1845-46 yıllarında Marx ve Engels tarafından yazılan Alman İdeolojisi, Tarihsel Materyalizmin ilk defa sistemli olarak ele alındığı bir çalışmadır. Tarihsel Materyalizm ise diyalektik toplumsal felsefeden başka bir şey değildir. Diyalektik toplumsal felsefenin temel eğilimi, toplumsal yaşamı ve toplumsal yaşamın üretimini, tüm insanal varlığın en temel boyutu olarak temellendirmeye çalışmasıdır. Dolayısıyla bu felsefe, toplumsal yaşamın üretimini, ideolojilere, bilince vb. dayandıran sol-Hegelci felsefi görüşlere karşı mücadele etmek zorundaydı. Alman İdeolojisi’nin Önsöz’ünde şunlar söylenir: “Yaratıcılar, kendi yarattıkları şeyler önünde secdeye varmışlardır. Öyleyse onları, boyunduruğu altında ezildikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım. Fikirlerin egemenliğine karşı başkaldıralım.”
İdeolojilerin egemenliğine başkaldırmak için Klasik Alman Felsefesi içinde üç görüş var. Birinci görüş, insanları yanılsamalarını değiştirerek, onun yerine insan özüne uygun düşen düşünceleri koymayı savunuyor; ikinci görüş, bu yanılsamalara karşı, eleştirici tutum alınması gerektiğini ileri sürüyor; üçüncüsü ise yanılsama ve dogmaları kafalardan söküp atalım diyor. Bu üç görüşün ortak yanı ‘ideolojilerin eleştirisi’ ile gerçekliğin ortadan kaldırılabileceğine inanmasıdır. Marx-Engels’e göre, bilincin dönüşümünü istemek, esasen mevcut olanı farklı yorumlamak, yani farklı yorumlama aracılığıyla mevcut olanı olduğu gibi kabul etmek demektir. (1) Dolayısıyla sol-Hegelciler okulunun ideologları, tüm ‘eleştirel’ ve tumturaklı sözlere karşın en büyük tutuculardır.
Klasik Alman Felsefesi
Klasik Alman Felsefesi, çıkış noktası olarak maddeyi, maddi toplumsal gerçekliği değil, düşünceyi, ideolojiyi vb temel almıştır. Oysa Marx-Engels’e göre insanların ‘tarihi yapabilmeleri’ için yaşamlarını sürdürebilecek durumda olmaları gerektiği öncülünden işe başlamak gerekir. “Ama yaşamak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka şeyler gerekir. Demek ki, ilk tarihsel eylem, bu gereksinmeleri karşılayacak araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimidir.” (2) Dolayısıyla toplumsal yaşamın gerçek üretimi tarihin ta başlangıcında ortaya çıkar. Oysa Alman felsefesi toplumsal yaşam biçimini hiç ele almadı ve “tarih bakımından hiçbir zaman ayakları yere basmadı ve bu yüzden de hiç tarihçileri olmadı.” (3)
Marx-Engels, adı geçen çalışmada, maddi gerçekliğe sırt çeviren Alman felsefesiyle hesaplaşmaya girişirler. Gökten yeryüzüne inen Alman felsefesinin tam tersine, burada, yerden gökyüzüne çıkılır. Bu nedenle imgelerden, ideolojilerden ve düşüncelerden değil, toplumsal yaşamdan, gerçek faal insanlardan yola çıkmak gerekir. Marx’a göre “Alman felsefi eleştirisi dinsel anlayışların eleştirisiyle sınırlıdır.” (4) Belirli bir sınırın ötesine gidememiştir. Çünkü Alman felsefesinin düşünürleri, spekülatif felsefe alanını terk edemediklerinden, maddi gerçeklikle ve pratik etkinlik ile bağ kuramamışlardır.
