Ana Sayfa 136. Sayı Telliamed

Telliamed

713

Telliamed’e günümüzün bilgisiyle baktığımızda, de Maillet’nin kuramının bir evrim kuramı olmadığı fakat bazı iddialarının çok isabetli olduğunu görürüz: Yeryüzünün çok uzun, yavaş ve rasgele süreçler sonucu şekillendiğini; Dünya’nın yaşının milyar senelerle ölçüleceğini; fosillerin, bizlere, günümüz bitki ve hayvanlarından farklı biçimler sunduğunu; ve günümüzde güçlü bir varsayım olan, yaşamın denizlerde başladığı ve tüm canlıların bu ilk şekillerden dönüştüğünü; işte tüm bunları doğru görmüştü Kahire Konsolosu.

Günümüzde az tanınan bir eser olsa da, Telliamed, bilim tarihinin gelmiş geçmiş en sıra dışı, egzotik, hatta fantastik kitaplarından biridir. Gerçekten bilimden mi, kurgudan mı, yoksa bir sosyoloji veya felsefe eserinden mi söz etmek gerekir, belli değil. Ama şurası gerçek ki eser, ister sıradan vatandaş ister entelektüel tabakadan olsun, zamanının okurlarını, hatta bir yüzyılı aşkın bir süre boyunca aralarında Buffon, Cuvier ve Darwin gibi ünlü isimlerin bulunduğu doğa bilginlerini bile etkilemeyi ve tarihte iz bırakmayı başarmış bir eserdir.

Telliamed 1748 yılında, yazarının ölümünden on yıl sonra yayımlandı. Kitabın ana teması, Hıristiyan âleminin kutsal kitabının öğretisiyle taban tabana zıttı: Evrenin yaşının sonsuz olduğu ima edilmekle kalınmıyor, Dünya’nın yaşının da Eski Ahit’te duyurulduğunun aksine, birkaç bin yıl değil, birkaç milyar yıl dolaylarında olduğu iddia ediliyordu. Ayrıca, hayatın denizlerde başlayıp zamanla çeşitlenmiş, deniz sularının geri çekilip karaların ortaya çıkmasıyla da denizden karaya intikal etmiş olduğu ileri sürülüyordu. İnsanoğlunun kökeni ise -Tekvin’deki Adem ile Havva’nın yaratılış öyküsü bir yana- denizlerde aranmalıydı: Biz insanlar, çok uzun süreler denizlerde yaşamış insansı atalarımızın, karada yaşam sürmeye ve hava solumaya ayak uydurmuş torunlarıydık.

Yazar: Benoît de Maillet

Peki kimdi bu kitabın yazarı ve nasıl olmuştu da 18. yüzyılın ilk on yıllarında böylesine iddialı bir eseri kaleme alma cüretini gösterebilmişti?

Benoît de Maillet’nin yaşam öyküsü hakkında çok ayrıntılı bilgiye sahip değiliz.(1), (2) 1656 yılında aristokrat bir ailenin evladı olarak Fransa’da dünyaya gelir de Maillet. Kraliyet sarayında nüfuz sahibi dostlarının kendisine arka çıkması ve özellikle Kraliyet Evi’nin Sekreterliği’ni yürüten Pontchartrain Kontu’nun desteği ile, 1692 yılında, Fransa’nın Mısır Konsolosluğu’na atanır ve bu görevi 16 yıl boyunca, yani 1708’e kadar icra eder. Fransa Kralı’nın bu Osmanlı topraklarında temsilcisi olan konsolusun görevi, Kahire’ye yerleşmiş küçük bir Fransız tüccar topluluğuna göz kulak olmak, bu kişilerin vergi sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerini denetlemek ve olası asayiş sorunlarını çözmekti (aslında de Maillet, görevini görüldüğü kadar masumca icra etmiyordu: Emrinde çalışan bir ajanlar takımını, hem Fransız topluluğu hem de Kahire’nin “hassas” merkezleri hakkında bilgi toplamak göreviyle iş başına getirmişti). Ayrıca, Fransa Kralı’nın Habeşistan özel temsilciliğini de üstlenmişti.

