Çocuklarımızın zihinleri çok kıymetlidir. Tüm yaşamları boyunca içlerinde taşıyacakları kaygılar, yargılar ve zorluklara yol açacak bir eğitimden geçmelerine göz yummak çocuklarımıza yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biridir. Bu nedenle bilimsel düşüncenin karşıtı olarak çocukların kafasını karıştıran ve arada bırakan, korkutucu, soyut- anlaşılmaz bir din eğitiminden çocuklarımızı olabildiğince uzak tutmalıyız.
Ağaç yaşken eğilir derler ama biz ağaçlarımızı eğmek istemiyoruz. Boy versin, üretken, şen bir ağaç olsun, çoğalıp bir orman olsun istiyoruz ve bunun koşullarını da ayarlamalıyız.
Çocuklara zorunlu din eğitimi verilmesi, onların ruhsal gelişimini olumsuz etkileyen bir süreçtir ve bu çocuk istismarıdır.
Dinsel eğitim çocuk zihnini nasıl şekillendirir?
Çocuklara sunulan din eğitiminde hâkim olan duygu korku ve belirsizliktir. Din derslerinde çocuklar cezalarla, hem de ölümden sonraki yaşama ait sonsuzlukta cehennemde yanmak gibi aşırı cezalarla korkutulur ve istenilen davranışlar kazandırılmaya çalışılır. Bir çocuğun bir erişkine dönüşümünde, içindeki dürtüleri bastırmasının, toplumsal kurallara uyum sağlamasının bir yolu olarak, dışsal bir süperego (toplumsal vicdan denebilir) olarak dinin bir işlevi olduğu düşünülür. Oysa süperego içselleştirilirse, yani kişinin başkasına (anneye babaya, tanrıya…) bağımlı olmayan bir vicdanı varsa, bu gerçek bir vicdandır. Diğer türlü çocuk annesi kızacak diye kediyi tekmelemez ama annesi gidince tekmelemekte bir sakınca görmez. Allah günah yazar diye karısını aldatmayan bir adam, muta nikâhıyla kendini de karısını da aldatmanın yolunu bulur. Çocuğun doğruyu öğrenmesinin ve toplumsal kurallara uyum sağlayabilmesinin asıl yolu, bu kuralların nedenlerinin ve sonuçlarının anlatılması ve çocuğun, yaptığı yanlışların sonuçlarına katlanabilmesidir.
Çocuk zihni erişkininkinden çok açıdan farklıdır. Çocuklar;
– 12 yaşına kadar soyut düşünemezler. Somut düşünme evresinde çocuklar, onlara anlatılan her şeyi beş duyu ile kavramak ister. Bu dönemde çocuklara anlatılan her şey, her an yanlarındadır.
– Soyut düşünme evresine kadar büyüsel düşünürler. Düşüncelerini ise gerçekleşmiş gibi algılarlar.
– Suçluluk düşüncelerine yatkındırlar ve olaylardan neden sonuç ilişkisinden bağımsız olarak kendilerini sorumlu tutarlar.
– Gerek ruhsal, gerekse fiziksel olarak bir erişkin gücünde ve deneyiminde olmadığından, kendilerini doğal olarak güçsüz ve güvensiz hissederler. Korkmaya eğilimlidirler. Dini öğretilerdeki cehennem, cin çarpması, doğaüstü güçler gibi belirsiz korku temalı anlatılar, oruç, namaz gibi zorlayıcı, stres oluşturan beklentiler, yapabileceklerinin ötesinde sorumluluk yüklemeler, anlayamayacağı kavramlarla zihnini doldurmalar, çocuklarda belirsizlik ve korku duygusunu şiddetlendirir ve kendilerini yalnız ve güvensiz hissettirir.
– Hayatı bölerek algılamaya eğilimlidirler. Çocuklar için hayat iyiler ve kötüler olarak algılandığında hayatı anlamak ve güvende hissetmek daha kolaydır. Sağlıklı bir ruhsal gelişimde bu bölme zamanla aşılır, siyahlar ve beyazlar bütünleşir ve hayatın grinin tonları şeklinde algılanması ile son bulur. Din eğitimi, bir dine inananlar ve diğerleri şeklinde insanları bölerek çocuğun bu eğiliminin aşılmasının önünde engel olur. Hem çevresindekileri bölmesine hem de kendi iyi ve kötü yanlarını bütünleştirememesine yol açar.
