Ana Sayfa Dergi Sayıları 129. sayı Alan Turing’in hayatı ve kişiliğine dair

Alan Turing’in hayatı ve kişiliğine dair

3694
0

Alan Turing deyince, hem hayatını matematik ve mantık konusunda çalışmalara adamış, bilgisayarların keşfi ve gelişmesinde öncü rol oynamış bir biliminsanından, hem de 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın kullandığı şifrelerin çözülmesi ve savaşın gidişatının Müttefik Devletler lehine değişmesine katkıda bulunmuş bir kod kırıcıdan söz ediyoruz. Ama Alan Turing aynı zamanda, ülkesindeki eşcinsel düşmanı yasalar yüzünden işkenceye tekabül eden kimyasal tedavilerle boğuşmuş ve en yaygın kanıya göre kendi hayatına son vermiş insandır.

Şu an içinde bulunduğumuz 2014 yılı, Alan Turing’in 102. doğum ve 60. ölüm yıllarına denk düşüyor. Bu iki basit sayı arasındaki fark İngiltere’de doğup büyümüş Alan Turing’in hayatının ne kadar erken son bulduğunu bize göstermekte. Ülkesindeki eşcinsel düşmanı yasalar yüzünden işkenceye tekabül eden kimyasal tedavilerle boğuşmuş ve nihayetinde en yaygın kanıya göre kendi hayatına son vermiş bir isimden bahsediyoruz. Bu isim hem hayatını matematik ve mantık konusunda çalışmalara adamış, bilgisayarların keşfi ve gelişmesinde öncü rol oynamış bir biliminsanı, hem de 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın kullandığı şifrelerin çözülmesi ve savaşın gidişatının Müttefik Devletler lehine değişmesine katkıda bulunmuş bir kod kırıcı. Bütün bu ve benzeri özellikleri – kimlikleri taşımış olan Alan Turing, bizim 20. yüzyıl tarihine çok farklı açılardan bakmamızı da sağlıyor. Bu yazının amacı da Alan’ın 42 yıllık kısa hayatında yapıp ettiklerinin, yaşayıp hissettiklerinin ışığında bu güzel insanı biraz daha yakından tanıtmaya çalışmak.

Alan Turing’in hayatını anlatmaya başlamadan önce, kısaca benim bu yazıyı kaleme almama giden süreçten bahsetmeme izin verin. Deneysel psikoloji ve sinirbilim konularında çalışmalar yürüten biri olarak Alan Turing’e olan ilgim herhangi bir bilişsel bilimcininkinden daha fazla değil. Zihne dair kafa yürütenler açısından “Bilgisayarlar düşünebilir mi?” sorusunu henüz 1950’de bilim dünyasına yöneltmesi, cevap arayışında kullanılacak yöntemleri tanımlaması ve kendi verdiği cevabın olumlu olması Alan Turing ismini zihin bilimleri tarihinde elbette çok önemli bir noktaya koymakta. Hal böyle olunca, gerek 2004’te ölümünün 50. yılında, gerekse de 2012’de doğumunun 100. yılında Alan Turing’in hayatını ve eserlerini daha iyi anlamaya yönelik etkinlikler dünyanın birçok yerinde gerçekleştirildi. Biz de Logos Seminerleri’ni düzenleyen bir grup arkadaş olarak 2012 Sonbahar etkinliğimizi Alan Turing anısına Bilişim Çalıştayı(1) ismi ile gerçekleştirdik. Felsefe, mantık, matematik ve bilgisayar bilimlerinde Turing’in ardında bıraktığı mirasın önemini kavramak açısından çok değerli oturumların gerçekleştirileceği etkinliğin programına ilk baktığımızda, Alan Turing’in hayatından bahsetmezsek kendisine saygısızlık etmiş olacağımızı düşündük. Eserlerine dair tartışmaların Alan’ın doğduğu andan trajik ölümüne giden yolda neler yaşadığını, neleri benimseyip nelere karşı durduğunu, nelere üzülüp nelere sevindiğini biraz olsun merak etmeden eksik kalacağını hissettik. Kaldı ki Alan sadece eşcinsel yönelime sahip olduğu için İngiltere’de yasa karşısında suçlu ilan edilmiş ve bu şekilde başlayan süreç onun intiharıyla sonlanmıştı. Böylece Alan Turing’in hayatını ve kişiliğini öğrenme ve çalıştayda anlatma kısmını üstlenmiş oldum. Bu çalışmada temel kaynağım en detaylı ve doğru Turing biyografisi kabul edilen ve Andrew Hodges tarafından yazılmış olan Alan Turing: the Enigma(2) oldu. Aşağıdaki hayat hikâyesindeki bilgilerin tamamı, aksi belirtilmediği takdirde, ya bu kitaptan ya da gene Hodges tarafından güncel bilgilerle sürekli yenilenen internet sitesinden gelmektedir.(3) Umuyorum siz de Alan Turing’in hayatını ilginç bulur, yaşadığı haksızlıklara rağmen mizahı ve çocuksuluğu ile hayranlık uyandırmış bu dâhinin sizi de derinden etkilemesine izin verirsiniz.

Alan, her ne kadar 5 yaşındayken üç hafta içerisinde okumayı öğrense de, kimi becerilerini oldukça geç kazandı; misal bölmeyi ancak 9 yaşında, annesi Hindistan’dan temelli döndüğü zaman öğrendi.

Ailesi ve hayatının ilk yılları

Alan Turing’in anne ve baba soylarına baktığımızda, karşımıza bir yanda Büyük Britanya İmparatorluğu emperyalizm pratiği, öte yanda ise dönem aristokratlarının önemli kısmında tespit edebileceğimiz bilim merakı çıkmakta. Her iki ailede de Hindistan’da imparatorluk çıkarlarını temsil eden, askeri ve bürokratik görevler almış kişilerle karşılaşıyoruz. Annesi Ethel Sara’nın tarafında benzer görevleri İrlanda’da sürdürenler de mevcut. Ethel Sara Stoney, Alan’ın babası olacak Julius Mathison Turing ile 1907’de Hindistan’dan İngiltere’ye gemi ile yolculuk ederken tanışıyor ve çift aynı yıl içinde evleniyor. Her ne kadar Alan Turing ana karnına Hindistan’da Madras’ta düşse de, hayatı boyunca bu ülkeye ya da genel anlamda doğuya adım atmışlığı yok. Annesinin ailesinde, bilimle uğraşmış olanlara verebileceğimiz en iyi örnek, elektronu keşfetmemiş ama elektrona ismini vermiş olan uzak akrabaları George Johnstone Stoney. Julius Mathison’un babası ise her ne kadar matematik okumuş olsa da, hayatını din adamı olarak geçirmiş bir kişi. Anne tarafındaki bilim ve mühendislik geçmişi asgari düzeyde bir rol oynamış bile olsa, ailelerdeki bu özelliklerinTuring’i doğrudan etkilediğini ve kariyerini şekillendirdiğini iddia etmek mümkün değil. Biyografı Andrew Hodges’un da dile getirdiği gibi Turing’in hikâyesi aile ya da gelenekten değil, kendisinin izole edilmiş ve otonom zihninden beslenmekte.