Marx-Engels haklı olarak bu görüşleri ileri süren filozoflar hakkında şu saptamayı yaptılar: “Bu filozoflardan hiçbiri, Alman felsefesi ile Alman gerçeği arasındaki bağın, kendi eleştirileri ile kendi maddi ortamları arasındaki bağın ne olduğunu kendi kendine sormayı düşünmedi.” (5) Bu yüzden Marx-Engels Alman İdeolojisi’nde, gerçekliği değiştirmeden, ideolojilerin, fikirlerin değişmesini mümkün gören ve ideolojilerin değişmesiyle gerçekliğin düzeltileceğini düşünen Klasik Alman Felsefesine eleştiri yöneltirler. Fikirleri ortaya çıkaran maddi toplumsal koşulları incelerler. Tarihteki çeşitli üretim ilişkilerini ve mülkiyet (aşiretsel, antik, feodal) biçimlerinin kısa bir açıklamasını yaparlar. Fikirlerin, tasarımların ve bilincin kaynağının, insanların toplumsal yaşam biçimine dayandığını göstermeye çalışırlar.
Burada en temel kategorilerden biri olan emek gündeme gelir. Toplumsal üretim süreci içinde emeğin iki özelliği açığa çıkarılır: (6) Birincisi, emek, belirli nesneleri işler, değiştirir (Neyi nasıl, hangi araçlarla değiştirir?). Bu özellik emeğin, nesnel maddi-teknik boyutu olarak adlandırılabilir. Emeğin ikinci özelliği, hangi toplumsal koşullarda nesnelerin kimler tarafından üretildiğini gösterir. (Kim, nasıl çalışır?) Bu olgu ise, toplumsal hiyerarşi ve bağımlılık ilişkilerine gönderme yapar. Bu özellik, emeğin, sosyo–politik boyutunu oluşturur. (7) Marx, bu iki özelliği, üretim güçleri ve üretim ilişkileri olarak kavramlaştırmıştır.
Komünizmin ön koşulları
Marx-Engels, tarihteki üretim biçimlerini açıklarken, aynı zamanda komünist toplumun maddi ön koşul olarak, üretici güçlerin gelişiminin yüksek bir evresini gerektirdiğini vurgularlar. Marx-Engels’in bakış açısına göre, ‘yabancılaşmanın’ ortadan kalkıp komünizmin kurulabilmesi için iki pratik koşul gereklidir: Birincisi, yabancılaşmanın ‘katlanılamaz’ hale gelmesi, başka bir deyişle insanın yabancılaşmaya karşı devrim yapabilecek hale gelmesi gerekir; yani insanlığın büyük çoğunluğunun tamamen ‘mülkiyetten yoksun’ bir hale gelmesi gerekir. İkincisi, ‘mülkiyetten yoksun’ olmanın, mevcut olan zenginlik ve kültür dünyasıyla çelişkili hale gelmesi gerekir. Ama bu iki koşul, “üretici güçlerin büyük ölçüde artmasını, yani üretici güçlerin gelişiminin yüksek bir evresini varsayarlar. Öte yandan üretici güçlerin bu gelişmesi kesinlikle vazgeçilemez, önce yerine gelmesi gereken bir pratik koşuldur, çünkü bu koşul olmadan, kıtlık, genel bir durum alır ve gereksinmeyle birlikte zorunlu olan için savaşım yeniden başlar ve gene kaçınılmaz olarak aynı eski çirkefin içine düşülür.” (8) Marx-Engels, bu satırlarda komünizmin en genel öznel ve nesnel koşullarını dile getirmektedirler.
Marx-Engels açısından, toplumsal yaşamdaki olguları saptamak yeterli değildir. Esas olan toplumu değiştirmektir. Dolayısıyla “gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.” (9) Marx için komünizm gelecek ülküsü değil, var olanın değiştirilmesidir. “Komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür.” (10) Marx-Engels, ‘bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm’ diyorlardı.
