“İnsanlık tarihi, salınımı yüzyıllar süren sarkacı andırır. Uzun bir uyku döneminin ardından uyanma çağı başlar. Düşünce kendisini, dikkatli bir biçimde zincirlere vurmuş olan yöneticilerden, düzenin avukatlarından ve din adamlarından kurtarır. Ancak düşüncenin kökleşmiş düşmanları -hükümet, yasa koyucu ve din adamları- kısa bir süre sonra yenilginin üstesinden gelip başlarını yine yeniden kaldırmaya başlar. Dağılmış olan güçlerini yavaş yavaş toparlarlar ve inançlarını, yasal kurallarını yeni koşullara ve gereksinimlere uygun olarak yeniden düzenlerler. Sürüngenler gibi yavaş yavaş görevlerinin başına dönerler ve ilk olarak eğitim aracıyla çocukları esir alırlar.”
2009 yılı hem Galileo’nun teleskopla evreni gözlemeye başlamasının (1609) 400. hem de Darwin’in Türlerin Kökeni adlı yapıtının yayınlanışının (1859) 150. yılı olarak kutlanıyor. Bu iki bilim insanının farklı yüzyıllarda yaşamış olmalarına karşın birçok ortak yanları var: a) Galileo ve Darwin bilimsel çalışmalarına gözlem ve deneyle başlamış, elde ettikleri verileri usa vurarak değerlendirmişlerdir. Kullandıkları yöntem tümevarım ve tümdengelimin diyalektik birlikteliğidir. b) Düşünsel etkinliklerinin başarılı olma nedeni yaşadıkları çağlardaki toplumsal çalkantılar ve sınıf savaşımlarının yarattığı özgür düşünce ortamlarıdır. c) Galileo ve Darwin düşüncelerinden dolayı dinsel çevrelerin baskısıyla karşılaşmışlardır. d) Yaşadıkları dönemde bilimsel araştırma yönteminde açtıkları patika giderek otobana dönüşmüştür. e) Galileo ve Darwin günümüzde de bilim düşmanı bağnaz çevrelerin top ateşi altındadır.
- F. Huxley, Evolution from Molecules to Men (D.S. Bendall -ed.-, CUP, Cambridge, 1985, p.6), adlı kitapta, “How far will Darwin take us?” başlıklı makalesinde aşağıdaki saptamayı yapıyor:
“Şu anda varolan canlı türlerinin değişikliğe uğrayarak ortaya çıktığına ilişkin öneri, hemen hemen tüm bilim insanları tarafından onanmıştır. Ancak, bu görüşe özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yaratılışçılar tarafından şiddetli bir karşı çıkış var. Ben bu çıkışı bilimsel bir anlaşmazlık olarak görmüyorum: hemen hemen tüm yaratılışçılar, savlarını bir otorite temelinde geliştiriyorlar ki bu bilim insanlarının onamadığı bir davranıştır; ayrıca yaratılışçılar evrimden çok bilime saldırıyorlar. Yaratılışçıları bilimsel açıdan ciddiye almamız gerekmiyor, ancak sosyolojik açıdan ve doktrinlerinin vereceği zarar açısından bakarsak, yaratılışçıları ciddiye almamız gerekiyor.”
Bu “ciddiye alış”, ancak onların neyi savunduklarını, bilime nasıl saldırdıklarını kendi yazılarından okuyup anlayarak yapılabilir. Bu dosyanın amacı, siz değerli okurlarımıza “başlarını yine yeniden kaldıran” bilim düşmanlarının düşüncelerini herhangi bir katkı yapmaksızın olduğu gibi sunmak ve kararı size bırakmaktır.