Alan Turing 23 Haziran 1912’de, Londra’daki Paddington’da bulunan, daha sonra otele dönüştürülen bir bakım evinde dünyaya gözlerini açıyor. Alan doğduğunda babası İngiltere’de değil ve hayatının ilk yılları da, her iki ebeveyn çoğunlukla Hindistan’da olduğu için koruyucu bir ailenin himayesinde geçiyor. Uzun yıllar sonra bir ilişkide aradığını bulamadığı bir sırada, yalnız bir çocukluk geçirmiş olmasının üzerindeki uzun vadeli etkilerinden yakınmış olduğuna dair bilgiler de mevcut. Oldukça küçük yaşlardan itibaren karışımlara, formüllere ve atlaslara karşı çok büyük bir ilgisi var. Her ne kadar beş yaşında iken üç hafta içerisinde okumayı öğrenmesi çevresindekilerce şaşkınlıkla karşılansa da, kimi yeteneklerini oldukça geç kazanmaya başlıyor; misal bölmeyi ancak9 yaşında annesi Hindistan’dan temelli döndüğü zaman öğreniyor.  Bu dönemde kendisi hakkında hem dadısı hem annesi tarafından farklı olaylara atıfla anlatılan bir özelliği, belki de Alan’ın ileride kazanacağı kişilik ve zihninin nasıl çalıştığına dair bize fikir verebilir. Anlatılara göre Alan ile bir oyun icat edip oynamaya başladı iseniz ve eğer çocuk kazansın da sevinsin diye başta tanımladığınız kurallardan saparsanız yandınız. Bu durumlarda Alan çok öfkeleniyor, bağırıp çağırıyor ve size işin en güzel kısmını mahvettiğinizi haykırıyor. Çünkü onun için önemli olan başta koyulan kurallara, belki bir anlamda algoritmaya bağlı kalarak kafanızı ve oyuna göre şansınızı kullanmak ve kendinizi zorlamak, yoksa kazanmak değil.

Zeki ama okula uyumsuz bir öğrenci

İlk deneyiminden itibaren Alan Turing’in kurumsal örgün eğitim ile büyük sıkıntıları olduğunu söylemek mümkün. Belirli sıkıcı kurallar ve önceden belirlenmiş içerikle tüm herkese aynı şeylerin öğretilmeye çalışıldığı yerler, yani okullar, Alan tarafından haklı olarak kendi ilgilenmek istediği konulara ayırabileceği zamanı çalan ve kendi özgür düşüncelerini zapturapt altına almaya çalışan mekânlar olarak algılanıyor. Bu durum ilk kez, henüz altı yaşında özellikle Latince öğrenmesi için gönderildiği St. Michael’s okulunda ortaya çıkıyor. Latince’den nefret eden Alan’ın diğer çocuklardan daha farklı ve zeki olduğu öğretmenleri tarafından fark edilse de, bu önemli görülmüyor, çünkü birinci öncelik ileride saygın ve ücretsiz devlet okullarından birine gidebilmesi için Latince öğrenmek. Burada Turing ailesinin Hindistan’da önemli görevlerde olmalarına rağmen bolluk yaşamadıklarını ve çocuklarını bu saygın okullara göndermeye çalışırken ellerindeki az miktarda kaynağı da eğitim için kullandıklarını belirtelim. Alan’ın bu yılları Latince’den nefret ederek ve ailesinin hasreti ile geçmeye devam ediyor.

Genç Turing, arkadaşlarıyla.

1922’de Alan’ın örgün eğitim içindeki ikinci durağı ağabeyinin de gittiği Hazelhurst Okulu. Burası 36 erkek çocuğuna matematik, resim ve müzik gibi derslerin verilerek yukarıda bahsettiğimiz devlet liselerine hazırlandıkları bir kurum. Ağabeyi bu okulda oldukça sevilen, hatta son döneminde öğrenci başkanlığı yapan bir çocukken, Alan baştan itibaren uyum sorunları yaşıyor ve burayı kendi öğrenmek istedikleri için bir engel olarak tanımlıyor. Özellikle beden dersi ve öğleden sonra çocukların oynadığı oyunlar kendisi için adeta bir kâbus. Her ne kadar bu yaşlarda sportif faaliyetlerden hazzetmeyen bir çocuk olsa da Alan, aradan 15-20 sene geçtikten sonra neredeyse olimpiyatlara katılmaya hak kazanacak bir maratoncu halini de alacak. Hatta Alan Turing bu yeteneğinin kökenlerinde Hazelhurst’ta çocuklar hokey oynarken sürekli toptan kaçmaya çalışmasının yattığını da şakayla karışık iddia ediyor. Hokey sırasında çizgi hakemliği ise sevdiği bir iş, çünkü atılan topların hangi hızla ve hangi yönde gelirse tam olarak ne zaman çizgiyi geçtiğini değerlendirmeyi ve gözlemeyi pek sevmekte. Bu uğraşı arkadaşlarının kendisi için “Turing’in futbol sahası için vardır sevgisi / çünkü geometri soruları için elverişlidir saha çizgileri’ diye çevirebileceğimiz bir tekerleme uydurmalarını da sağlıyor. Hazelhurst’taki günlerinde sevdiği okul etkinlikleri içerisinde münazaralar ve satranç mevcut. Bir yandan da kendi imkânları ile coğrafya ve diğer konulardaki ilgisini beslemeyi sürdürüyor. Bu dönemde Turing’i diğer çocuklar oyun oynarken pür dikkat papatyaların nasıl büyüdüğünü izlerken de görebiliyoruz. İşte bu kendine özgü oyunlar ve uğraşlar ile zamanını seve seve geçiren Alan, derslerinde ise oldukça ortalama notlar alarak içinde bulunduğu sisteme tam olarak eklemlenememe emareleri göstermeye de devam ediyor.