– Ölümü bir erişkin gibi ancak 10 yaşından sonra algılayabilir. Ölümle erişkinler bile yüzleşmekte zorlanırken, çocuklar ve gençler için ölüm daha da zor bir konudur. Yakınlarından biri ölmedikten sonra konuşulması erken yaşlarda önerilmeyen, hayatın akışı içerisinde doğru ve hassas biçimde anlatılması gereken ölüm sürecinin, nasıl ölüneceği, ölü ile kurulacak ilişki, ölümden sonra yaşam gibi dini başlıklarla tekrar eden biçimde çocukların gündemine girmesi sağlıklı değildir. Kafalarını karıştırır, korkutur ve kaygılandırır.
– Zorunlu din dersinin verildiği çağlarda çocukların kimlik gelişimi tam oluşmamıştır, ergenliğin sonunda tamamlanır. Özellikle cinsiyet rollerinin kazanılması ve çocukların cinselliği merak ettiği yıllarda dinin baskıcı, yasakçı ve suçluluk duygusu eken yanı nedeniyle hayatın doyum veren, canlandıran, yakınlaştıran çok önemli bileşenlerinden biri sakatlanmış olur. Sağlıklı gelişimde önemli olan cinsel haz, romantik ilişki, özgür yönelim gibi kavramların yerini utanç, günahkârlık, suçluluk gibi olumsuz duygular alır, yaşamdan alınan keyif azalır.
– Çocukların duygularını denetleme ve yönetme becerileri azdır. Tıpkı olumlu duygularda olduğu gibi hızlıca öfke, korku, hayal kırıklığı, üzüntü gibi olumsuz duygular hissedebilirler. En çok da en yakınlarında olan anne ve babasına karşı, özellikle de ergenlik döneminde. Oysa din eğitiminde anne babaya öfkelenmek, of demek bile büyük bir günah olarak anlatılır. Of dese suçluluk duyguları artar ama öfke vardır ve oradadır. Bu öfkenin içe atılması çocukta depresyon belirtilerine yol açabilir.
Çocukluk çağı kişiliğin, bir heykel oluşmadan önce hamurun yavaş yavaş yoğrulması gibi şekillendiği yıllardır. Bu dönemde öğrenilen dini bilgilerin bilinçli bilgilerden çok çocuğun kişiliğini; kendine, hayata, davranışlarına bakışını etkileyen bilinçaltını şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Erişkin olduğunda sorgulayıp bazılarını değiştirse de maalesef hepsini temizlemek, iliklerine işlemiş önyargıları silmek mümkün olmaz. Bu nedenle kişiliğin geliştiği yıllarda çocuğun bilinçaltına korku, suçluluk, kötülük hislerinin ekilmesini engellemek; bölmeyi değil bütünleştirmeyi öğretmek önemlidir.
Çocuklarımızın zihinleri çok kıymetlidir. Tüm yaşamları boyunca içlerinde taşıyacakları kaygılar, yargılar ve zorluklara yol açacak bir eğitimden geçmelerine göz yummak çocuklarımıza yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biridir. Bu nedenle sistematik, tek mezhebin anlatıldığı, bilimsel düşüncenin karşıtı olarak çocukların kafasını karıştıran ve arada bırakan, korkutucu, soyut- anlaşılmaz bir din eğitiminden çocuklarımızı olabildiğince uzak tutmalıyız.
Çocuğumuz ve din dersi
Çocukların dini bilgileri çevreden öğrenmesi yerine okulda öğrenmesi daha iyi değil mi?: Çevreden öğrendiği bilgiler daha çok ebeveyn kontrolünde olur. Ya bir akrabadır, ya da konu komşu, arkadaş ve çocukları. Ne söylendiği, bunun çocuğu nasıl etkilediği daha hızlı saptanabilir ve çoğunlukla daha kolay kontrol edilir. Sistematik değildir. Oysa okulda öğretilen din eğitimi sistematiktir. Var olan eğitim sisteminde büyük çoğunlukla tek mezhebin anlatıldığı, bilimsel düşüncenin karşısında duran bir ders olarak çıkar karşımıza. Özellikle ilkokul döneminde çocuklar öğretmenlerini idealize etme, onlar ne derse inanma, onaylarını almaya çalışma eğilimindedirler. Bazı öğretmenlerin birbirine taban tabana zıt bilgileri anlatması, savunması çocuğu ikilemde bırakabilir.