Mısır’daki görevi biter bitmez, bu sefer daha prestijli bir pozisyona, İtalya’da Livorno Konsolosluğu’na atanır de Maillet. Orada 1714 yılına kadar kalır ve sonraları, 1720’ye kadar, Lövan ile Barbarya Ülkeleri diye anılan (Barbarya Ülkeleri, Kuzey Afrika’nın, Mısır’ın batısından Atlas Okyanusu’na kadar uzanan bölgesidir) coğrafi alandaki Fransız yerleşim noktalarının müfettişliğini icra eder. Bu görevi icabı gerçekleştirdiği geziler sayesinde doğal dünyayı görüp gözlemler. Sonrasında emekli olup Fransa’ya döner ve 1738 yılında hayata veda edene kadar Marsilya kentinde yaşar. Mesleği ve görevinin ötesinde pek çok konuya merak saran de Maillet, kariyeri boyunca birkaç kitaba imza atar.

‘Bir zamanlar tüm yeryüzü deniz sularıyla kaplıydı’

Kahire Başkonsolosluğu yıllarında, Benoît de Maillet, diplomatik sorumlulukları ve idari görevlerinin yanı sıra, Dünya’nın yapısına ve türlerin kökenine ilişkin derin felsefi konulara kafa yorar. Daha sonraki dönemlerde de üzerine çalışmaya devam edeceği Telliamed’in büyük bir kısmını işte bu Mısır yıllarında kaleme alır. Kitabın tam ismi, Telliamed, veya denizlerin azalması, yeryüzünün oluşumu ve insanın kökeni vs. hakkında bir Hintli filozof ile bir Fransız misyoner arasındaki sohbetler şeklindedir.(3)

Kitap, ismini, hem Dünya’nın oluşumunun hem de yeryüzünde yaşayan canlı varlıkların kökeninin sırrını çözmüş Hintli bir filozofun adından alır. De Maillet, tahmin edilebileceği gibi, kendi düşüncelerini bu hayali bilge insanın ağzından aktarır. Zaten biraz dikkatli bir okur, Telliamed’in, de Maillet’nin tersten okunuşu olduğunu görecektir

De Maillet, namı diğer Telliamed, insanlık tarihini kökten değiştirecek ve kendisine şöhret kapılarını açacak müthiş bir gerçeği ortaya çıkarmıştı: Çok yüksek dağların zirvelerinde bile, tortul kayaçların içerisine hapsolmuş, deniz kabukluları fosilleri vardı. Bu gözleminden yola çıkarak, eski çağlarda tüm yeryüzünün deniz sularıyla kaplı olduğuna ve zamanla deniz sularının geri çekildiğine kanaat getirmişti de Maillet. Bu varsayımını pek çok olgu doğruluyordu aslında. Örneğin, geçmişte liman vazifesi görmüş olan birçok mekân artık su seviyesinin üzerinde bulunuyordu. Bir diğer kanıt ise, Herodot’u okurken çıkmıştı de Maillet’nin karşısına.(4) Milattan önce 5. yüzyılda yaşamış olan bu ünlü tarihçi, Herodot Tarihi ismiyle anılan eserinde, Nil Nehri coğrafyasına ait bazı çöllük alanlarda, gemileri palamarlamak için kullanılan büyük demir halkalar gözlemlediğini aktarır. Bu olaydan o kadar etkilenir ki de Maillet, kendi gözüyle tanıklık etmek ister. Bu amaçla antik Memfis şehrine ulaşmak için bir keşif seyahati düzenler. Çabaları boşa çıkmaz: Kahire’nin yaklaşık 20 km güneyinde efsanevi şehrin kalıntılarına ulaşınca, Herodot’un yazılarında aktarıldığı gibi, nehir kıyısından hayli uzaklarda gemi bağlamak amacıyla kullanılan bir dizi demir halkalar gözlemler. Sadece Herodot değil, geçmişte başka düşünürler de denizlerin azalmasına dikkat çekmişti aslında, ki bunlardan biri Ömer Hayyam’ın ta kendisiydi. Deniz sularının zamanla azaldığına ikna olan de Maillet’nin önünde şimdi daha zor bir soru duruyordu: Denizlerin geri çekilme hızı neydi?

