Ana Sayfa Dergi Sayıları 229. Sayı Merak: Coğrafi keşiflerden bilimsel keşiflere

Merak: Coğrafi keşiflerden bilimsel keşiflere

Okyanusun ötesinde ne var, hep batıya gidersem nereye varırım, ya da şu burnu dönersem neyle karşılaşırım? Tüm bu soruların cevaplarını aramak, insanın merak duygusunu artıran hedefe ulaşma isteğidir. Coğrafi keşifler hem sömürgeciliğe yol açmış hem de büyük bir bilgi birikimine ulaşılmasını sağlayan bilimsel gezilere neden olmuştur.

201
0

Bu makaleyi yazmaya karar verdiğimde merak nedir konusunu biraz internette araştırayım dedim. O kadar çok aforizma karşıma çıktı ki yazının konusunu hangisinin kucaklayacağına bir türlü karar veremedim. Ancak içlerinden en uygununu seçmem gerekiyordu. Goethe’nin “Merakı olmayan hiçbir şey öğrenemez” deyişi aralarında en anlamlısıydı, hem de yazının içeriği ile örtüşüyordu.
Her şey insanın 40 bin yıl önce Afrika’yı terk edişi ile başladı. Gece gündüz durmadan yürüdü. Zaman zaman mağaralarda dinlendi. Hep meraklı oldu. Daha ileri daha ileri derken tüm gezegene yayılıverdi. O zamanlar beynin merak merkezi amigdalayı ne tetikliyordu bilemezdik ama huzur verici bitkileri kullanmış olabilirlerdi. Bu onların ilk keşif yürüyüşüydü, sonuncusu da olmayacaktı. Binlerce yıl sonra kıtalara yayıldıklarında, güçlü olanlar zayıf olanların topraklarını ve zenginliklerini ele geçirmek için okyanuslardan karalara yelken açtılar. İnsan o kadar süratli yayılıyordu ki bir süre sonra yaşadığı yerler ona yetmez oldu. Yeni keşifler yeni zenginlikler peşine düşen Avrupa insanı bu yayılmacılığın ve sömürgeciliğin öncüsüydü.

Merak nedir?
Bu konu için antik döneme kadar gidelim bakalım kimler ne demiş; Aristoteles (MÖ 385-323) der ki “İnsan, doğası gereği bilmek ister” ve bilmek de bir düşünsel etkinlik sonucunda oluşur. Merak duyan insan soru sorarak ve var olanı sorgulayarak bilmeye çalışır. Bunun için Aristoteles’in klasik retoriğine bakalım. Ethos, Pathos ve Logostan bahsediyoruz. Kuramı binlerce yıl önce geliştirilmiş olmasına rağmen, içerdiği güçlü mantık ve derinliğiyle o kadar doğru ve etkilidir ki; çağları aşarak, adeta zaman kavramını hiçleştirerek günümüze kadar gelmiş olan bu kuram, bugün dahi bizlere yaşamımızla ilgili önemli öğretileri anlatmaya devam etmektedir. Bu üçlemenin içinde en önemlisi “Logos” olmalıdır. Diğer ikisi daha insanidir yani içinde duygu ve ahlak vardır. Logosu önemseyerek, merak içgüdüsünü ve sonuçlarını Dünya’nın aydınlanma geleceğine ışık tutan ve aydınlatan en önemli tarihi olaylarından biri de coğrafi keşifler ve sonrasında gerçekleşen bilimsel keşiflerdir. Ama önce tüm bunlara neden olan “merak”ın nasıl bir şey olduğuna bakalım: Latince (cūriōsitās, cūriōsus) dikkatli, çalışkan, keşif ve araştırma yapabilen ve öğrenme yetisi yüksek olan, özellikle de vertebrat (omurgalı) canlıların ve de ayrıcalıklı olarak memelilerin önemli bir karakteristiği olarak tanımlayabiliriz. Merak, ayrıca ve kısaca olumlu duygular ve bilgi edinme olarak da tanımlanabilir. Merak uyandırıldığında, doğası gereği ödüllendirici ve zevkli olarak kabul edilebilir. Ortam sıkıcı ve heyecandan yoksunsa, o zaman merak uyandıran bir şeyle karşılaşılana kadar “keşif davranışı “devreye girer. Merak olgusunun fizyolojisi önemlidir. İnsan nasıl merak eder? Bu sorunun cevabı ise beyindedir.

Bir memeli beyninin bölümleri.

Bir memeli beyni, reptilian (sürüngen), memeli ve gelişmiş memeli (neocortex) beyni olmak üzere üç kısımdan oluşur. Reptilian beyin, içgüdüsel (yaşamsal) hareketleri, limbik beyin, ara beyin (diencefalon) duygusal düşünmeyi, neocortex de rasyonel düşünmeyi sağlar. Diencefalon (ara beyin) duyguların ve hislerin sentezlendiği bölümdür. Buradaki önemli küçük organlar bu görevi üstlenir. Buraya “neocortexe giden yolun kapısı” da diyebiliriz. Vücudun çeşitli yerlerinden gelen duyular burada sentezlenerek gelişmiş memeli beynine, diğer adıyla neocortexe ulaşır. Limbik beyin (ara beyin) insanın duygusal faaliyetlerinin üretildiği yerdir. “Thalamus” bu bölgedeki en önemli organdır ve duyular üzerinde filtre görevi görür. Önemli olanları ön plana çıkarırken, daha önemsiz duyuları arka plana atar. Bu sayede yaptığımız işlere daha iyi konsantre olabiliriz. Öfke, korku, şiddet gibi davranışlar Thalamus tarafından kontrol edilir ve duyguların fiziksel temeli bu organ tarafından oluşturulur. Merkezi sinir sistemi ile endokrin ve otonom sinir sistemi arasında köprü görevi görür. Örneğin, vücut sıcaklığını, biyolojik saati, stres tepkisini, bağışıklık tepkisini ve hatta cinsel davranışı ve cinsel yönelimi düzenler.
Merakın düzenlendiği organ amigdaladır. İnsanın doğuştan gelen yapısında, mutlu olma düzeneğinden çok, kavga -ya da- kaç tepkisi yani stres ve kaygı düzeneği çok daha ön plandadır. 1970’lerde yapılan birçok araştırma orta beyindeki diğer bir organ olan hippocampusun, çevre topografyasının sinir sistemindeki temsilini oluşturan bilişsel bir harita olduğu düşüncesini ortaya çıkartmıştır. Gerçekten de sağlam bir hippocampus olmaksızın insanların nerede olduklarını bilmesi ve gidecekleri yolu saptaması olanaksızdır. Ayrıca, hippocampusun bilinen mekânlarda kestirme yolların bulunması konusunda da önemli rolü vardır.

Şarap, dopamin ve merak
Nöro-transmitterler, beyin hücreleri arasında sinyaller taşıyan ve vücutta sinirsel olarak bilgi ileten kimyasal habercilerdir. Beyin, nefesimizden kalp atışımıza ve sindirimimize kadar her şeyi yönetmek için milyarlarca nöro-transmitteri kullanır. İşte dopamin de bunlardan biridir. Haz, merak, ödül, keşif gibi duygular sonucu üretilen dopaminin sinirler yolu ile frontal loba (neocortex) ulaştırılması sonucunda, insan bu duygularıyla hareket etmeye başlar. Dopamin büyük miktarlarda salgılandığında, sizi belirli bir davranışı tekrarlamaya motive eden, zevk ve ödül duygularını yaratır. Dopamin, hedefler belirlediğinizde ve bu hedefleri tamamladığınızda aktif hale gelir. Nöro-biyolojinin bu yönü, keşif davranışını motive etmede “merak-güdüm” teorisine eşlik edebilir. Bu konuda bazı içkilerin bu hormonun salgılanmasında önemli rolü olduğu bilinmektedir. Özellikle şarap, likör ve diğer içkiler dopamin etkisini artırır. Ayrıca yulaf, sığır eti (protein), fasulye gibi besinler dopamin salgılanmasında önemli rol oynar.
Merakı tetikleyen ajanların başında da şarap ve likör ile yulaf ve baklagiller vardır. Bunlar ortaçağ Avrupa’sının klasik içkileri ve besinleri değil midir? Onun içindir ki keşif gemileri hareket etmezden önce tüm ambarları şarap ve likör ile doldurulmuştur. O nedenledir ki, dopaminle tetiklenen keşif duygusu ve ödül, coğrafi keşiflerin nedenleri arasında sayılabilir.

Polinezyalı yol bulucular (wayfinders) kanoları (Vaka Moana) ile.

Coğrafi keşiflerin ilkleri
Okyanusun ötesinde ne var, hep batıya gidersem nereye varırım, ya da şu burnu dönersem neyle karşılaşırım? Tüm bu soruların cevaplarını aramak, insanın merak duygusunu artıran hedefe ulaşma isteğidir. Her insan merak eder. Örneğin, bizim insanımız inşaat kazılarına çok meraklıdır. Bir yerde bir kepçe görmesin, hemen işini gücünü bırakır, saatlerce onun ne yapacağını merak ederek bekler. Ya da bir yere gidin başınızı göğe kaldırıp bakmaya başlayın ve biraz sabredin, sonrasında onlarca kişinin sizin baktığınızı yere baktığını görürsünüz. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Her zaman da bu böyledir; bilinmeyen, gizli olan her şey hep merak konusu olmuştur.
Merak olgusunun en önemli olay dizilerinden biri de insanın gezegeni keşfetmek istemesidir. Bu isteği ve merakı kronolojik bir sıraya koyarsak ilk sırada Polinezyalıları buluruz.
Polinezya, Yunanca poly (many) ve nēsoi (islands) “çok adalı” anlamındadır. Polinezyalı denizciler ve kâşifler diğer anlamı ile “wayfinders” ya da yol bulucular. MÖ 3000-1000 yıl önce Avustralya ve Çin sahillerindeki küçük yerleşimlerinden kendilerine yeni yaşam alanları bulmak için Pasifik Okyanusu’na açıldılar. Columbus, Diaz, Magellan ve El-Cano’dan çok önceleri onlar okyanusta keşfetmedik ada bırakmadılar. Basit ama güçlü kanoları (Vaka Moana) ile yalnızca rüzgâr, akıntı ve yıldızları gözleyerek uzak mesafelerdeki adalara küreklerini ve yelkenlerini kullanarak gittiler ve tarihteki coğrafi keşiflerin ilklerini gerçekleştirdiler.
MÖ 1500-300 yıllarında, Doğu Akdeniz’de bugünkü Suriye, İsrail ve Lübnan kıyılarında deniz ticareti yaparak yaşayan Fenikeliler (Phoenicians) tarihi kaynaklarda “su insanları” olarak da bilinirler. Aynı zamanda savaşçı ve istilacı bir kavim olan Fenikeliler, Bireme ve Trireme adı verilen hem kürekli hem de yelkenli gemileriyle ticaret yapmak için Akdeniz’in batısına kadar yayıldılar ve bugünkü Tunus’tan başlayarak önce Kartaca ve sonrasında Cebelitarık Boğazına kadar olan Kuzey Afrika kıyılarını kontrolleri altına alıp kolonileştiler. Daha sonra Cebelitarık Boğazı’nı geçerek yeni yerleri görmek, orada yaşayan insanlarla ticaret yapmak için, Britanya adaları ve tüm Afrika kıyılarını dolaştılar. Fenikelilerin coğrafi keşiflerinde, simgesel bir renk olan Murex brandaris (gastropod)dan elde edilen Fenike moru, kraliyet moru, Fenike kırmızısı onları fark edilir yaptı.
Marsilyalı Pytheas (MÖ 285-235) o zamanların önemli bir kâşifiydi. İlk araştırma gezisi Britanya, Baltık ve daha sonra arktik kutup dairesine oldu. Gezilerinin kayıtları, Periplus (seyir defteri)da yazılı olarak tarihe geçti.

