Yaşamadıysanız da izlemişsinizdir; yolunu kaybedenin çaresizliğinin, dönüp dolaşıp aynı yere geri geldiğini fark etmesiyle perçinlendiği o sahneyi… Kimi koşullarda böylesi bir sahnenin kaçınılmaz olarak yaşanacağı, deneylerle kanıtlanmış durumda. GPS cihazıyla güzergâhları izlenen katılımcılardan, büyük bir orman ya da Sahra Çölü’nde birkaç saat boyunca düz bir çizgide yürümeleri istenmiş. Güneşin bulutların ardına saklandığı ya da aysız gecelerde, yani ortada bir referans yokken, deneklerin düzenli olarak sağa ya da sola saptığı, sonunda bir daireyi tamamlayarak daha önce yürüdükleri yollarla kesiştikleri gözlenmiş. Takip eden deneylerde katılımcıların gözleri bağlanmış ve bu kez hareketleri açık alanda incelenmiş. Denekler gözleri bağlı yürürken, aşağı yukarı 100 metreden sonra, yaklaşık 20 metre çapında daireler çizmeye başlamışlar. Deneylerden çıkarılan sonuç, insanın on metrelerle ölçülebilen kısa yürüyüş mesafelerinde, görsel girdiler olmaksızın da iyi iş çıkaran içsel bir yön duyusuna sahip olduğu; ama uzun mesafelerde yön duyusunun tek başına işe yaramadığı.
Ansızın elektrikler kesildiğinde, karanlık odadan bir şeyi devirmeden nasıl çıkabildiğimiz; farklı hızlarda ve tek ya da gruplar halinde hareket eden çok sayıda insandan oluşan kalabalıklarda kimseyle çarpışmadan nasıl yürüdüğümüz; zihnimizde bulunduğumuz mekânın haritasını nasıl çıkardığımız, kendimizi bu harita içinde nasıl konumlandırdığımız gibi birbirine açılımları olan pek çok soru, güncel beyin araştırmalarının konuları arasında.
Deneysel beyin araştırmacısı, Dublin Trinitiy College Sinirbilim Enstitüsü Yöneticisi Prof. Shane O’Mara, yürümeyi bilimden destek alarak güzelleyen Yürüyüşe Övgü kitabında, bu eylemin evrimsel/motor/bilişsel mekanizmalarından ve bu mekanizmaları anlamaya dönük yukarıdaki gibi pek çok bilimsel araştırmadan söz ediyor. Ama yazarın kitapta asıl olarak amaçladığı, yürümenin nasıl mümkün olabildiğini bilimsel olarak göstermekten çok, bu eylemin vücut ve beyin için neden bir şifa olduğunu kanıtlarıyla sunmak ve nihayetinde okurlarını yürümeye ikna etmek.
Yürümeye başlamak bir devrim. Evrimsel tarihimiz içinde “insan olmaya” yol aldığımız uzun sürecin devrimsel adımlarından biri. İki ayak üstüne kısa süreli olarak kalkan birçok canlı olmasına karşın; bizim gibi iki ayak üstünde sürekli ve düzenli olarak hareket eden canlı sayısı çok çok az. En yakın evrimsel akrabalarımızla birlikte bulunduğumuz primat ailesi içinde, iki ayak üstünde yürüyen sadece biz varız, yani insanlar. Hakeza yürümeyi öğrenmek, kişisel tarihlerimizde de, ebeveynlerimizden bağımsızlaşmaya, kendimiz olmaya, kendimize yetmeye yol aldığımız büyüme sürecinin önemli devrimsel adımlarından.
Homo sapiens olarak yeryüzünde yüz binlerce yıldır yürüyoruz. Ne yazık ki modern zamanlarda, özellikle büyük şehirlerde yaşam, dünya üzerindeki varoluşumuzun bu en temel eylemine günlük hayatlarımızda yer açacak şekilde kurgulanmıyor. Oysa bedenen/zihnen yürümeye gereksinimimiz var.
