Ana Sayfa 168. Sayı Bağdaşık bir psikolojiye doğru: İnsanın afektif doğası

Bağdaşık bir psikolojiye doğru: İnsanın afektif doğası

1921

Mektup

Jaak Panksepp, davranışçı psikolojinin tanınan ismi Skinner’a bir mektup yazar. Mektubun pek haklı serzenişi, Panksepp’in nazik ifadeleriyle bir araya gelir: “…Psikoloji, bilimsel bir disiplin olarak, doğası gereği oldukça sıkıntılı bir tariften yapılanmalıdır: üçte biri beyin bilimleri, üçte biri davranışsal bilimler (etolojik yaklaşımları da içeren) ve üçte biri yaşantısal bilimlerden (bilişsel psikoloji, insancıl psikoloji, psikoterapi ve psikolojinin diğer altdisiplinlerini de içermesi çok iyi olacaktır). Böylesi gerçekçi bir melez yaklaşımın henüz tamamen gerçekleşmemesi beni üzüyor. Psikologların çoğu temel disiplinlerimizden biriyle -beyin bilimleri- zayıf yetişmeye devam ediyorlar. … Bırakın bağdaşık bir disiplin olalım….”

Psikolojideki bu “bağdaşık olma” eksikliğini hisseden, dile getiren ve bu eksiği doldurmaya yönelik bir disiplin geliştirme çabasıyla bizlere “afektif sinirbilim”i anlatan Panksepp’in kitabında yer verdiği bu mektubu okurken, Gregory Carey’nin bayağı hoşuma giden benzetmesini anımsadım. Carey’nin Human Genetics for the Social Science (2002) kitabının ilk bölümünde aşağı yukarı şöyle anlatılır: Kendinizi bir sınavda varsayın. Soru şöyle: Limonata; a) limon suyu b) su c) şeker’dir. Yönergeye göre yalnızca bir cevabı işaretlemeniz gerekiyor. Ne yaparsınız? Bu sorunun saçmalığını testi hazırlayanlara anlatıp duruma karşı çıkarsınız diye umalım. Bir başka soru: İnsan davranışı; a) genetik b) kültürel c) ailevi d) kendinize özgü tüm öğrenme deneyimleriniz’dir. Limonatalı sorumuz nasıl tek bir şık ile cevaplanamıyor ise, insan davranışı ile ilgili bu soru için de tek bir şıkkı işaretleyerek doğru bir cevaba ulaşamayız. İnsan, tüm karmaşıklığı içinde bu karmaşıklığının anlamlı ve özgün bütününü anlamaya çalışan bir organizmadır. Kendisi sistemler bütünü olan bir canlının, yine bu sistemler ile bir yandan var olması, diğer yandan var olduğu şeyi anlaması elbette pek zor; ancak muazzam bir çaba. Hem genetik faktörlerle, hem her bir sistemi hem birbiriyle hem de çevresel faktörlerle etkileşim halinde olan bu organizmanın davranışlarını anlamak ve anlamlandırmak, tıpkı organizmanın işleyişindeki gibi farklı disiplinlerin entegrasyonu ile mümkün olacaktır. “İnsan davranışı” demekle neyi kastettiğimizi anlatmak için de bir parantez açalım. İnsan davranışını, herhangi bir eylem olarak düşünebiliriz; konuşmak, el sallamak, oturmak kadar öfkelenmek, korkmak, sevinmek de burada kullandığımız insan davranışı tanımının içinde. Hatta şizofreni, depresyon, anksiyete bozukluğu gibi ruhsal rahatsızlıkları da kapsayabiliriz. İnsan ile ilgili aklımıza gelebilecek her tepki, burada kullandığımız insan davranışı ifadesinin altında. Bu karmaşık sistemin herhangi bir davranışını anlamaya çalışırken, dışarıda bırakacağımız her bakış açısı, bizi anlama çabamızdan ve insanın özgünlüğünden uzaklaştıracaktır. Bu nedenledir ki ne tek başına beyin bilimleri, ne tek başına davranış bilimleri ne de tek başına psikanaliz veya insancıl psikoloji gibi yaklaşımlar insan davranışını açıklamaya yetmez. Üçünden de ayrı ayrı insana bakabilmek ve sonra üçüyle birden insanın özgün bütünlüğünü kavrayabilmek gerekir.

Panksepp’in Skinner’a mektubu, psikolojik bilimlerde ihtiyaç duyduğumuz melezliğe vurgu yapmaktadır. İnsanı yalnızca bir bakış açısı ile açıklamaya çalışmak, onun zengin ve kıymetli ruhsal yaşantısını görmezden gelerek kuru bir anlatıma sığınmaktır. Tüm o karmaşıklığın oluşturduğu yalınlık, kendisine tek bir pencereden bakmamızı olanaksız kılacak şekilde bir bütündür. Tek bir pencereden bakma ısrarının kendisini bir semptom olarak görmek gerek sanıyorum.

Genetik mi, çevre mi; her ikisi mi?

