John Cage’in 20. yüzyılın en önemli müzisyeni ve 1950’lerden itibaren modern sanatları en çok etkileyen kişi olduğunu iddia edenlerin sayısı az değil. Cage, tekrarlardan uzak, hep yeniyi arayan bir öğrenci olarak rastlantıyı müziğinin temeli yaptı. Yetinmedi, tiyatroya, dansa, gravüre, vb. alanlara uyguladı. Dikkat kesilin, her yerde ondan bir şeyler var.
1982 yılının soğuk bir Ocak gecesine gidiyoruz. G. Büchner’in Lenz isimli kısa romanıyla aylarca saplantılı bir biçimde uğraşan tiyatro ekibinin piyanisti Semih Fırıncıoğlu’nun yanına birisi yaklaşıyor. İzleyicilerden John Cage ve Merce Cunningham’ın kendisiyle tanışmak istediklerini o an öğreniyor Fırıncıoğlu.
New York’taki bu görüşmenin gündeminde, oyunda çalgı olarak kullanılan piyano yer alıyor. Fırıncıoğlu ile oyuncu C. Bruce gösteriye hazırlanırlarken, “[müziğin oyuncuya alışıldık biçimde eşlik etmesi yerine oyuncuyla eş düzeyde bir birim oluşturmasına” (Fırıncıoğlu, s.2) (1) karar veriyorlar. Fırıncıoğlu piyanosuyla çalışmalar yaparken sınırlandığını fark edip kimi yenilikler arıyor. Haftalarca süren arayışlardan sonra piyanonun ön kapağını, çekiç sistemini çıkarıyor; tel, silgi, farklı türde sopalar, vb. nesnelerle tellere vurarak, ilginç tınılar elde ediyor. Cage o gece bu çalgıya bir isim verip vermediğini sorduğunda, Fırıncıoğlu’nun yanıtı “soyulmuş piyano” oluyor. Cage’in gösteride, uzun yıllar önceki “hazırlanmış piyano”sunu ve zorlu yolculuğunu hatırladığına şüphe yok.
Arnold Schönberg ve Cage’in gelişimi
Cage, okul tarihindeki en iyi ortalamayla liseden mezun olduktan sonra başladığı iyi bir üniversitenin ikinci yılında, zaman kaybı diyerek resmi eğitimi bırakır. Kendisini geliştirmek için başka bir yol izlemeyi tercih eder. 1,5 yılını, Avrupa ve Kuzey Afrika’da müzik, resim, edebiyat, mimari, vb. alanlarda araştırmalar yaparak geçirir ve müzikte Schönberg’e odaklanır.
Schönberg, I. Stravinsky ile beraber, 1920-30’ların müzik dünyasındaki iki önemli isimden biridir. “Cage’in bu dönemde yazdığı müzikler kabaca Schönberg’in diziselliğine benzeyen, matematiksel bir temele oturtmaya çalıştığı atonal çalışmalardır.” (s.7) Cage, tonal müziği aşan, belirli bir tonu merkeze almayan, on iki ton sistemiyle tanıdığımız Schönberg’e hayrandır. Bu nedenple, önce Schönberg’in öğrencisi A. Weiss’tan, ardından 1935-37 arasında Schönberg’in kendisinden dersler alır. Fırıncıoğlu, Cage’i anlamak için Schönberg üzerinde durmak gerektiğini belirtiyor. Schönberg’in yeni sisteminde de kurallar vardır; sistem sesin perdesiyle ilgilidir, eserde bütünlük gözetilir, müziğin bir şey anlatmak, ifade etmek amacı bulunmaktadır. Zamanla Schönberg ile Cage arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlar. Cage armoniyi ve perdeyi merkeze koymak yerine, tını ve süreye ağırlık vermektedir.