“Her Çocuğun Bilmesi Gereken Doğa Harikaları”

1922 yılının sonunda gerçekleşen bir olay Alan Turing’in doğaya ve doğadaki kanunlara dair hayranlık ve merakını önemli ölçüde tetikliyor. Eline Her Çocuğun Bilmesi Gereken Doğa Harikaları isimli Edwin Tenney Brewster tarafından yazılmış kitap geçiyor.(4) Burada kastedilen doğa harikaları doğum ve büyüme gibi biyolojik süreçler. Alan annesine bu kitap ile gözlerinin bilime açıldığına açıklıyor ve biz de Alan’da bir bilgi biriktirme ve üretme yöntemi olarak bilim fikrinin ilk kez bu kitapla ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu kitapta karşımıza bedenin insanın üretmiş olduğu en karmaşık makineden dahi karmaşık olsa da, gene de en nihayetinde bir makine olduğuna dair mekanist ve materyalist diyebileceğimiz ifadeler mevcut. Aynı şekilde vücudun hücrelerden oluşuyor olması, tuğladan yapılan evler benzetmesi ile genç okuyucuya aktarılıyor. Dönemin en yeni biyoloji bulgularını ve hücre bölünmesi gibi konuları da içeren kitap, papatyaların büyüyüşünü izleyen Alan için bilimle gerçek anlamda tanışması açısından bir dönüm noktasına dönüşüyor. Bu zamandan sonra kimya ve özelde de organik kimya temel ilgi alanlarından birini oluşturmaya başlıyor. Eline geçirdiği kimya ansiklopedileri ve kendisine hediye edilen amatör kimya seti ile kendisi yaşındaki bir çocuktan beklenenin oldukça ötesinde deneyler gerçekleştirmeye başlıyor. Bilimle bu şekilde ve tutkuyla kurduğu ilişki sayesinde, gene sınıfının çok iyilerinden olmasa da lise sınavlarını kazanabilecek kadar bir ders başarısı göstermeye başlıyor.

Lise ve ilk aşk

Alan’ın bir yandan eğitim sistemi ile mücadelesini sürdüreceği ama bir yandan da hayatında hem güzel hem trajik bazı ilkleri yaşayacağı bir sonraki mekân, lise eğitimi veren Dorset’teki yatılı Sherborne Okulu. Sherborne, yukarıda bahsettiğimiz saygın devlet liselerinden biri. Alan’ın okula 1926’da trenle ulaşma çabası tam bir maceraya dönüşüyor. Yola çıktığı gün 1926 Genel Grevi’ne denk gelince, trenler çalışmıyor ve 97 kilometrelik bir yolu bisikletle iki günde geçip Sherborne’a ulaşıyor ve bu marifeti yerel gazetede haber olmasına da yol açıyor. Ama gene okula başlangıçta eğitim sisteminden kaynaklı sorunlar yaşıyor. Her ne kadar okul saygın bir lise de olsa, Alan’ın bilim ve matematik konusundaki hüneri dil, edebiyat, felsefe, sanat tarihi gibi klasikler tabir edilen derslerin çok daha önemli görüldüğü bu yerde önemsenmiyor. Burada okul müdürü ve öğretmenler tarafından Alan’a veya ailesine okul performansı konusunda ulaştırılan notlardaki ifadeler bu eğitim yaklaşımını oldukça iyi özetliyor. Müdür gönderdiği ilk notlardan birinde “Umarım iki arada bir derede kalmaz. Eğer devlet lisesinde kalacaksa, hedefi eğitilmek olmalı. Eğer sadece uzmanlaşmış bir biliminsanı olmak istiyorsa, vaktini devlet lisesinde boşuna harcıyor demektir” diyor. Burada aslında Alan’ın hayatta tam olarak ne olmak istediği ve gerçekten de ne olacağı konusunda müthiş bir öngörü olduğunu da biraz gülümseyerek belirtelim. Kendisi hakkında öğretmenlerinin “Hiç iyi değil, sürekli ileri matematik konularına kafa yorup duruyor” gibi “serzenişlerinin” olduğu bu dönemde Yunanca ve Latince gibi derslerde sınıfın sonuncuları arasında yer alıyor hep Alan. Favorileri olan matematik ve Fransızcada ise, sınıfının ortalarında yer almakta. Özellikle ilk senesi boyunca kendisine, öğretmenlerinin deyimi ile öncelikle öğrenci ve vatandaş olması öğretilmeye çalışılıyor. Otoriteye bağlılık, okula sadakat ve öğretmenlere itaatin aşılanmaya çalışıldığı bu atmosferde çok erken yaşlardan itibaren nasıl olursa olsun özgür düşünmenin gücünü keşfetmiş bir Alan Turing’in nefes almakta çok zorlandığını görüyoruz.

Alan’ın “başka herkesi o kadar sıradan kılıyor ki” diye bahsettiği Christopher’la ilk yakınlaşmaları, birbirlerine sordukları matematik problemleriyle oldu.

Bir kez daha bilim ve matematik merakını yeşertmeye değil, bilakis köreltmeye çalışan bir ortamla karşılaşmış ve bilimsel gelişiminde yalnızlaşmış Alan Turing için can simidini atanlar önce matematik öğretmeni, ardından da okulda tanıştığı öğrencilerden Christopher Morcom oluyor. Matematik öğretmeni Eperson, Alan’ın kendi haline bırakılırsa ilgilendiği alanlarda bir dahi gibi parlamaya başladığını fark ediyor ve bunu ailesi ve diğer öğretmenleri ile de paylaşıyor. Hatta kabakulak olup da yataktan çıkamadığı için dersleri takip edemediği dönemde Alan’ın notları belirgin bir şekilde yükselmeye başlıyor! Bu arada eline Einstein’ın görelilik teorisini anlattığı kitapları geçirmiş olan Alan’ın, bazı kanıtları farklı yollardan kendisi türetecek, Einstein’ın anlatmadan geçtiği noktalarda yaptığı çıkarsamaları not edecek kadar konuyu hatmetmiş olduğu da görülüyor. Henüz 16 yaşında görelilik teorisini tüm detaylarıyla biliyor olması ve konu hakkında tuttuğu defterlerde yazdıkları, matematik öğretmeninin de saygısını kazanmasını sağlıyor.

