ve sermaye egemenliğine, bunların ülke içindeki temellerini kaldıracak biçimde son verilmesi. Bu, tutucu güçler koalisyonunun politik ve ekonomik egemenliğinin son bulması ve tam bağımsızlığı gerçekleştirecek halk güçlerinin politik ve ekonomik egemenliğinin sağlanması demektir. Kısaca bir toplumsal değişim ve dönüşüm çağdaş uygarlık savaşının ön koşuludur.

2) Modelin kuramsal özellikleri: Milliyetçi devrimci kalkınma yolu, tarımda büyük kooperatif çiftliklere dayanır. Tarım dışında, kamu iktisadi kuruluşları egemendir. Plan disiplini gerek kamu, gerekse özel kesim için esastır.

Avcıoğlu, 1945’e kadar devrimci olan İsmet İnönü’nün, devrimciliği bir çırpıda bırakarak Köy Enstitüleri’ni kapatmaya yöneldiğini, Lozan’da bağımsızlık yolunu açan İnönü’nün sonradan bu yolu dikenli tellerle çevirdiğini söyler.

3) Kalkınma stratejisi: Sermaye birikiminde çok yüksek oranlara erişilmesi, temel yatırım malları sanayine öncelik tanınması, hayati alanlarda yoğun sermaye kullanan en ileri teknolojiye, ikinci derecedeki üretim faaliyetlerinde ise bol işgücü kullanan tekniklere yönelinmesi, milletlerarası ticarette ithalat ikamesine dayalı bir politika izlenmesi, yılın büyük kısmında atıl kalan tarım işgücünün sermaye birikiminde kullanılması ve insan sermayesine, onu yetiştirmek için sağlık ve eğitim gibi alanlara büyük çapta yatırım yapılması, milliyetçi devrimci kalkınma stratejisinin ana çizgilerini teşkil eder.(143)

İşte bütün bu yöntemler uygulandığı takdirde Türkiye 20-25 yıl içinde kalkınacaktır, ancak tüm kaynaklar seferber edilerek bu sonuca ulaşılabilecektir. Böyle bir kalkınmanın ana hatları ise şöyle sıralanabilir:

1) Kalkınma programlarında öncü sektör sanayidir. Bu, tarım ihmal edilecektir anlamına gelmez. Fakat tarım yatırımları asgari düzeyde tutulacaktır. Genişleyen sanayi işgücünü besleyecek fazla ürünü, gerekli hammaddeyi, ihracat ihtiyacını sağlamak ve sanayiye yeteri kadar işgücü vermek, tarım yatırımlarının amacıdır. Tarım yatırımları bu sınırlar içinde tutularak, yatırılabilir kaynakların büyük kısmı sanayiye aktarılacaktır.

2) Çok yüksek bir yatırım ve tasarruf oranı sürdürülmelidir. Egemen sınıfların gereksiz tüketimini kısmak ve tarımda büyük kooperatif çiftlik yapısını gerçekleştirmek suretiyle, geniş kitlenin yaşam düzeyi iyileştirildiği halde, yatırım ve tasarruf oranını yüzde yirminin çok üstüne çıkarmak, yüzde otuz oranına ulaşmak mümkün ve gereklidir.

3) Sanayiye ayrılan kaynakların çok büyük bir kısmı ağır sanayiye yöneltilmeli, batılı iktisatçıların deyimiyle “dengesiz bir gelişme modeli” izlenmelidir.

4) Alternatif üretken tekniklerin seçiminde en ileri teknoloji kullanılacaktır, fakat aynı zamanda en kıt girdiler olan sermaye ve yetişmiş işgücünün tasarrufuna dikkat edilecektir.

5) Hızlı kalkınmanın temel şartlarından biri olarak teknik ve mesleki eğitimde bir seferberliğe gidilerek insan sermayesi stoku yapılmalıdır.

6) Dış ticarette, ithalât ikamesine öncelik tanıyan bir politika takip edilmelidir. Bu politika plânlı ekonominin ve ağır sanayiye yönelmenin kaçınılmaz sonucudur.(144)

Doğan Avcıoğlu’na göre çok kaba çizgileriyle belirtilen bu kalkınma modeli bir nesil zarfında Atatürk’ün yolu olan çağdaş uygarlık yolunun başarıya ulaşmasını sağlayacaktır.(145)