Hekimlerin özellikle yaşı ileri hastalarına sıklıkla yürüyüş önerdiklerine tanık oluyoruz, ama hareketsiz yaşamın üstümüzdeki yükleri arttıkça, yürüyüş reçete edilecek bir “tedavi seçeneği” haline de gelmeye başlıyor. İskoçya açıklarındaki Shetland Adaları’nda hekimler, beyin ve beden hastalıklarına karşı önleyici tedavi olarak yürüyüşü reçete etmeye başlamış bile. Yazar O’Mara, “Dünyanın dört bir yanındaki doktorların, bireysel ve toplu sağlığımızı ve esenliğimizi iyileştirmek için ana tedavi olarak yürüyüş reçeteleri yazacağı günleri sabırsızlıkla bekliyorum” diyor.
2011’de gerçekleştirilen bir deneyde, 62 yaşındaki bir erkek 68 gün boyunca Alpler’de yürütülmüş. Bu modern Ötzi, yer yer zorlu bir arazide, toplam 1300 km yol yapmış. Yolculuğundan önce tepeden tırnağa testten geçirilen modern Ötzi’nin bedeninin yürüyüş sırasında ölçülen her verisinde olumlu değişiklikler olmuş. Obezite tespiti için kullanılan beden kitle indeksi yüzde 10 azalmış, kalp ve kardiyovasküler hastalıkların temelinde yattığı bilinen trigliseritlerinin miktarı dörtte üç oranında düşmüş. Modern Ötzi deneyinde, yürümenin fiziksel sağlığa etkilerine odaklanılmış ama O’Mara yürüyüşün ruh hali üzerindeki etkilerini belirlemeye dönük başka deneylerden de söz açıyor; haftada bir kez yürüyüş yapmanın bile depresyona karşı koruyucu etki sağladığının gözlemlendiğinin altını çiziyor.
Bilim ve Gelecek’te yıllar önce, okumak, anımsamak, uçmak gibi farklı eylemleri konu edinen denemeler yazdığım “Patika” adlı bir köşem vardı. Bu denemelerin ilki yürümek üzerineydi. Yürümekle düşünmek arasındaki ilişkiyi ele aldığım kısımda söze, “Yürümek, düşünmeye el verir. Yürürken zihnimizin kapıları açılır adeta ve düşüncelerimiz de yürümeye başlar” diye başlayıp, “Kim bilir belki bilim, düşüncenin yürümeyle harekete geçtiğini kanıtlar günün birinde! Ya da bu, haddinden hızlı yürümüş bir düşüncedir!..” diye bağlamıştım (https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2013/01/01/patika-sizi-yurumeye-cagiriyor/).
Beni Yürüyüşe Övgü kitabını okumaya iten ana beklentim buydu, yürümenin yaratıcı bilişe katkıları kanıtlandıysa, bunu öğrenebilmek! “Yaratıcı Yürüme” bölümünde aradığımı buldum: Bu bölümde, yürüyüşle düşünmeyi alışkanlık edinmiş, kimi keşiflerine yürüyerek ulaşmış aydınlar, felsefeciler, biliminsanlarının deneyimlerinin hikâyelerine yer verildiği gibi, yürümenin düşünce akışını açtığına, düşüncelerde yaratıcılık, yenilik, derinlik ve sorun çözücülük sağladığına dair kanıtlar sunan çok sayıda deney de ele alınıyor.
Keşke yürürken okumak mümkün olsaydı diye düşünürdüm eskiden; okumanın eşleniği saymak mümkün değil ama artık kitapları yürürken dinleyebiliyoruz. Şimdilerde, keşke yürürken yazmak mümkün olsaydı diye düşünüyorum; kim bilir neler kayda alınırdı…
Yürüyüşe Övgü
Shane O’Mara, Çev. Maide Meltem Açan, Raskolnikov Kitap, Eylül 2020, 229 s.