Alan’ın okulda aşkım diye anacağı Christoph Morcom’u ilk kez fark etmesi 1927 yılının ilk aylarına denk düşüyor. Gerek Alan’a pek çekici gelen yüzü, gerekse de kendisinden bir yaş büyük olmasına rağmen oldukça çelimsiz görüntüsü Turing’i etkilemeye yetiyor. Alan’ın “başka herkesi o kadar sıradan kılıyor ki” diye bahsettiği Christopher’la yakın bir arkadaşlık kurması çok uzun sürmüyor. Ama Turing’in de belirttiği gibi, bu aynı zamanda onun daha sonra tekrarlanacak erkeklere karşı hissettiği aşklardan da ilki. İlk yakınlaşmaları birbirlerine sordukları matematik problemlerine farklı çözümler getirmeye çalışmaları ile başlıyor. Zaten zekâ ve bilime ilgi, ikisinin ortak özellikleri.Turing’in bilimsel ilgi alanlarına görelilik ve kimyadan sonra astronomi de ekleniyor. Artık bu dönemde Alan, Eperson gibi öğretmenlerinin etkisiyle zekâsından şüphe edilmez bir noktaya gelmiş ise de, gene ödevlerinde kullandığı çözüm yolları ve ifade biçimleri açısından oldukça dağınık ve bu yüzden de eleştirilmeye devam ediyor. Ama Christopher’ın her konuda çok titiz ve derli toplu davranıyor oluşu, ona hayranlıkla onun gibi olmaya çalışan Alan’ı da yavaş yavaş değiştirmeye, dönüştürmeye başlıyor. Alan, Christopher’ın daha fazla gözüne girebilmek için hem bir yandan derslerinde çok başarılı olmaya başlıyor, hem de derslerin gerçekleşeceği sınıflara erken gidip onun yanında oturmayı garanti altına almaya çalışıyor. Bu tekrarlanan tesadüf karşısında Christoph zaman zaman şaşkınlığını dile getirse de, durumdan da memnun gözüküyor. Üniversiteye hazırlığın hız kazanmaya başladığı bu yıllarda, ikilinin ders çalışma, küçük deneyler yapma ve teleskopla gök kubbeyi izleme pratikleri, Alan için bu ilk gençlik romansının arka planında gerçekleşiyor. Ancak bu dostluk ve ilk aşk Turing’in üzerinde hayat boyu geçmeyecek derin bir yara izi bırakarak başladığı gibi hızlı bir şekilde bitiyor. Her ne kadar Christopher Morcom’un sık şekilde hastalanıyor oluşu Alan’ın dikkatini çekmişse de, bunun küçükken içtiği sütten kaynaklanan bir tür tüberküloz ve ortaya çıkardığı komplikasyonlardan kaynaklandığından habersiz. 1930 Şubat’ında, yani Turing 18’ine henüz girmemişken, daha yeni en çok gitmek istediği üniversiteye burslu kabul edilmiş olan Christopher Morcom hayata gözlerini yumuyor.  Alan’ın dini inancını da yok eden bu ölümden Cambridge’de üniversiteye başlamasına kadar geçen sürede, Alan Christopher’ın ailesi ile sıkça görüşüyor, özellikle annesine ilişkilerinin tüm detaylarını mektuplarla anlatıyor ve onun odasında ama tek başına yıldızları seyretme şansına sahip oluyor.

Üniversite yılları: Turing makinesi ve şifreleme çalışmaları

Alan 1931’den 1934’e Cambridge’de King’s College’de okuyor ve yüksek onur derecesi ile mezun oluyor. Üniversite, başlangıçta gene uyum sorunları yaşasa da, artık tamamı ile kendi ilgilerine eğilebildiği bir yer. Ve her ne kadar hem kendisinden hem de toplumdan kaynaklanan baskılama devam etse de, eşcinselliğini daha iyi anlayacağı ve deneyimleyeceği de bir ortam. Bu dönemde savaş karşıtı hareketin de içerisinde yer alıyor, ama odasında Lenin’in resmi asılı olan Hardy gibi isimlerin aksine, Sovyet sistemini otoriter bulduğu için sosyalizmi benimsemiyor. 1935’de yazdığı tez ile merkezi limit teoremini kanıtlıyor ve bu sayede okulda akademik kariyerine de devam edebiliyor. İşin ilginci bu teorem 1922’de kanıtlanmış olsa da Turing’in bundan haberi yok ve daha sonra birkaç kez daha başına gelecek şekilde bir keşfi ikinci kez yapan kişi olmuş oluyor. Turing’in saf matematik ile uğraştığı bu dönemde Cambridge’in entelektüel atmosferinin Hardy, Dirac ve Eddington gibi isimler sayesinde son derece tatmin edici olduğunu da belirtelim.

Turing’in ses getiren ilk önemli eseri, Hilbert’in matematiğin özüne dair sorduğu üç temel sorudan üçüncüsüne cevabını içeren, 1936’da sunduğu ve ertesi yıl yayımlanan makalesi.(5) Bu sorulardan ikisine Kurt Gödel’in verdiği cevaplar o zaman mevcut, ama matematiğin karar verilebilir olup olmadığı henüz netlik kazanmış durumda değil. Turing sorunun cevabının hayır olduğunu, daha sonra Turing makinesi olarak anılmaya başlayacak makalede, teorik ama gerçekte uygulanabilir olan aygıtlar ile kanıtlıyor. İleride John von Neumann tarafından, modern bilgisayarların çıkış noktası olarak bu makaledeki Turing makineleri gösteriliyor. Yalnız gene Turing’in ve civarındaki çoğu meslektaşının bilmediği, buna eşdeğer, ama yöntemi oldukça farklı bir kanıtın henüz birkaç ay önce ABD’de Princeton’da Alonzo Chruch tarafından sunulmuş olması. Gene de birbirlerine çok yakın zamanda ve farklı yöntemlerle aynı kanıta ulaşmaları bakımından bu kanıt Church-Turing tezi olarak anılmaktadır.

Turing, sportif faaliyetlerden hiç hoşlanmayan bir çocuk olarak büyümesine karşın, ilerde maraton koşucusu olacaktı.

Matematiğin karar verilebilir olup olmadığına dair bu temel soruya ilk bakışta basit ama ileride bilgisayarların temelini oluşturacak Turing makineleri ile cevap vermesi, bize Alan Turing’in teori ile pratiği birlikte ele almasının en güzel örneklerinden birini sunmakta. Morcom öldükten ve Alan üniversiteye başlamadan önce, başka bir arkadaşı ve onun babası ile gerçekleştirdiği projede Alan, engin optik bilgisini dış alanlara asılacak posterleri her yeri eşit parlak olacak şekilde aydınlatmada kullanıyor. Bu deneyimin teoriye hâkimiyetin fiziksel dünyada gerçek sorunları çözmede nasıl işe yaradığını ve karşınıza sizin yaptığınız elle tutulabilir bir ürün çıkardığını göstermesi bakımından anlamlı olduğunu iddia edebiliriz. Aynı şekilde Alan, doktorasını yapacağı Princeton’da daha lisedeyken merakını cezbetmiş bir başka uygulama ile de daha yakından ilgilenme şansı buluyor. Biraz sonra göreceğimiz gibi 2. Dünya Savaşı’nın gidişatı için belirleyici olan bu alan, şifreleme. İstatistik ve mekanize edilmiş matematiksel yöntemler ile doğal dilden türetilmiş mesajlar nasıl şifrelenebilir ve eğer şifreli bir mesaj ele geçti ise çözümlemesi nasıl yapılabilir? Basitçe düşünecek olursak bir matematiksel ifade olarak ele alabileceğimiz bir metin parçasını bir fonksiyona tabi tutup fonksiyonun çıktısını şifreli bir mesaj olarak kullanabilir, ya da işlemi tersten uygulayıp şifreli mesajın kullandığımız karşılığına ulaşabiliriz. Teori ile pratik alanlar arasında temel bir fark görmeden, zihninin rahatça ikisi arasında dolaşmasına izin veren Alan Turing, bilgisayarların düşünüp düşünemeyecekleri konusunda aslında gene yaratıcılıktan yola çıkıyor. Düşüncelerin, ifadeler olarak ele alınabilecek kavramlara uygulanan matematiksel operasyonlardan ibaret olabileceğine dair fikirleri makine zekâsı ve bilincini mümkün görmesini sağlıyor. Morcom’u kaybettikten sonra kuantum teorisinden yola çıkarak ruhların ölümden sonra hangi evrende ve ne koşullarda varlıklarını sürdürebiliyor olduklarına dair oluşturduğu düşünceleri de, bu bağlamda sadece fantezi olarak görüp bir kenara atmaktansa Turing’in yalnız zihnini anlamada ipuçları olarak kullanabiliriz. Kaldı ki kendisi özellikle ilerideki dönemlerde matematik bilgisini metin şifrelemeden düşünen bilgisayarların programlanmasına, insan sesi analizinden zebraların desenlerini oluşturan morfogenetik süreçlere kadar birçok alanda uygulamaya dökmeye devam edecek.

