Ana Sayfa Sorularla Bilim Antikçağ felsefesinde dile nasıl yaklaşılmıştır?

Antikçağ felsefesinde dile nasıl yaklaşılmıştır?

2605
0

Antik Yunan felsefesindeki dil anlayışlarını kabaca, iki farklı düşünsel eğilim tarafından savunulmuş iki görüşe indirgeyerek özetlemek mümkündür. İlki, Demokritos’un atomculuk öğretisinin uzantısı olan ve Epiküros ile Lucretius tarafından savunulmuş “naturalist/doğalcı dil görüşü” diye adlandırılabilir. İkincisi de Sofistler’in savunduğu “konvansiyonalist/mutabakatçı” görüştür.

Antik Yunan’da mitosların ve kozmogonik öğretilerin, ilk felsefî düşüncelerin oluşumuna kaynak teşkil ettiği âşikârdır. Her şeyin başlangıcı olan Χαος’a [kaos] düzenini veren ve ondan κόσμος’u [kozmos] doğuran ilke λόγος’tur [logos]. “Sükûnet halinde uykuya yatırmak”, “bir şeyden söz etmek”, “konuşmak” gibi anlamlara gelen λέγειν [legein] fiilinden türeyen λόγος kelimesi, Çakmak’ın da belirttiği gibi (1993: 124) eski Yunanca’da çok anlamlı bir kavramdır. Taşıdığı mitolojik “evrensel akıl” anlamı yanında gündelik dilde de kullanılan haliyle “söz”, “cümle” manâsına ve felsefî bir terim olarak da “şeylerin akılla kavranabilen yanı” ve “kavram” manâsına gelir. “Her şey akar” [πάντα ῥεἴ] sözüyle ünlü Herakleitos (136. fragman) “logos”u, duyulur şeylerin tâbi olduğu değişmez ilke olarak görmüştür. Herakleitos’a göre kelimeler doğadaki akışı ve değişimi yansıtan seslerdir. Bu bakımdan da Herakleitos, Kratylos gibi takipçilerince detaylandırılan “naturalist/doğalcı” dil görüşünün öncüsüdür.

Herakleitos’a göre kelimeler doğadaki akışı ve değişimi yansıtan seslerdir.

Atomculuğun kurucusu olan Demokritos da naturalist bir dil anlayışına sahiptir. Dil kökeni itibariyle Demokritos’a göre doğadaki şeylerin sesle yapılmış taklitleri olan kelimelerden oluşur. Ama ilk kelimeler zamanla yerlerini yeni kelimelere bırakmış, dönüşerek asıllarından az çok farklı hale gelmiştir. Bu yeni kelimelerin meydana getirilmesi, insanlar arasında tesis edilen yeni mutabakatlar yoluyla olmuştur.

Demokritos gibi Epiküros da naturalist/doğalcı bir dil anlayışına sahiptir. Bu anlayışını Herodot’a hitaben kaleme aldığı bir mektubunda şöyle ifade eder: «… bu da kelimelerin köken itibariyle neden mutabakatın eseri olmadığını açıklar. Aslında, farklı kavimlerde yaşayan ve özel duyumlarla özel izlenimler edinen insanlar ağızlarından o duyumların ve izlenimlerin etkisiyle ve yaşadıkları yere göre değişen şekillerde soluk verir» (Bollack, 1971: 76). Böylece Epiküros dilin doğuşunu, atomculuğunun içerdiği materyalist bir perspektiften açıklar. Ona göre sözler, üflenen nefesin, bedenin edindiği duyumların etkisiyle ağızda şekillendirilmesinin bir ürünüdür.

Demokritos gibi Epiküros da naturalist/doğalcı bir dil anlayışına sahiptir.

MÖ 1. yüzyılda yaşamış olan bir başka atomcu filozof Lukretius’un da De Rerum Natura başlıklı manzum eserinde dilin kökenine ilişkin bir pasaj vardır. Lukretius bu pasajda insanları değişik dilleri meydana getiren sesleri çıkarmaya sevk edenin doğa olduğunu söyler (1947: 242). Ardından, çok muhtemeldir ki, Eski Ahit’in Âdem’in mahlûkatı adlandırması bahsine nazireyle, her şeye bir adamın isim koyduğunu ve diğer insanların da isimleri ondan öğrendiğini zannetmeyi “saçmalık” diye nitelendirir (1947: 242-243). Lukretius’a göre şeylerin adlandırılmasında insan ihtiyaçları belirleyicidir ve henüz konuşmayı başaramayan çocuklar da istedikleri şeyleri parmaklarıyla gösterir. Lukretius bu durumu, aslan yavrularının kendilerini (içgüdüsel olarak) patileriyle savunmasına benzetir (1947: 242). Lukretius böylece dilin insanda, doğal bir yetenek olarak kendiliğinden filizlendiği fikrini savunur.

