Barış M. Paksoy halihazırda Almanya’da Humboldt Üniversitesi’nde matematik ve felsefe okuyan genç bir matematikçi. Paksoy, geçen ayın gündemine, 2011’de gerçekleşen bir olayla girdi. 2011’de TÜBİTAK’ın Ortaöğretim Öğrencileri Arası Araştırma Projeleri Yarışması için hazırladığı “Ramanujan Asalların Genelleştirilmesi” başlıklı projenin “seviye üstü” olduğu gerekçesiyle reddedilmesiydi, haberlere konu olan. Biz de Barış’a ulaşarak, hem işin aslını, hem “seviye üstü” projenin içeriğini, hem de matematiğe genç yaşta ilgiyle bağlanmış olmasının hikâyesini öğrenmek istedik. E-posta kanalıyla yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz.
Nereden çıktı bu matematik sevgisi?
– Genelde matematik öğrencileri zorlayan bir derstir. Hatta çoğunlukla korkulur matematikten. Senin matematiğe ilgin nasıl başladı Barış?
– Öğrencileri zorlayanın matematikten çok öğretmenler olduğunu düşünüyorum. Korkulanın da! Ben o açıdan oldukça şanslıyım. İlk öğretmenim matematik dersinde sorduğu sorulara ilk cevap vereni ödüllendirirdi. Bu benim için bir anlamda çok iyi, bir anlamda da çok kötü oldu. O tahtada soruyu yazana kadar ben hem soruyu yazar, hem de çözmeye başlar; soruyu yazmayı bitirdiğindeyse çoktan soruyu çözmüş olurdum. Sınıfımda birkaç iyi arkadaşımla rekabet ederdik. Bu süreç bana hem problem çözmeyi sevdirdi, hem de rekabet ruhumu destekledi. Daha sonra ulusal ilköğretim matematik olimpiyatlarına hazırlanırken bu temel oldukça işime yaradı. Ama halen çok hızlı yazı yazabilmeme rağmen güzel yazı yazamam.
Bir diğer önemli etken de ailemdi tabii ki. Ailemden bugüne kadar sadece destek gördüm. Ağabeyim ben ilköğretimde okurken matematikle uğraşıyordu. Okulda öğretilenlerden daha farklı şeyler anlatırdı ara sıra, merakımı gidermemi, daha çok şey merak etmemi sağlıyordu. Daha sonra 6. sınıftan itibaren matematik olimpiyatlarına hazırlanmaya başladım ve 7. sınıfta MEF Okulları’ndan burs alıp yatılı öğrenci olarak İstanbul’a taşındım. MEF Okulları’nda 1,5 yıl boyunca Prof. Dr. Mehmet Tagiyev’in danışmanlığında ilköğretim matematik olimpiyatlarına hazırlandım. Normalde olimpiyatlara hazırlanırken size öğretilen şey, karşınıza bir soru geldiğinde, onun hangi yollarla çözülebileceğini hemen idrak edip, bu yöntemleri nasıl uygulayacağınızdır. Bunun için çok fazla ve farklı sorular çözmeniz, tecrübe biriktirmeniz gerekir. Çok fazla soru da çözdüm bu dönemde, fakat Prof. Dr. Mehmet Tagiyev’den öğrendiğim en önemli şey, matematiğe genel olarak nasıl yaklaşılması gerektiğiydi. İşin ezberinden çok mantığını anlatırdı. O dönemde matematiği gerçekten çok sevdim ve matematikçi olmaya karar verdim.
– Desteğini aldığın, önünü açan başka kişiler de oldu mu?
– Türkiye koşullarında bundan başka çareniz yok diye düşünüyorum. Zira ilk ve ortaöğretim sisteminde matematikte gidebileceğiniz nokta oldukça kısıtlı. İlköğretimi bitirip liseye geçtikten sonra, ilk yıllarda yine Prof. Tagiyev’in çok desteğini gördüm. İstanbul Erkek Lisesi’nde ilk iki yılı okuduktan sonra, yazın bir haftalığına Nesin Matematik Köyü’nde bir programa katıldım ve çok etkilendim. Daha sonra da Almanya’nın Cottbus Şehri’nde bir matematik-fizik lisesinde, Max-Steenbeck Gymnasium’da eğitim görmeye başladım. Döndükten sonra Prof. Dr. Ali Nesin’in Bilgi Üniversitesi’ndeki birinci sınıf derslerini takip etmeye başladım. Ali Nesin’den hem üniversitede, hem her yaz ve mümkün olduğunca her kış Nesin Matematik Köyü’ndeki programlara katıldığımda, çok şey öğrendim. Benim için bir dönüm noktası da bu köydür.