Viking kâşifi Erik Thorvaldsson’un (Kızıl Erik) heykeli.

Milattan sonra 90-168 yıllarında matematikçi, coğrafyacı ve astronom laudius Ptolemaeus Klaudyos Batlamyus/Ptolemaeus (İskenderiye-Romalı), yaptığı ilk Dünya haritası ile bilinir. Coğrafi keşiflerde Columbus’un Amerika kıtasına olan yolculuğunda kullandığı haritalar Batlamyus’un haritalarıdır. Enlem ve boylamlar Batlamyus tarafından çizilen haritalarında ilk kez yer alır. Küresel koordinatlar fikri Avrupa coğrafyacılığında bir devrim niteliğindedir. Batlamyus Dünya’nın bir küre olduğunu anlayan ve gezegenin küresel şeklini düz bir düzleme yansıtan ilk haritacı olmuştur. Çalışmalarının coğrafi keşiflerin yapılmasında ve yeni yerlerin keşfedilmesinde önemli rolü vardır.
Keşiflerde kuzey diyarların savaşçı topluluklarından Vikingler öne çıkar. 10. yüzyılda Norveçli kâşif Erik Thorvaldsson (Kızıl Erik) Kuzey Atlantik’i geçerek Kuzey Amerika, Grönland, özellikle de Kanada kıyılarını keşfederek koloniler kurar. Kızıl Erik ortaçağ ve İzlanda destan kaynaklarında Grönland’daki ilk yerleşimi kurmuş bir İskandinav kâşifidir. Erik’in oğullarından Leif Erikson, Kuzey Amerika kıyılarına ulaşan ilk İskandinav kâşifi olarak bilinir. Efsaneye göre, yaklaşık 1000 yılında Leif, Grönland’a dönerken rotasından sapar ve Kuzey Amerika kıyılarını gelir. Ormanlarının çok geniş, üzüm asmalarının çok yaygın olması Leif’i heyecanlandırır. Gemilerini yapmak için yeterince kereste vardır. Ayrıca şarap üretecek o kadar üzüm vardı ki burasını “Vinland” (Şarap Ülkesi) olarak adlandırır. Şarap ve bal şarabı (mead) Vikinglerin sıkça kullandığı bir içkidir. Gemilerinde ellerinde boynuzdan yapılmış şarap bardakları ile uzun yol kat ettikleri bilinen Vikingler; coğrafi keşiflerden asırlar önce 800 ve 900 yıllarında Akdeniz, Ege, Bosphorus, Karadeniz ile Orta ve Doğu Avrupa’nın hemen hemen tüm nehirlerine girmiş ve değişik coğrafyaları keşfetmiş ünlü bir kavim olarak bilinir.

İSLAM’DA COĞRAFİ KEŞİFLER

Avrupa ortaçağın karanlığında yaşarken, İslam dünyası Abbasiler ile hemen hemen her türlü konuda altın çağını yaşamaktadır. Emevîlerin tarihten silinmesinden sonra 750-1258 yılları arasında İber Yarımadası dahil, Kuzey Afrika’nın tümü, Arabistan Yarımadası ve doğuda Semerkant’tan Buhara’ya kadar uzanan topraklarda egemen olan bir İslam devletidir.
Avrupa, kabile toplumlarının şiddetli din baskısı altında kıvranırken güneyde Abbasiler en görkemli çağlarını yaşamaktadır. İslam coğrafyasının üç ana alanı vardı: keşif ve navigasyon, fiziki coğrafya ve haritacılık ile matematiksel coğrafya. İslam alimleri, Çin, Güneydoğu Asya ve Güney Afrika gibi bölgelerin keşfinin yanı sıra 9-12. yüzyıllarda kapsamlı keşif ve denizcilik konusunda önemli ilerlemeler kaydetti ve bu çalışmaların sonucunda İslam coğrafyası 12. yüzyılda Muhammed el-İdrisi ile zirveye ulaştı.
Al-Khwārizmī, Abū Zeyd al-Balkhī (“Balkhi okulunun” kurucusu), Al-Masudi, Abu Rayhan Biruni ve Muhammed el-Idrisi dahil olmak üzere birçok İslam alimi coğrafya ve haritacılığı zirveye taşıdılar.

Abbasi kâşifleri
Milattan sonra 8-9. yüzyılda, Abbasi Halifesi Ebû Abbâs El-Ma’mûn, diğer ismiyle Abdullâh Bin Hârûn Reşîd zamanında coğrafya ve haritacılık alanında yapılan çalışmalar parıldayan bir ışık gibiydi. Bu dönemde Yunan filozoflarının bütün eserleri Arapçaya çevrildi. Çalışmalar El-Ma’mûn himayesi altında süratle gelişti. O birkaç coğrafyacıyı, bir enlem derecesine karşılık gelen yeryüzündeki mesafeyi belirleyerek bir yay ölçümü yapmakla görevlendirdi. Çalışmalar (el-Ma’mun’un yay ölçümü çalışmaları), bir meridyen boyunca Helenistik zamanda kullanılan “stadion” ile karşılaştırıldığında Arapça mil tanımının iyileştirilmesiyle sonuçlandı.

Ünlü Abbasi Halifesi Abdullâh Bin Hârûn Reşîd (786-833).

Onun döneminde Bağdat’ta çok sayıda medrese ve kütüphane açıldı. Böylece yerli ve yabancı bilimadamları, Bağdat’a gelerek önemli kültürel ve bilimsel çalışmalar yapmaya başladı. “Mutezile Mezhebi” güçlendi. Emevîlerin bağnaz din düşüncesinin yerini, dini konuları akıl ve mantık yoluyla çözme düşüncesi aldı. Gelişmeler etkisini kısa zamanda gösterdi ve süratle bu akıma ayak uyduran dogmatik düşünceden uzak ünlü İslam düşünürleri ve coğrafyacıları yetişmeye başladı.
8-9. yüzyılda Bağdatlı Al-Jahiz’in, teoloji ve siyaset üzerine yazdığı eserlerinden çok azı günümüze ulaştı. Bununla birlikte, düzyazı başyapıtları mevcuttur. Bunların çoğu, çeşitli konulardaki denemelerdir. Sekiz ciltlik tamamlanmamış Kitāb al-ḥayawān (Hayvanlar), Aristoteles’in Historia Animalum, Partibus Animalum ve Generatione Animalum eserlerinden etkilenerek hazırlanmış, teolojik, sosyolojik ve dilsel tartışmaların da eklendiği hayvan temalarıyla süslenmiş 8 ciltten oluşan bir “Arap edebiyatı antolojisi”dir. Eserde 350 değişik hayvan, kısa hikayelerle anlatılır.

Persli bilgin Muhammad ibn Musa al-Khwarizmi, 8-9. yüzyılda matematik, astronomi ve coğrafyada son derece etkili eserleri ile bilinen İslam dünyası bilginlerindendir. Aynı zamanda Bağdat’taki Bilgelik Evi’nin astronomu ve kütüphanesinin başkanıdır. Hint ve Yunan kaynaklarını kullanarak cebir ve matematiğe yeni görüşler getiren ünlü eseri, Kitab şürat al-Ard’dır (Dünya’nın Yüzü). Bir başka Abbasi bilgini Abu Hanifa Dinawari, 9. yüzyılda yaşamış İslam’ın Altın Çağı bilgesidir. Astronomi, ziraat, botanik, metalürji, coğrafya, matematik ve tarih konularında uzmandır. 8 ciltlik Kitab el-Nebat isimli eseriyle, Arap botaniğinin babası olarak bilinir ve kitabı İslam botaniğinin önemli eserleri arasında yer alır. Fars coğrafyacısı Halife Me’mun’un oğlu İbn Hurdâzbih’in ünlü eseri Kitab-ül-Mesalik ve’l-Memalik (diğer adıyla “Yollar ve Ülkeler”) tüccarların izleyeceği bir yol kitabıdır. İslam dünyasındaki ticaret yolları ve ulak yollarının yanı sıra, Hazar Denizi’nden, Rusya’nın Avrupa yakasına ve Kuzey Afrika’ya kadar İspanya’daki tüm posta durakları bu kitapta toplanarak yer almıştır.

Arap coğrafya bilgini Ibn Hawqal’ın 10. yüzyılda yaptığı Dünya haritası.

9-10. yüzyılda Arap-İran coğrafyacı ve bir gezgin Farisi Al Istakhri Kuzey Afrika, Sicilya, Endülüs Ülkesi ve Batı Asya topraklarına yaptığı gezilerini; siyasi, iktisadi ve en önemlisi coğrafi bilgiler içeren “Toprakların Görüntüleri” kitabında (Kitab Suwar al-Aqalim) renkli haritalar eşliğinde anlatır. Kitab Şurat al-Ard (Dünyanın Yüzü) isimli coğrafya kitabı ile bilinen Arap yazar ve coğrafya bilgini Ibn Hawqal, Doğu Afrika ve Güney Asya kıyılarının insan topluluklarını incelemiş ve örneklerle eserinde anlatmıştır. Bağdat doğumlu coğrafyacı, tarihçi, bilimci ve gezgin Al-Mas’udi, Abbasi döneminin önemli coğrafyacısı ve tarihçisidir. Bu vasıflarından dolayı “Arap Heradot’u” olarak da bilinir. El-Mesudi, Basra ve İstakhr’ı (Persepolis) ziyaret ettikten sonra Hindistan’a gitmiş, burada Bombay bölgesini, Cambay Körfezi’ni ve Sind’deki Müslüman şehirleri Multan ve Mansura’yı görmüştür. Masudi’nin Zanzibar’a kadar ulaştığı notlarından bilinmektedir. Umman ve Halep’i de ziyaret eden İslam dünyasının bu büyük coğrafyacısı, en önemli eseri Meadows of Gold and Mines of Gems’da Dünya’nın başlangıcından Âdem ile Havva’nın son dönemlerine kadar olan zamanı kurgulayarak anlatmış ve detaylandırmıştır.
10-11. yüzyıl Abbasi dönemi önemli simalarından Semerkantlı Al-Biruni İslam dünyasının önemli bilginlerindendir. Avrupa’da “Alberonius” adıyla da bilinir. Biruni, astronomi ve matematik konularında önemli çalışmalar yaparak, coğrafya, mineraloji ve botanikle de ilgilenmiştir. Al-Biruni, Asya ve Avrupa arasındaki uçsuz bucaksız okyanus boyunca ya da bugün Amerika olarak bilinen yerde bir kara kütlesinin var olması gerektiğini teorileştirerek, Dünya’nın çevresi ve Afro-Avrasya’nın büyüklüğüne ilişkin tahminlerde bulunmuştur (Codex Masudicus, 1037).

Avrupa’da “Alberonius” olarak bilinen ünlü İslam bilgini El-Biruni.