Alman İdeolojisi üzerine söylentiler
1932 yılında yayınlanan Alman İdeolojisi adlı çalışma konusunda çeşitli söylentiler var. Moskova’daki Marx-Engels Enstitüsü başkanı Rjasanow, 1920-1930 yılları arasında Marx ve Engels’in tüm eserlerini bir araya getirme görevini üstlenmişti. Kimilerine göre, Alman İdeolojisi adı altında Marx-Engels’in bir çalışması olmamıştır. Kimilerine göre de hem çalışmanın başlığı hem çalışmadaki konuların sıralanması Rjasanow tarafından belirlenmiştir. (11) Alman İdeolojisi eserini daha sonradan yayınlayan Harald Bluhm’un yorumuna bakılırsa Rjasanow’un amacı, Feuerbach üzerine olan bölümü, kitabın ilk bölümüne yerleştirmekti. Çünkü bu bölümde Tarihsel Materyalizmin teorik temelleri açıklanmıştır. Marx’ın hem Stirner, hem de Bauer ve diğer düşünürlere yönelttiği eleştirilerinin anlaşılabilmesi için, sıralamanın tersine çevrilmesi, yani Feuerbach bölümünün en başa alınması gerekiyormuş. (12)
Tarihsel materyalist görüşleri açıklamaya yönelik bir çalışma olan Alman İdeolojisi, iki ciltten oluşur. Birinci ciltte, Hegel sonrası felsefenin eleştirisi yapılır. Esas olarak Feuerbach, B. Bauer ve Stirner’in felsefi görüşleri eleştiriye tabi tutulur. İkinci ciltte ise Almanya’da ortaya çıkan ‘hakiki sosyalizmin’ temsilcilerinin (Grün vb.) felsefi görüşleriyle hesaplaşılır. Bu çalışmanın 1. cildinin, küçük bir bölümü Türkçeye çevrilmiştir; yani yaklaşık olarak dörtte biri kadarı Türkçeye kazandırılmıştır.
Gerçek Alman sosyalizmi
Kendilerini ‘gerçek’ sosyalistler olarak adlandıran bazı yazarlar, Almanya’nın koşullarını dikkate almadan İngiltere ve Fransa’daki sosyalist, komünist fikirleri benimseyerek bu fikirlerin Alman felsefesiyle karışımını yapmaya çalışırlar. Bu ‘gerçek sosyalistler’, Fransa ve İngiltere’deki komünist literatürün, bu ülkelerdeki gerçek hareketin bir ürünü ve ifadesi olduğunu kavramaktan ziyade, bu düşüncelerin, toplumsal koşullardan bağımsız olarak, sırf aklın ürünü olduğunu sanırlar. O ülkelerdeki düşüncelerin, belli toplumsal koşullar altında belirli toplumsal sınıfların çıkarlarını ifade ettiklerini anlamaktan yoksundurlar. Bu tip sosyalistlere göre Fransız literatüründe ifade edilen düşünceler, o dönemdeki belli bir toplumsal düzeyin, belli bir sınıfın ihtiyaçlarını dile getiren düşünceler değil, toplumun ‘aklın ilkelerine’ göre örgütlenmesini ifade ederler.