Fikirleri bu sıralarda iyice şekillenmekte olan Cage, asistanlığını yaptığı bir film yapımcısından etkilenerek, herhangi bir nesneden ses elde etmeye, bilinen vurmalı çalgılar dışındaki bu nesneleri de kullanmaya başlar. Müzikte her şeyden önce sesin geldiğini düşündüğü için her türlü sesi kullanmaya yönelir. Melodi veya armoni ilk önceliği değildir. “Her türlü müzik arasındaki en küçük ortak payda budur. Ses de dört niteliğin bileşimiyle belirlenir: perde, gürlük, süre ve tını.” (s.14) Sesin en önemli bileşeni tınıdır. Gürültü de bir sestir, müzikal olan ve olmayan ses ayrımı hatalıdır. Cage geleneğe karşı durmaktadır. Mart 1940’ta, S. Fort’un dans gösterisi için hazırlayacağı müzikle uğraşırken, piyanonun telleri arasına vida, kâğıt gibi nesneler sıkıştırır ve ünlü “hazırlanmış piyano”sunu oluşturur. Cage bu yöntemle piyanoda tınıyı değiştirmenin yolunu bulmuştur. Hazırlanmış piyano, modern müzik için ayrı bir çalgı olarak kabul edilecektir.
Rastlantı ve I Ching
1951-52, Fırıncıoğlu’na göre Cage’in en yoğun ve üretken olduğu dönemdir. Cunningham’ın bir eserine eşlik etmek üzere yazılan Sixteen Dances, Cage’in “ifade”, “amaç”, “niyet” gibi kavramlardan ilk uzaklaşmasıdır. (s.27) Cage, evrenin nesnel bir şekilde kavranması taraftarıdır. Anlam aramaktan ziyade bir şeyin ne olduğuyla ilgilidir. Doğanın işleyişindeki rastlantıyı, sanata taşımaktadır. Bu parçanın üçüncü ve son bölümünde ilk defa I Ching kullanmaya başlar. I Ching, Çin felsefesi ve kehanetlere dayanan bir kitaptır. Cage için önemli olan, mistik veya gizemli yorumlar değildir elbette. Amacı, bu kitaptaki rastlantı yöntemlerini kullanarak beste yapmak; egosundan, kişisel tercihlerden kurtulup rastlantıyla yol alabilmektir. Yazı tura atar gibi I Ching paralarıyla sesin perdesini, süresini, gürlüğünü belirler. Bu şekildeki ilk bestesi Music of Changes, icrası imkânsız gibi dursa da, Cage’in uzun yıllar beraber çalışacağı, usta piyanist David Tudor tarafından 1952’de çalınır. Imaginary Landscape No. 4, “[s]unum anında ne sonuç vereceği önceden bilinmeyen ilk müzik yapıtı olarak tarihe” (s.29) geçer. “İlk dinletimi Mart 1953’te yapılan Williams Mix de rastlantı yöntemiyle bestelenmiş, bütünüyle manyetik bant kullanan ilk elektronik yapıt” (s.30) olur. Söz konusu işlemleri tiyatroya da taşıyan Cage, sahnede aynı anda ancak birbiriyle ilintisiz şekilde dans etme, metin ve şiir okuma, piyano çalma, film gösterimi yapma, vb. metotlarla teatral gösteri geleneğini sorgulamaya girişir.
Alışılmadık projeler
Dört otuz üç isimli, dört dakika, otuz üç saniye süren eserle Cage deprem etkisi yaratan bir adım atar. Fırıncıoğlu bu yapıttan, “yalnızca Cage’in en bilinen, en önemli sayılan işi değil, tarihte ikinci bir örneğine rastlanmamış, estetik gelenekle bağını en radikal biçimde koparmış sanat yapıtı” (s.33) olarak söz ediyor. Tudor’un bir konserde icra ettiği eser, piyano kapağını kapatıp kronometreyi çalıştırması, belirli bir süre boyunca hiçbir şey yapmadan beklemesi, ardından kapağı açıp kısa bir süre sonra tekrar kapatması, yeniden kronometreyi çalıştırması döngüsünden ibarettir. Cage’in amacı dinlemeye odaklanmaktır. İnsanların sessiz sandıkları ortamda bile dinlenecek bir şeyler vardır. Bu eserle beraber pek çok isim Cage’e sırt çevirir.