12 Şubat 1809’da büyük doğa bilgini Charles Darwin doğmuştu. Bunu göz önüne alan Uluslararası Biyolojik Bilimler Birliği (IUBS) ve UNESCO, bugünü “Darwin Günü” ilan etti. Bu yüzden, “Darwin Günü” dünyanın pek çok yerinde kutlandı. Bu bağlamda Türkiye’de de Darwin 2009 etkinliklerinde yer alan bilim insanları bir bildiri yayınladı. Bu bildiride, “Farklı dinlerin en yetkili temsilcileri evrim kuramının dini inançlarla çelişmek zorunda olmadığını ifade etmelerine karşın, büyük kaynaklarla beslenen yoğun bir kampanya, ülkemizde de yürütülmektedir” saptaması yapılıyor. Bu saptamanın yanlış anlaşılmasına izin vermemek için, özellikle de Katolik kesimin “yeni koşullara uyum sağlama sürecini”, “evrim kuramının dini inançlarla çelişmek zorunda olmadığı” saptamasıyla ne demek istediklerini kendi yazılarından okumalıyız.
İnsanlığın tinsel değerlerinin kökeninin din olduğu saptamasını yapan din çevrelerinin aslında doğadan “intihal” yaptıklarını savunan Prens Peter Kropotkin’in görüşlerini ve günümüzde emperyalizmin güç politikasının ilerici güçleri dünya çapında baskı altına aldığını, bu baskının bir cephesinin de gerici köktendincilere destek vererek laik sol kesime karşı bir alet olarak kullandığını savunan tarihsel materyalistlerin görüşlerini bir başka yazıda inceleyebiliriz.
Okurlarımız, Darwin konusunda Katolik Kilisesi’ndeki “yenilikleri” yansıtmaya çalışan aşağıdaki yazıları, Kropotkin’in “Anarchist Morality” adlı çalışmasındaki o ünlü saptamasının ışığında okumalıdır:
“İnsanlık tarihi, salınımı yüzyıllar süren sarkacı andırır. Uzun bir uyku döneminin ardından uyanma çağı başlar. Düşünce kendisini, dikkatli bir biçimde zincirlere vurmuş olan yöneticilerden, düzenin avukatlarından ve din adamlarından kurtarır.
“Düşünce, kendisine vurulan zincirleri parçalar. Kendisine öğretilmiş olan her şeyi ciddi bir eleştiri süzgecinden geçirmeye başlar ve ortasında bir ot gibi yetiştiği dinsel, politik, yasal ve sosyal önyargıların kofluğunu açığa çıkarır. Yeni çıkış yolları aramaya başlar, yeni bulgularıyla bilgilerimizi zenginleştirir, yeni bilimsel alanlar üretir.
“Ancak düşüncenin kökleşmiş düşmanları -hükümet, yasa koyucu ve din adamları- kısa bir süre sonra yenilginin üstesinden gelip başlarını yine yeniden kaldırmaya başlar. Dağılmış olan güçlerini yavaş yavaş toparlarlar ve inançlarını, yasal kurallarını yeni koşullara ve gereksinimlere uygun olarak yeniden düzenlerler. Sonra, düşüncenin ve kişilerin köleliğe olan yatkınlığından -ki bu yatkınlığı kendileri çok iyi bir biçimde ekerler- toplumun anlık örgütsüzlüğünden, bazı bireylerin tembelliğinden, diğerlerinin açgözlülüğünden yararlanarak, sürüngenler gibi yavaş yavaş görevlerinin başına dönerler ve ilk olarak eğitim aracıyla çocukları esir alırlar.” (Pyotr Aleksyeviç Kropotkin, Anarchist Morality)
Evet, Katolik Kilisesi evrim kuramı konusunda “yenilginin üstesinden gelip başlarını yine yeniden kaldırmaya başlamıştır”. Ancak, önce “Lamarck, Darwin ve tasarım savının çöküşü” başlıklı yazıyla Darwin’in yaşadığı yüzyılda yaratılışçıların bilime karşı tavırlarına değinelim. Daha sonra, “Evrim ve Dogma” başlıklı yazıda günümüz Katoliklerinin düşünce dizgesiyle tanışalım!