Marx-Engels açısından, Alman İdeolojisi, gerçek sosyalistlerin, maddi toplumsal ilişkileri görmesini engellemektedir. Bu tür Alman yazarları açısından Fransız ve İngiliz komünistleri, emprizmin ötesine gidememişlerdir; dolayısıyla gerçek sosyalizm, ancak Alman felsefesinin akılcılığı süzgecinden geçtikten sonra mümkün olabilir. Alman ‘gerçek sosyalizm’ akımına göre gerçi komünist düşünceler Fransa’da ortaya çıktı; ama Fransızlar gerçek sosyalizmi anlayamadılar. Çünkü Fransızlar politika üzerinden komünizme ulaştılar; oysa Almanlar, metafizik ve felsefe üzerinden sosyalizme vardıklarından dolayı ‘hakiki sosyalizm’ Almanlara özgüdür. Fransız komünizmi, Alman biliminin yardımıyla, hakiki sosyalizme dönüşmüşmüş! Hakiki sosyalizmi Alman ulusal gururu olarak gösteren ve buna komşu-halkların gıpta ettiğini lanse eden ‘Gerçek Sosyalizmi’ Marx-Engels eleştirir. Marx-Engels için kendini ‘gerçek sosyalizm’ olarak gören akım, Fransız fikirlerinin Alman ideolojisinin diline çevrilmesi ve komünizm ile Alman ideolojisi arasında rastlantısal (willkürlich) kurulan bağa dayanmaktadır. Marx-Engels, Almanya’da ortaya çıkan ‘gerçek sosyalizm’ savunucularını bilinci toplumsal koşullardan ayırdıkları için eleştirirler. Bu yazarlar “gerçek tarihsel zeminden koparak, ideoloji alanında yer almaktadırlar, gerçek ilişkileri tanımadıklarından, mutlak ideolojik yöntemlerle fantezi ilişkiler tasarlarlar.”
Marx’ın 1844 Elyazmaları’ndaki ilginç görüşlerden biri kaba-eşitlikçi komünizme yönelttiği eleştiridir. Sanıldığının aksine, kaba-eşitlikçi komünizm, özel mülkiyetin ortadan kaldırılıp kolektif mülkiyetin getirilmesini savunmaz. Kaba-eşitlikçi komünizm, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını değil, özel mülkiyetin eşit paylaşımını savunur. Yani özel mülkiyet genelleştirilir; herkesin özel mülkiyeti eşitlenir. Böylesi kaba-eşitlikçi bir komünizmi Marx kesinlikle reddeder. Özel mülkiyetin kabaca genelleştirilmesi fikrini Marx şöyle değerlendirir: “Bu fikir, kıskançlık ve eşitleştirme eğilimi biçimi altında, en azından daha zengin özel mülkiyete karşı çevrilmiştir; öyle ki kıskançlık ve eşitleşme eğilimi rekabetin özünün ta kendini oluşturur. Kaba komünizm, bir asgari tasarımdan yola çıkarak, bu kıskançlık ve eşitleştirmenin tamamlanmasından başka bir şey değildir.” (13)
Karl Grün ve Kuhlamm gibi ‘gerçek sosyalizmi’ savunan yazarlar eleştiri yağmuruna tutulur. Grün, burnu havada bir edayla, Fransızların, İngilizlerin, Belçikalıların ve Kuzey Amerikalıların Almanlardan gerçek sosyalizmi öğrenmelerini savunur. (14) Grün, Fransız sosyalistlerini küçümseyen bir yaklaşım gösterir. Marx-Engels, Saint-Simon’u okumadan eleştiren Grün’ü sert bir şekilde eleştirir.
Almanya’da gerçek, coşkulu, kararlı pratik parti mücadeleleri olmadığından, ortaya çıkan sosyal hareketler başlangıçta esas olarak yalnızca edebiyat, şiir vb. biçimlerine bürünmüştür. Marx’a göre gerçek pratik mücadeleler ve komünist partisi ortaya çıktıktan sonra, ‘gerçek sosyalizm’ küçük burjuvaziyi kendine çekebilecektir ve küçük burjuvaziyi temsil etmekle sınırlı kalacaktır.