Bir saplantı haline gelen bu soruyu yanıtlama çabasına giren de Maillet, keşif gezilerini sıklaştırır, jeoloji, yeryüzü katmanları ve fosillerle ilgili bilgiler toplar, tarih kitaplarını irdeler, antik belgelere ulaşır, Arapça öğrenir, Türk, Arap, Hıristiyan ve Kopt âlim, tarihçi ve din bilginleriyle tanışıp ilk ağızdan bilgi alır. Tüm bu kaynaklardan elde ettiği verilerden yola çıkarak, deniz sularının geri çekilme hızının, asırda yaklaşık üç inç olduğunu hesaplar. Dolayısıyla, yeryüzündeki en yüksek dağlar dikkate alındığında, karaların günümüz şekliyle ortaya çıkmasının yaklaşık 2,4 milyar yıl süreceği sonucuna varır.

Denizinsanı!

Böylesine sıra dışı bir buluşun, canlıların oluşumu hakkında da fevkalade önemli sonuçları vardı çünkü hayat da kadim zamanlarda suda başlamış olmalıydı. Suların geri çekilmesi ve kıtaların oluşmasıyla, bitkiler ve hayvanlar karalara yayılmış olmalılardı. Karaya geçiş, kutuplara yakın bölgelerde daha yoğun bir şekilde gerçekleşmiş olmalıydı, çünkü havanın daha nemli ve puslu olduğu bu ortamlarda, su ile hava arasındaki farkın asgari düzeyde oluşu bu geçisi kolaylaştıran bir unsurdu. İşte bu şartlar altında, yosunlardan ağaçlar, uçan balıklardan da kuşlar türemişti. Zaten karada gözlemlediğimiz her yaşam şeklinin su ortamında bir karşılığı yok muydu? Sudan karaya geçiş sürecine günlük yaşamda da tanıklık etmek mümkündü: Örneğin fokların su ortamını terk edip karada yaşam sürme çabaları -ki bu olay Foça, Smyrna ve Kontantinopolis gibi liman kentlerinde çok sayıda görgü tanığının aktarımıyla belgelenmekteydi- bu sürecin sadece canlı bir kanıtı olabilirdi.

İnsanın atası da balıktı ve bu ata, insansı şeklini, henüz deniz ortamındayken kazanmıştı.
Telliamed’in aktardıkları, de Maillet’nin, insanoğlunun denizaltı yaşamı hakkında çok sayıda delil toplamayı başarmış olduğuna işaret ediyordu. Bunlar arasında belki de en önemli gösterge, denizinsanına günümüzde hâlâ ara sıra rastlanılır olmasıydı. Örneğin 592 yılında Nil Nehri bölgesinde suları kıyıdan seyreden bir subay, su yüzünde peydahlanan biri erkek diğeri dişi iki denizinsanı gözlemlemişti. Erkeğin saçı kızıl, ten rengi ise kahverengiydi, ama buna karşın siyah saçlı ve iri göğüslü olan dişi, pürüzsüz bir vücuda sahipti. 894 yılında denizciler, yakaladıkları büyük bir balığın karnını yardıklarında, bir denizkızını gün ışığına çıkarmışlardı. 1430’da Hollanda’da Edam şehrinde, çamurlardan bir denizkızı çıkarılmış, Martinikler’de 1671’de yarı insan görünümünde bir deniz canavarı gözlemlenmiş, 1682’de Sestri’de erkek bir denizinsanı ve tekrar 1720’de Newfoundland sahillerinde bir erkek denizinsanı bulunmuştu. Bu denizinsanlarının bazıları ele geçirilmiş, ancak kısa bir süre sonra ölmüşlerdi. Demek ki insanın da denizlerden geldiği yadsınamaz bir gerçekti. (Günümüzde de uzaylı gördüğünü iddia eden insan sayısının hiç de azımsanmayacak boyutta olduğunu hatırlatalım!)

Peki hayatın kökeni ne olabilirdi? Bilgin Telliamed’e göre hava ve denizler, Dünya’daki tüm canlı varlıkların türediği tohumlarla doluydu fakat bu tohumlar o kadar küçük ve narinlerdi ki onları en güçlü mikroskop yardımıyla bile gözlemlemek mümkün değildi. Tohumlar, solunum veya beslenme yoluyla canlıların içine yerleşir ancak belli bir yaşa gelen erkek yaratığın damarlarında aktif hale gelir ve gelişirlerdi. Dişi varlığın rahmine düşen bu tohumlar gelişmelerine devam eder, güçlenip büyürlerdi. Söz konusu tohumlar, evrenin yaratılışından -belki de ezelden- beri mevcuttu. Burada tabii ki de Maillet, izi antik Yunan çağına uzanan ve tarihte zaman zaman ortaya çıkan panspermia varsayımını dile getirmişti. Tüm bunların yanı sıra bir başka aykırı görüşü de felsefe edinmişti Telliamed: Dünya, insanoğlu için yaratılmış değildi, insan, yaşam sahnesinde yer alan çok sayıdaki aktörden sadece bir tanesiydi…