Sonuç olarak dışarıda duyduğu, hayatın içinde görerek öğrendiği dini bilgilere göre okuldaki dersler daha yoğundur, etki gücü büyüktür, kafa karıştırıcıdır ve daha uzun bir zamanı kapsar.
Çocuğumun zorunlu din dersine girmemesini nasıl anlatmalıyım? Kim karar vermeli?: Öncelikle açıkça çocuğunuza neden din dersine katılmasını istemediğinizi anlatın. Sakıncalarını ve endişelerinizi belirtin. Sizin gibi dilekçe veren kişilerden örnekler vermeniz çocuğunuzun yalnızlık duygusunu hafifletecektir. Asla zorlayıcı ve ısrarcı olmayın ancak her zaman yanında olacağınızı belirtin. Fikirlerinizi söyleyin ve kararını vermesi için bir süre bekleyin.
Peki, çocuğum dışlanma korkusuyla zorunlu din dersinden muaf olmak istemezse?: Israr etmeyin. Nedenlerini anlatın, beraber baş edebileceğinizi belirtin, çocuğun güçlü yanlarını vurgulayın, kendi başınızdan geçen dışlanma korkuları ya da deneyimlerinden ve nasıl başa çıktığınızdan söz edin. Tarihteki ilerlemeler için hep bazı cesur, akıllı, bilgili ve sabırlı kişilerin öncülük ettiğini ve bu kişiler yenilikleri ilk getirdiklerinde öncelikle dışlandıklarını, sonradan takdir gördüklerini anlatın, tanıdığı kişilerden örnek verin.
Ancak çocuklar için akranlarınca dışlanmak, arkadaşlarınca sevilmemek çok çok zor bir yaşantıdır. Erişkinler için bile katlanması çok zordur. Bu duygularını konuşmak ve anlaşıldığını hissetmek bile çocuğa iyi gelecektir.
Eğer yine de istemiyorsa “sen hazır olduğunda, istediğinde yapabiliriz, ya da yapmayabiliriz” deyip konuştuklarınızı demlenmeye bırakmakta yarar var.
Çocuğum din dersinden muaf olursa dışlanır mı?: Önemli olan sizin çocuğunuzun arkasında durmanızdır. Ebeveynin zorluklarla nasıl baş ettiğini görmesi çocuğun da daha sonra hayatındaki zorluklarla nasıl baş edeceğini belirler. Ona kendi hikâyenizi anlatmanız, başkaldırdığınız, değiştirdiğiniz, dönüştürdüğünüz şeylerden söz etmeniz güç ve güven verecek, yalnız olmadığını hissettirecektir. Başka coğrafyalardan, farklı sistemlerden söz etmeniz ufkunu genişletecek, sıkışmışlık duygusunu aşmasına yardım edecektir.
Hali hazırda çocuğuna bilimsel eğitim vermeye çalışan, çocuğunun sorduğu soruları yanıtlayan, sürekli “sus” “ayıp” “günah” diyerek bastırmayan, çocuğuna alan açan ebeveynler ve çocukları zaten genel toplumdan farklı durmaktadır. Sosyal-kültürel ve bilimsel olarak donanımlı yetiştirmeye çalıştığımız çocuklarımız bu toplumda şimdilik zaten azınlıklar. Azınlık olmasınlar, dışlanmasınlar diye yoz bir kültüre teslim etmiyorsak çocuklarımızı, bundan daha da zararlı olabilecek bir din eğitimine de teslim etmemeliyiz.
Mücadele etmeyi öğrenmesi ve sonunda bir kazanım elde etmesi bir çocuğun en kıymetli deneyimlerindendir. Hele de beraber mücadele ediliyorsa. Bu deneyimi ellerinden almayalım. Din eğitiminden muafiyet almak, sadece kendi çocuğumuz için değil aynı zamanda tüm toplumdaki çocuklar için atılması gereken bir adımdır. Bir sınıfta bir çocuğun bile muaf olması, diğerleri için umut ve seçenek olacaktır.
Özellikle ergenliğe yakın yaşlarda asilik ve başkaldırma istenen ve akranlarca özenilen davranışlardır. Bu nedenle din dersi muafiyeti hiç beklemediğiniz şekilde çocuğun arkadaşlarınca ilgi çeken ve özenilen bir durum haline de gelebilir.
Not: Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı Aydınlanma Hareketi’nin Zorunlu Din Eğitimi Broşürü’nde bulunabilir.