Alman İdeolojisi’nin önemi
‘Farelerin kemirici eleştirisine’ terk edilen Alman İdeolojisi, tarihsel materyalizmin temellerini atan bir eser olarak görülebilir. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya yazdığı Önsöz’de şöyle diyor: “1845 ilkyazında, o da [Engels kastediliyor. Y.O] gelip Brüksel’e yerleştiği zaman, birlikte çalışmaya ve Alman felsefesinin bakış açısı karşısında olan kendi bakış açımızı oluşturmaya karar verdik: bu, gerçekte, bizim geçmişteki felsefi bilincimizle hesaplaşmamızdı. Bu planımız, Hegel-sonrası felsefenin bir eleştirisi biçiminde gerçekleşti. El yazısı, formalar halinde, iki cilt olarak, Vestfalya’daki yayınevi sahibinin elindeydi ki, yeni gelişmelerin, yapıtın basılmasını olanaksız kıldığını öğrendik. Biz, görüşlerimizi açıklığa kavuşturmak olan başlıca amacımıza vardığımız için, el yazısını farelerin kemirici eleştirisine seve seve terk ettik.” (15)
Bu çalışmada, bir tarafta toplumdan ve tarihten bağımsız olan felsefelerin eleştirisi yapılırken, diğer tarafta mevcut durumu değiştirmenin gerekliliği vurgulanır. Marx-Engels’e göre olguları, tarihten ve toplumsal yaşamdan bağımsız olarak ele alan yaklaşımların hiçbir önemi yoktur.
Alman İdeolojisi adlı eserin en ilginç yanı felsefenin konusunu değiştirmesidir. Daha önceleri, varlık, bilgi teorisi, etik ve din gibi konuları ele alan felsefe, şimdi tarih, toplum, üretim vb. alanlara açılarak yeni konulara yönelir. Ama bu yöneliş sadece konularda bir değişiklik değil, perspektiflerde de yeniliklere yol açar; tarihsel gelişmeleri ve toplumsal değişimleri konu edinen bir felsefe, konulara uygun yöntemi gerektirir. Tarihin, toplumun, üretimin konu olarak saptanması, tarihsel gelişmeyi hakkıyla ele alacak yöntemi de gerektirmiştir. Alman İdeolojisi’nde diyalektik ve tarihsel materyalizm ayrımı yapılmaz. Bu nedenle Alman İdeolojisi, diyalektik toplumsal felsefenin ilk genel açımlanmasını yapan bir çalışma olarak görülmelidir. Marx’ın düşüncesini ekonomizme indirgeyenler, Marx’ın teorisinin derinliğini anlamayanlardır. Marx’a göre ideoloji, iktisat tarafından değil, insanın doğa ve insanın insanla ilişkisiyle belirlenen toplumsal yaşam tarafından belirlenir. Bu düşünce, iktisadın dışlanması olarak algılanmamalı. Elbette iktisat, toplumsal yaşamın çekirdeğini oluşturur, ama toplumsal yaşamın tümünün yerine konulamaz. Farelerin kemirici eleştirisine bırakılan bu eserin tümünün Türkçeye kazandırılması, Türkiyeli okur için bir kazanım olacaktır
DİPNOTLAR
1) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.18.
2) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.33.
3) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.33.
4) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.17.
5) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.19.
6) Marek J. Siemek, Von Marx zu Hegel (Marx’tan Hegel’e), Verlag Königshausen & Neumann GmBH, 2002, Würzburg, s.26.
7) Marek J. Siemek, Von Marx zu Hegel (Marx’tan Hegel’e), Verlag Königshausen & Neumann GmBH, 2002, Würzburg, s.27.
8) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.43.
9) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.29.
10) Marx-Engels, Alman İdeolojisi, Seçme Eserler 1, Sol Yayınları, s.42.
11) Bkz. araHarald Bluhm, Karl Marx/ Friedrich Engels: Die deutsche Ideologie, Berlin: Akademie Verlag 2009.
12) Bkz. araHarald Bluhm, Karl Marx/ Friedrich Engels: Die deutsche Ideologie, Berlin: Akademie Verlag 2009, s.168.
13) Marx, 1844 (Ekonomi politik ve Felsefi) Elyazmaları, s.170.
14) Bkz. Die Deutsche Ideologie, http://www.mlwerke.de/me/me03/me03_473.htm#II_IV.
15) Marx, EkonomiPolitiğin Eleştirisine Katkı, s.27.