Geçen yıl okuduğum bir haberde Çin’de bir kadın kenti kurulacağı yazıyordu. Habere göre ülkenin güneybatısındaki Çongking’in, 2-3 kilometrekarelik Şuangkiao Bölgesi “kadın kenti”ne dönüştürülecekti. Kentin inşasının 2 yıl süreceği de verilen bilgiler arasındaydı. Bu haberi okuyunca, aklıma Nu Şu gelmişti. Evet Nu Şu. Çin’de yüzyıllardır sadece kadınların konuşup yazdığı ve sadece kadınlara öğretilen bir dil…
Çin’in güneyindeki Hunan Eyaleti’ne bağlı Jiangyong İlçesi’nde dağlık bir yerleşim alanında konuşulan Nu Şu, kadınların ikincisi sınıf olmak bir yana “aileye ait herhangi bir mal” gibi görüldüğü Çin geleneksel yaşamında, onlar için adeta “sessiz bir haykırış” olmuştu. Folklor araştırmacılarının 1980 yılında ortaya çıkardıkları bu dili bilen yaşlı kadınların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Hemen bir araştırma ekibi oluşturuldu. Jiangyong’a araştırmacılar akın etmeye başladı. Yüzyıllardır nesilden nesile, ama sadece kadınlardan kadınlara geçen bu dil artık sır olmaktan çıkmıştı. Dilin varlığı tüm dünya tarafından öğrenildikten sonra da, enstitü ve müze kurma çabaları hız kazandı. Nu Şu dilini yansıtan eserler Çin’in güneyindeki Guangxi Zhuang Otonom Bölgesi resmi arşivlerinde sergilendi, sergileniyor. 2003 yılında Nu Şu Köyü kuruldu. Akademisyenler Nu Şu sözlüğü hazırladılar, bu dili öğretmek üzere bir okul açıldı.
Bir zamanlar Hunan Eyaleti’nin ücra bir yerleşim biriminde, görücü usulüyle ya da rızaları olmadan evlendirilen ve bir nevi hapis hayatı yaşayan kadınların hayal kırıklığı, melankoli ve yalnızlıklarını anlatmak için kullandıkları; nesilden nesile ama sadece kadınlar arasında geçen bu dil, bugün kadınlar için yeni bir gelir kaynağı haline gelmiş. Öyle ki, turizm sayesinde kadınlar babaları ve erkek kardeşlerinden daha fazla para kazanmaya, dolayısıyla güçlenmeye başlamışlar.
Anadolu’da oyaların dili
Bildiğimiz kadarıyla bizim topraklarımızda konuşulan alfabesi ayrı bir kadın dili yok belki ama, feodal yapının yer yer hâkim olduğu, yeni gelinlerin kayınbaba, kaynana ve diğer aile büyükleriyle konuşmasının “ayıp” sayıldığı Anadolu’da, kadınlar da tülbentlerin kenarına işledikleri oyalarla duygularını anlatır. Değişik oya örnekleri, genç kızların, kadınların acılarını, sevinçlerini, özlemlerini, isyanlarını anlatmak için birer araç olmuş. Oyalar, kadınlar için yaratıcılıklarını ve estetik anlayışlarını ortaya koymanın yanı sıra sosyal ilişkiler kurmakta da önemli. Aslında, Anadolu’da örgü tekniklerinin tarihi milattan öncesine dayanıyor. İpi ve örgüyü ilk bulanların kadınlar olduğunu söylersek, konuya biraz daha açıklık getirmiş oluruz. Oya, Avrupa’da “Türk danteli” olarak tanınmış. Hangi oya neyi anlatır? İşte size bazı örnekler:
Ergenlik çağına gelen kızlar, “kardelen” ve “mayıs çiçeği”; âşık kız, “mor sümbül”; ümitsiz aşk yaşayan, sevdiğine verilmeyen genç kız, “sarı nergis”; sevdiğiyle evlenecek olan nişanlı kız, “pembe sümbül” ve “badem çiçeği”; yeni gelinler “gül”, “çardak gülü”, “erik çiçeği oyası”; kocasıyla arası iyi olan gelin “çayır çimen”; kocasıyla arası açık olan gelin “biber”; eltisine küsen, “elti küstü”; görümcesiyle arası iyi olan gelin, “iki bacılar”; hamile kalan kadın, “müjde”; kocası gurbette olan kadın, “gurbet yolu”; kırkına gelen kadınlar ise “boynu bükük lale çiçeği” oyalı tülbentler takarlar.
“Ebedi kız kardeşler”
Nu Şu Enstitüsü’ne göre yazılı bir dil olan Nu Şu’da 2000 karakter var. Başka kaynaklara bakılırsa bu sayı 2500’e çıkıyor. Çin’in resmi dili olan Mandarince’de 30 bin ideogram (bir sözcükten çok, bir fikri temsil eden simge; anlamı belirten işaret) olduğunu hatırlatalım.