11-12. yüzyılda Abbasi döneminin ve hatta tüm coğrafya tarihinin en önemli bilginlerinden Muhammad Al-İdrisi’nin şimdiye kadar coğrafya konusunda yazılan en önemli eserlerden biri “Uzak ülkelere keyifli seyahatler” ya da kitabı Latinceye çeviren Sicilya kralı II. Roger’ın adına ithafen “Tabula Rogeriana” “Roger’in Kitabı” veya “Nuzhat al-mushtāq fi’khtirāq al-āfāq”dır. İçerdiği haritalarla da değerlenen eserde yeryüzünde 7 iklim kuşağının varlığının belirtilmesi ilginçtir. Ayrıca daha da ilginci, gezegenin çevresinin 37.000 km olarak -bugüne göre % 10 hatayla- İdrisi tarafından hesaplanmış olmasıdır.
12-13. yüzyılda Grek kökenli Arap Yaqut Al-Hamawi biyocoğrafya ve coğrafya ile ilgilenmiştir. Önemli eseri Kitab-ı Buldan’da (ansiklopedik coğrafya) dolaştığı ülkelerin coğrafyasını, doğasını, etnik yapısı ve mitlerini anlatır.
Abbasi’nin egemenliği sürerken Avrupa’da coğrafi keşiflerle ilgili önemli gelişmeler olmaktadır. Örneğin 13-14. yüzyılda Marko Polo Orta Asya ve Çin’e ilk kez giden Avrupalı (Venedikli) gezgin tüccar olarak bilinir. Marko Polo’nun gezisinde tuttuğu notlar, Avrupa haritacılığının gelişimine etkisi olduğu gibi, coğrafi keşiflerin başlamasında da önemli rol oynayacaktır.

Abbasi döneminden sonra
14. yüzyılda Abbasi döneminin bitişinden sonra da İslam coğrafyacılarının seyahatleri devam eder. Bu yüzyılın en önemli seyyahı Faslı Ibn Battuta, Rıhlet-ü İbn Battûta diye bilinen seyahatnamesi ile ünlenir. İbn Battuta, o tarihlerde Avrupalılarca çok az bilinen Afrika, Ortadoğu ve Uzak Doğu’ya, Çin’e modern öncesi tarihte diğer tüm ünlü kâşiflerden daha fazla seyahat etmiştir.
15-16. yüzyıla geldiğimizde bildiğimiz coğrafi keşifler Avrupa’da başlamak üzeredir. Ancak 16. yüzyıl Arap denizcilerinden İbn Majid’in öğrencisi Sulaiman Al Mahri (1480-1550), Hint Okyanusu ve Güney Doğu Asya adalarını dolaşarak, Majid’in hazırladığı denizcilikte kullanılan yıldız listelerini daha aza indirerek, seyirlerde daha sağlıklı kullanılmasını sağlamıştır.
Bu yüzyıllar Osmanlının yükselme dönemidir. Denizcilikteki önemli gelişmeler haritacılıktaki çalışmalarla dikkati çeker. Gelibolulu Piri Reis dönemin ünlü denizcisi ve haritacısıdır. Denizciliğe amcası Kemal Reis’in yanında korsanlık yaparak başlamış, Akdeniz’in gemiler için sığınacak limanları ve seyir rotalarını belirten Kitab-ı Bahriye isimli kitabı hazırlamıştır. Ancak gelişmelere kapalı Osmanlı zihniyeti sonucu, Kanuni Sultan Süleyman’ın (Muhteşem Süleyman) çıkarttığı ferman ile 1554’de kafası kesilerek 80 yaşındayken yaşamına son verilmiştir. Zamanın bir başka önemli seyyahı Evliya Çelebi’dir. Seyahatname’sinde gezip gördüğü yerleri kendi üslûbu ile anlatır. 10 ciltlik Seyahatname’si, gezmiş olduğu ülkeler hakkında biraz da abartılı bir şekilde oldukça önemli bilgiler içerir.

Abbasi döneminin ve hatta tüm coğrafya tarihinin en önemli bilginlerinden Muhammad Al-İdrisi (1100-1165).

AVRUPA’DA COĞRAFİ KEŞİFLER

15. yüzyıl Avrupa’sında coğrafya adına önemli gelişmeler yaşandı. Çeşitli yollarla ve zor koşullar altında Avrupa’ya taşınan Uzakdoğu’nun baharatları ve parfümleri, toplumlarda yaşamı büyük ölçüde etkilemiş, tadı tuzu olmayan yemekler çeşitli baharatlarla daha leziz hale gelmiş, aristokrat kadınların kullandığı parfümler erkeklerin aklını başından almıştır. Böylece Avrupa’nın burjuva dünyasında sosyolojik anlamda değişkenlik rüzgarları esmeye başlamış ve bu ürünlere karşı ilgi artmıştır. Ancak, baharatların Avrupa’ya ulaşmasında büyük sorunlar vardır. Uzakdoğu’dan gemilerle Basra’ya, ya da ipek yolundan kervanlarla taşınan baharat bu uzun yolculularda, yerine ulaşıncaya kadar özellikle Akdeniz’de korsan gemileri nedeniyle birçok tehlikelere maruz kaldıklarından, değerleri bir kat daha artmış olarak Avrupa ülkelerine ulaşabilmektedir. 13. yüzyılda kıtlık ve veba salgınıyla uğraşan Avrupa’da, Marco Polo’nun Asya’yı geçerek Çin’e ulaşması ve sonrasında yazdığı seyahat güncelerine yansıyan Asya’nın zenginlikleri Avrupalı tüccarların dikkatini çeker. Ancak bir süre sonra bu seyahatlerin büyük bölümünün söylencelerden öteye gitmediği, yer yer de mitoslarla süslendiği ve bu nedenle keşif seyahatlerinin yetersiz kalacağı düşüncesi egemen olmaya başlar. Portekiz prensi Henry bu düşüncelerden etkilenmesine rağmen buralara ulaşmak için daha bilimsel bir yolu tercih edecektir. Araplardan elde edilen astronomi, coğrafya ve haritacılık belgelerindeki bilgileri kullanarak deniz araştırmalarına ve yapılacak keşiflere önem verir. Sonrasında Atlantik kıyısında küçük bir devlet olan Portekiz’in deniz filosu 1415’de Cebelitarık Boğazında Faslıların elindeki Ceuta Limanı’nı ele geçirmek için saldırır. Bu coğrafi keşiflerin başlangıç tarihidir. Aynı zamanda 1453’de İstanbul’un fethi ile Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılması da ortaçağın sonu ve yeni bir çağın başlangıcı olarak tarihçiler tarafından kabul edilecektir.

14. yüzyıl Arap seyyahı İbn Battuta, o tarihlerde Avrupalılarca çok az bilinen Afrika, Ortadoğu, Uzak Doğu ve Çin’e seyahat etmişti.

Portekiz başlıyor
Denizci Prens Henry ya da “Henry The Navigator” Portekiz’in, coğrafi keşiflerinde, denizler arası genişlemesinde önemli rolü olan ve yeni bir çağın kapısını açan kişi olarak bilinir. Henry, aralarında Yahudiler ve Müslümanların da bulunduğu gökbilimcileri, gemi tasarımcılarını, matematikçileri, denizcileri ve haritacıları Portekiz’in güney kıyısında operasyon üssü haline getirdiği Sagres yarımadasında bir araya toplar. Bunların çoğu coğrafyacı Ptolemy’nin çalışmalarını sürdüren Arap bilginlerden oluşmaktadır. Henry tarihte coğrafi keşiflerin öncüsü olurken, farkına varmadan sömürgeciliğin de kapısını açan kişi olacaktır.
Portekiz deniz filosu, önceleri Batı Afrika kıyılarındaki takımadaları keşfeder ve oradaki halkı sömürgeleştirir. Bu keşifte ilk kez karavel adı verilen gemiler kullanılır. Bunlar üçgen yelkenleri ile 15. yüzyıldan itibaren keşif için kullanılan ideal orta büyüklükte gemilerdir. Hızlı, manevra kabiliyeti yüksek, yelken açmak için yalnızca küçük bir mürettebata ihtiyacı olan bu gemiler, bir süre sonra keşif çağının temel gemileri olacaktır. Yeni bir çağı başlatan Portekizliler için artık Afrika’nın batı kıyılarını keşfetme zamanı gelmiştir. Portekiz’in meşhur şarapları ve uzun yolculukta yetecek kadar pirinç ve yulaf ile yüklü karaveller Gil Eanes önderliğinde batı kıyılarına doğru yelken açar. Denizcilerin geçilmez ya da dönülmez dedikleri Afrika’nın batısındaki Bojador Burnu’nu 1434’de geçerek mürettebatın moralini yükseltir ve Afrika’yı dolaşmak için yoluna devam eder. Cape Bojador ve çevresinin keşfi, Portekiz’in Afrika’yı dolaşması için önemli bir başlangıçtır. Kuzey Atlantik ve buradaki adalar keşfedilerek koloniler kurulur. Daha sonra Batı Afrika kıyılarını takip ederek daha güney enlemlerine yelken açılır. Amaçları Hıristiyan dünyasını buralara taşımak, ticaret yapmak ve daha da önemlisi doğudaki Hindistan’a ve baharat adalarına deniz yolu ile ulaşmak olacaktır. Böylece Müslümanların elinde bulunan ipek ve baharat yolunu deniz yoluna döndürerek bu önemli ticareti Avrupa’ya ulaştırmayı sağlamış olacaklardır. Ancak gemicilerin daha ileri gitmelerinin tehlikeli olacağı düşüncesini aşamayan Eanes bu amacına ulaşamaz ve geri döner.
Sıra Bartolomeu Dias’tadır. Portekiz donanması onun zamanında Afrika’nın batı kıyılarını ve önemli limanları kısa sürede ele geçirir. Afrika kıtasının ucunu dönüp Hindistan’a ulaşmak en önemli hedefidir. 1487’de kıtanın ucundaki Mossel koyuna kadar gelir. Fırtınalar, kaynayan deniz, gemileri içine çeken dev girdaplar, ya da dünyanın sonunun buraları olduğu, denizin bitip diğer tarafa düşeceklermiş gibi kulaktan kulağa dolaşan birçok söylencenin tayfalar arasında etkili olması nedeniyle o da başarılı olamaz. Bu sırada komşusu İspanya, Portekiz’in denizcilikteki ilerlemelerinden rahatsızdır.

Denizci Prens Henry ya da “Henry The Navigator” (1394-1460), Portekiz’in coğrafi keşiflerinde, denizler arası genişlemesinde önemli rolü olan ve yeni bir çağın kapısını açan kişi olarak bilinir.