Kitabın yayım öyküsü

Görüldüğü gibi, hem de Maillet’nin mesleği icabı temsil ettiği resmi pozisyona, hem de o zamanın ruhu ve özellikle de dini inançlarına ters düşen bir eserdi Telliamed. Bu sakıncalı durumun farkında olan de Maillet, bir parça tedbir almayı ihmal etmemişti. Bir defa kitabın bir sohbet şeklinde kurgulanmış olmasıyla -Galileo’nun Dünyanın İki Esas Sistemi Üzerine Diyaloglar (1632) veya Fontenelle’in Dünyaların Çokluğu Üzerine Konuşmalar (1686) eserleri benzer tarzda yazılmıştı- öne sürülen tüm iddiaların kendisine değil, Hintli bir filozofa ait olduğunu söyleyebilirdi. Zaten yazar da, yani Fransız misyoner, Hintli filozofu sadece dinlemekle yetinmiyor, onun savlarını sorgulayıp reddetmekten kaçınmıyordu. Ama de Maillet, başına iş açılmasını engelleyecek en önemli tedbiri, kitabını hayattayken yayımlamamakla almıştı – her ne kadar taslak metinler Fransa’da meraklılar arasında elden ele dolaşmakta olsa da!

1708 yılında Livorno’ya yerleştikten sonra, Telliamed üzerine yıllarca çalışmaya, bilgi, belge ve delil toplamaya devam eder de Maillet. 1719 yılına gelindiğinde, emekliliğe ayrılmış olan de Maillet, kitabının redaksiyonunu üstlenecek bir editör ararken Paris’te çalmadık kapı bırakmaz. Herhangi bir editörle anlaşamadığı gibi, kitap yayın ve ticaretinde devlet tarafından uygulanan ağır sansüre şahsen tanıklık eder. Bu şartlar altında, Telliamed’in akıbeti ne olabilirdi? Üstelik, kitapta ifade edilen düşünceler, ne kadar doğru ve sağlıklıydı? Otorite sahibi bir kişinin danışmanlığına ihtiyaç duyan de Maillet, kitabını, Bilim Akademisi Sekreteri ünlü Fontelle’e sunmaya karar verir. Fontenelle’in olumlu kanaati cesaretlendirir de Maillet’yi, hatta yaşlı akademisyen, kitabın içeriğinin daha da genişletilmesi ve o sıralar en güncel konular arasında yer alan türlerin kökeni meselesinde yeni bir teori varsa eğer, ondan da mutlaka söz edilmesi gerektiği yönünde tavsiyede bulunur.