Nu Şu, aralarında kan bağı olmasa da ebedi bir bağla birbirine bağlanan kadınların, yani “ebedi kız kardeşlerin” diliydi. Kadınlar, Nu Şu’yu sadece kâğıtlara yazmazlar, yelpazelere, mendillere, giysilere, kuşaklarına hatta yorgan örtülerine işlerlermiş. Kızlardan birisi evlendiğinde, diğerleri onun için Nu Şu dilinde şiirler yazar, dualar eder ve öğütlerde bulunurmuş. Daha geçen yüzyıla kadar Çinli bir kadının hayatı 3 kişi ile ölçülürmüş: Evlenmeden önce babası, evlendikten sonra kocası ve oğlu. Arkadaşlarının evlenecek olan kıza son tavsiyesi, “İyi bir eş ol, çok nakış yap, kocanın ailesiyle geçinmek için elinden geleni yap…” olurmuş.
Yukarda vurguladığımız gibi, geleneksel Çin toplumunda kızlar, sosyal faaliyetlerde bulunmak bir yana okula bile gidemiyorlardı; evde bile söz hakları yoktu; soyağacında isimleri yer almazdı; mirastan mahrum bırakılırlardı. Gelin, sadece kocasının değil, kayınvalidesinin de kahrını çekerdi. O günlerde erkekler, “Bir kızım olacağına, bir köpeğim olsun daha iyi” derlermiş. Kadınların buna yanıtı ise, “Kuyu başında oturan nasıl susamaz ise kızının yanında oturan da bedbaht olmaz” olmuş. Tabii bunu erkeklerin anlamayacağı Nu Şu dilinde söylerlermiş. Kendi rızası dışında ya da görücü usulüyle evlendirilen kadınların yazdıklarında, düzene isyan etme ve “feminist haykırışın” izlerine rastlamak da mümkün.
Bu arada, Nu Şu metinleri içinde büyüdüğünde küçük ayaklı olsun diye kız çocuklarının bebeklikten başlayarak ayaklarının bağlanmasını eleştiren örnekler de var.
Nu Şu dilini kullanan “ebedi kız kardeşler”in lezbiyen bir tarikat olduğunu düşünenler de olmuş. Oysa, Jianyong’daki Hu Meiyue adlı öğretmenin söylediği gibi, “Nu Şu edebiyatında cinselliğe göndermeler yoktur. Çinli kadınlar bu konuda muhafazakârlar.”
1920’li yıllarda Çinli Kadınlar Kurtuluş Hareketi sayesinde Jiangyong İlçesi’nde kız çocukların da eğitim alabileceği okullar açıldı. 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra feodal düzenin zayıflamasıyla kadınların statüsü iyileşmeye, daha fazla kız çocuğu okula gitmeye başladı. “Kadınlar gökyüzünün yarısıdır” diyen Mao Zedung’un lideri olduğu komünist rejimle, 5 binyıllık Çin gelenekleri de değişme yoluna girdi. Kızlar okula gitmeye başladı ve Nu Şu da önemini yitirir gibi oldu.
Üçüncü Gün Kitabı
Nu Şu edebiyatının en hüzün verici ve ünlü bölümü ise, evlenerek gruptan ayrılan “kız kardeş” için hazırlanan Üçüncü Gün Kitabı. Bir kızın evlenmesi, ki çoğunlukla kendi rızası dışında ya da görücü usulü ile oluyordu bu, ailesini, arkadaşlarını belki de bir daha görmemesi demekti. İşte, Üçüncü Gün Kitabı, bir nevi yas kitabıydı. Kız kardeşler, yeni geline bu kitabı evliliğinin 3. günü verirlerdi. Kitabın arkasında, gelinin günlük tutması için boş sayfalar vardı. Bu kitaplar öylesine kıymetliydi ki, kadın ölünce ya onunla gömülüyor ya da yakılıyordu.
Nu Şu’yu yazıp çizen her kadın ölünce, bir sonraki yaşama taşısınlar diye yazdıklarıyla gömülürmüş. Çin’de Kültür Devrimi (1966) sırasında da bu “gizemli işaretler” bazı askerler tarafından yakılmış. Sırlarının açığa çıkacağı korkusu taşıyan kadınlardan bazıları yazıları askerlerin eline geçmeden yok etmişler. Bu arada, bazı Batılı uzmanların Nu Şu’ya, Çinliler tarafından başvurulan bir casusluk yöntemi muamelesi yaptığını da hatırlatalım.