Sıra İspanya’da
İtalyan denizci Christopher Columbus baharat ticaretinden kâr elde etmeyi umarak Doğu Hint Adaları’na batı deniz geçişi aramak için bir plan geliştirir. Ona göre eğer devamlı batıya giderse baharatları ile ünlü Doğu Hint adalarına ulaşabilecektir. Bu fikrini önce Portekiz kralına açar ancak yolculuğun pahalı olması nedeniyle isteği kabul görmez. Çalmadık kapı bırakmayan Columbus’un bu fikri İspanya Kraliçesi I. Isabella ve Kral II. Ferdinand tarafından desteklenir ve Columbus, Ağustos 1492’de üç gemiyle Kastilya’dan ayrılır. Uzun bir yolculuk sonrası, 12 Ekim’de Amerika’nın doğu kıyılarındaki Bahamalar’a gelir ve burada ilk kolonisini kurar. Sonrasında yapılacak üç gezi ile ilk defa Avrupa insanı yeni topraklara yayılarak kıtanın Avrupalılaştırma sürecini başlatmış olacaktır.
Columbus, 1493’te Küçük Antilleri, 1498’de Trinidad’ı ve Güney Amerika’nın kuzey kıyılarını, 1502’de Orta Amerika’nın doğu kıyılarını keşfeder. Ancak bu toprakların ayrı bir kara kütlesine ait olduğunun farkında değildir.
Bu konuda bir söylence vardır: Şöyle ki, Osmanlı Sultanı II. Beyazıt ile Columbus arasında bir papaz aracılığında ilginç gelişmeler yaşanır. Columbus batıya giderek baharat ülkesi Hindistan’a ulaşabileceğini düşünmektedir. Ancak sefer için yüklü paraya ihtiyacı vardır. Bu planını Portekiz kralına sunar ancak ret cevabı alır. Avrupa’da her kapı yüzüne kapanır. Bu sırada yükselme devrini yaşayan, Avrupa’da yıldızı parlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun Sultanı II. Beyazıt’a bir papaz aracılığı ile başvurur. II. Beyazıt’tan kendisini desteklemesini ve maddi yardımda bulunmasını ister. Buna karşılık da Columbus, Sultan adına yeni ülkeler keşfetmeyi vaat etmektedir. Ancak talebi ret edilir. İki yıl sonra İspanyol kral ve kraliçesi Columbus’u destekleyecek ve bilindiği gibi bilinmeyen topraklar keşfedilecektir.
Bu söylence gerçek midir bilinmez ama eğer gerçekse sonuçlarının neler olabileceğini, tarihin nasıl biçimleneceğini düşünmek bile ilginç olmalıdır.

Portekiz donanması Bartolomeu Dias (1450-1500) zamanında Afrika’nın batı kıyılarını ve önemli limanları kısa sürede ele geçirir.

1494, Tordesillas Antlaşması
Portekiz ve İspanya yeni keşfedilen topraklardaki ticaret ve sömürgeleştirme faaliyetlerini kimin kontrol edeceği konusunda bir süre sonra anlaşmazlığa düşer. Papa’ya müracaat ederler. 1481 yılında Papa IV. Sixtus, Kanarya Adaları’nın güneyinde kalan bütün bölgelerin imtiyazını Portekizlere verir. 4 Mayıs 1493’de İspanya kökenli Papa VI. Rodrigo Borgia, Cabo Verde Adaları’nın 100 fersahtan (3 deniz mili) öte batısındaki bütün bölgelerin İspanyollara ait olduğunu söyler. Söz konusu çizginin doğusunda kalan bütün bölgeler ise Portekizlere ait olacaktır. Ancak Portekiz kralı II. Joao bu duruma itiraz eder ve İspanya Kralı II. Fernando ve Kraliçe I. Isabel ile görüşerek imtiyaz çizgisinin Cabo Verde Adaları’nın 370 fersah (960 deniz mili) batısına çekilmesini ister. Bu talep Papa tarafından kabul edilir. Böylece 7 Haziran 1494’de İspanya’nın Valladolid şehrine ait Tordesillas Belediyesinde antlaşma imzalanır. Anlaşmaya göre Cape Verde Adaları’nı başlangıç noktası alarak, bu noktanın 1550 km batısında kuzey-güney meridyeni, Avrupa’nın haricindeki dünyayı Portekiz ve İspanya’ya ait iki imtiyazlı yarıya ayıran bir sınır olarak kabul edilir. Dünya sanki bir elma gibi Papa tarafından kılıçla iki bölünmüştür. Neden İspanya ve Portekiz Papa nezdinde bu kadar önemlidir? Kuzey Afrika’da Mağribîler ile savaşta her iki ülkenin çok yardımını alan Papa, Hıristiyan ülkelerin hiçbirinin olurunu almadan bu antlaşmayı imzalamıştır. Bir süre sonra İngiltere, Fransa ve Hollanda bu antlaşamaya itiraz eder ve 1750’de Tordesillas Antlaşması iptal edilir.
Burada kısa bir not ekleyelim: Günümüzde Güney Amerika ülkelerinin çoğu İspanyolca konuşurken Brezilya’nın dili neden Portekizcedir? Nedeni Portekiz’in bu anlaşma sebebiyle Güney Amerika’da yalnızca Brezilya’da kolonileşmiş olmasıdır.
Colombus’un Hint adalarına ulaşmak için batıdan okyanusu geçerek yeni karalar keşfetmesinin Portekizlileri kızdırdığını biliyoruz. O nedenle keşif gezilerine daha fazla önem vermeye başlayacaklardır. Böylece İspanya batıdan, Portekiz doğudan Hindistan’a ulaşmak için büyük bir yarış içine girerler. Acaba hangi ülke ilkönce Hindistan’a ulaşıp büyük zenginlilerin sahibi olacaktır?

Columbus’un Guanahani Adasına çıkışını resmeden John Vanderlyn’in 1846 tarihli tablosu.

Portekiz bir atılım daha yapar. Vasco da Gama dört gemilik büyük bir filoyla 8 Temmuz 1497’de Lizbon’dan hareket eder. Daha önceki kâşiflerin rotasını, Tenerife ve Yeşil Burun Adaları üzerinden Afrika kıyıları boyunca izler, günümüz Sierra Leone kıyılarına ulaştıktan sonra Ekvator’u geçerek Bartolomeu Dias’ın 1487’de keşfettiği Güney Atlantik sularına ulaşır. 16 Aralık’ta filo, “Great Fish Point”e (Güney Afrika) demirler. Dias’tan sonra Güney Afrika burnu (Cape Hope/Ümit Burnu) bir defa daha dönülmüştür. 2 ila 29 Mart 1498’i Mozambik Adası civarında geçirir. Doğu Afrika-Hint Okyanusu ticaret ağının kıyısındaki bu bölge Arap kontrolündedir. Yerel halk Hıristiyanlara düşmandır. Bu nedenle burada fazla kalamaz ve daha kuzeye doğru Mombasa’ya yelken açar ve Arap ticaret gemilerini yağmalar. Portekizliler, 7-13 Nisan 1498 tarihleri arasında buralara ulaşan ilk Avrupalılardır. Da Gama, Hindistan’ın güneybatı kıyısında bulunan Calicut’a giden yolun geri kalanında muson rüzgârları hakkındaki bilgisi olan ve keşif gezisine rehberlik etmek için bir denizci ile anlaşır. Kaynaklara göre bu kişi ünlü Arap denizci İbn Majid’dir. Vasco da Gama, 24 Nisan 1498’de Hindistan’a gitmek için yelken açar ve Hint Okyanusunu Majid’in kılavuzluğunda geçerek Kalküta’ya (Hindistan) ulaşır. Burada bir süre kalan Da Gama, Müslüman tüccarlar tarafından iyi karşılanmaz ve geriye dönmek zorunda kalır. Dönüş yolculuğu çok daha zor koşullar altında geçecektir. Muson rüzgârları batıya gidiş için uygun değildir. Ümit Burnu’nu zorlukla geçer. İki gemisini ve mürettebatın önemli bir kısmının kaybetmiştir. İki yıl süren seyri-keşif 29 Ağustos 1499’da Lizbon’da son bulur.

Keşiflerde yeni bir rota: Atlantik’ten Pasifiğe Macellan Boğazı
Portekiz filoları Afrika kıyılarını geçip Hindistan’a ulaşmışlardı ama yolculuğun uzun ve tehlikeli olması nedeniyle yeni bir rota bulmaları gerekiyordu. Bunun için Portekizli denizci Ferdinand Magellan elindeki harita ve belgelere göre kıtayı aşan bir geçidin var olduğuna inanıyordu. Tordesillas antlaşmasına göre batı keşifleri İspanyollara aitti ama Magellan bu projesini Portekiz kralına açıkladı, ancak proje ret edilince o da İspanya adına projeyi uygulamaya karar verdi. Geçidi aramak için Columbus’un yaptığı gibi yelkenlerini batıya açtı. Ancak geçit düşündüğünden çok daha uzaklardaydı. Bunun için Güney Amerika kıtasının güney ucunda kadar gitmek zorunda kaldı.

Ümit Burnunu dolaşarak Hindistan’a ulaşan Portekizli kâşif Vasko da Gama.

Ferdinand Magellan 4 Şubat 1480’de Portekiz’de Sabrosa kasabasında küçük bir soylu ailede dünyaya geldi. Bir süre Portekiz Kraliyetinin hizmetinde denizci ve deniz subayı olarak çalıştı. Üstün navigasyon becerisi ve azmi ile dikkati çeken Magellan, diğer kâşiflerden farklı olarak ve de İspanyollardan önce baharat adalarına ulaşmayı hedefledi. Columbus buna teşebbüs etmişti ama başaramamıştı. Magellan kıtanın ötesine bir geçidin var olduğuna inanıyordu. Bu geçidi bulursa kısa yolu kullanarak Portekiz’den önce baharat adalarına ulaşabilirdi. Ancak projenin desteklenmesi için maddi desteğe ihtiyacı vardı. Bunun için Kral I. Manuel’in huzuruna çıktı, fakat teklifi reddedildi. Portekiz’de hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapandı. Portekiz’den ayrıldı ve aynı seferi İspanya Kralı I. Charles’a önerdi ve kral teklifi kabul etti. Böylece Portekizli kaptan İspanya adına baharat adalarını bulmak için 1519’da beş gemiyle (Trinidad, San Antonio, Conception, Victoria ve Santiago) İspanya’nın Sanlúcar de Barrameda kentinden yola çıktı. Atlantik Okyanusu’nu geçti. Güney Amerika’daki, geçişe izin verecek efsanevi boğazı aramak için sahili takip ederek güneye doğru yol aldı. Birçok maceradan sonra, 21 Ekim 1520’de aradığı geçidi buldu: Macellan Boğazı. Burada iki gemisini kaybetti. Üç gemi ile 1520’de labirent gibi gizli koyları ve burunları olan geçidi geçerek uçsuz bucaksız okyanusa yelken açtı. Tayfunları, kasırgaları ve fırtınaları ile bilinen okyanus o gün çok sakindi ve bu nedenle okyanusa “sakin” anlamında “Mar Pacifico” adını verdi. Magellan ve denizcileri bu okyanusu ilk gören Avrupalılar olmuştu. O zamanlar Güney Amerika’nın ötesindeki coğrafya hakkında çok az şey biliniyordu. Filonun uçsuz bucaksız “Mar Pacifico’yu” geçmesi yaklaşık üç ay sürdü. Önce Guam sonra Cebu adalarına ulaştılar ve Filipin takımadalarına doğru yol aldılar. Macellan, baharat adalarına ulaşmaya her zamankinden daha yakındı. Ancak Cebu adası yerlilerinin, Mactan adasındaki komşularıyla savaşmak için yardım isteğini kabul etti, ama bu yardım karşılığında büyük bir bedel ödedi ve Mactanlılar tarafından öldürüldü. Filosunun gemilerinden bir tanesini daha kaybettikten sonra kalan iki gemi 1521’de Moluccas’a ulaştı. Sonunda yalnızca “Victoria” El Cano kaptanlığında yolculuğu tamamlayabildi ve Eylül 1522’de İspanya’nın Sevilla kentine yüklü bir baharat kargosu ile geri döndü. Mürettebattan geriye 18 kişi ile İtalyan bilgin ve kâşif Antonio Pigafetta kalmıştı. Pigafetta’nın yolculuk sırasında tuttuğu günlük, mürettebatın eve dönüş yolculuğunda karşılaştığı olayların önemli bir kaydı olarak tarihe geçecekti. Zenginlik ve kişisel zafer peşinde koşan Magellan’ın dünya çapındaki cüretkâr ve hırslı yolculuğu, Avrupalılara baharattan çok daha fazlasını sağladı. Avrupa’dan batıya, Macellan Boğazı üzerinden doğuya doğru yapılan yolculukta birçok yer keşfedilmiş ve haritalanmış olsa da bu güzergâh baharat adalarına pratik bir rota olamayacak kadar uzun ve tehlikeliydi. Bununla birlikte, Avrupa’nın coğrafi bilgisi, Macellan’ın seferi ile ölçülemez bir şekilde genişledi ve değerlendi. Sadece Avrupalılar tarafından bilinmeyen devasa bir okyanus keşfedilmekle kalmadı, aynı zamanda Dünya’nın önceden düşünülenden çok daha büyük olduğu anlaşıldı.

