Kuramsal çerçevede yazılmış olan bu yapıt uygulanamaz öngörülerle örülmüş olmakla birlikte kısa zamanda bütün dünyanın ilgisini çekti, bir süre sonra ilerlemecilerin inanç kitabı durumuna geldi. Öte yandan insan ve yurttaş haklarını öne çıkarmakla çok önemli bir işlevi yüklenirken demokrasiye uzak duruşuyla ve getirdiği “genel istem” kavrayışıyla bir yandan Fransız Devrimi’nin düşünsel temelini oluştururken bir yandan da geleceğin Jakoben’lerine gerekçeler sağladı.
Ansiklopedi çevresinde toplanan Aydınlanmacılar kendilerinden saydıkları birinin o dönemin hatta o çağın hatta bütün insanlık tarihinin oluşumlarına başka bir gözle baktığını gördüler. Aydınlanmacılar dünyanın eğri büğrü yanlarını düşünselliğin ve duygusallığın belirleyiciliğinde bir düzene koymayı öngörürken ve daha iyi bir insanlık adına eylemde bulunmayı kendini bilen herkese önerirken aralarında bir kötümserin bulunduğunu sezdiler. Bu aykırı ve garip kişi Ansiklopedi’ye müzik maddeleri yazan Jean-Jacques Rousseau’ydu. Aydınlanmacılar geçmişle sorunlu olmadıkları gibi gelecekten kaygılı da değillerdi: aydınca çabalarla aydınlatılmış bir dünyada her şeyin daha iyi olacağına inanıyorlardı. Oysa bilimlerin ve sanatların ahlakı bozduğunu, mülkiyetin insanlara mutluluk getirmediğini, insanın uygarlaşarak özünü yitirdiğini düşünen Rousseau bu bakış açısı içinde bir karşı felsefe geliştiriyordu. Örneğin herkes geçmişin dünyasında Atinalıları dünya kültürünü yaratanlar olarak görürken o uygarlaşmada pek bir yol alamamış olan Spartalıları ve İskitleri öne çıkarıyordu. Rousseau uygarlaşmayı bir batağa saplanma olarak değerlendirse de insanlık için bir geriye dönüşün, herhangi bir Doğal Durum’a dönüşün olası olmadığını biliyordu. İnsanoğlu uygarlaşmakla ya da doğallıktan uzaklaşmakla yitirdiği şeyi ancak sağlam bir yasa düzeninde yeniden kazanabilirdi. Gerçekte Rousseau tüm aykırı kişiliğine karşın bir yıkıcı değildi ve bilimleri ve sanatları suçlarken, insanın mutsuzluğunda onları baş etken görürken belli ki onların yüzyıllar boyu kötü kullanıldığını anlatmak istiyordu. Rousseau’nun düşünceleri sermayeci düzenin örtülü bir eleştirisini içerir.
Rousseau 1750’de Discours sur les sciences et les arts’ı (Bilimler ve sanatlar üzerine söylev), 1755’de Discorus sur l’origine et les fondements de l’inégalité parmi les hommes’u (İnsanlar arasında eşitsizliğin kökeni ve temelleri üzerine söylev) yayımladı. Bu iki yapıt filozofun toplum kavrayışıyla ilgili çok önemli görüşleri içeriyordu. 1762’de yayımlanan Du contrat social (Toplum sözleşmesi üzerine) bu iki kitap kadar, hatta onlardan biraz daha önemlidir. Sözkonusu çalışma Rousseau’nun on dokuz yaşında yazmaya başladığı ve Institutions politiques (Siyasal kurumlar) adını verdiği bitmemiş yapıtının bir bölümüdür. Tümüyle kuramsal çerçevede yazılmış olan bu yapıt uygulanamaz öngörülerle örülmüş olmakla birlikte kısa zamanda bütün dünyanın ilgisini çekti, bir süre sonra ilerlemecilerin inanç kitabı durumuna geldi. Öte yandan insan ve yurttaş haklarını öne çıkarmakla çok önemli bir işlevi yüklenirken demokrasiye uzak duruşuyla ve getirdiği “genel istem” kavrayışıyla bir yandan Fransız Devrimi’nin düşünsel temelini oluştururken bir yandan da geleceğin Jakoben’lerine gerekçeler sağladı.
Jean-Jacques Rousseau Toplum sözleşmesi’nde bir toplumda bireylerin uyumlu bir biçimde bir araya gelmesi sorununu ele alır. Ona göre “İnsan özgür doğmuştur ve her yerde zincirler altındadır”. O durumda ne yapmak gerekir? Sağlam bir yasa düzenini toplumda egemen kılmak gerekir. Bu da öncelikle birey haklarının toplum karşısında belirlenmesini zorunlu kılar. Bunun bir başka anlatımı doğal özgürlüğünü uygarlaşarak yitirmiş olan insanı yasalarla özgür kılmanın yolunu aramaktır. Bu çerçevede yasal özgürlük genel isteme bağlı olacaktır. Genel istem aktarılamaz ya da indirgenemez bir güçtür, alınıp verilemez, bölünemez bir güçtür ve tümüyle genelin çıkarı için öngörülmüştür. Genel istem yasayla iş görür. Kutsal bir insan olan yasakoyucunun işi her şeyden önce genel istemi ortaya koymak ya da genel istemi geçerli kılacak koşulları sağlamaktır.
Böylece ortak ya da toplumsal bir düzen kurulur. Egemen güç olan bu düzeni hükümet sağlıklı bir biçimde ayakta tutmak ve sürdürmekle yükümlüdür. Rousseau ne tür bir hükümetten yanadır? En uygun yönetim koşullarını demokraside mi, soylulukta mı, mutlakyönetimde mi aramalıyız? Rousseau demokratik bir yaşam düzeninin olası olduğuna hiç mi hiç inanmamıştır. En iyisi prensin ya da hükümdarın elinde tuttuğu mutlakyönetimdir. En büyük sorun genel istem kavrayışında ortaya çıkar. Genel istem nedir? Herkesin istemi midir yani ortak istem midir? Değildir. Genel istemle herkesin istemi uyuşmaz. Genel istem genelin yararını amaçlar, daha doğrusu bütün bir toplumun yararını amaçlar, öbürü özel istemlerin toplamından başka bir şey değildir. Toplumda her kişi toplumsal sözleşmeye uyarak genel istemin öngördüğü yasalara başeğmiş olur. Böylece Rousseau hiç güvenmediği demokrasiden uzak durarak aydınca özgörülerin toplum adına gerçekleştirildiği katı devletçi bir düzen öngörür, bir yandan birey haklarını savunurken bir yandan bireyi dıştan sıkı sıkıya bağımlar. Genel istem halkın iyiliği adına öngörülmüş tasarımları içerir. Rousseau şöyle der:
“Söylediklerimden genel istemin her zaman doğru olduğu ve her zaman halk yararına yöneldiği sonucu çıkar, halkın tüm kararlarının her zaman aynı doğrulukta olduğu sonucu çıkmaz. İnsanlar her zaman kendi iyiliklerini isterler ama onu her zaman göremezler: halkı hiçbir zaman bozamazlar, ne var ki onu sık sık aldatırlar, işte yalnız o zaman halk kötüyü ister görünür.”