Avrupa müziğine acımasız eleştiriler getiren Cage, sadece beste aşamasında değil, icra sırasında da rastlantıyı merkeze koymaktadır. Bu dönemde başvurduğu kavram, “belirlenmemişlik”tir (indeterminacy). 1967’de, bilgisayarcı L. Hiller’la tanışır ve yaşamındaki en geniş kapsamlı işlerden biri olan HPSCHD üzerinde çalışmaya başlar. Cage’in rastlantı yöntemleriyle bilgisayar algoritmaları birleştirilir. Bu arada Ed Kobrin isimli bir programcı, “I Ching’in bilgisayar simulasyonunu yazmayı başarır” (s.52). HPSCHD ile oldukça karmaşık eserler, sıra dışı sesler elde ederler.
Cage ve Tudor, 1985 yılında, İstanbul Festivali’nde sahneye çıkarlar ancak Cage parçasını bitirdiğinde, salonun yarısı çoktan boşalmıştır. (s.71) 1985’te Cage Europera isimli bir projeye başlar. Avrupa’nın opera geleneğini karşısına alacaktır. Cage’in birbirinden bağımsız öğeleri kullanma çabası, Almancada Gesamtkunstwerk olarak bilinen ve organik bir bütünlüğü olan anlayışla terstir. Bilgisayar programcısı A. Culver’ın yardımıyla Cage yine rastlantıya başvurur ve topladığı verileri notalara döker. 1987’de Frankfurt Operası tarafından sahnelenen yapıtta şarkıcılar eserleri seslendirirken birbiriyle alakasız işler yapar; orkestra üyeleri kendi bireysel notalarını, bir şef olmadan çalar; bir yandan da rastlantıya dayalı ışık gösterisi sürer. Alman basınının bu projeyle ilgili yüz civarında yazı yazması, yapıtın etkisini göstermesi bakımından fikir verebilir.
Ramapo Dağları
Son yıllarında “zaman parantezleri” adını verdiği yeni bir besteleme tekniği geliştirir Cage. Bu çalışmalarını, anarşist bir toplumun örneği olarak gösterir. Rastlantıyı yazılarında, sayfa düzenlemelerinde, mezostik şiirlerinde, gravürlerde, H. D. Thoreau ve J. Joyce metinlerinden yola çıkarak tamamladığı projelerde de kullanır.
İlgilendiği her şeyi birbiriyle ilişkilendirmekte ve üretimlerinde yararlanmaktadır. Disiplin, adanmışlık ve çalışkanlık onun için vazgeçilmezdir. Hoşlansa da hoşlanmasa da bir işi ciddiyetle yapmayı hedeflemiştir. Tekrarlardan uzak, yeniyi arayan bir öğrencidir her zaman. Yalnızlığı, maddi zorlukları çok görmüş, dilenecek kadar yoksul günler geçirmiştir. Eserlerinde toplumsal yararı asla geri plana atmadan, mevcut bozuk düzeni değiştirecek işlere odaklanmıştır.
Kimsenin görmezden gelemeyeceği bu büyük besteci, kimilerine göre 20. yüzyılın en önemli müzisyeni, 1950’lerden itibaren modern sanatları en çok etkileyen kişidir. 80 yaşında, 12 Ağustos 1992’de hayatını kaybetmiş, isteği üzerine külleri, anne ve babasınınkiler gibi Ramapo Dağlarına serpilmiştir. Esen her rüzgâr, ondan bir şeyler getirir bize.
John Cage doğadadır, müziği gibi.
Dipnotlar
1) John Cage, Seçme Yazılar, Yayına Hazırlayan ve Çeviren: Semih Fırıncıoğlu, Pan Yayıncılık, (2012). Alıntıların tamamı bu kitaptan, herhangi bir değişiklik olmadan yapıldı. Fırıncıoğlu’nun incelemelerinden yararlandığım için kaynak gösterirken onun soyadını kullandım. Cage’in çalışmalarından haberdar olmamı sağlayan, yorumlarıyla ve sağladığı kaynaklarla bana destek olan, çevirmen Erhan Altan’a teşekkür ederim. Yine onun önerisiyle hazırladığım benzer başlıktaki bir başka çalışma için 2 numaralı dipnota bakabilirsiniz.
2) Murat Naroğlu, Müzikte matematik, bilgisayar ve Xenakis, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı 137, s.86-87, (Temmuz 2015)