Atatürkçülük (Kemalizm), devrim, demokrasi ve sosyalizm üzerine yaklaşımları
Doğan Avcıoğlu’nun Atatürkçülüğe yaklaşımı kendi cümleleri ile şöyledir. “Batılılaşabilmek için önce bağımsızlığın elde edilmesi ve bağımsız kalkınma olanağına kavuşulması şarttır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bu yolda ikinci bir savaş, kapitülasyonların ve imtiyazlı yabancı sermayenin tasfiyesinde verilmiştir. Bağımsızlık elde edilince, yapılacak iş, devrimler yoluyla bir düzen değişikliğinin gerçekleştirilmesidir. Batılılaşma Batı’nın uydusu olmakla değil, içeride devrimler yoluyla düzeni değiştirmek suretiyle mümkündür. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması, doğmaları reddederek akla ve bilime dayanan lâik bir dünya görüşünün getirilmesi, bu görüşün eğitim sistemine egemen kılınışı ve bu anlayışın gerektiği çeşitli kurumların kurulması, eski düzeni yıkıp yeni bir düzen getirme yolunda atılmış devrimci adımlardır. Ne var ki devrimciler eski düzenin temellerini tamamen yıkamamış, köklü bir toprak reformuyla ortaçağ kalıntısı güçler tasfiye edilememiştir. Toprak reformunu gerçekleştirme çabaları, tutucu güçler koalisyonu önünde takılıp kalmıştır. Ama bu, Atatürk’ün büyük sezişinin ve Kemalist tezin doğruluğunu ve bugün için de geçerli olduğu gerçeğini değiştirmez. Kemalist tez ‘bağımsızlık içinde toplumsal devrimler yoluyla çağdaş uygarlığa ulaşmak’ biçiminde özetlenebilir.”(146)
Ona göre Atatürk çeşitli şartlarda çeşitli sözler söylemiştir. Atatürk’ü bu sözlerine bakarak sosyalist ya da liberal vb. olarak değerlendirmek mümkündür, ancak Atatürk’ü anlamak için kelâma dayalı medrese edebiyatını bırakıp, Atatürkçülüğü tarihi gelişmesi içinde anlamaya çalışmak gerekmektedir.(147)
İşte bu yüzden sözlere takılarak Atatürk’ün kapitalizmden yana olduğunu savunmak ne kadar yanlışsa, kapitalizme karşı olduğunu söylemek de bir o kadar hatalıdır. Bu kısır çekişmeler olumlu sonuç vermekten uzaktır. Atatürk, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış bağımsız bir Türkiye kurma yolunda çaba göstermiştir.(148)

Niyazi Berkes, Avcıoğlu’nu etkileyen siyaset bilimcilerden biridir.

Avcıoğlu’na göre Kemalizm, bir ulusal kurtuluş devrimidir. Ulusal Kurtuluş devriminin amacı sadece siyasi bağımsızlığı gerçekleştirmek olmayıp sömürge düzeninin tasfiyesi de zorunludur. Bu nedenle Atatürk zaferden sonra çağdaş uygarlığa ulaşma direktifi vermiş ve devrimler yoluyla siyasi ve iktisadi yönden tam bağımsızlığı kazanmaya çalışarak feodal düzenin tasfiyesine de yönelmiştir.(149)
Doğan Avcıoğlu bu tarihsel gerçeğe dayanarak Kemalizm için Niyazi Berkes’in şu sözlerine içtenlikle katılmaktadır: “Kemalizm Devrimi, Mustafa Kemal’in arkasındaki bir avuç ilericiler ile, gene bu savaşın içinde bulunan muazzam bir gericiler kitlesi arasında didişile didişile, santim santim koparılmış bir devrimdir.”(150) Bundan başka Kemalizm için kendisi şu değerlendirmeyi yapar:
“Kemalizm, her şeyden önce, bazılarının Batılılaşma adını verdikleri Tanzimat’la başlayan uydulaşma ve sömürgeleşme sürecine karşı milliyetçi bir tepkidir.(151)
Görüldüğü üzere Doğan Avcıoğlu Kemalizm’i çağdaşlığa ulaşmada ve modern Türkiye’nin kurulması yönünde antiemperyalist ruh yapısıyla devrimlere yönelmiş bir ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlar. Ancak antiemperyalist savaşı başarı ile kazanan Kemalizm tutucu güçlerin engeli yüzünden anti-feodal ve anti-kapitalist bir yönde gelişememiştir.(152) Bunun için de Avcıoğlu Cumhuriyet’ten sonra iki büyük hatanın işlendiğini söyler. Bu hataların birincisi Türk köylüsünü ağa, eşraf ve tefeci elinden kurtaracak ve milletin efendisi yapacak olan köklü bir toprak reformunun yapılamaması olup ikincisi ise Türk geleneği ve şartlar devletçiliği zorunlu kıldığı halde kapitalizme yönelmektir.(153)
Bununla beraber Kurtuluş Savaşı’ndan sonra üstyapıda esaslı değişiklikler yapılmış ancak devrim altyapıya indirilememiştir. Mesela bir toprak reformu yapılamamıştır. Bu durum şahıslarda değil, tarihsel şartlarda aranmalıdır. Kurtuluş Savaşı’nın devrimcileri feodal ya da yarı feodal unsurlarla iş birliğine gitmek zorunda kaldıkları için altyapı devrimleri yapılamamıştır.(154)
Doğan Avcıoğlu’na göre çağımızda iki tip devrim söz konusudur. Bunlar ulusal kurtuluş devrimleri ve sosyalist devrimlerdir. Türkiye ulusal kurtuluş devrimini tamamlamış değildir. Tutucu güçler oldukça güçlüdür, emperyalizm her alana elini atmış durumdadır.(155) Ulusal kurtuluş devriminin amacı tam bağımsız ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış bir Türkiye’yi kurmaktır. Yalnız ne var ki Atatürk’ün başlattığı ulusal kurtuluş devrimi yarı yolda bırakılmıştır ve yolundan saptırılmıştır. Bu nedenle Türkiye’de yapılacak devrim Atatürk’ün yarım kalmış devrimini tamamlayarak rayına oturtacaktır. Bir ulusal kurtuluş devriminin programları ise şunlardan ibarettir:

1) Tarımda büyük ve modern işletme yapısı kurmaya yönelmiş bir toprak devrimi; 2) Dış ticaret, banka, sigorta ve büyük sanayinin devletleştirilmesi; 3) Özel kesim içinde uyulması zorunlu bir kalkınma planı çerçevesinde ağır sanayiyi kurmayı hedef edinmiş sistemli bir devletçilik; 4) Halk kitlelerine geniş demokratik hakların tanınması; 5) Bağımlı ilişkilere son verilmesi ve dostluğa dayanan, tam bağımsızlığa yönelik Atatürkçü dış politika.(156)
Bu anlamda kalkınma stratejileri arasında yer alan milli devrimci kalkınma stratejisi Kemalist tezin temele indirilmesinden ve böylelikle Atatürk devrimlerinin devam ettirilmesinden başka bir şey değildir. (157) Devrimin bir toplumsal savaş olduğunu söyleyen Avcıoğlu’na göre devrim bozuk düzenin iç ve dış çıkar çevrelerine karşı verilen bir savaştır. Askeri savaş sanatını toplumsal alanda uygulama yeteneğini gösterebilenler iyi devrimci olurlar. Toplumsal bir savaşta hasım güçler büyük toprak sahipleri, tefeciler ve işbirlikçi büyük burjuvazidir.(158) Bunların yanında ise emperyalist oyunlar ve dış yardım tuzakları toplumsal savaşın başlıca düşmanlarıdır.(159)
Avcıoğlu’na göre; devrimci rejim halk güçlerine dayanılarak yürüyecektir yalnız ne var ki bu güçler örgütsüzdür. Ne gerçek anlamda bir sendikalardan ne de halk güçlerini birleştirecek bir siyasi partiden söz edilemez, bu yüzden halk güçleri tutucu güçler koalisyonuna takılmakta ve zayıf kalmaktadır. Türkiye’de işte bu yüzden devrimci eylem büyük güçlüklerle karşılaşmaktadır, bu zayıflık devrimci hareketin önündeki en büyük engeldir. (160) Bu halk güçlerinin asıl örgütü ise devrimci parti olacaktır. Devrimci parti sömürücülerin değil halk güçlerinin partisi olacaktır. Devrimin başlatıcısı olan işçi, köylü ve küçük üretici devrimci parti etrafında bir pota oluşturdukları takdirde devrimi sağlam temellere oturtacaklardır.(161)
Doğan Avcıoğlu’na göre toplumsal devrimler ya halk savaşları yoluyla ya da parlamenter yoldan yapılmaktadır, ancak günümüzde parlamenter yollarla toplumsal devim yapabilmiş bir tek az gelişmiş ülke bulunmamaktadır. Bu durumda kitlelerle kaynaşmış, bilimsel ve halkçı bir ideolojiyi benimsememiş partiler toplumsal devrimin vazgeçilmez aracını oluşturmaktadır.(162)

Doğan Avcıoğlu’nun eserlerinden örnekler.

Avcıoğlu devrimciliğin yedi ilkesinden bahseder:

1) Devrimin ilk aşamasında baskı tedbirleri kaçınılmaz biçimde öncelik taşır.

2) Sadece halkın sevgilisi (popüler) olmayı hiçbir devrim amaç edinemez. Sadece popüler olmak geçici ve kaypak bir şeydir. Bu takdirde herhangi bir kişi ya da grup rekabete girebilir. Hükümet, liderlik etme yerine kuyrukçuluk etme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.

3) Sadece popüler olmanın karşıtı olan yapıcı halk gücü, hükümet politikasının dikkatle geliştirilmesi ve hükümet olanaklarının geniş halk sınıf ve zümrelerinin desteğini sağlamak amacıyla kullanılması yoluyla elde edilir. Bu sınıf ve zümrelerin çıkarlarına ve duygularına hitap etmek gereklidir.

4) Hükümet eylemlerinin dolaylı etkileri doğrudan doğruya iktidar temelini güçlendirmek için alınmış tedbirler kadar önemlidir.

5) Gerek anayasaya dayalı bir devlete geçiş döneminde, gerekse devrimden hemen sonraki dönemde iktidar temelinin inşası bakımından hükümet dışı örgütler hayati önem taşır.

6) Yeni anayasa sistemi doğrudan doğruya devrimin yapıcı gücüne dayanmalıdır.