Normalde arkadaşlarınızla matematik hakkında laflamanız pek mümkün olmuyor, belli bir noktadan öteye gidemiyorsunuz. Nesin Matematik Köyü bu açıdan çok iyi bir ortam. İnsanlar köyde egolarından sıyrıldığı için akademisyenler ve öğrencilerle rahat iletişim kurabiliyorsunuz. Hepsi belli noktalarda, sadece matematik değil, önümü açmıştır diyebilirim. Ayrıca Nesin Matematik Köyü’nde tanıştığım Kürşat Aker, Türkiye’deki son iki yılımda matematiksel gelişimimi izledi ve yönlendirdi. Muhtemelen onun yardımları olmasaydı, bugün olduğum yerde olamazdım. TÜBİTAK 2011’de ülkenin teorik fizik ve matematik dallarında yoğunlaşan tek enstitüsü olan Feza Gürsey Enstitüsü’nü kapayana kadar, oranın da ufkumu oldukça genişlettiğini söyleyebilirim.
– Lisedeki matematik dersleri seni tatmin ediyor muydu?
– İstanbul Erkek Lisesi’nde matematik derslerinin seviyesi yüksekti. Fakat dürüst olmak gerekirse, lise matematik derslerinde pek de iyi değildim. Öyle, konuları aşmışlığım falan yoktu. İstanbul Erkek Lisesi’nde Alman müfredatı uygulandığı için matematik anlatırken ispat önemseniyordu. Bu gerçekten çok önemli. Fakat matematik müfredatı, matematikçi yetiştirmek amacıyla kurulmuş değildi elbet. Bu yüzden iki yıl İstanbul Erkek Lisesi’nde okuduktan sonra bir seneliğine Max-Steenbeck Gymnasium’a geçtim. Oldukça iyi bir tecrübeydi. Tüm öğrenciler belli bir alanda dönem ödevi yazıyor, danışmanlığını yine aynı şehirdeki üniversitenin profesörleri yapıyorlardı. Ben dönem ödevimi matematikten seçtim ve bir yıl boyunca üniversitede bir araştırmanın nasıl yapılması gerektiğine dair çok şey öğrendim. Ayrıca bu okulda da matematik olimpiyatlarıyla uğraşıyordum ve matematik olimpiyatlarından elenmediğiniz sürece, tüm derslerinizden en yüksek notu alıyordunuz. Milli takım elemesine kadar kaldım, yıl sonunda notlarım da İstanbul Erkek Lisesi’ndekilerin aksine oldukça iyiydi. Tekrar Türkiye’ye döndükten sonra, yukarıda söz ettiğim gibi düzenli olarak çalıştay ve konferanslara katıldım.
İntihal yapmış olabileceği matematikçi: “Çalışmaları benimkilere katkıdır”
– TÜBİTAK’ın Yarışması’na yolladığın “Ramanujan Asallarının Genelleştirilmesi” Projesine nasıl yöneldin?
– Ortaokuldan beri sayılar teorisiyle ilgileniyordum. Lisedeki ilk iki yılım sadece bu alanla uğraşmakla geçti. Almanya’da ve daha sonrasında da bu alana merakım sürdü ve çalışmaya devam ettim. Almanya’daki profesörümün danışmanlığındaki proje sürecinden epey kazanım elde etmiştim ve artık kendi başıma bir şey yapmak istiyordum. Matematik Dünyası dergisini ve birkaç yabancı matematik dergisini takip ediyordum. American Mathematical Monthly’de Ramanujan asallarına dair bir makale okudum ve oldukça ilgimi çekti. Ramanujan 1919’da Bertrand Postulasının ispatını verdiği makalenin sonunda, bugün Ramanujan asalları olarak adlandırdığımız dizinin ilk birkaç terimini yazmış; fakat 2009’da J. Sondow bu diziyle ilgilenene kadar hiçbir araştırma yapılmamıştı. Bu inanılmaz bir avantaj tabii ki; çünkü yeni ve anlayabildiğiniz bir konuyla uğraşacaksınız; yeni bir şeyler yapma şansınız var. Bunun üzerine konuyla ilgili literatür araştırması yaptım; neler yapılmış, konunun temelleri nedir anlamak için. Araştırma sürecinden sonra merak ettiğim kimi problemler ürettim ve onlarla uğraşmaya başladım.
– Çalışmanın içeriğinden de kısaca söz eder misin?
Bertrand Postulası 1’den büyük veya eşit bir sayı ile onun iki katı arasında en az bir asal sayı olduğunu söyler. Ramanujan bu aralıktaki asalların sayısının, sayı sonsuza giderken ıraksadığını söylüyor. Yani bir sınırdan sonraki sayıların her birinin kendisiyle iki katı arasında en az 2, 3, 4, … asal sayı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bu sınırlar da Ramanujan asalları oluyor. Ramanujan asalları, asal sayılardan daha seyrek bir dizi. Ben de projemde, Ramanujan asalları asal sayılara göre daha seyrek bir dizi olmasına rağmen, bir sayı ile onun iki katı arasındaki Ramanujan asallarının sayısının da ıraksadığını göstermiştim.