Afektif Nörobilim kitabını, “Kavramsal Ardalan”, “Temel Duygusal ve Güdüsel Süreçler” ve “Sosyal Duygular” olarak üç kısma ayıran Panksepp, ilk kısımda yukarıda bahsettiğimiz meseleye dair doyurucu açıklamalarla fikirlerini sunuyor. “Yapı mı, çevre mi?” tartışmasında gelinen nokta, ikisinin de yüzde 50 civarında etkisinin olduğudur. Yapı dediğimiz şeyin etkisini tek başına düşünmek imkânsızdır; olduğu gibi kalıtılan hiçbir davranış söz konusu değildir. Panksepp’in de ifadeleriyle, “…miras alınan tek şey beden dokularının potansiyelleridir. DNA sadece, farklı zamansal ve uzaysal değişkenlerden çevresel olarak etkilenen ve birbirleriyle kombine olabilen protein zincirlerinin yapılanması için gerekli bilgiyi kodlamaktadır. … Hiçbir özgün düşünce ya da davranış doğrudan kalıtılmaz, fakat farklı ortamlarda farklı şekillerde hissetme, düşünme ve davranma yatkınlıkları kalıtılabilir.” Her insanın yapısında, onun çeşitli var oluş hallerine gebe, sayısız olasılığı gerçekleştirebilecek potansiyeller mevcuttur. Bu yapısal potansiyeller, çevremizdeki faktörlerle etkileşerek bizleri belirli var oluş hallerine götürür. Yani, beynimizdeki temel duygu sistemlerimiz yapısal olarak bize verilidir; ancak içinde bulunduğumuz çevre bu sistemlerin ne kadar ve nasıl uyarıldığını belirler. Kitapta Panksepp basit bir örnek verir bunu açıklamak üzere: İki türdeş domates tohumunu farklı iki ortama ekersek, domateslerin yapıları her ne kadar aynı olsa da, görüntüleri farklı olacaktır. Bizlerin duygusal sistemleri de bedenimizdeki birçok süreci koordine eder ve davranışlarımızı –yani benim var oluş hali diye belirttiğim, bizi zaman ve durum bağlamında biz yapan tüm tepkilerimizi- yordar. Hem yapı hem de çevrenin etkileşimini inceleyerek bu konuda ufuk genişleten güzel çalışmalara sahip alan, epigenetiktir. İlgilenenler için epigenetik alanındaki temel çalışmaları okumak keyif verici olacaktır (Örneğin Brown ve Harris, 2008; Caspi ve Moffitt, 2006; Heim ve Binder; 2012).

Pencere

Afektif Nörobilim, nörobilime duyguları(nı) da katarak yol alan Panksepp’in insan doğasını anlama ve anlatma çabasının harika bir ürünü. Kitap boyunca Panksepp, insan ve hayvan duygularının temellerini bütünleştirici yaklaşımıyla ele alıyor. İnsanların diğer memelilerle olan duygusal ortaklıklarını, sinirsel düzeydeki ortaklıklara bakarak anlamaya ve açıklamaya çalışıyor. Benim de çocukluğumdan beri büyüsüne kapılıp peşine düştüğüm ve hâlâ peşini bırak(a)madığım sorulara dikkat çekerek okuyucuda derin meraklar uyandırıyor: Nasıl oluyor da “sözcükler”, bedenimizde değişik tepkilere yol açabiliyor mesela? Kulağımızdan içeri giren sözcüklerin bizde öfke, hüzün, mutluluk gibi duyguları uyandırma sürecinde neler olup bitiyor? İç dünyamız dediğimiz öznel yaşantılarımız nasıl var oluyor yahut bizim dış dünyada var oluşumuz iç dünyamızı nasıl şekillendiriyor? Kendi adıma, peşine düştüğüm bu soruların cevaplarını pek çok farklı alanda arama arayışımda yolda bulduklarımla büyülendim. İç dünyamı dolmuş taşmış bulduğum anlarda, elime kalem aldım, çıkan sözcüklere sarıldım ve duygularımı izledim. Resimlerle ilgilendim, gözlerimden giren ışıkların iç dünyamdakilerle etkileşerek ağzımdan dökülen sözcükleri nasıl yonttuğunu gözlemledim. Psikoloji okudum, nöropsikolojiye merak sardım ve fizyolojik bir çerçevenin içindeki cevaplara göz atma fırsatım oldu. Bir şeylerin yetmediğine kanaat getirdim ve psikanaliz deryasına atlayıp bu sorularımla nasıl yüzülür öğrenmeye çalıştım, hâlâ çalışıyorum. Bu disiplinlerin her biri nihayetinde aynı manzaraya açılan başka yerlerde duran pencereler. Afektif Nörobilim kitabı da, öznel yaşantıladığımız duygusal eğilimlerimizi oluşturan beyin sistemlerini inceleyen bir pencere. Panksepp’in açtığı bu pencereden baktığınızda, yüzünüze çarpan havanın iyi geleceğini düşünüyorum. Tebdil-i mekânda ferahlık vardır; uzmanlık alanınız ne olursa olsun bu pencereyi kaçırmayın.

– Afektif Nörobilim, Jaak Panksepp, Çevirenler: S. Ünal, V. K. Ölmeztoprak, Alfa Bilim, İstanbul, 2017.

Kaynaklar

1) Panksepp, J., (2017); Afektif Nörobilim, Çevirenler: S. Ünal, V. K. Ölmeztoprak, Alfa Bilim, İstanbul.

2) Brown, G. W., & Harris, T. O., (2008); “Depression and the serotonin transporter 5-HTTLPR polymorphism: a review and a hypothesis concerning gene–environment interaction”, Journal of affective disorders111(1), 1-12.

3) Carey, G., (2002); Human genetics for the social sciences, (Vol. 4), Sage Publications.

4) Caspi, A., & Moffitt, T. E., (2006); “Gene-environment interactions in psychiatry: joining forces with neuroscience”, Nature Reviews Neuroscience, 7(7), 583.

5) Heim, C., & Binder, E. B., (2012); “Current research trends in early life stress and depression: Review of human studies on sensitive periods, gene–environment interactions, and epigenetics”, Experimental neurology, 233(1), 102-111.

Önceki İçerikDilin türeyişi hakkında dört güncel hipotez
Sonraki İçerikNe genler, ne organizma, ne çevre… Hem genler, hem organizma, hem çevre!