De Maillet, tekrar işe koyulur. Hayatının eseri Telliamed’i tam arzu ettiği şekle sokabilme saplantısına kapılan yazar, son yıllarında, daralan zamanın baskısı altında, bir trajik tiyatro aktörüne dönüşür adeta. Ekleyerek, tekrar çıkartıp düzelterek ve sürekli yeni bilgiler dahil ederek, bir türlü yayına kavuşamayan eseri üzerine daha yıllarca çalışır. 1733 yılında tanıştığı, editörlük, yazarlık ve çevirmenlik işleri yapan 36 yaşındaki Katolik rahip Jean-Baptiste le Mascrier, Telliamed’in redaktörlüğü üstlenir. Hayatının son aylarında, artık iyice yaşlanmış olan de Maillet, le Mascrier’den redaksiyon işini bir an önce tamamlamasını ister. Hasta yatağından bile, le Mascrier’ye kitabı hakkında düzeltme ve eklemelerini yollar. Ancak Ocak 1738’de de Maillet’nin ölümü ve maddi kaynağın kesilmesiyle, le Mascrier, redaksiyon işini ağırdan almaya başlar. Kaldi ki, de Maillet’nin ortaya sürmüş olduğu kişisel kopyalarıyla Telliamed Paris salonlarında hâlâ elden ele geçmeye devam eder…
Sonunda, le Mascrier, Telliamed’i yıllarca redakte ettikten sonra Paris’te değil, sansür baskısının daha hafif olduğu Amsterdam’da yayımlatır. Ancak başına iş açılmasından endişe ettiğinden, de Maillet’nin orijinal metnine çok sayıda değişiklik getirir. Genel olarak kitabı, İncil ile çelişmeyecek en uyumlu şekle sokar, örneğin, Dünya’nın yaşının milyarlarca yılla ölçüleceği iddiasını siler, yerine, binlerce yıldan bahsetmeği yeğler, ve de Maillet’nin önemli bir düşüncesini -yerkürenin oluşumunu güden raslantısal süreçler olduğu fikrini- bir tarafa iter. Tüm bu değişikliklere rağmen, kitap, büyük bir infial ile karşılanır ve skandala yol açar; belki de tam bu yüzden, asrının en iyi satan kitapları arasında yer almayı başarır. Voltaire’i bile çileden çıkarır Telliamed: “Konsolos de Maillet Tanrı’ya öykünmek ve kelimeler ile bir dünya yaratmak isteyen şarlatanlardan biriydi… Her şeyin denizin bir eseri olduğunu, sularının dağları şekillendirdiğini ve insanlar kökenlerini balıklara borçlu olduklarını tahayyül etmişti.”

Kitaba günümüzün bilgisiyle baktığımızda, de Maillet’nin kuramının(5) bir evrim kuramı olmadığı fakat bazı iddialarının çok isabetli olduğunu görürüz: Yeryüzünün çok uzun, yavaş ve rasgele süreçler sonucu şekillendiğini; Dünya’nın yaşının milyar senelerle ölçüleceğini; fosillerin, bizlere, günümüz bitki ve hayvanlarından farklı biçimler sunduğunu; ve günümüzde güçlü bir varsayım olan, yaşamın denizlerde başladığı ve tüm canlıların bu ilk şekillerden dönüştüğünü; yaşamın sürekli bir değişim, bir gelgit sürecine tabi olduğunu; işte tüm bunları doğru görmüştü Kahire Konsolosu.

Darwin ve de Maillet

1860 yılının başlarında, üç ay önce yayımlanan Türlerin Kökeni’nin ilk baskısına katmayı ihmal ettiği bir öncüller tarihçesini kaleme almaya başlayan Charles Darwin, öncüller arasına de Maillet’nin ismini dahil eder.(1), (6) Tarihçe, eserin ilk Amerikan baskısında, ve daha geliştirilmiş şekilleriyle daha sonraki Londra baskılarında yer alır. Ancak öncüller listesi ve liste içindeki de Maillet’nin ismi, Darwin’in başlıca hasımlarından olan Richard Owen’in keskin gözü ve acımasız eleştirisinden kaçmaz. Owen, Darwin’in de zaten tam denizinsanlarına inanan de Maillet gibi fanteziperest bir kişi olduğunu ima eder. Kitabı okumadan listesine dahil etmenin bir hata olduğunu anlayan Darwin, de Maillet’nin ismini Türlerin Kökeni’nin üçüncü baskısındaki tarihi özetten çıkarır. Darwin’in Telliamed’i bu olaylardan sonra okuduğunu; Darwin ailesinin evinde çatı arasına kaldırılmış bir kutu içerisinde, 1993 yılında ortaya çıkan Telliamed kopyasındaki Darwin’in kendi el yazısıyla düşülmüş notlardan anlamak mümkün….

Dipnotlar

1) Rebecca Stott, Darwin’s Ghosts – In Search of the First Evolutionists, Bloomsbury, London, 2012.
2) http://en.wikipedia.org/wiki/Beno%C3%AEt_de_Maillet
3) http://books.google.ch/books/about/Telliamed_or.html?id=RurA8NqAfeUC&redir_esc=y
4) http://www.strangescience.net/demaillet.htm
5) http://www.encyclopedia.com/topic/Benoit_De_Maillet.aspx
6) S. Ölçer, “Darwin’in listesi”, Bilim ve Gelecek, s.68-71, Nisan 2014.

Önceki İçerik‘Dini söylemlerin’ katliamları meşrulaştırıcı işlevi
Sonraki İçerikÇöpe atılan bilgisayarlar