7) İyi organize edilmiş, satın alınması mümkün olmayan bir istihbarat servisinin varlığı yalnızca baskı eylemlerinin etkinliği için değil, hükümetin yapıcı iktidar temelini doğru tahlil edebilmek için mutlak bir zorunluluktur.(163) Bu yedi ilkeden başka devrimin önemli iki aşaması bulunmaktadır, bunlar ise devrimi zorunlu kılan politik ve sosyal sorunları çözmek ve devrimin getirdiklerini daimi kılmak için yeni bir anayasa düzeni geliştirmektir.(164)
Ona göre düzen değişikliği hareketi bozuk düzenin egemen sınıflarına karşı açık ve kesin bir tutum takınmayıp onları yatıştırma politikası takip ederse hiçbir zaman başarıya ulaşamaz; Atatürk’ün sözleriyle “İdare-i Maslahatçılar esaslı inkılap yapamazlar”(165) “Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunların çözümü devrimdedir. İdare-i maslahatçılıkta değildir.”(166)
Avcıoğlu devrime gidecek esas güçlerin halk güçleri olduğunu söylemekle beraber Türkiye’de bu ortamın oluşmaması ve halk güçlerinin zayıflığı nedeniyle en hızlı çözümü zinde güçler dediği Türk ordusunda görmüştür. Ona göre Türk ordusu halkın içinden çıkmıştır. Türkiye orduya dayanarak ve ordunun desteğiyle gericiliği ve gericileri yenmesini bilecek güçtür.(167) Zira devrimci ordu gücü tarihin bir gerçeği olup kapalı askerler topluluğu değildir. Devrimci ordu gücü son yüz yıllık Türk tarihine damgasını vuran uygar bir Türkiye için çırpınan ve çabalayan asker-sivil milliyetçi devrimciler topluluğudur.(168) Bunun yanında devrimci ordu gücü halk içinde erimeyi gerçek bir halk iktidarını kurmayı başarabildiği ölçüde Türkiye’nin makus talihini yenecek ve Kemalist Devrim doğrultusundaki reformları gerçekleştirebilecektir.(169)
Görüldüğü üzere Doğan Avcıoğlu, asker-sivil ve aydınların başını çekeceği bir devrim istemekte ve bunu ordunun öncülüğünde aydın-sivil kesimden beklemektedir. Fakat başarılı bir hareket saydığı 27 Mayıs bile köklü reformları gerçekleştiremezdi. Çünkü toplum ve fikir birikimi buna hazır değildir.(170) Ona göre “Kenetlenmiş devrimciler, halkın gücünü seferber edip, gerçek bir halk iktidarı kurabildikleri takdirde de, ülkemizin bu türlü yenilemeyen makus talihini yenebilirler ve Kemalizm’in amacı olan tam bağımsız ve uygar Türkiye’yi kurabilirler.”(171)
Doğan Avcıoğlu siyasal sistem olarak çok partili hayata sıcak bakmamaktadır. Ona göre çok partili sistem halk iktidarı anlamına gelen demokrasiden oldukça uzaktır. Çok partili düzen Türkiye’de azınlık bir kesime çok geniş nimetler ve olanaklar sunarken çoğunluğa ise bu imkânı vermemektedir.(172) Bununla birlikte devrimci hamleler çok partili hayat ile birlikte durmuştur.(173)
Genel oya dayalı çok partili sistem tutucu güçlerin devamlı zaferini sağlamıştır yani sandıktan hep tutucu güçler çıkmıştır. Genel oy Batı’daki ilerici rolünü Türkiye’de oynayamamıştır. Çok partili sistem halkın değil eşraf ve kompradorun egemenliğini sağlamaktadır.(174)
Ayrıca emperyalizm sömürge altındaki yerlere kendi siyasal sistemini ithal ederek, solcu hem de aşırı solcu partilerin bile kurulmasına müsaade etmiştir. Az gelişmiş ülkelerde parlamentoculuk, yaşadığı sürece tutucu güçlerin emperyalizmin işine yarayan bir sistem olmuştur.(175)

Avcıoğlu’na göre, milli devrimci kalkınma stratejisinin ilk hedeflerinden biri toprak reformudur. Demokrasinin ağa, şeyh, tefeci gibi zümrelerin demokrasisi olmaktan çıkartılıp işler hale getirilmesi için toprak reformu zorunludur.

Doğan Avcıoğlu’na göre, Türkiye Tanzimat’la birlikte Batı politik kurumlarının ithaline yönelmiştir. Tanzimat Fermanı İngiliz eseri olup Birinci ve İkinci Meşrutiyet’te de yabancıların parmağı vardır. Ancak Mustafa Kemal Batı kurumlarının elverişsizliğini görmüş ve kendine özgü bir sistem kurmuştur. Terakkiperver ve Serbest Cumhuriyet Fırkası örnekleri ortaya koymuştur ki eğer Türkiye Cumhuriyet’ten sonra Batı politik kurumlarına yönelse idi Kurtuluş Savaşı ile kazandıklarını yitirebilecekti. Eğer bu olsa idi İngiliz emperyalizmi egemen olacaktı. Yalnız ne var ki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika ile olan ilişkiler çok partili hayatın gelmesine sebep olarak devrimleri rafa kaldırmıştır.(176) Bu yüzden Türkiye’deki demokrasi ithal malı tek ayaklı demokrasidir.(177)
Aslında devrimci bir iktidarın en geniş demokrasiden yana olduğunu savunan Doğan Avcıoğlu: “Atatürk’ün devrimlere ve toprak reformu yapmaya yönelmiş otoriter tek parti rejimi mi daha demokratiktir, yoksa toprak reformu yapmayı reddeden güçleri devamlı iktidara getiren bugünkü liberal rejim mi? Atatürk rejimi daha otoriterdir fakat daha demokratiktir.”(178) diye yazar.
Tüm bunlardan başka Türkiye’deki demokrasiyi “cici demokrasi” olarak görmekte ve şu cümleleri yazmaktadır: “Siyasal liberalizm yanlıları, cici deyimine nedense çok takılırlar, bizi demokrasi düşmanlığı ile suçlarlardı. Demokrasinin biçiminden çok özüne inandığımız ve demokrasiyi siyasal liberalizmden ibaret saymadığımız için suçlamalara pek aldırış etmezdik.”(179)
Anlaşıldığı üzere Avcıoğlu halkın dertlerine deva olmayıp toplumsal reformlardan uzak tutucu güçlerin egemenliği ve tekeli altındaki ithal malı demokrasiye karşıdır. Onun için en iyi demokrasi halka inebilen bir demokrasidir. Şu satırları demokrasi anlayışını daha iyi anlatması bakımından önemlidir:

Doğan Avcıoğlu, “Atatürk rejimi daha otoriterdir fakat daha demokratiktir” diye yazar.