Turing, Cambridge’de King’s College’de çalışma arkadaşlarıyla.

Turing 1936’dan 1938’e eğitimine az önce bahsettiğimiz teze adını veren diğer kişi olan Alonzo Church’un gözetmenliğinde Princeton’da devam ediyor ve doktora derecesini alıyor. Özellikle Avrupa’daki Nazi yayılmacılığından kaçan birçok ünlü matematikçinin buluştuğu bu merkezde, daha önce sözünü ettiğimiz John von Neumann gibi matematiğin en önde gelen isimleri de mevcut. Alan bu dönemde biyograflarınca en derin ve en zor matematiksel ürünlerini, bu satırları yazan bendenizin ne olduğunu biliyormuş gibi dahi yapmaya çalışmayacağı, sıralı mantık alanında ortaya koymaya devam eder ve kendi adıyla anılan birçok matematik ve mantık terimini de kullanıma sokar. Her ne kadar John von Neumann tarafından kendisine Princeton’da bir kürsü önerilse de, Alan İngiltere’ye, Cambridge’e döner.

2. Dünya Savaşı – Hükümet Kod ve Şifre Okulu

Alan’ın İngiltere’ye dönmesinden kısa bir süre sonra, İngiltere’nin Almanya karşısında savaşa girmesi Alan Turing’in hayatında büyük bir dönüşüme yol açar. Zaten şifreleme teknikleri konusunda kafa yormaya çoktan başlamış olan Alan, İngiltere savaşa girmeden “Hükümet Kod ve Şifre Okulu”nda(6) yarı zamanlı çalışmaya başlamıştır. Ancak burada kendilerine, henüz gizli tutulan Almanya ordusunun kullandığı makineler gösterilmemekte, şifrelemenin doğası ve mekanize edilmiş matematiksel rutinler ile neler yapılabileceği üzerinde durulmaktadır. Savaş kararı alınır alınmaz Alan, Milton Keynes kentindeki ünlü Bletchley Park’a geçer ve kod kırıcılık kariyeri tam anlamıyla başlamış olur. Bletchley Park, bahsettiğimiz hükümete bağlı şifre kurumunun üssüdür ve savaşın başlamasından itibaren birçok matematikçi, mantıkçı ve hatta satranç ustası bu üste çalışmaya başlar. Bu dönemde artık eski şifrelerin yerini çeşitli makinelerle oluşturulmuş şifrelerin almış olması ne kadar dâhiyane olursa olsun, bir nevi kalem kâğıtla bulmaca çözmeye benzeyen eski kod kırma tekniklerini yetersiz kılmıştır. Mesela bir metindeki her bir harf, başka bir harfe dönüştürülüyorsa, bu metni çözmenin büyük bir zorluğu yoktur. Mesela biz m harflerini t’ye, e harflerini k’ya, ve n harflerini a’ya çeviren bir yöntem kullanıyorsak, menemen kelimesini tkaktka diye yazarız. Her ne kadar ilk bakışta asıl kelimeyi tespit etmek güç gözükse de, eğer Türkçedeki uyum kurallarını, harf sıklıklarını ve her iki harfin yan yana gelme olasılığı gibi üst dereceden istatistikleri biliyorsak, şifreyi kırmamız zor olmaz. Harfler yerine sayılarla düşünecek olursak aramamızı Türkçedeki 1232123 kalıbına uyan kelimelerle veya kelime gruplarıyla sınırlı tutarız ve bu da işi oldukça kolaylaştırır. Belki önce boşluklar kodlanmıyor diye başa baş olduğunu düşünebiliriz, ama metin çoğu zaman olduğu gibi bir veya birkaç kelimeden fazlasını içeriyor ise asıl kelime kısa sürede anlaşılır. Ancak özellikle 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın kullandığı kodlara baktığımızda, metindeki her bir harfin şifrelenmesinin şifreleme fonksiyonunu değiştirdiğini, yani başta k’ye çevrilen harfin ikinci kez metinde geçtiğinde misal p’ye dönüştüğünü görüyoruz. Bu da bize menemen kelimesinin karşımıza tkaomut gibi bir şekilde çıkmasını sağlayabiliyor. İşte bu yeni ve makinelerle oluşturulan şifreli mesajların kırılması, ancak matematik, mantık ve mekanizasyon ile mümkün olmakta, bu da Alan Turing gibi isimleri vazgeçilmez kılmaktadır.

Turing’in ses getiren ilk önemli eseri, Hilbert’in matematiğin özüne dair sorduğu üç temel sorudan üçüncüsüne cevabını içeren makalesi.

