Ana Sayfa Dergi Sayıları 239. Sayı Ailenin karanlığı

Ailenin karanlığı

73
0

Anıl Ceren Altunkanat

Eros için
Karanlığın içinde debelenen, kimi zaman el yordamıyla bir parça aydınlığa ulaşan ama kısa bir süre sonra onu da yıldızsız gecelerde yitirenler. Hayatını bu karanlık içinde inşa edip, karanlığı büyüten iktidar arzusunu burada dindirmeye çalışanlar; hayatı karanlık bir iktidar arzusundan ibaret olanlar. Sevmeye çalışıp tökezleyenler, elinden sevmekten başka şey gelmeyenler, sevgiyi kısır bir karanlığın içinde tahakküme dönüştürenler… Nilüfer, Haluk, Memo… Üç kardeş; aynı karanlıkta, aynı anne ve babanın elinde, aynı irinli geçmişte yetişen üç kişi…

“Neyse, hayatın başka zevklerinin yanında pek de önemli sayılmayacak savruk ve özgür bir yatak keyfi bile yaşamadı annem. Tıpkı dünya üzerinde olduğu gibi, yatakta da kendine ayrıldığına inandığı yerin sınırlarını asla aşmadı, koca yatağın artık bütünüyle ona ait olduğunu bildi belki ama bunun tadını çıkarmayı reddetti. Küçük mutluluklardan uzak durmayı, kendini bu kadarına bile layık görmemeyi sürdürdü yaşadıkça…”

Cahide Birgün Geceye Uyananlar’da ailenin karanlığını ve yok ediciliğini, ülkenin karanlığı ve kıyıcılığıyla harmanlayarak önümüze koyuyor. Ne mekân tasvirleri tesadüfi ne karakter inşası. Asker emeklisi baba, güce tapınan bir anne, teşkilat mensubu bir ağabey, engelli erkek kardeş, her yerde ayrıksı, her yolun yabancısı kız kardeş. Ve babanın iktidarını, iktidarın acımasızlığını temsil eden, babadan Haluk’a geçen kamçı koleksiyonu…

“Ağacın kökleri, kök değildi aslında. Biraz daha dikkat edince görülebiliyordu, toprağa sıkıca yapışıp derinlere uzanmaya çalışan o kapkara kollar, benim kamçılarımdı! Nefesimi tutarak saydım, yanılmıyordum, tam on üç tane kök çizmişti Memo. On üç biçimsiz kamçı.”

Anne ölünce ailenin köklerindeki çürüme saklanamaz hâle gelir; tükürükle yapıştırılmış bağlar dağılır, aileyi bir arada tutan alışkanlıklar gevşeyip ufalanır. Ailenin karanlığında tutundukları sevgi ikameleri çürük diş gibi sızlar, ne kadar gözlerini kapatsalar da gövde yıkılmıştır, bundan kaçamazlar. Nilüfer yeni bir hayatın olanağını, belki sevginin olanağını dener ama bu kez sadece ev değil, ülkenin karanlığı yutar bütün umudunu… Suat’ı ve sayısız insanı yutup yitirdiği gibi.

“Hepsi üç aşağı beş yukarı birbirine benzer ve hiçbiri kolay kolay dile getirilemez bu irinleşmiş dertlerin. Çoğunun kökünde mağlubiyet, çaresizlik ve talihsizlik yatar. Belki birçok kişiye mânâsız gelebilir ama bir türlü iyileşmeyen bu yaralar evlerin havasında gizlenmiş olmalı diye düşünürüm hep.”

Suçluluğun, sevgisizliğin, sorumluluk ve zorunlulukların ağında debelendikçe batarlar. Ülke de batar bir yandan, bunu Haluk’ta görürüz en çok. Pencereleri, perdeleri açmaya gerek kalmaz bir süre sonra; artık günışığı değildir dışarıdan gelen, zifiri karanlıktır.

“O zamanlar anlamazdım, şimdiyse çok basit geliyor artık. İnsanlar sorumluluk duygularını yitirse de neyi yitirdiklerini asla unutmuyorlar. Bu unutamayış arızalı bir musluk gibi yaşadıkça içlerine damlıyor.”

İnsan aile içinde çok şeyi unutuyor, normalleştiriyor ya da üstesinden geldiği yanılsamasına kapılıyor. Ama Birgül haklı, sızı unutulmuyor sadece kıyafet değiştiriyor… ve orada kalıyor. Evlere sinen koku misali, insanın ta içine işliyor. Yüzleşmek, hatta belki ödeşmek… Bilmem, mümkün mü? Onca karanlığa gömülmüşken bu mümkün mü? Çünkü aile ne kadar kaçarsanız kaçın, sizi bıkmadan kendi karanlığına çağırıyor. Ülke gibi.

Bizi kendine alıştıran bir karanlık sunuyor her ikisi de. Birbirlerini besliyorlar; büyüyen sadece çürüme oysa. Ve bu karanlığın, bu çürümenin içinde yalnızlığımız kaçınılmaz bir sığınak hâline geliyor yavaş yavaş. O sığınak da yıldızsız bir geceye bürünene dek.

“Şimdi ise içinde olabileceğim, gerçekten yürekten içinde olabileceğim insanların arasına yine giremeyeceğimi biliyordum. Giremiyordum işte. Beceremiyordum bir türlü… Başarısız olan bendim. Hep olduğu gibi yakışmayan, aykırı, yabancı duran bendim. Kimsenin suçu yoktu bunda.”

Geceye Uyananlar Memo, Nilüfer ve Haluk üzerinden bize ülkenin yakın tarihini, ailenin kadim tarihini anlatıyor. Kamçıların ve korkuların, sevgisizliğin ve suçluluğun hikâyesi bu. Bir bataklığın bütün umutları ve yaşamları içine çekişinin hikâyesi. Bizim yarattığımız bir bataklık bu; susarak, unutarak ve normalleştirerek beslediğimiz bir karanlık.

Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.

Geceye Uyananlar, Cahide Birgül, Kafka Kitap, s. 333.