“Bizde de parlamenter sistem, geniş ölçüde ağaların yararına işlemektedir. ‘Türk demokrasisi, ağalar saltanatının Avrupaî adıdır’ diyen Çetin Altan’ın fazla mübalağa ettiği söylenemez. Bu sebeple ağalar, büyük sermayeden daha da miyop görüşlü oldukları için, bizim demokrasiden şimdilik memnundur. Fakat bu durum uzun müddet devam edemez. Türkiye’de ağalar saltanatının sürüp gitmesi kolay değildir. Memleketimizde başlayan sosyal uyanış, ağalar saltanatına er geç son verecektir. Onları sosyal bir kuvvet olarak tasfiye eden ciddî bir toprak reformu, eninde sonunda gerçekleştirilecektir. O zaman, sahte demokrasiden çok memnun görünen ağaların, gerçek demokrasiye karşı olacakları kolayca tahmin edilebilir.
“Kısaca, bugünkü sistemden faydalananlar, aslında demokrasiyi istemeyenlerdir. Demokrasi işlemediği müddetçe, bu adamlar şeklî bir demokrasiye taraftardır.
“Her şeyden önce halk idaresi demek olan demokrasi, emekçi kütleye teşkilatlanma ve her türlü istismarla mücadele imkânını getirdiği takdirde, demokrasi olacaktır. O zaman da bugünün sahte demokratlarını herhalde demokrasi safında göremeyeceğiz.

“Halk ilericidir.

“Burada bir noktayı iyice belirtmek lâzımdır. Bir kısım aydınlar demokrasinin kötü işlemesinden halkı sorumlu tutmaktadır. Bu çevreler ‘Halk cahil, halk geri. Yarısından çoğu okuma yazma bilmeyen insanlarla demokrasi olmaz.’ demektedir. Biz bu düşüncelerin doğruluğuna inanmıyoruz.”(180)
Sosyalizme gelince Doğan Avcıoğlu, iyi niyetli hiç kimsenin sosyalizme karşı koymayacağını düşünür. İnsanın insanı istismar etmesine son veren, herkese eşit şans veren bir toplum düzenine herkesin taraftar olacağını düşünmektedir. Çünkü azgelişmiş ülkeler arasında bulunan Türkiye’de hürriyet ve sosyal adalet için kalkınmayı sağlayacak tek metot sosyalizmdir.(181)
Türkiye’de ise sosyalizmi bir umacı şeklinde göstermek için her türlü yol uygulanmaktadır. Bu durum aynı zamanda Türkiye’deki hürriyet anlayışının da ne kadar sahte ve riyakâr olduğunu göstermektedir.(182)
Avcıoğlu, sosyalizmin tek olduğunu ve bütün sosyalist akımların kaynağını aynı sosyalist idealden aldığını fakat uygulama alanında çeşitli farklılıklar olduğunu söyleyerek uygulamadaki sosyalizmin üç grupta toplanabileceğini belirtir:
“Doğu sosyalizmi: Azgelişmiş memleketlerin hızla kalkınmalarını sağlamak bakımından başarısını kesin şekilde ispat etmiş bulunan bu tip sosyalizmin maliyeti, birçok sosyalisti sosyalizmden vazgeçirecek kadar pahalı olmuştur. Sovyetler Birliği’nde milyonların ölümü pahasına girişilen kolektifleşme hareketi, kanlı tasfiyeler hâlâ hatırlardadır. Bu sebeple, Doğu sosyalizmi ancak totaliter bir idare altında yürütülebilmiştir.
“Batı sosyalizmi: Uyanık ve teşkilatlanmış geniş emekçi kitlelerine ve gelişmiş bir ekonomiye sahip bulunan Batı memleketlerinde sosyalizm, çok büyük değişikliklere ihtiyaç görmeden yumuşak metotlarla gerçekleştirebilir. Azgelişmiş memleket bakımından en güç iş olan sermaye birikimi meselesi bu ekonomilerde çözülmüş, ortaçağ düzeni çoktan tasfiye edilmiş ve emekçi yığınlar büyük teşkilatlı kuvvetler haline gelmişlerdir. Bütün bunlar Batı’da sosyalizmin uygulanmasını çok kolaylaştırmakta ve Batı sosyalizmini ortaçağ düzeninden en kısa zamanda kurtarıp çağdaş uygarlık seviyesine erişmek isteyen memleketlerdeki uygulamalardan ayırmaktadır.
“Azgelişmiş ülkeler sosyalizmi: Batı ekonomilerinin birkaç yüzyılda aldığı mesafeyi hızla kapayıp, en kısa zamanda ileri toplum düzenlerine ulaşma zarureti, azgelişmiş ülkeleri sosyalizme itmektedir. Bu memleketlerde sosyalizm, köklü reformlarla ortaçağ kalıntılarını tasfiye etmek, yeni bir insan tipi yaratmak ve hızlı kalkınmayı sağlamak zorundadır. O halde azgelişmiş ülkelerde sosyalizm, çok köklü değişikliklere ihtiyaç gösteren bir cins beyaz ihtilâl şeklinde düşünülmelidir. Bu durum, onu Batı sosyalizminden geniş ölçüde ayırmaktadır.”(183)
Bu açıklamalar Batı sosyalizminin Türkiye’ye örnek olmayacağını göstermektedir. Azgelişmiş bir ülke olan Türkiye’de sosyalizm radikal olacak ve kısa zamanda yeni bir toplumsal düzen kurulacaktır. Bunun yanında Doğu sosyalizmi de örnek olmaktan uzaktır. Çünkü Türk sosyalizmi insani özellik taşıyan bir sosyalizm olacaktır.(184)
Demokrasiyi sosyalizmin ikiz kardeşi olarak gören Doğan Avcıoğlu’na göre temel olarak sosyalizm, halkçılık, devletçilik, devrimcilik, lâiklik, cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkelerine dayanan Atatürkçülüğün en tabii sonucu ve devamıdır. Sosyalizmi Atatürk devrimlerini geliştirme ve devam ettirme yolu olarak görmektedir.(185) Ancak sosyalistler ciddi ve tutarlı olmak zorundadırlar.(186) Burada Mısır, Cezayir gibi Afrika ülkeleri arasında yayılan azgelişmiş ülkeler sosyalizminden etkilenilmiştir.
Doğan Avcıoğlu’nun tüm bu görüşlerinden başka NATO ve savunma stratejileri hakkında da görüşleri bulunur. Avcıoğlu’na göre Türkiye bir ulusal savunma stratejisinden yoksundur. NATO Türkiye’yi çok çeşitli tehlikelere sokmakta ve diğer devletlere verdiği güvenceyi vermemektedir. Türkiye bir savaş esnasında yalnız bırakılabilir ve Türkiye’nin bu konuda oldukça dikkatli olması gerekir. Başta Sovyetler olmak üzere diğer komşularıyla da Türkiye’nin iyi geçinmesi ve tahrikten uzak bir dış politikanın yanı sıra ulusal savunma stratejileri geliştirebilecek bir politikanın izlenmesi gerekir.(187)
Ayrıca Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin kalkınmasında ve çağdaşlaşmasında irticayı bir tehdit olarak görür. İrticanın yalnız yüzeydeki belirtilerini değil, kaynaklarını da kurutmanın gerekli olduğunu söyleyen Doğan Avcıoğlu’na göre, her şeyden önce Atatürk’ün laiklik politikası yeniden canlandırılmalıdır. Fakat bu yeterli değildir. Emperyalizm kendi çıkarları uğruna irticai faaliyetleri körüklemektedir. Bundan kurtulmak için yabancı sermaye sömürücüsünden, dış yardım dilenciliğinden kurtularak her alanda tam bağımsızlık sağlanmalıdır. Aksi takdirde tarihte İngilizler ve yabancılar nasıl 31 Mart’ı tezgahlamışlarsa bugün de aynı durum söz konusu olabilecektir. İrticanın tasfiyesi ekonomik yapıyı değiştirmeyi zorunlu kılmaktadır. İşte değiştirilen ekonomik yapı içinde lâik eğitim ve Atatürkçü lâik politika en büyük meyvelerini verecektir.(188)