Anadolu’da oyaların dili
Bildiğimiz kadarıyla bizim topraklarımızda konuşulan alfabesi ayrı bir kadın dili yok belki ama, feodal yapının yer yer hâkim olduğu, yeni gelinlerin kayınbaba, kaynana ve diğer aile büyükleriyle konuşmasının “ayıp” sayıldığı Anadolu’da, kadınlar da tülbentlerin kenarına işledikleri oyalarla duygularını anlatır. Değişik oya örnekleri, genç kızların, kadınların acılarını, sevinçlerini, özlemlerini, isyanlarını anlatmak için birer araç olmuş. Oyalar, kadınlar için yaratıcılıklarını ve estetik anlayışlarını ortaya koymanın yanı sıra sosyal ilişkiler kurmakta da önemli. Aslında, Anadolu’da örgü tekniklerinin tarihi milattan öncesine dayanıyor. İpi ve örgüyü ilk bulanların kadınlar olduğunu söylersek, konuya biraz daha açıklık getirmiş oluruz. Oya, Avrupa’da “Türk danteli” olarak tanınmış. Hangi oya neyi anlatır? İşte size bazı örnekler:
Ergenlik çağına gelen kızlar, “kardelen” ve “mayıs çiçeği”; âşık kız, “mor sümbül”; ümitsiz aşk yaşayan, sevdiğine verilmeyen genç kız, “sarı nergis”; sevdiğiyle evlenecek olan nişanlı kız, “pembe sümbül” ve “badem çiçeği”; yeni gelinler “gül”, “çardak gülü”, “erik çiçeği oyası”; kocasıyla arası iyi olan gelin “çayır çimen”; kocasıyla arası açık olan gelin “biber”; eltisine küsen, “elti küstü”; görümcesiyle arası iyi olan gelin, “iki bacılar”; hamile kalan kadın, “müjde”; kocası gurbette olan kadın, “gurbet yolu”; kırkına gelen kadınlar ise “boynu bükük lale çiçeği” oyalı tülbentler takarlar.
Dilin kökenine dair teoriler
Nu Şu’nun binyıldan çok daha eski bir geçmişe sahip olduğu tahmin ediliyor. Dilin kökenine dair çeşitli teoriler mevcut. İlki, ağaçtaki kesiklerden ilham alındığı. Çince karakterlerin farklı bir çeşidi ya da Çin’in doğusundaki eski Yi oymağının resmi dili olduğunu savunanlar da var. Bazı kaynaklara göre Song Hanedanlığı döneminde (960-1279) saraydaki bir cariye, dışarıdaki kız kardeşleri ve kız arkadaşlarıyla yazışmak için bu gizli alfabeyi kullanmaya başlamış. Bir başkasına göre Çin’in ilk imparatoru birliği sağlamak amacıyla Mandarince’nin tek biçimini kullanmayı zorunlu kılmış, buna uymayanlar ise ölüme mahkûm edilmiş; ancak bu uygulamada bile kadınlar yok sayılmış. Yani kadınlar bu cezaya çarptırılacak kadar bile önemli görülmemişler. Eğitim olanağı da bulamayan kadınlar, adeta nakış gibi narin kıvrımları olan bu gizli yazı dilini nesilden nesle aktarmışlar.
Yeni gelir kaynağı
Nu Şu dilinin ortaya çıkmasının ardından bölgeye akademisyenler, araştırmacılar ve tabii turistler gitmeye başlamış. Bu da ölmek üzere olan dilin yeniden canlanmasına yardım etmiş. Dilleri, yukarda da söz ettiğimiz gibi, kadınlar için gelir kaynağı haline gelmiş.
Öğretmen He Jinghua (67), Üçüncü Gün Kitaplarını turistler için resmi dil olan Mandarince’ye el yazısıyla çeviriyor. Dili 1996 yılında yazmaya başlamış. “Bugün bile kadınların duygularını Nu Şu dilinde ifade etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, hüzün ve yalnızlık gibi bazı duygular var ki, onları Mandarince’de aynı yoğunlukta anlatmak zor, Nu Şu bu açıdan daha içten bir dil” diye konuşuyor He.
23 Eylül 2005 tarihli The Guardian gazetesinde Jon Watts, Çin’de bazı geleneklerin aynen devam ettiğini yazıyor: Jinghua, bir köşede 13 yaşındaki kız torunu Pu Lin’e Nu Şu dilini öğretiyor. Kocası ve erkek torunu hiçbir şey anlamadan onları başka bir köşeden seyrediyorlar. He, erkeklere öğretirlerse dilin daha çok tanınacağı görüşüne ise, “Hayır, Nu Şu sadece kadınlar içindir. Erkeklere nasıl kullanıldığını öğretemeyiz” diyerek karşı çıkıyor.