Magellan ve denizcileri Pasifik Okyanusunu ilk gören Avrupalılar olmuştu.

Tarihçi Pigafetta’nın günlüklerinden şunları öğreniyoruz: El Cano emrindeki Victoria beş ay süren yolculuktan sonra Portekizlilerin elinde olan Cape Verde’ye bin bir zorlukla ulaşmıştı. Gemiciler limana çıkıp İspanyol olduklarını belli etmeden alışveriş yaptılar. Konuşma sırasında günün Perşembe olduğu öğrendiler. Ancak Pigafetta tuttuğu notlardan günün Çarşamba olduğunu biliyordu. Bir gün kaybolmuştu! Pre-Sokratik Karadeniz Ereğlili (Heraklia Ponrtika) Herakleides haklı çıkmıştı. MÖ 400 yılında ortaya attığı hipotezi doğrulanmıştı. Dünya sabit değil kendi etrafında dönüyordu. Devamlı batıya giden biri sonsuzluktan zaman kazanabilirdi. Magellan ve El Cano baharatla birlikte şimdiye kadar gezegenimiz için yapılan spekülasyonları alt üst eden yepyeni bir bilgiyle, Dünya’nın sabit olmadığı ve kendi etrafında döndüğü bilgisiyle geri dönmüştü.
(Magellan’nın bu heyecanlı keşif hikâyesinin daha fazlası için Stefan Zveig’in “Macellan” adlı kitabı tavsiye edilir.)

Kuzey Amerika’nın keşfi ve bir efsane
İtalyan kâşif Venedikli Giovanni Caboto’nun Kuzey Amerika’nın çeşitli bölgelerine yaptığı keşifler; Vikinglerin 11. yüzyılda buralara ulaşmalarından sonra, Avrupalıların Kuzey Amerika kıtasıyla ilk karşılaşmaları olacaktır. Ancak Caboto ile ilgili çok daha ilginç keşif hikâyeleri vardır. Efsanevi “Hy-Brasil” adasını aramak için 1480’de İngiltere’nin en büyük ikinci limanı Bristol’e gider. Kelt efsanesine göre, bu ada Atlantik Okyanusu’nda bir yerde bulunmaktadır. Limandaki tüccarlar arasında, Ada’da değerli bir kırmızı boyanın elde edildiği egzotik bir Brezilya ağacının bulunduğu anlatılır. Bristollü denizcilerin adayı çok daha önce keşfettikleri ancak daha sonra izini kaybettiklerine dair yaygın bir inanç da vardır. Hy-Brasil, 1325’ten 1800’lere kadar olan haritalarda görünen gizemli bir adadır. İrlanda efsanesine göre zaman zaman görünür hale gelmesine rağmen ona bir türlü ulaşılamamıştır. Yedi yılda bir gün dışında sisle kaplı olduğu anlatılır. Ada ile ilgili hikâyeler, yüzyıllardır Avrupa’da konuşulmakta, vaat edilen azizler diyarı ya da gelişmiş bir uygarlığın yaşadığı bir cennet olduğuna dair söylenceler halen de kulaktan kulağa dolaşmaktadır.

Amerigo Vespucci’nin Floransa’daki Uffizi galerisinde sergilenen heykeli.

Yeni bir kıta: Amerika
11. yüzyılda Kuzey Amerika’nın kuzeyini ilk keşfedenler Vikinglerdir. Daha sonra İtalyan Caboto buralara gelir. Colombus Bahamalar’ı keşfeder, sonrasında Magellan da Güney Amerika’nın ucuna kadar gider. Bu kâşiflerin amacı -Vikingler hariç- bir an önce Hindistan’a ulaşmaktır. Her seferinde karşılarına çıkan kuzeyden güneye uzanan bu kara parçasının hep Asya kıtası olduğunu zannederler. Bu devasa kara kütlesini aşmaya çalışan da ilk Magellan’dır ama o da bu yeni toprakların yeni bir kıtaya ait olabileceğini aklına dahi getirmemiştir.
Floransalı Amerigo Vespucci 14 Mayıs 1501’de Portekiz bayrağı altında Güney Amerika’ya yelken açarak Patagonya kıyılarına ulaşır. Rio de Janeiro ve Rio de la Plata nehirleri ile karşılaşır ve daha da güneye devam eder. Güney Amerika’nın en güneydeki Tierra del Fuego’ya geldiğinde ise, kara parçasının tahmin edilenden çok daha büyük olduğunu anlamıştır. Şüphelerinde haklıdır. Ayrıca yolculuk sırasında yaptığı gökyüzü gözlemlerinde Avrupa’da görünmeyen farklı takımyıldızlar olduğunu fark etmiştir. Yol boyunca yaptığı tüm gözlemler, bu kara parçasının birçok özelliği nedeniyle diğer keşfedilenlerden çok daha farklı olduğunu doğrulamaktadır.
Güney Amerika kıyısı açıklarına vardığında İtalya’ya yazdığı mektupta, keşif yaptığı kara parçalarının beklenenden çok daha geniş olduğunu, bu yüzden de bir “Yeni Dünya”, yani Avrupa’da önceden bilinmeyen dördüncü bir kıta olması gerektiğini anlatır. Yazdığı mektupları isminin Latincesi olan Americus Vespucius olarak imzalaması Alman haritacı Martin Waldseemüller’in 1507 yılındaki “Universalis Cosmographia“ isimli dünya haritasında bu yeni kıtaya Amerika adını koymasına yol açacaktır.
Gerçekte iki kıtanın ona ithafen isimlendirilmesini sağlayan Vespucci’nin hırsı değil, Martin Waldseemüller’in 1507 tarihinde yaptığı “Universalis Cosmographia” ya da diğer ismiyle “Waldseemüller Haritası” isimli dünya haritasında Güney Amerika’nın “Amerika” olarak isimlendirilmesidir.

Vandal kâşifler
Terra ignotia (bilinmeyen topraklar) İspanyollar tarafından ele geçirilince, bir başka gerçek yüzünü göstermeye başlar. Yalnızca yerlilerin yaşadığı el değmemiş bu topraklardan zenginlik akmaktadır. Avrupa’da bilinmeyen meyveler, bitkiler, baharatlar bir süre sonra işgalcilerin vazgeçilmezi olur. Hele altın, kıymetli taş, inci ve diğerleri onların doymak bilmeyen iştahlarını daha da kabartır. Gözleri dönmüş, vahşi hayvanlar gibi etrafa saldırarak, çoluk çocuk demeden önüne geleni katlederler. Columbus’tan sonra Panama kıstağına iyice yerleşen İspanyolların sözde kâşifleri, buradan Amerika’nın güneyi ve kuzeyine yağmacı birçok sefer düzenleyerek yeni koloniler kuracaklardır.
İspanyol Vasco Núñez De Balboa daha 26 yaşındayken Amerika’ya doğru yelken açar. Hispaniola’ya (bugünkü Haiti) büyük bir çiftlik kurarak yerleşir ancak başarılı olamaz ve adayı terk eder. Daha sonra adamları ile birlikte Panama kıstağını aşarak Pasifik okyanusuna ulaşır. Bilindiği gibi İspanyol kâşiflerinin en büyük idealleri söylencelerle kulaktan kulağa dolaşan İnka ve Aztek altınlarıdır. Bunları elde etmek için yapmayacakları vahşilik yoktur. Peru’ya ulaşan Balboa buradaki yerlilerin ellerindeki altınları, incileri ve mücevherleri yağmalar. İspanyolların artık önü açılmıştır. Ateşli silahları, atları, zırhları ile yalnızca ok ve mızrakları bulunan yerli halka acımasızca saldırarak topraklarına el koymaları çok kolay olmuştur. Balbao’dan sonra sıra kuzeni Hernán Cortés’tedir. İspanyol kâşifler içinde yağmacılığı ve vahşiliği ile ünlenen bir kişidir. Küba’nın İspanyollarca işgal edilmesindeki başarıları nedeniyle valilik tarafından geniş araziler ve yerli köleler ile ödüllendirilen Cortés, el değmemiş yeni toprakların zenginliğinin farkındadır. Bu nedenle kıtanın içlerine sefer yapabilmesi için izin ister, ancak yalnız ticaret için izin alabilir. Valiyi dinlemez ve Meksika’yı işgal ederek Aztek İmparatorluğunu, altın hırsı nedeniyle tarihin en büyük soykırımlarından birini yaparak yağmalar ve yok eder.

Francis Pizarro İnka imparatoru Atahualpa’yı esir alıp idam ettirmişti.

İspanya’nın Trujillo kentinde fakir bir ailede doğan Francis Pizarro yeni topraklarda servet ve macera için önce Vasco Núñez de Balboa’ya Panama kıstağının geçişinde eşlik ederek Pasifik Okyanusu kıyılarına kadar keşiflerde bulunur. 1529’da Pizarro, İspanyol kralından izin alarak Peru seferine çıkar. Peru’daki ilk İspanyol yerleşimi olan San Miguel de Piura’yı kurar. Daha sonra Kasım 1532’de Cajamarca Savaşı’nda İnka imparatoru Atahualpa’yı esir alır. İmparatorun serbest bırakılması için bir fidye ister. Atahualpa fidye için bir odayı altınla doldurur. Ancak Pizarro onu suçlayarak 1533’te idam ettirir. Ateşli silah ve zırhlı askerlerle donatılmış İspanyollar Pizarro komutasında İnka’nın başkenti Cuzco’ya girer ve Peru’yu işgal ederek Aztekleri yok eder.

