Büyük Euclides, “İki noktadan bir ve yalnız bir doğru geçer” demiş. “İki nokta arasındaki en kısa yol bir doğrudur” önermesi de bu ünlü aksiyomun bir başka ifadesi. İnsanlık 2000 küsur sene bu aksiyom ile iş görmüş. Ta ki, bir başka büyük bilge çıkıp, “İki nokta arasındaki bütün yollar, kısası uzunu, hepsi bir eğridir; çünkü ortam düz değil, eğri” diyene dek. Böylece, insanlığın binlerce yıldır uğraşıp didinip de bir türlü eğrisini doğrusuna denk getirememesinin nedeni anlaşılmış: Çünkü ortam eğri…
“Tanrı zar atmaz!” demiş Einstein, kuantumcuları azarlarken. Bu lafı ettikten sonraki 30 yılını, bu önermeyi kanıtlamaya hasrettiği biliniyor; ama başarılı olamamış. Bu nedenle gözü açık gittiği söylenir, her büyük bilim insanı gibi. Oysa Einstein’ın dediğinde yanlış bir şey yok ki; binlerce yıllık bir gerçeği dile getirmiş. Tanrı tabii ki zar atmaz; atsaydı Tanrı olabilir miydi hiç? Zaten bu tartışmaya ilişkin bir başka söylenti daha var: Einstein kuantumculara karşı “Tanrı zar atmaz!” diye gürledikten sonra, yanı başındaki Bohr’un kulağına eğilip şöyle fısıldamış: “Korkma, sadece Tanrı zar atmaz”… Eğer bu söylenti doğruysa, taşlar da yerine oturuyor. Hem böylece Einstein’ın son 30 yılı da boşa geçmemiş oluyor. Einstein, ortamın göreli, çünkü eğri olduğunu -tartışmasız- en iyi bilen kişi.
Evet, sadece Tanrı katlarında (yani öte dünyada) zar atılmaz ve iki nokta arasındaki en kısa yol doğrudur. Bu dünyada yaşayan biz faniler ise eğrilerden mümkün olan doğruyu çıkarmak durumundayız. Ne yazık ki bizim dünyamız düz değil, eğri…
Aslında halkımız bu gerçeği sezmiş. Euclides, Einstein ve Bohr gibi bilimsel düzlemde tartışamamış belki ama, şöyle ifade etmiş: “Doğruluk minarede kalmış, onun da içi eğri”.
***
Doğruluk ile bilgelik arasında nasıl bir ilişki vardır? Tabii ki doğru bir orantı. En bilgemiz doğruya en yakın olanımızdır. Yoksa ona niye bilge deyip kafamız bulandığında başvuralım ki? Ama bu bakış çok yüzeysel. Tıpkı minareye dışardan bakıp, içini görememek gibi. Bir de bilgeye sormak gerek ne kadar doğru olduğunu. İşte, Trakyalı filozofa sormuşlar, “Ne kadar doğrusun?” diye. Trakyalı, “Yaptığım yanlış kadar” diye yanıt vermiş.
O halde yanlışlık ile bilgelik arasında da doğru bir orantı var. En bilgemiz en çok yanlış yapanımızdır. Hatta diyebiliriz ki, doğruya en uzak kişi, hiç yanlış yapmamış kişidir. Ne kadar yanlış yaparsan doğruya o kadar yaklaşırsın. Lafı uzatmaya gerek yok; halkımızın bu konuda da özlü bir çıkarımı var: “Eğri bilinmeden doğru bilinmez”… Zaten bu nedenle deneyimli cemaat, yeni gelenlere şu öğüdü verir: “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma”.
Demek ki, her doğrunun arkasında bir yanlış yatar. Yanlış yapmadan doğruyu nasıl bileceksin? Doğrular, damıtılmış yanlışlardır. Ne kadar yanlış, o kadar doğru. Yanlışın bol olsun ki, doğruya ulaşasın. Yeter ki, damıtmayı bil.
***
Kişi gençken seçenekleri de bol olur. Yaş ilerledikçe seçenekler de yavaş yavaş tükenir. Seçenek derken kastettiğimiz “yanlış yapma potansiyeli”dir. Demek ki yaşam potansiyeli ile yanlış yapma potansiyeli arasında da bir doğru orantı var. Yapabileceğin bir yanlış kalmadıysa, ölüme yatma zamanı da gelmiştir. Son bir yanlış (yoksa doğru mu?) yaparsın ve ölürsün! Sonrası mı? Sonrası, mutlak doğru. İki nokta arasındaki en kısa yolun bir doğru olduğu durum. Yani iki nokta arasındaki uzaklığın sıfıra yaklaştığı ve sonunda iki noktanın çakışarak tek noktaya dönüştüğü durum. Noktanın konulduğu nokta! Artık zar atılmadığı nokta.