Savaşın ilk yıllarında istihbarat açısından Almanya ve Britanya ordularına, özellikle de donanmalarına bakıldığında, ortada müthiş bir asimetri mevcut. İngiliz donanmasındaki araçların yerleri Naziler tarafından adeta İngilizlerden daha iyi bilinmekte, İngiliz gemileri en güvende oldukları düşünüldüğünde dahi batırılmaktadır. Almanya donanmasına bağlı araçların ne zaman nerede ortaya çıkacaklarına dair ise Manş Denizi’nin öte tarafında çoğu zaman hiçbir fikir yoktur. Her ne kadar İngiltere Almanya ordusunun Mors mesajlarını dinleyebiliyor olsa da, bu şifreli mesajların ne anlama geldiği anlaşılamamaktadır. Bu mesajların önemli kısmı piyasada rahatça satın alınabilen Enigma adı verilen cihazlarla şifrelenmektedir. Elle daktilodan çok farklı olmayan bir şekilde yazı girişi yapılabilen bu cihazlar, içlerindeki rotorlar sayesinde her harf girişinden sonra hangi harfin hangi harfe dönüştürüleceğini belirleyen kurulumu değiştirirler. Bu yüzden de cihazın başlangıçtaki kurulumu, yani anahtar bilinmeden bir şifreli mesajın çözülmesi milyon kere milyon olasılıktan doğru seçimi yapmayı gerektirir, bu da pratikte yani savaş koşullarında ve sonlu zamanda mümkün değildir. Bletchley Park’ta yapılan ise, bu cihazın donanım ve kurulum özelliklerinden kaynaklanan, mesaj ile şifrelenmiş hali arasındaki geçişte ortaya çıkan desenlerden ve tabii Almanca dilinin özelliklerinden faydalanarak bu olasılık sayısını olabildiğince azaltmaktır. Aynı şekilde Alman ordusunda yapılan insan hataları, mesela belli kelimelerin ordu bürokrasisi gereği her gönderilen mesajın başında yer alması şifrenin kırılmasında büyük rol oynamaktadır. Özellikle önceden Polonya’da edinilmiş olan Enigma kaynaklı şifreli mesajların analizine dair bilgilerin paylaşılması sayesinde, Bletchley Park’ta geliştirilen yöntemler şifrelerin kırılmasında çok etkili olur. Müttefik güçlerinin Avrupa’da başkomutanı olan ve sonradan ABD başkanlığı da yapan Eisenhower, Bletchley Park sayesinde savaşın en az iki yıl kısaldığını, İngiliz yetkililer ise en zor dönemlerinde özellikle adaya denizden yiyecek akışı da durduğundan, savaşı kaybetmeye dört ay kadar yaklaşmış olduklarını söylemektedirler. Bu noktada ortada bir kez kırılması gereken, ardından tüm mesajların anlaşılmasını sağlayacak Hollywood filmlerinden fırlamış tek bir şifre olmadığını belirtelim. Enigma cihazının farklı konfigürasyonlarının varlığı, zaman içerisinde tasarımının karmaşıklaşması ve hatta diğer başka şifreleme cihazlarının kullanılması kod kırma çabasını savaş boyu devam eden bir sürece dönüştürmektedir. Bu süreçte hem yeni istatistiki yöntemler geliştirilir, hem de erken dönem bilgisayarları ile doğru kurulumu tespit etme çalışmaları otomatik ve mekanize bir şekilde ilerlemeye başlar. Yalnız mekanize şekilde yapılması gereken işlemlerin sadece temel aritmetik gerektiren kısımları bu bilgisayarlarca değil, gene Bletchley Park’ta binlerce genç kadın işçi tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu dönemde Alan, öncelikle önce Polonya’da yapılan Bombe adlı Enigma kodlarını kırmayı kolaylaştırılan cihazı, kendisi de matematikçi olan Gordon Welchman ile birlikte çok önemli oranda geliştirir. 2012 yılına dek gizli tutulan iki makalede de, kriptografide kullandığı matematiksel yöntemleri anlatmıştır. Her ne kadar Bletchley Park’taki tüm çalışmalar bir takım çalışmasının ürünü olsa da, daha sonra 20 yıl boyunca Hükümet Kod ve Şifre Okulu’nun başında olacak olan Hugh Alexander eğer aramızda vazgeçilmez biri vardı ise o da Turing’di diyecektir. Bletchley Park sayesinde, istihbarat asimetrisi tersine döner ve Alan Turing savaşa yeni katılan ABD’ye eldeki bilgileri paylaşmaya gönderildiğinde, artık en güvenli yol halini almış olan deniz yolu seçilir.

Savaş’ın dengelerini Müttefik Devletlerin lehine, Almanların aleyhine çevirecek olan şifre kırma çalışmaları, İngiltere’de Hükümet Kod ve Şifre Okulu’nda yapılıyordu. Bu kurumun başında olan Hugh Alexander, o dönemden söz ederken, “Eğer aramızda vazgeçilmez biri vardıysa, o da Turing’di” diyecektir.

Çifte gizlilik

Alan Turing’in Bletchley Park’ta geçirdiği zaman bize sadece zekâsı ve yaratıcılığının sınırsızlığını göstermiyor, aynı zamanda çocuksuluğu ve hayatındaki çelişkiler açısından da oldukça ilginç anekdotlar sunuyor. Bir yanda Bletchley Park Alan Turing’i çift taraftan gizliliğe mahkûm ediyor. Çalıştıkları proje, elbette akademinin tersine burada geliştirilen yöntem ve keşiflerin dış dünya ile paylaşılmasına izin vermiyor. İkinci gizlilik ise doğal olarak Alan’ın cinsel yöneliminden kaynaklanıyor. İngiltere’de eşcinsellik ağır bir suç ve Alan hükümet için çalışmakta! Ama öte yandan her ne kadar burada devlete ve tabii orduya bağlı çalışsalar da, Churchill’in de desteği sayesinde oldukça özgür bir ortamda bulunuyorlar ve birçok konuda en yetkili kişi Turing. Bu da ona çalışma saatlerini kendisinin belirlemesi ve çocukluğunda olduğu gibi tuhaf kıyafetlerle ortalarda görünmesi gibi imkânlar sunmakta. Bu bağlamda arada sırada yüzünde gaz maskesi ile ortaya çıkıp, etrafında şaşkın bakışlara yol açtığını da belirtelim. Savaşın çok hızlı bitmeyeceği anlaşılınca, Bletchley Park’takilere de zamanlarının bir kısmında bir nevi vatan bekçisi olarak klasik ordu eğitimi almaları söyleniyor. Bu duruma atıcılık öğreneceğini düşünerek sevinen Alan oldukça istekli bir görünüm çiziyor. Ancak Alan doldurulması gereken formlardaki “Orduya katılarak askeri kanunlara tabi olacağınızı kabul ediyor musunuz?” şeklindeki soru için, buna evet demenin hayırlı bir sonucu asla olamaz diyerek, “hayır” şıkkını işaretliyor ve bu durum formalite olarak görülen formlar kontrol edilmediği için kimsenin gözüne çarpmıyor. Alan gerçekten de bu eğitim ile beraber kısa sürede iyi bir atıcı oluyor, ama gerek aklının meşguliyeti gerekse de uyku alışkanlıkları tören ve sayımları kaçırmasına yol açınca, yetkili üst rütbeli kişi tarafından makamına çağrılıyor. Burada kendisine “Bu davranışlarının askeri yasalara göre suç olup olmadığını biliyor mu?” diye sorulunca, Alan cevabın evet olduğunu tahmin edebildiğini söylüyor. Hiddetlenen subay o zaman suç işliyorsunuz diye çıkışınca, Alan kendi formunu getirtip suç işlemediğini göstermiş oluyor ve askerlik macerası bu şekilde son buluyor.