Ölümünün 40. yıldönümünde Doğan Avcıoğlu’nu saygıyla anıyoruz.

DİPNOTLAR

1) Hikmet Özdemir, Doğan Avcıoğlu (Bir Jön Türk’ün Ardından), Ankara 2000, s.11.

2) Gökhan Atılgan, Yön-Devrim Hareketi Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar, İstanbul 2008, s. 37.

3) Özdemir, a.g.e., s.12.

4) Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler (1830-1980) V, İstanbul 1988, s.623.

5) Gökhan Atılgan, Yön-Devrim Hareketi Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar, İstanbul 2008, s.37.

6) Özdemir, a.g.e., s.12.

7) Küçük, a.g.e., s.633.

8) Gökhan Atılgan, Yön-Devrim Hareketi Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar, İstanbul 2008, s.38.

9) Özdemir, a.g.e., s.13.

10) Elçin Macar, “Doğan Avcıoğlu”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce (Kemalizm) II, İstanbul 2004, s.162.

11) Sina Akşin, “Düşünce Tarihi (1945 Sonrası)”, Türkiye Tarihi (Bugünkü Türkiye 1980-1995) V, İstanbul 2000, s. 255.

12) Özdemir, a.g.e., s.14 vd.

13) Özdemir, a.g.e., s.15.

14) Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler (1908-1998) III, İstanbul 1990, s. 285.

15) Yön Dergisi hakkında geniş bilgi için bkz. Hikmet Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, Ankara 1986.

16) H. Bayram Kaçmazoğlu, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a Türkiye’de Siyasal Fikir Hareketleri, İstanbul 2000, s. 58.

17) Hikmet Özdemir, Kalkınmada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, Ankara 1986, s. 59 vd.

18) Özdemir, a.g.e., s. 55-57.

19) Özdemir, a.g.e., s. 13 Önsöz.

20) Hikmet Özdemir, Doğan Avcıoğlu (Bir Jön Türk’ün Ardından), Ankara 2000, s. 19.

21) Mihri Belli, İnsanlar Tanıdım, İstanbul 2002, s. 485.

22) Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul 2003, s.109.

23) Cemal, a.g.e., s. 112.