Diğer bazı kâşifler
İngiliz denizci Thomas Cavendish dünyanın etrafını dolaşan üçüncü kâşiftir. Üç gemisi ile 21 Temmuz 1586’da İngiltere’nin Plymouth kentinden yola çıktıktan sonra, Güney Amerika’nın güneyine yelken açar. Macellan Boğazından geçmeden önce Arjantin’de Port Desire’yi keşfeder. Punta Arenas (Kum Burnu) yakınlarındaki Santa Magdalena (Pelikanlar adası) adasına demirler. Sonrasında Tierra del Fuego ve çevresinin girintili çıkıntılı birçok fiyordunu ve irili ufaklı birçok adayı kapsamlı bir şekilde haritalar ve araştırır. Bir başka kâşif, İngiliz Richard Chancellor İskandinav Yarımadasını geçerek White Sea’ye ulaşır ve Ruslarla ilişki kurar. Francis Drake, 1577 ve 1580 yılları arasında yaptığı tek bir keşif gezisi ile Dünya’yı dolaşmış İngilizlerin önemli bir kâşifidir. Drake’in seyahatlerinin kayıtlarını inceleyen tarihçi Mateo Martinic, araştırmalarında, Güney Amerika’nın güney ucunu ve güneyindeki Tierra del Fuego, Cape Horn ve Antarktik ile arasındaki boğazı keşfetmesi (Drake Geçidi) nedeniyle ondan övgüyle bahsedecektir.

KUTUPLARIN KEŞFİ

Tüm keşif rotaları genelde Afrika kıtasının güneyi, Güney Amerika güneyi, kuzeyde ise İskandinavya’ya kadar olan güzergahlardan oluşuyordu. Her iki kutup dairesi yani arktik (kuzey kutup dairesi) ve antarktik (güney kutup dairesi) coğrafyaları henüz keşfedilmemiş gizemli topraklardı. Diğerlerine göre çok daha çetin koşulların hüküm sürdüğü bu bölgelerin ele geçirilmesi insanın yine merak içgüdüsüyle gerçekleşecekti. Tarihsel sıraya göre:

İngiliz kâşif James Cook (1728-1779).

Arktik bölgenin keşfi
Kutup dairesi yakın coğrafyasına olan keşiflerde Vikinglerin ilk sırada yer aldığını biliyoruz. Milattan önce 870’de Floki Vilgerdarson ve 983’de Erik Thorvaldson (Kızıl Erik) bu bölgelerde özellikle çiftçiliğe uygun yeni topraklar bulmak ve oralara yerleşmek için birçok keşif gezisi yaptılar.
Pytheas, MÖ 300’de Britanya Adalarının kuzeyi ve hatta İzlanda ve Norveç’e kadar kuzey kutup dairesine yakın coğrafyaları ilk keşfeden Yunanlı coğrafyacı ve denizciydi. Uzun bir zaman sonra Hollandalı haritacı ve kuzey kutbu kâşiflerinden olan Willem Barentsz 1594-1597 yıllarında Kuzeydoğu Geçidi’ni aramak için kuzey denizlerine doğru üç sefere çıktı. Spitsbergen ve Bear Adalarını keşfetti. 1607-1610 yılları arasında günümüz Kanada’sında ve kuzeydoğu Amerika Birleşik Devletleri’nin bazı bölgelerindeki araştırmalarıyla bilinen İngiliz kâşif Henry Hudson, son seferinde Kuzeybatı Geçidi’ni ararken, Hudson Boğazı’nı ve muazzam Hudson Körfezi’ni keşfedecekti. Rus Mikhael Lomonosov’un 1764’te, Sibirya’nın kuzey kıyıları boyunca Atlantik ve Pasifik okyanusları arasındaki Kuzeydoğu Geçidi’ni bulmak için düzenlediği keşif gezisi tüm Sibirya kıyılarını keşfetmesiyle son buldu. Arktik bölgenin keşfi İngiliz James Cook’un Temmuz 1776’da üçüncü yolculuğunda gerçekleşti. Avrupa ve Asya arasında kuzeyden bir bağlantı olup olmadığını araştırmak için kuzey denizlerine yelken açtı, ancak bu girişimi dev buz dağlarının yolunu kesmesi nedeniyle başarısızlıkla son buldu.
19. yüzyılın başlarında arktik bölgenin detaylı keşfi için, birçok ülkenin yelkenlileri kuzey kutbuna yelken açmak için kıyasıya bir yarışa girerler. Bunlardan en bilinenleri 1819-1831 yılları arasında çok sayıda ada ve geçit keşfeden İngiliz William Edward Parry ile James Clark Ross’tur. Amaçları kuzey kutup dairesinde Avrupa ile Asya arasında, bir geçidin varlığını kanıtlamaktır. Kraliyet Donanması subayı ve kâşifi Parry 1827’de Kuzey Kutbu’na 82 enlemine kadar ulaşır. Amerikalı deniz subayı ve kâşif Charles Wilkes ise 1838-1842 yılları arasında, Pasifik Okyanusunun güney coğrafyasına yelken açarak ve kendi ismi verilen büyük bir bölgeyi keşfederek Antarktika kıyılarını haritalar.
İsveçli kutup kâşifi Adolf Erik Nordenskiöld 1878’de Kuzey Atlantik Okyanusu’nu Sibirya kıyıları boyunca Pasifik Okyanusu’na bağlayan Kuzeydoğu Geçidi’ni geçer. 1882-1884 yılları arasında Amerikalı Adolphus Greely Kuzey Kutbu’ndaki Ellesmere Adası’nda meteorolojik gözlem istasyonu kurarak astronomik ve manyetik veriler toplamak amacıyla düzenlenen seferi yönetir. 1882’de Amerikalı George Washington DeLong Bering Boğazı üzerinden Kuzey Kutbu’na bir yol bulma planıyla USS Jeannette gemisiyle San Francisco’dan yola çıkar ve gezi süresince bilimsel veriler ile hayvan örnekleri toplamanın yanı sıra üç ada keşfeder. Fridtjof Nansen 1895-1893’de Grönland ve civar bölgelere yaptığı keşif gezileri ile tanınan Norveçli kâşiftir. Daha sonra bu kariyerine zooloji ve okyanus bilimlerini de ekleyen Nansen, 1893-1896 yılları arasında keşifleri sonrası okyanus araştırmalarında yeni bir çığır açan altı ciltlik bilimsel gözlemlerini yayınlayacaktır.
İngiliz kâşif Robert Edwin Peary 1886 ve 1897’de Grönland ve Arktik Kanada arasında 5 keşif gezisi yapar. 1905 Haziran’ında Roosvelt gemisi ile New York’tan ayrıldıktan sonra arktik bölgeye gelir. 1906’da Kuzey Kutbuna hareket eder. Ancak erimiş buzlar görevin tamamlanmasını engeller. Daha sonra kutba ulaşmak için bir girişimde daha bulunur ancak kutba ulaşıp ulaşamadığı bilinemez.

Arktik bölgede çok sayıda ada ve geçit keşfeden İngiliz William Edward Parry.

20. yüzyılın başlarında kutup noktaları hariç insanoğlu gezegende ayak basmadık yer bırakmamıştır. 1900’lü yıllarda Dünya’nın her iki kutup noktasına ulaşmak, kâşiflerin en büyük hedefleridir. Norveçli Roald Amundsen Güney Kutbuna ulaşmazdan önce 1903-1906 yıllarında Kuzeybatı Geçidi’ni başarıyla geçerek ilk denemesini yapar. 1909’da Güney Kutbu keşif gezisi için çalışmalarının hızlandırır ve Haziran 1910’da Fram gemisiyle Norveç’ten ayrılarak Ocak 1911’de Antarktika’ya ulaşır. Ekim ayında kutup noktasına hareket etmezden önce ekibi ile Balinalar Körfezi’nde kamp kurar. Hazırlıklarını tamamlayarak ekibi ile kutba hareket eder. Zorlu bir yolculuktan sonra 14 Aralık 1911’de Güney Kutbu’na başarıyla ulaşan ilk insan grubu olarak keşifler tarihine geçerler. Bu başarılı keşiften sonrasında Amundsen 1918’de Maud gemisiyle Kuzeydoğu Geçidi’ni geçerek Kuzey Kutbu’na ulaşmak ister ancak başarısız olur.
1910-1915’de Rus arktik okyanus hidrografik araştırmaları, Kuzey Deniz Yolu’nun geliştirilmesi amacıyla Rusya tarafından düzenlenen bilimsel bir keşif gezisidir. Hidrograf ve araştırmacı Boris A. Vilkitsky başkanlığında Vaigach ve Taimyr isimli buz kırıcı gemilerle başlayan sefer Sibirya’nın doğudan batıya olan kıyıları boyunca devam eder. Biyolojik ve jeolojik örnekler tüm sefer boyunca toplanarak ilgili üniversitelere verilir.

Antarktik bölgenin keşfi
Her zaman için Antarktika, gezegenin bilinmez, merak edilen, ulaşılması en zor coğrafyalarından biri olmuştur. Buraların keşfedilmesi ve güney kutup noktasına ulaşılması bu nedenle önemlidir. Sebebi de güney yarım kürenin en güneyinde kuzeydekine benzer bir kara parçasının (Terra Austaralis Incognita) bulunması gerektiğidir. Antik çağda bu konuda birçok hipotezler ortaya atılmış, 15. ve 18.yüzyılda bu bilinmeyen kara parçası harita çizimlerinde sıkça yer almış olmasına rağmen, bununla ilgili belirgin bir kanıtın bulunamaması kâşiflerin merakını daha da arttırır. Ayrıca bilinmeyen bu hipotetik kıtanın varlığı Kuzey Yarımküre’deki kıta sahasının güneydeki kara tarafından dengelenmesi düşüncesine dayandırılmış olması ve de aynı zamanda İskoç coğrafyacı Alexander Dalrymple’yin de Güney Pasifik’te bilinmeyen kıta olan Terra Australis Incognita’nın var olduğu teorisini savunması nedeniyle, Britanya imparatorluğu kâşif James Cook’u güneydeki bu bilinmeyen toprakların keşfi için görevlendirir. Cook, 1772’den 1775’e kadar olan ikinci yolculuğunu güney kara kütlesi veya Terra Australis’in olup olmadığını anlamak için mümkün olduğunca güney enlemlerine ulaşarak, rotasını bu hipotetik kıtayı bulmak için tasarlar. Bitki bilimci Joseph Banks’in katılımıyla Resolution ve Adventure gemileri yolculuk için donatılır ve Cook Temmuz 1772’de Antarktika’ya yelken açar. Ancak yapılan haritalar ve detaylı çalışmalar sonucunda güneyde böyle bir karanın olmadığı anlaşılacaktır.

Norveçli Roald Amundsen ve ekibi, 14 Aralık 1911’de Güney Kutbu’na başarıyla ulaşan ilk insan grubu olarak keşifler tarihine geçerler.

1831’de İngiliz James Clark Ross, Ross Denizi, Adası ile Erebus ve Terror Dağlarını, 1911’de Ronald Amundsen Güney Kutbu’nu keşfeder. 1912’de İngiliz kraliyet deniz kuvvetleri subayı kâşif Robert Falcon Scott Antarktika’ya iki önemli keşif gezisi yapar. Bunlardan biri 1901-1904 diğeri ise donarak öldüğü Terra-Nova keşif gezisidir. İlk gezide Güney Kutbunda yer alan polar platoyu keşfeder. Amundsen’den süratli hareket etmek için tehlike ve riski göze alarak ekibi ile birlikte 17 Ocak 1912’de atların çektiği kızaklarla kutba hareket eder. Ancak atların soğuğa dayanamaması nedeniyle yolda donarak ölür. Ekibi kimsenin tahmin etmediği bir sonuçla geri döner. Bulunan bitki fosilleri Antarktika’nın jeolojik zamanlarda ormanlarla kaplı olduğunu belirtmektedir.