Dolayısıyla yanlış yapmaktan korkmamalı insan; asıl yapamamaktan korkmalı. Çünkü yanlış yapmayan doğru da yapmıyor demektir; hiçbir şey yapmıyor demektir; ölü demektir. Ne demiş bilge halkımız: “Doğru, eğri bir şey söylemeli”.
Gençken yanlış yapmayan yaşlıyken doğru yapamaz. Doğruyu gençliğinde bulan, yaşlılığında pişman olur! Doğruyu zamanında yaşamak önemlidir. Yanlıştan doğru çıkar; ama doğrudan doğru çıkmayabilir.
Tabii gençleri de küçümsememek gerek. Çünkü insanın kendinden önceki kuşakların yanlışlarından da doğrular damıtma olasılığı var. Ama yine de gençlere öğüdüm, bu işlemi dozunda tutmaları. Fazla abartırlarsa, yanlış yapma (yaşam) potansiyellerinden yeme tehlikesi de belirebilir. Ne demişler: “Bir musibet, bin nasihatten yeğdir”. Genç, kendi doğrusunu esas olarak kendi yanlışından damıtmalı. Ama bu damıtma işlemi için önceki kuşakların deneyimine başvurursa da fena olmaz.
Sanılır ki, insan yanlışını ne kadar damıtırsa, o kadar doğru yapma potansiyeli elde eder. Hayır, yanlışını damıtabildiğin oranda yanlış yapma potansiyeli elde edersin, yani yaşam potansiyeli.
İnsan en fazla yanlışı gençken yapar, doğaldır; ama en büyük yanlışlarını da yaşlıyken. Lenin’in ünlü bir kitabı vardır, “Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, maceracılığı eleştirir. 1920 yılında, Ekim Devrimi’nden sonra, 50 yaşındayken yazdığı bir eser. Lenin, ne yazık ki fazla yaşamadı, 1924 yılında öldü. Eğer yaşlanabilseydi, şöyle bir kitap da yazabilirdi: “Sol” Komünizm: Bir Yaşlılık Hastalığı! Maceracılığın hası yaşlılıkta yapılır. Zaman daralması ve seçenek azalması, yani yanlış yapma potansiyelinin azalması, insanı en büyük yanlışlara sürükleyebilir. Az ama has yanlışlar yaparsın. Bu da doğaldır.
Yanlış yapma potansiyeli ile yapılan yanlışın büyüklüğü arasında galiba ters bir orantı var.
***
Bu konularla ilişkili ilginç bir ata(ana)sözü daha var: “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”. Neden kovsunlar? Halk çok mu anlayışsız, çok mu cahil? Bu söz genellikle, kovulanların (aydınların) kovanlara (cahillere) yönelik sitemi biçiminde dile getirilir. Ama bir de kovanlar açısından duruma baksak… Belki de onlar haklıdır!
Doğrular, damıtılmış yanlışlardır demiştik. En büyük yanlışlar da damıtılamamış doğrulardan kaynaklanır. Doğrularını damıtamayanlar, doğruları yanlış yapmanın da ustasıdır! Çok büyük ihtimalle, dokuz köyden kovulanlar böyleleridir. Doğrusuna fazla güvenmemeli insan, her an yanlışa dönüşebilir; dolayısıyla damıtma işlemine devam etmeli.
Doğrunun neden sürekli damıtılmaya ihtiyacı var? Çünkü ortam eğri (yine döndük başa). Bir ortamda damıttığın doğrunun her ortamda geçerli olduğunu sanma. Bir kere damıttım diye damıtmaktan vazgeçme. Evren o kadar geniş ki, evrensel olmak çok zor. Bu nedenle gittiği her köyde doğrusunu yeniden sınamalı ve yeniden bulmalıdır kişi. Ne demişti büyük usta Heraklietos? Aynı doğruyu iki kere kullanamazsın! Çünkü, her şey akar…
Bence dokuz köyden kovulanlar, mutlak doğruyu bulduğunu sanan ukalalardır. En ukalasının bile onuncu köyde aklı başına gelir.
Aman bu yazılanlar yanlışta ısrarın savunusu gibi anlaşılmasın. Yanlışta ısrar edenler, döne döne aynı yanlışı yapanlar, damıtma mekanizmaları dumura uğramış olanlardır. Ama doğruda ısrarın daha da tehlikeli sonuçlar verebileceğini vurgulamak gerek.
***
Aşık Veysel demiş ki: “İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece”. Bu iki kapı arasındaki en kısa yol bir doğrudur. Ama insan içgüdüsel olarak bu yolu uzatmaya çalışıyor. Doğru da yapıyor. Doğal olanı yapıyor.
Yanlışınız bol, yolunuz uzun olsun… Korkmayın, yanlış hesap Bağdat’dan döner. Yeter ki, Bağdat’a kadar gitmeye cesaretiniz olsun. Hem Bağdat gibi diyar mı var?
Bağdat’dan dönen yanlışı mı, Bağdat’a gidemeyen doğruyu mu tercih edersiniz?
İki nokta arasındaki en yanlış yol, bir doğrudur…