Enigma adlı cihazla yapılan şifreleri kırmak oldukça zordu. Elle daktilodan çok farklı olmayan bir şekilde yazı girişi yapılabilen bu cihazlar, içlerindeki rotorlar sayesinde her harf girişinden sonra hangi harfin hangi harfe dönüştürüleceğini belirleyen kurulumu değiştirirler. Bu yüzden cihazın başlangıçtaki kurulumu bilinmeden, bir şifreli mesajın çözülmesi milyon kere milyon olasılıktan doğru seçimi yapmayı gerektirir.

Alan birlikte çalıştığı kadın matematikçi Joan Clarke’a evlenme teklif ediyor ve çiftin nişanı Bletchley Park’ta da kutlanıyor. Alan’ın eşcinsel olduğu düşünülünce, bu ilk bakışta garip görünse de evlilik Alan için sadece karşılanması gereken bir toplumsal beklenti. Zaten ikili arasında tensel bir yakınlık hiç gelişmiyor. Alan Joan’a eşcinselliğini itiraf ediyor, Joan bunun onun için çok önemli olmadığını belirtiyor ve kısa bir süre sonra Alan özür dileyerek onunla evlenemeyeceğini söylüyor.

Savaştan sonra: Elektronik beynin icadı

Alan Turing savaşın son yıllarında, artık adeta zekâsını Bletchley Park’taki makinelere aktarmış bir şekilde diğer fikirlerine ağırlık verir ve kod kırıcılıkta daha ziyade gözetmenlik rolü üstlenmeye başlar. Bu dönemde ABD’de çeşitli laboratuvarlarda da vakit geçirmek sureti ile yazılan değil konuşulan dilin şifrelenmesi konusunda çalışmalar ve fikirler üretir. Ancak bu esnada kendisini en çok meşgul eden konu, elektronik bir bilgisayar yapmak ve bunun düşünmesini sağlamaktır. Henüz 1944’te Donald Bayley’e bir “beyin yapma” fikrinden bahseder. Yalnız bir kez daha kendi çalışması erken davrananların izinde devam edecek gibi gözükmektedir. ENIAC isimli daha erken ve onluk sistemde çalışan ilk elektronik bilgisayarın ardından, günümüz bilgisayarları gibi ikilik sistemde çalışacak olan EDVAC’ın planlarını içeren bilimsel makale von Neumann’in ismiyle 1945’te yayımlanır. Ne var ki Alan Turing’in 1946’da hakkında bir makale yayınladığı ACE bilgisayarına dair açıklamalar çok daha detaylıdır. ABD’de geliştirilmeye çalışılan bilgisayarların aksine, ACE için düşünülen, istendiği zaman farklı bir amaca hizmet edebilecek esnek bir çalışma prensibidir. Yani evrensel bir makine olarak hem aritmetik problemleri çözebilecek, hem kod kırmada kullanılabilecek, hem de satranç oynayabilecektir. Bugün bize oldukça tanıdık gelen bu durum, fonksiyonlarının önemli kısmı programlama ile değil donanımdaki elektronik parçalar ile mümkün kılınan ACE’ye rakip sistemler için öncelik değildi. Alan Turing’in bu konudaki çalışmaları, savaş koşullarından dolayı yaptıkları geç öğrenilen Almanyalı Konrad Zuse(7) ile beraber, sadece ilk bilgisayar mucitlerinden biri değil, aynı zamanda ilk programlama dili geliştircilerinden biri olarak anılmasını da sağlar.

Bletchley Park, hükümete bağlı şifre kurumunun üssüdür ve savaşın başlamasından itibaren birçok matematikçi, mantıkçı ve hatta satranç ustası bu üste çalışmaya başlar.

Her ne kadar savaş sırasında Alan Turing’in alıştığı, herkesin aynı anda ve aynı amaç uğruna vakit ve enerjisini birleştirdiği ortamın artık geçerli olmaması sebebiyle ACE asla tamamlanamasa da, Alan Turing’in geliştirmiş olduğu fikirler benim bu satırları yazmakta kullandığım “Turing makinesi”nin içinde dolaşıyor desek herhalde yeridir. Bu bağlamda Alan Turing’in 1950’de yazdığı ve “Ele almak istediğim soru bilgisayarların düşünüp düşünemeyeceği” diye başlayan makaleye(8) değinmeden geçmek olmaz. Alan bu makalede, günümüzde Turing testi diye adlandırılan ünlü taklit oyununu ortaya koyar ve bir yandan da bilgisayarların düşünemeyeceği ya da düşünmemesi gerektiğine inananlara oldukça esprili yanıtlar verir. Bu oyunda bir sorgucu insan mevcuttur ve sorularını göremediği iki sisteme yazılı olarak ulaştırıp onlardan gelen cevapları değerlendirir. Bu sistemlerden biri insan diğeri ise bir bilgisayar, ama hangisinin hangisi olduğunu sorgucu bilmemektedir. Yapması gereken ise cevaplara bakmak suretiyle içlerinden insan olanı seçmektir. Turing’e göre bu durumda sorgucu bir noktada içten bir şekilde bilgisayarın insan olduğuna ikna olursa, burada varmamız gereken kesin sonuç bu bilgisayarın düşündüğüdür. Oldukça davranışçı bir test olan taklit oyunu, günümüzde halen yapay sistemlere uygulanıyor.(9) Makalenin ilerleyen bölümlerinde, teolojik ve makineler düşünürse başımıza bela açarlar diye korkudan kaynaklanan (duyduğu ve olası bulduğu karşıkarşı çıkışlara oldukça hoş cevaplar Turing, düşüncenin tamamı ile matematiksel mantık çerçevesinde tanımlanabileceğine inanmışlığını da ortaya koyar.

Bletchley Park’ta binlerce kadın çalışıyordu. Görevleri, şifreleme cihazlarının doğru kurulumunu tespit etme çalışmaları için geliştirilen istatistiki yöntemlerin, günümüzde bilgisayarlarca yapılabilecek temel aritmetik gerektiren işlemlerini, mekanize yollarla yapmaktı.