BİLİMSEL KEŞİFLER VE  AYDINLANMA ÇAĞINDA DENİZ ARAŞTIRMALARI
18. yüzyılda deniz araştırmalarında önemli çalışmalar yapılır. İcat edilen ve geliştirilen teodolit, hassas saatler, pusula sekstant gibi navigasyon aletleri araştırmaların daha güvenli ve sağlıklı olmasını sağlamıştır. 18. yüzyılın ortalarından 19. yüzyıla kadar bilimsel kâşifler tarafından yeni keşfedilen egzotik fauna ve flora Avrupa müzelerine getirilir. Doğa tarihi, botanik, zooloji, ihtiyoloji (balık), konkoloji (bivalvia ve gastropoda), taksonomi, tıp, coğrafya, jeoloji, mineraloji, hidroloji, oşinografi, fizik ve meteoroloji gibi bilimsel disiplinlerde büyük ilerlemeler kaydedilir ve tüm bu gelişmeler Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yeni doğa araştırmaları müzelerinin kurulmasının öncüsü olur. Bunların hepsi aydınlanmanın daha da güçlenmesine yol açan gelişme ve ilerlemelerdir. Fotoğraf makinesi daha ortada yokken doğa tarihi illüstratörleri, koleksiyonları bozulmadan önce organizmaları en ince ayrıntılarıyla resmederek kayıt altına almalarıyla, Avrupa ve hatta Amerika’da inanılmaz güzellikte ve detayda yepyeni bir sanat akımı başlatırlar.
Zengin amatörlerin, eğitimli orta sınıfların ve din adamlarının korumasındaki bilim, Avrupa ülkelerinde süratle gelişerek toplumları etkiler ve böylece her ülkenin toplumu bilgi ve bilim toplumu olur. 18. yüzyılın başında birçok sefer özel olarak finanse edilir. Yüzyılın ikinci yarısında James Cook’un üç Pasifik yolculuğu, İngiliz Amiralliğinin himayesinde organize edilen doğa tarihinin önemli keşif gezileri olmuştur.

Terra Austaralis incognita.

17. yüzyılda deniz hegemonyası Portekiz ve İspanyollardan Hollandalılara, ardından İngiliz ve Fransızlara geçti. Özellikle 17. yüzyılın sonlarında bilimadamları ve doğa tarihçileri, araştırmalarını uzman dergilerde yayımlayan bilimsel topluluklar kurmaya başladı. Bunlardan en önemlisi halen faaliyetini sürdüren İngiliz Kraliyet Cemiyeti 1660 yılında kuruldu. Royal Society’nin ilk üyelerinin faaliyetleri, daha sonraki deniz araştırmaları için önemli bir model olacaktı. Bunlardan biri olan Hans Sloane 1685’te üye seçildi ve 1753’te British Museum’un kurulmasına katkı sağladı.
Coğrafi keşifler sonrasında Yer’in doğasını tanımaya çalışan önemli keşif gezilerini finanse eden ülkelerin başında İngiliz Kraliyet Araştırmaları Cemiyeti (Royal Society) ve Fransa yer aldı. Daha sonra Almanya, Rusya, Hollanda ve diğerleri bu araştırmalara katıldı. Araştırma gezilerinin sağladığı bilimsel getirilerin, bu ülkelerin gelecekteki eğitim politikalarının düzenlenmesinde ne denli önemli olduğu, üç yüzyıldır devamlı kendilerini yenileyen doğa araştırmaları ile kanıtlanacaktı.
Merak ve keşfetme arzusunun insanın gezegeni işgal etmesinin en önemli nedenlerinden biri olduğunu biliyoruz. Tüm bu yazılanlardan şöyle bir çıkarım yapabiliriz: Coğrafi keşiflerin başlamasıyla birlikte karanlık çağdan çıkan insan, büyük bir iştahla bilinmeyen toprakları ele geçirmeye başlar. Ateşli silahları ve zırhları karşısında duramayan ancak ok, mızrak ve yerel bıçaklarla karşılık veren yerli halk sonunda soykırıma uğrayarak yok edilir.
18. ve 19. yüzyıl bilimsel keşiflerin yapıldığı yüzyıllardır. Birçok ülkenin çeşitli aletlerle donatılmış yelkenli gemileri, kutuplardan tropikallere kadar kıta kıyılarını, denizlerini ve okyanuslarını dolaşarak özellikle biyolojik (zooloji ve botanik) örneklerin yanı sıra doğaya ait ne varsa toplayarak ülkelerine götürme yarışına girerler. Başta İngilizler olmak üzere, Fransızlar, Hollandalılar daha sonraları da Amerika ve Rusya bu yarışa katılacaktır.
Burada yüzlerce geminin yaptığı çalışmaların tümünden bahsetmemiz mümkün değildir. Ancak çok önemli sonuçları olan birkaçını vurgulayabiliriz.

1912’de İngiliz kraliyet deniz kuvvetleri subayı kâşif Robert Falcon Scott Antarktika’ya iki keşif gezisi yapar. İkincisinde donarak ölmüştür.

Sir Thomas Adams komutasında İngiliz kraliyet donanmasına ait HMS Niger gemisinin 1766’da Kanada’ya yapmış olduğu geziye katılan ünlü bitki bilimci Joseph Banks birçok hayvan ve bitki türü toplayarak bunları sınıflandırır. Bu çalışmasında James Cook ile tanışır ve bu tanışma onun Cook’un ilk dünya gezisinde yer almasına neden olacaktır. 1766-1769’da bir Fransız savaş gemisi olan La Boudeuse bitki bilimci ve yazar Louis-Antoine de Bougainville kaptanlığında ilk kez Dünya çevresini dolaşan Fransız gemisidir. İngiliz kaptan ve kâşif James Cook İngiliz kraliyet donanması ve bilimsel cemiyeti tarafından düzenlenen ilk bilimsel dünya seyahatini HMS Endeavour ile 1768-1771’de gerçekleştirir. Öncelikli olarak ilk işi Güney Pasifik ve Avustralya-Yeni Zelanda ve diğer adaları keşfetmek ve haritalamak olacaktır. Gemide bulunan iki önemli doğa bilimci Joseph Banks ve Daniel Solander ve ressam Sydney Parkinson özellikle Avustralya, Yeni Zelanda ve Tahiti adalarındaki egzotik bitki türlerini tanımlar ve çizimlerini yaparak kayıt altına alır. 1772’de Kaptan James Cook bu sefer HMS Resolution ve HMS Adventure ile Antarktika kıyılarının da içinde bulunduğu ve üç yıl sürecek dünya seyahati için ikinci kez yola çıkar. Gemide ornitolog Johann Reinhold Foster Avustralya kıtası ve diğer adalardaki kuş topluluklarını örnekleyerek Londra Doğa Tarihi Müzesi koleksiyonlarına katarlar.
İngiliz kaptan John Gore komutasındaki Sir Lawrence yelkenlisi doğa bilimciler Joseph Banks ve Daniel Solander ile 1772’de İzlanda’yı ve İskoçya’nın batı kıyısındaki adaları keşfeder. Birçok doğa örneği özellikle de bitki topluluklarından oluşan koleksiyonları Londra Doğa Tarihi Müzesi ve Kew Garden Herbaryumu örneklerine ilave edilir.
Toskanalı kâşif Alessandro Malaspina bilimsel keşifler dünyasında çok fazla tanınan bir kâşif değildir, ama çalışmaları keşifler tarihi için önemlidir. Descubierta ve Atrevida gemileri ile 30 Temmuz 1789’da Cadiz’den hareket eder. Bilimadamlarından bazıları Malaspina’ya eşlik etmektedir. Beş yıl boyunca süren bu keşif gezisinde Malaspina, Amerika’nın batı kıyılarının ölçümlerini daha önce hiç elde edilmemiş bir hassasiyetle yapar, Alaska’daki Saint Elias Dağı’nın yüksekliğini ölçer ve daha sonra adını taşıyan “Malaspina Buzulu” da dahil olmak üzere devasa buzulları araştırır.
Sadece Batı Hint adalarında bulunan egzotik bitki olan yüksek besin değerli, dutgil (Moracea) ailesine ait ekmek ağacını (Artocarpus altilis) Avrupa’ya getirmek için 1791-1793 tarihlerinde İngiliz kaptan William Bligh, HMS Providence ile 2 Ağustos 1791’de Pasifiğe yelken açar. Bu inceleme gezisi sonrasında ekmek ağacı ile birlikte birçok egzotik bitkiyi yanında getirerek, bunları Karayiplerde St. Vincent Adasındaki Kraliyet Botanik Bahçeleri koleksiyonlarına verecektir.

İngiliz kaptan ve kâşif James Cook İngiliz kraliyet donanması ve bilimsel cemiyeti tarafından düzenlenen ilk bilimsel dünya seyahatini HMS Endeavour gemisi ile 1768-1771’de gerçekleştirir.

Adam Johann von Krusenstern ve Yuri Lisyansky 1803-1806’da Nadezhda ve Neva yelkenlisi ile Dünya’nın çevresini dolaşan ilk Rus kâşiflerdir. Alaska’nın ve pasifik adalarının keşfi sırasında birçok botanik ve zooloji örneklemeleri yaparak bunları ülke müzesine kazandırmışlardır. 1825-1830 yıllarında HMS Adventure ve HMS Beagle, Phillip Parker King’in kaptanlığında doğa bilimci James Anderson’unun da katıldığı, Patagonya ve Tierra del Fuego’nun hidrografik araştırmasını yapmak amacıyla yola çıkar. Beagle’ın bu sulardaki birinci seferidir. Gemiler daha sonra FitzRoy idaresi altında yoluna devam eder ve ana kara ile okyanusu bağlayan yeni bir geçit keşfederek buraya Beagle adını verirler.
Coğrafyacı arktik kâşif Fyodor Litke komutasındaki Senyavin ve Moller gemileri, 1826-1829’da bitki ve doğa bilimci Karl Heinrich Mertens, doğa bilimci Heinrich von Kittlitz ve mineralog Alexander Philipov Postels’dan oluşan biliminsanı grubu ile Kronstadt’tan (Finlandiya körfezi) hareket ederek arktik okyanusunda, Bering Denizi’nin batı kıyı şeridinde ve Japonya açıklarındaki Bonin Adaları ile 12 yeni ada keşfedecektir. Bilimciler araştırmalarda topladıkları yaklaşık 1000 yeni böcek türü, balık, kuş ve diğer hayvan türleri ile algler ve mineraller dahil 2500 bitki örneği içeren geniş bir doğa koleksiyonunu devlet müzesi koleksiyonlarına katacaklardır.
1829’da Fransız La Cybèle araştırma gemisi Marie Antoine Chevalier de Robillard komutasında, doğa bilimciler (zoolog, entomolog, bitki bilimci, jeolog) ile ressam Prosper Baccuet’in katıldığı Madagaskar ve Mauritius adalarına yaptıkları keşif gezisinde toplanan egzotik meyve ve bitkilerin Robillard tarafından yapılan balmumu modelleri birer sanat harikası olarak Paris Doğa Tarihi Müzesinde egzotik bitkiler reyonunda sergilenerek koleksiyonlara katıldı. Robillard 1829’da yazdığı La Carporama isimli monografide ve açılan sergide eserlerinin doğa ve sanat birlikteliğini en güzel şekilde açıklıyordu.
Bilimsel keşifler tarihinde İngiliz HMS Beagle’ın önemli bir yeri vardır. Üç seferi de Okyanusya’yadır. Magellan’dan sonra Avrupalı kâşifler için Güney Amerika artık karşı kıyı gibi olmuştur. İmparatorlukların araştırma gemileri için, uygun rüzgarları yakaladıktan sonra kısa süre içinde Brezilya kıyılarına ulaşmak, sonrasında ise kıyıyı takip ederek Patagonya ve Tierra del Fuega’ya varmak artık sorun değildir.
Beagle bu sulara üç sefer yapar. İlk Sefer, 22 Mayıs 1826’da Kaptan Stokes komutasında Plymouth’tan başlar. HMS Adventure gemisi Patagonya ve Tierra del Fuego’nun hidrografik bir araştırmasında Beagle’a yardımcı olur. İkinci sefer, Robert FitzRoy kaptanlığında 1831-1836 tarihleri arasında gerçekleşir. Önce Atlantik adaları, sonra Brezilya ve Patagonta, Arjantin, Tierra del Fuego (Ateş ülkesi) ile Findel Mundo (Dünya’nın ucu) Cape Horn, oradan Şili, And Dağları, Pasifik okyanusu ve Batı Hint adaları, Mauritus, Afrika (Cape Hope), oradan da İngiltere’ye olan yolculuk beş yıl sürecektir. Gezi sonrasında Charles Darwin’in editörlüğünde yazılan Zoology of the Voyage (beş cilt), The Geology of the Voyage of the Beagle (üç cilt), The Structure and Distribution of Coral Reefs (Mercan Resiflerinin Yapısı ve Dağılımı), Volkanik Adalarda Jeolojik Gözlemler ile Güney Amerika’da Jeolojik Gözlemler adlı çalışmalar Beagle gezisinin bilimsel sonuçlarını anlatmaktadır.
Beagle’ın ikinci seferinin önemi dünya tarihi için büyüktür. Bu araştırma gezisinde, biyoloji ve jeoloji tarihine, aynı zamanda insanın akılcı düşünebilme yetisine damga vuran evrim araştırmaları Darwin tarafından dile getirilmiş ve aynı zamanda toplanan binlerce biyolojik ve jeolojik örnek Londra Natural History Museum’a kazandırılmıştır.