Antik Yunan felsefesinde doğa filozoflarının ardından tarih sahnesine çıkan Sofistler, önceki kuşaktan farklı olarak gelenekler, dinî inançlar, kanunlar, siyasal yönetim biçimleri gibi sosyal kurumlara odaklanır. Bu ilgi kaymasının paralelinde, doğa fenomenleri ve sosyal kurumlar arasındaki farklılık şu ikilemle formüle edilir: “doğal olan” [phûsei on] – “koyulmuş olan” [thesei on]. Bu ikileme, Platon’un yaşadığı dönemin felsefî tartışmalarına tanıklık eden diyaloglarında sık rastlanır. Söz konusu ikilem, dil sorunlarının tartışıldığı Kratylos

diyaloğunda da karşımıza çıkar. Dile ilişkin ilk sistematik sorgulamanın yer aldığı metin Platon’un bu diyaloğudur. Platon’un kaleminden okuduğumuz Sokrates’in dile ilişkin sorgulaması ve diyaloğun sonunda taslak haliyle sunulan idealar teorisi, Aziz Augustinus’tan Descartes’a, Port-Royal Ekolü’nden Leibniz’e kadar birçok filozofun dil anlayışına zemin teşkil edecektir. Takip eden sorular bağlamında Platon’un ve Aristoteles’in dil anlayışlarını tek tek inceleyeceğiz.

Platon düşüncenin bir “iç konuşma”, insanın kendi kendisiyle diyaloğu olduğunu savunur.

Stoacı filozofların düşünme gündeminde dil merkezî bir konumdadır. Baratin ile Desbordes’un belirttiği gibi (1981: 27) Stoacı filozoflar şu hususta hemen hemen mutabıktır: Söze dökülmüş olsun ya da olmasın, dilden bağımsız bir düşünce mümkün değildir. Bunun da Platon’un Sofist diyaloğunda savunduğu yaklaşıma benzediği görülür. Platon düşüncenin bir “iç konuşma”, insanın kendi kendisiyle diyaloğu olduğunu savunur (Sofist: 263e). Stoacılar’ın üzerinde durduğu bir diğer konu da “onomatope”dir. Şeylere işaret ettiğimiz kelimeler ile, bizzat şeyler arasındaki uygunluğun ilkesi, onlara göre “onomatope” olsa gerekir (1981: 27). Şüphesiz ki onomatope tezi, doğada ses çıkaran varlıklar, nesneler, olaylar gibi ses çıkarmayan şeylerin de var olduğunu göz ardı etmesi bakımından dayanıklı bir tez değildir. Bununla birlikte, eklemli dillerin ilk kelimelerinin ses çıkaran şeyleri taklit ederek meydana getirilmiş olması, akla yatkın bir ihtimaldir.

Stoacı diyalektik anlayışı çerçevesinde Diogenes Laertius tarafından yapılmış bir analize de değinelim. Diogenes Laertius Stoacı filozoflara referansla, dilin işaret eden/gösteren kısmının üç unsurdan meydana geldiğini söyler (1933: VII, 55). Bu unsurlar [1] phonê, [2] lexis ve [3] logos’tur. Phonê (ses) eklemli/artiküle değildir; lexis (kelime) eklemlidir ama yalnız başına anlam taşımaz; logos (söz, cümle) ise hem eklemlidir hem de anlam taşır. Diogenes Laertius logos’un bileşimindeki kısımları cins isim, özel isim, fiil, çekim, tanımlık (harf-i tarif) ve zamir olarak altı grupta toplar (1933: VII, 58).

YARARLANILAN KAYNAKLAR

  • Baratin, Marc – Desbordes, Françoise (1981), L’analyse Linguistique dans L’antiquité Classique, Paris: Editions Klincksieck.
  • Bollack, Jean vd. (1971), La Lettre d’Epicure, Paris: Minuit.
  • Çakmak, Cengiz (1993), «Platon’da gerçekliği tasvir eden önermelerin yapısı hakkında bir çalışma», Felsefe Arkivi, S.30, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yay., ss.123-139.
  • Çotuksöken, Betül (2003), «Dil felsefesine giriş», Felsefe Söyleşileri I-II içinde (ss.46-58), İstanbul: Maltepe Üniversitesi Yay.
  • Diogène, Laerce (1933), Vies, Doctrines et Sentences des Philosophes Illustres, Fr. Çev. R. Genaille, Paris: Garnier.
  • Heraclite (1991), Fragments, Fr. Çev. Marcel Conche, Paris: PUF.
  • Kranz, Walther (1994), Antik Felsefe, Çevb Suat D. Baydur, İstanbul: Sosyal Yay.
  • Lucretius, Carus (1947), De la Nature, Fr. Çev. Alfred Ernout, Paris: Société d’édition “les belles-lettres”.
  • Perek, Faruk Zeki (1961), Eski Çağda Dilbilgisi Araştırmaları, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yay.
  • Platon (2007), Œuvres Complètes, Fr. Çev. Léon Robin, J. Moreau, Paris: Gallimard.

Kaynak: Atakan Altınörs, 50 Soruda Dil Felsefesi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Ekim 2016 2.Baskı, s.71-74