Bu çalışmalarla beraber Alan Turing’in hayatının son yıllarında kafasının bir yandan ilk ilgi alanlarından birine, biyolojik gelişimin matematiksel yönlerine de kaydığını belirtelim. 1952’de yazdığı makale ile embriyo gelişiminden hayvanların üzerindeki desenlere kadar morfogenetiğin birçok sorusuna matematiksel cevaplar vermiştir.(10) Alan’ın burada kullandığı modellerle öngördüğü altı gelişim deseninin tamamı ve bir fazlası, içinde bulunduğumuz 2014 yılının Mart ayında çok saygın bir bilim dergisinde yayımlanan makale sayesinde güçlü kanıtlarla desteklenmiş oldu.(11)

“Skandal”

23 Ocak 1952’de, morfogenesis makalesini dergiye gönderdikten sadece iki ay kadar sonra, Alan Turing’in evine hırsız girer. Soruşturma sırasında Alan, o zaman 19 yaşında bir erkek olan Arnold Murray ile ilişki yaşadığını, evine birkaç kez gelip gitmiş olduğunu polise anlatır. 1885’ten beri geçerli olan ve Oscar Wilde’ın da yargılanmasına neden olmuş “iğrenç ahlaksızlık” ile suçlanır ve 31 Mart’ta tutuklanır. Önüne iki seçenek konur, ya hapse girecek ya da bir kimyasal kastrasyon yöntemi olan östrojen tedavisini kabul edecektir. Tedaviye başlanır. İktidarsızlık, testislerin küçülmesi ve göğüs büyümesi gibi tedavinin tipik yan etkileri kısa sürede Alan’ın kendisine yabancılaşmaya başlamasına yol açar. Eşcinsel olması gerekçesi ile ABD’ye girmesine izin verilmez, az kişinin bildiği şekilde devam ettiği İngiliz hükümeti için yaptığı şifreleme çalışmaları sonlandırılır.

Alan Turing anısına bastırılmış Tataristan pulu.

İçinde bulunulan Soğuk Savaş ortamında eşcinsellere olan güvensizlik, Alan’ın bildikleri ile birleşince artık tehdit oluşturan ve izlenen bir figür halini almıştır. Bu dönemde kendisini ziyarete gelenler ve Avrupa içinde yaptığı yurtdışı seyahatleri hakkındaki şüpheleri arttırmış ve kendisi de muhtemelen gözlerin üzerinde olduğunu idrak etmiştir. Bir dönem psikoterapiye gider. 1954’ün 8 Haziran’ında evine gelen temizlikçi tarafından yatağında ölü bulunur. Bir gün önce ölmüştür. Başucunda birkaç ısırık almış olduğu siyanüre batırılmış elma bulunur. Siyanürü evinde altın kaplama çalışmaları yaparken kullanmıştır. İntihar için seçmiş olduğu bu yöntemin ardında, 1938’de gösterime girmiş, izlediği ve elma sahnesinden etkilendiği çevresince bilinen Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler filminin yattığı yaygın kanıdır.

Alan Turing anısına bastırılmış St. Helena pulu.

Özürler

2009 yılında, zamanın İngiltere başbakanı Gordon Brown, Alan Turing’in affedilmesi için gerçekleştirilen kampanyalar sonrası yaptığı yazılı açıklama ile Alan’ın çok daha iyisini hak etmiş olduğu ifadesini de barındıran bir özür yayımlar. 2013 sonunda Kraliçe tarafından Alan’ın işlemiş olduğu “suç” resmi olarak affedilir. 2009’daki özrün ardından şair Matt Harvey şu dizeleri kaleme alır Alan için:

Apple’ın logosundaki ısırılmış elmanın, Turing’in intihar (?) etmek için kullandığı, içine siyanür zerkedilmiş elma olduğu söylenir.

“Alan Turing’e kaldıralım kadehi / Daha zor ve karanlık zamanlarda doğan / kutunun dışında düşünen / ve çizgilerin dışında seven / ve böyle kırıldı kodları kıran / ve özür dileriz / evet o kelime çıktı ağızdan / uyandı resmi vicdan / kelimeler özenle seçildi ama hiç olmazsa şifrelenmedi / hikâyenin bize sunduğu Turing Testine ikinci bir kısım / 1. Makineler insan  gibi davranabilir mi? / 2. Peki ya biz?”

Bir ölümden 60 sene sonra gelen özür ve af hâlâ tepki çekerken, aynı suçtan ceza almış on binlerce diğer LGBT’li için bir af ise şimdilik ufukta gözükmüyor. Alan Turing’in hayatı oyunlara, kitaplara ve filmlere ilham kaynağı olmaya devam ederken, vakit geçirdiği mekânların bahçelerine onu hatırlatan tabelalar asılmakta, çalıştığı üniversitelere heykelleri dikilmekte.

“Biz önümüzdeki sadece kısa bir mesafeyi görebiliriz, ama orada yapılacak çok şey olduğunu da görürüz.” (Alan Turing)

Manchester’daki Turing heykeli, hayranlarının ziyaretlerine uğruyor.

Sonsöz

İki yıllık bir aradan sonra, tam yeniden her şeyi ile sıra dışı bu insanı düşünmeye başlamışken, her yönüyle akılda kalacak bir başka güzel insan, Nejat Suphi Ağırnaslı, ölüm haberi ile aklımın aynı köşelerine girdi. Kaderin cilvesi ile bende bu şekilde bir araya gelmiş olmalarına değinmeden bitirmek istemedim. İnsan gibi yaşamak ve yaşatmak için tüm hayatları ile parlarlarken, kendilerine ölümü dayatan eli kanlı sistem karşısında arkalarında bıraktıkları kuşakları sonsuza kadar etkileyecek olan bu iki hep çocuk kalmış ve kalacak “genci” bu son satırlarla selamlıyorum.

Dipnotlar

1)  http://turing.logosseminerleri.org/

2)  Hodges, A. (1983); Alan Turing: The Enigma, New York: Simon  andSchuster.

3) http://www.turing.org.uk/index.html

4) Brewster, E. T. (1939); Natural wonders every child should know, New York: Doubleday. İlk baskısı ise 1915 yılına ait.

5) Turing, A. M. (1937); “On computable Numbers, with an application to the Entscheidungs problem”, Proceedings of the London Mathematical Society, (Ser. 2, Vol. 42, 1937).

6) Government Code and Cypher School

7) http://tr.wikipedia.org/wiki/Konrad_Zuse

8) Turing, A. M. (1950); “Computing Machinery and Intelligence”, Mind 49, 433-460.

9) http://tr.wikipedia.org/wiki/Loebner_%C3%96d%C3%BClleri

10) Turing, A. M. (1950); “The chemical basis of morphogenesis”, Philosophical Transactions of the Royal Society of London, Series B, Biological Sciences, 237, 37-72.

11) Tompkins ve arkadaşları (2014); “Testing Turing’s theory of morphogenesis in chemical cells”, Proceedings of the national academy of sciences, 111, 4397-4402.