– TÜBİTAK ile bu projen ve yarışma özelinde yaşadıklarını kısaca anlatır mısın?
– Çocukken TÜBİTAK’ı yayınlarından ötürü çok severdim. Kitaplarının ve dergilerinin çok faydasını gördüm. O zamanlar evrim teorisine uyguladıkları sansür gibi olaylar yoktu. Projemi yolladıktan sonra “seviye üstü” cevabı alınca, çok kızmadım, ama gerçekten üzüldüm; bilimsel bir yarışmada bir öğrenciyi elerken “seviye üstü”nü bir gerekçe olarak görebiliyorlardı. Ne demek olduğunu da anlamamıştım açıkçası.
Koordinatörle görüşüp savunma yapmak istedim. İlk defa o, projeyi tek başıma yaptığıma inanmadıklarını söyledi. 2,5 saat tartıştık ve en son, beni daha önce tanısaydı böyle bir karar vermeyeceklerini, bana inandığını, ama savunma yapmam halinde emsal teşkil edeceğini, bunun da mümkün olmadığını söyledi. Çok işleri olduğunu belirtti ve her isteyen savunma yaparsa nasıl başa çıkacaklarını sordu.
Üstü kapalı olarak intihalle suçlanıyordum, ama öte yandan düşündüklerinin doğru olmadığını ortaya koymam için savunma yapmamı “zaman darlığı”, “iş yoğunluğu” gibi sudan sebeplerle reddediyorlardı. Alelade bir sınav kâğıdından öte, ulusal ve belki de uluslararası nitelikte olan bir projeye, biraz daha zaman ayırıp, öncelik vermeleri, açıklama fırsatı tanımaları gerekiyordu. O gün de bugün de düşüncelerim aynı.
Sonuna kadar sahiplendiğim bir projeyi böylesi sudan sebeplerle reddetmeleri, hiçbir hal ve şartta kabul edebileceğim bir durum değildi. Yarışma sonuçlarına karşı yargı yolu açıktı ve derhal dava açmak yolunu benimsedim. Dava açtıktan bir süre sonra da basına gittik. Vaka kamu bazında oldukça tepki topladığı için TÜBİTAK ertesi gün bir kamuoyu açıklaması yapmak durumunda kaldı ve daha öncesinde açıkça ifade etmekten çekindikleri intihal iddiasını bu sefer dayanakları varmışçasına basın açıklamasıyla deklare ettiler. Dava başından beri konu olmadığı halde, bu basın sürecinden sonra, kendileri gibi düşünen bir profesörden “sözde” uzman raporu alıp mahkemede de intihal iddialarını devam ettirdiler.
Çalıştığım konu yeni olduğu için intihal yapabileceğim iki tane makale vardı. Projemi İngilizceye çevirip bu makalelerin yazarı olan J. Sondow’a yollamışlar. O da TÜBİTAK’a şöyle bir mektup yolladı: “Sayın Baylar, Ben Ramanujan asalları üzerine iki makale yazmış bir matematikçiyim. Bana makalesini yolladıktan sonra Barış’la yazıştım. Çalışması benimkinden farklıdır, özgündür ve benim çalışmalarıma katkı niteliğindedir. Barış Paksoy’un matematiksel yeteneği desteklenmeli ve kendisi teşvik edilmeli. O Türkiye için milli bir hazinedir.”
Daha sonra TÜBİTAK yurtdışındaki başka akademisyenlerden de görüş istedi; fakat hiçbiri intihalle suçlamadı. Hatta aksine yaptığım çalışmayı ilginç bulanlar da vardı. TÜBİTAK kuruluş yasasına dayanarak bu araştırma projeleri yarışması ile gençleri teşvik etmeyi
amaçladığını söylüyor. Eğer teşvikten anlayışları buysa, akademik çalışmaları desteklemek üzere kurulmuş olan bir kurumun akademik kimliğinden ve vicdanından şüphe duymak işten değil.
– Dava hangi aşamada?
– Dava yarışmanın değerlendirilmesinin objektif kriterlere dayanmadığı gerekçesiyle lehimize sonuçlandı. Hem zamanlı olarak manevi tazminat talebimiz de olmuştu. İlgili idare mahkemesi tazminat talebimizi reddetti. Biz manevi tazminat yönünden, idare de değerlendirme kıstası yönünden verilen kararı temyiz etti. Dosya halen Danıştay’dadır.
– Ramanujan asalları üzerinde çalışmaya devam ediyor musun?
– Şu an okuldaki derslerime yoğunlaşmış durumdayım. Herhangi bir araştırma yapmıyorum.
– Örnek aldığın matematikçiler var mı?
– En başta Paul Erdös var. Hem insan olarak, hem matematiksel açıdan çok ilginç biri. Fakat bu Erdös gibi bir matematikçi olmak istiyorum demek değil, olamam da.