24) Özdemir, a.g.e., s. 21.

25) Cemal, a.g.e., s. 123.

26) Hikmet Özdemir, “Siyasal Tarih (1960-1980)”, Türkiye Tarihi (Çağdaş Türkiye 1908-1980) IV, İstanbul 2002, s. 147.

27) Atillâ İlhan, Hilâl ve Kalpak (Gazi’nin Ulusal Solculuğu Cumhuriyet Söyleşileri Ekim ’98-Mart ’98), İstanbul 2004, s. 282.

28) Doğan Avcıoğlu, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 30, Önsöz.

29) Hikmet Özdemir, Doğan Avcıoğlu (Bir Jön Türk’ün Ardından), Ankara 2000, s. 22.

30) Cemal, a.g.e., s. 204.

31) Cemal, a.g.e., s. 208.

32) Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler (1908-1998) II, İstanbul 1985, s. 286.

33) Cemal, a.g.e., s. 210.

34) Cemal, a.g.e., s. 212.

35) Belli, a.g.e., s. 97.

36) Cemal, a.g.e., s. 137.

37) Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), İstanbul 1996, s. 215.

38) Özdemir, a.g.e., s. 28.

39) Cemal, a.g.e., s. 57.

40) Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul 2002, s. 180.

41) Cüneyt Arcayürek, Darbeler ve Gizli Servisler (1950-2002), Ankara 2003, s. 40.

42) Arcayürek, a.g.e., s. 125.

43) Arcayürek, a.g.e., s. 278.

44) İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart (Nedenleri-Yapısı-Sonuçları), İstanbul 1993, s. 267.

45) 9 Mart ve 12 Mart hakkında daha geniş bilgi için bkz. Erol Bilbilik, Öncesi ve sonrasıyla 9 Mart -12 Mart Süreci, İstanbul 2013.

46) Cemal, a.g.e., s. 245 vd.

47) Yalçın Küçük, Sırlar, İstanbul 2001, s. 310.

48) Özdemir, a.g.e., s. 37.

49) Özdemir, a.g.e., s. 40.

50) Özdemir, a.g.e., s. 41.

51) Özdemir, a.g.e., s. 45.

52) Hasan Cemal, Demokrasi Korkusu, İstanbul 2004, s. 228.

53) Cemal, a.g.e., s.452.

54) Özdemir, a.g.e., s.46.

55) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi I, İstanbul 1999, s. 91 dipnot.

56) Avcıoğlu, a.g.e., s. 104.

57) Avcıoğlu, a.g.e., s. 105.

58) Avcıoğlu, a.g.e., s. 106.

59) Avcıoğlu, a.g.e., s. 7.

60) Avcıoğlu, a.g.e., s. 18 vd.

61) Avcıoğlu, a.g.e., s. 19 vd.

62) Avcıoğlu, a.g.e., s. 39.

63) Avcıoğlu, a.g.e., s. 42.

64) Avcıoğlu, a.g.e., s. 43 vd.

65) Avcıoğlu, a.g.e., s. 40.

66) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi II, İstanbul 1999, s. 766.

67) Avcıoğlu, a.g.e., s. 1056.

68) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi III, İstanbul 1999, s. 1181.

69) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi IV, İstanbul 1999, s.1650.

70) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi V, İstanbul 2001, s.2187

71) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün Yarın) I, İstanbul 1998, s.11.

72) Avcıoğlu, a.g.e., s.11 vd.

73) Avcıoğlu, a.g.e., s.16.

74) Avcıoğlu, a.g.e., s.17.

75) Avcıoğlu, a.g.e., s.18.

76) Avcıoğlu, a.g.e., s.20.

77) Avcıoğlu, a.g.e., s.23.

78) Avcıoğlu, a.g.e., s.24.

79) Avcıoğlu, a.g.e., s.29.

80) Avcıoğlu, a.g.e., s.29.

81) Avcıoğlu, a.g.e., s.47 vd.

82) Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi I, İstanbul 1999, s. 212 dipnot.

83) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) I , İstanbul 1998, s.47 vd.

84) Avcıoğlu, a.g.e., s.72.

85) Avcıoğlu, a.g.e., s.102.

86) Avcıoğlu, a.g.e., s.119.

87) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) II, İstanbul 2001, s.882 vd.

88) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) I, İstanbul 1998, s.197.

89) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) III, İstanbul 2002, s.909.

90) Avcıoğlu, a.g.e., s.988.

91) Avcıoğlu, a.g.e., s.1050.

92) Avcıoğlu, a.g.e., s.1050 vd.

93) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) I, İstanbul 1998, s.314.

94) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) III, İstanbul 2002, s.1051.

95) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) I, İstanbul 1998, s.314.

96) Avcıoğlu, a.g.e., s.337.

97) Avcıoğlu, a.g.e., s.337 vd.

98) Avcıoğlu, a.g.e., s.339.

99) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) I, İstanbul 1998, s.383.

100) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) IV, İstanbul 2000, s.1603.

101) Avcıoğlu, a.g.e., s.1675.

102) Avcıoğlu, a.g.e., s.1676.

103) Avcıoğlu, a.g.e., s.1744.

104) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) I, İstanbul 1998, s.505 vd.

105) Avcıoğlu, a.g.e., s.545.

106) Avcıoğlu, a.g.e., s.515.

107) Avcıoğlu, a.g.e., s.562.

108) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) II, İstanbul 1998, s.701.

109) Avcıoğlu, a.g.e., s.707.

110) Avcıoğlu, a.g.e., s.709.

111) Avcıoğlu, a.g.e., s.712.

112) Avcıoğlu, a.g.e., s.713.

113) Avcıoğlu, a.g.e., s.889.

114) Avcıoğlu, a.g.e., s.890.

115) Avcıoğlu, a.g.e., s.910.

116) Avcıoğlu, a.g.e., s.934.

117) Avcıoğlu, a.g.e., s.937.

118) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) I, İstanbul 1998, s.582.

119) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) IV, İstanbul 2000, s.1721.

120) Avcıoğlu, a.g.e., s.1744.

121) Avcıoğlu, a.g.e., s.1745.

122) Avcıoğlu, a.g.e., s.1746.

123) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) II, İstanbul 1998, s.970 vd.

124) Avcıoğlu, a.g.e., s.999-1001.

125) Avcıoğlu, a.g.e., s.1007.

126) Avcıoğlu, a.g.e., s.1010.

127) Avcıoğlu, a.g.e., s.1011.

128) Avcıoğlu, a.g.e., s.1011.

129) Avcıoğlu, a.g.e., s.1048.

130) Avcıoğlu, a.g.e., s.1088.

131) Avcıoğlu, a.g.e., s.1091.

132) Avcıoğlu, a.g.e., s.1091 vd.

133) Avcıoğlu, a.g.e., s.1092.

134) Avcıoğlu, a.g.e., s.1100.

135) Avcıoğlu, a.g.e., s.1109.

136) Avcıoğlu, a.g.e., s.1110-1111.

137) Avcıoğlu, a.g.e., s.1112.

138) Avcıoğlu, a.g.e., s.1114.

139) Avcıoğlu, a.g.e., s.1114 vd.

140) Avcıoğlu, a.g.e., s.1118.

141) Avcıoğlu, a.g.e., s.1122.

142) Avcıoğlu, a.g.e., s.1118-1130.

143) Avcıoğlu, a.g.e., s.1172 vd.

144) Avcıoğlu, a.g.e., s.1180-1183.

145) Avcıoğlu, a.g.e., s.1183.

146) Avcıoğlu, a.g.e., s.1223 vd.

147) Doğan Avcıoğlu,“Medrese Atatürkçülüğünden Gerçek Atatürkçülüğe”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 257.

148) Doğan Avcıoğlu, “1965 Yılında Atatürkçülük”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s.364.

149) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s.365.

150) Doğan Avcıoğlu, “Ulusal Kurtuluş Devrimi”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s.812.

151) Doğan Avcıoğlu, “Kemalizmi İyi Anlamak Gerek”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 645 vd.

152) Doğan Avcıoğlu ,“Çatıdaki Kavga”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s.404.

153) Doğan Avcıoğlu, “Cumhuriyet’in 42. Yılında”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 361.

154)Doğan Avcıoğlu, “Kemalizmi İyi Anlamak Gerek”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 646.

155) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s. 220.

156) Avcıoğlu, a.g.e., s.221.

157) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) II, İstanbul 1998, s. 1224.

158) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s. 222.

159) Avcıoğlu, a.g.e., s. 223-225.

160) Avcıoğlu, a.g.e., s. 228.

161) Avcıoğlu, a.g.e., s. 230.

162) Avcıoğlu, a.g.e., s. 242.

163) Avcıoğlu, a.g.e., s. 481 vd.

164) Avcıoğlu, a.g.e., s. 482.

165) Avcıoğlu, a.g.e., s. 306.

166)Doğan Avcıoğlu, “İdare-i Maslahatçılık”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 823.

167) Doğan Avcıoğlu, “Rejim Buhranı”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 77.

168) Doğan Avcıoğlu, “Devrimci Ordu Gücü”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 744.

169) Avcıoğlu, a.g.m., s. 745.

170) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s. 368.

171)Avcıoğlu, a.g.e., s. 370.

172) Avcıoğlu, a.g.e., s. 7.

173) Doğan Avcıoğlu, “İnanç Buhranı”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 79.

174) Doğan Avcıoğlu, “Parlamentoculuk”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 416.

175) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s. 358.

176) Avcıoğlu, a.g.e., s. 359 vd.

177) Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi (1838’den 1995’e) IV, İstanbul 2000, s. 1675.

178) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni (Dün-Bugün-Yarın) II, İstanbul 1998, s. 1184.

179) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s.7.

180) Doğan Avcıoğlu,’’Demokrasi Düşmanları’’, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 103.

181) Doğan Avcıoğlu, “Niçin Sosyalizm?”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 61.

182) Doğan Avcıoğlu, “Sosyalizm Anlayışımız”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s. 138.

183) Avcıoğlu, a.g.m., s. 139 vd.

184) Avcıoğlu, a.g.m., s. 140.

185) Avcıoğlu, a.g.m., s. 141.

186) Doğan Avcıoğlu, “Sosyalizmde Ciddiyet”, Atatürkçülük-Milliyetçilik-Sosyalizm (Yön ve Devrim Yazıları), İstanbul 2006, s.

187) Doğan Avcıoğlu, Devrim ve “Demokrasi” Üzerine, İstanbul 2001, s. 399-476.

188)Doğan Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Ankara 1969, s. 125 vd.