Zoolog Alexander Agassiz.

Üçünce seferde (1837-1843) kaptan John Clements Wickham komutasında biliminsanları Avustralya kıyılarının hidrografisini araştırır. Bir önceki gezide isimlendirilen doğal bir liman olan “Port Darwin” daha sonra Avustralya’nın “Darwin” kenti olarak bilinecektir.
ABD araştırma gezisi (Wilkes Expedition) Charle Wilkes kaptanlığında 1838-1842 tarihleri arasında, USS Vincennes ve USS Peacock araştırma gemilerinin Atlantik kıyısındaki Hampton Roads’dan yelken açmasıyla başlar. Yolculukta bilim ekibinde doğa bilimciler, botanikçiler, zoologlar, mineralog, taksidermist, ressamlar ve filolog (dil bilimci) bulunmaktadır. Bu araştırma Amerikan hükümeti tarafından finanse edilen ilk devri âlem gezidir. Sonuçta binlerce bitki örneği, hayvan örneği Amerika doğa tarihi müzelerinin koleksiyonlarına dahil edilir ve gezi sonuçları 20 ciltten oluşan bir kitap serisinde yayınlanır. 1839-1843’de Royal Society’nin sponsorluğunda ve James Clark Ross ve Francis Crozier kaptanlığında HMS Erebus ve HMS Terror araştırma gemileri Antarktika’nın manyetik ve coğrafi özelliklerini keşfetmek için, 19 Eylül 1839’da Birleşik Krallık’tan ayrılır. Yolculuk sırasında Erebus Dağı ve Ross Denizi keşfedilir. Bilim grubu tarafından toplanan örnekler iyi korunamadığı için çürümüş ve müzelere ulaştırılamamıştır.
Doğa bilimciler Ferdinand von Hochstetter, Georg von Frauenfeld ve Johann Zelebor’un yer aldığı Avusturya krallığına ait SMS Novara araştırma gemisi Nisan 1857’de Kaptan Bernhard von Wüllerstorf-Urbair yönetiminde Trieste’den hareket eder. Amacı Dünya’nın etrafını dolaşarak imparatorluğun gücünü göstermek ve bilimsel araştırmalar yapmaktır. Gezi sırasında bilimsel örneklere yer açmak için silahların çoğu denize atılır. Sonrasında 21 ciltlik keşif raporu yayınlanacaktır. 1875-1876’da HMS Alert ve HMS Discovery Alert, 20 Ağustos 1878’de Chatham’da Magellan Boğazı’nın araştırılması için Yüzbaşı Sir George Strong Nares komutasında yeniden yelken açar. Özellikle zoolojik çalışmaları dikkat çeken araştırmalar sonrasında ulusal koleksiyonlara 1300 tür eklenecektir.
ABD Başkanı Benjamin Harrison tarafından Meksika, Orta Amerika kıyılarını ve Galápagos Adaları çevresindeki bölgeyi keşfetmek için yetkilendirilen USS Albatross 1886-1896 yılları arasında özel bir keşif gezisi için ünlü zoolog (ihtiyolog) Alexander Agassiz ile birlikte San Francisco’dan Panama’ya doğru yola çıkar. Oradan Güney ve Orta Pasifik’e ulaşır. Yol boyunca rastladıkları adalarda yoğun araştırmalar yapan Alexander Agassiz sayısız dip örneği toplar. Bunlar günümüzde birçok müzenin koleksiyonlarında tayin anahtarı ve sergi örneği olarak koruma altındadır.
1897-1898’de, Lila ve Mattie yelkenlileriyle yola çıkan zoolog Walter Rothschild ve doğa bilimci Rollo Beck Galapagos Adalarında çok önemli keşiflerde bulunarak sayısız zooloji örneği toplar. Bunlar Kaliforniya Üniversitesi Berkeley kampüsündeki Omurgalı Zooloji Müzesi’nin arşivlerindedir.
Valdivia seferi veya Deutsche Tiefsee-Expedition (Alman Derin Deniz Seferi), Kaiser Wilhelm II yönetimindeki Alman İmparatorluğu tarafından düzenlenen ve finanse edilen 1898-1899 yılları arasında deniz biyoloğu Carl Chun tarafından yönetilen bilimsel bir keşif gezisidir. Challenger Expedition tarafından keşfedilmemiş olan 3500 metrenin altındaki okyanusların derinlikleri araştırılır. Daha önceleri 19. yüzyılın ortalarında çoğu bilimadamı, denizlerde yaşamın 500 metrenin altında var olmasının mümkün olmadığını belirtmiş olmalarına rağmen Challenger ve Valdiva’nın araştırmaları okyanusların bilinmeyen uçurum bölgelerinde zengin bir yaşam olduğunu kanıtlayacaktır.
Prusyalı doğa bilimci ve kâşif Alexander von Humboldt’un botanik coğrafya üzerine yaptığı çalışmalar biyocoğrafya dalının temelini oluşturur. 1799 ile 1804 yılları arasında Güney ve Orta Amerika’ya giden von Humboldt, keşif gezileri sonucunda kıtayı bilimsel açıdan betimleyen ilk biliminsanıdır. Atlantik Okyanusu’nun iki kıyısında yer alan kara parçalarının (Güney Amerika ve Afrika’nın) bir zamanlar birleşik olduğu fikrini ilk öne süren de Humboldt’tur. Cosmos adlı eseriyle, dünyada her şeyin birbiriyle sürekli bir iletişim içinde olduğunu öne sürerek manyetik ekvatoru keşfetmiş, izoterm eğrilerini, iklim kuşaklarını ve biyocoğrafya biliminin temellerini atarak ünlenmiştir.
HMS Challenger’ın John Murray yönetiminde, İskoç oşinograf, deniz biyoloğu ve limnolojist Charles Thomson da yer aldığı 1872’de başlayıp 1876’da biten dört yıllık okyanus çalışmaları, John Murray tarafından 50 cilt halinde yayınlanır. Bunların içinde denizel zooloji (invertebrat, vertebrat, protozoa; özellikle foraminifera ve radiolaria) önemli bölümlerdir. Protozoalar Challenger’ın derin deniz örneklerinin içinde simetrik biçimleri ile dikkati çeken tek hücreli canlılar; ünlü zoolog evrimci Ernst Haeckel’in doğanın simetrisi konulu çalışmalarında, sanat ve doğanın birlikteliğini muhteşem çizgileriyle en güzel anlatan doğa örnekleridir.
1907-1909 yıllarında Nimrod araştırma gemisiyle Ernest Shackleton tarafından yürütülen Antarktik araştırmalarının esas amacı, coğrafi ve bilimsel değişiklerin ilk defa Güney Kutbu’nda incelenmesi olacaktır.

Birçok bilimsel geziye aracılık eden HMS Challenger gemisi.

Merak ve eğitim modeli
Merak sonucunda oluşan milyonlarca örnek, ciltler dolusu yazılar neye yarayacaktı ki? İşte bu soru, doğa müzelerinin önemindeki can alıcı nokta oldu ve tüm Avrupa bilgide süratle öne geçti. Her ülke doğa öngörülü eğitime önem verdi. Eğitim sistemlerinin müfredatına doğa müzeleri eklendi. Böylece toplum bireyleri, özellikle de eğitim çağındakiler düşünebilmenin en önemli biçimi olan korelatif (karşılaştırmalı) ya da lateral (yanal) ve eleştirel düşünce yetilerini kazandı.
Bu düşünce biçiminin özünde gözlem, deney, karşılaştırmalı düşünebilme ve akıl yürütme vardı. Eğitimin bir parçası olan bu müzeler, arkalarındaki muazzam araştırma merkezlerinin üniversiteler ile işbirliği yapması sonucunda daha da gelişerek toplumun bilgilendiği önemli kurumlar haline geldi.
Başarılı insanları diğerlerinden ayıran önemli kriterlerden biri de zekâlarından çok, ne kadar meraklı bir insan olduklarıdır. Merak dürtüsü, insanın ve bilimin ilerlemesinde önemli bir itici güçtür. Merak etmeyen insan kendini geliştiremez. Merak duygusu körelen insanın hayatla bağı kopar.
Merak ve öğrenmek birbirinin sebebi ve sonucudur. İnsan, zihnindeki sorulara, belirsizliklere ve çelişkilere son vermek için çaba gösterir, araştırır, keşfeder, öğrenir. Merak, insanı, insanlığı ilerletir.
Şimdi bu konuda ülkemize kısaca bir göz atalım. Acaba ne söyleyebiliriz ki? Kocaman bir “HİÇ” mi?

KAYNAKLAR

Bu yazı, yazarın çeşitli bilimsel ortamlarda bu konuda sunduğu konuşmaların yazıya dökülmüş halidir. Bunun için özellikle Wikipedia başta olmak üzere internetteki değişik bilgi sayfaları ile kütüphanedeki kaynaklar kullanılmıştır.

1) https://www.wikiwand.com/en/Erik_the_Red

2) https://www.britannica.com/biography/Erik-the-Red

3) https://www.britannica.com/biography/al-Jahiz

4) https://www.wikiwand.com/en/Muhammad_ibn_Musa_al-Khwarizmi

5) https://www.wikiwand.com/en/Abu_Hanifa_Dinawari

6) https://www.wikiwand.com/en/Istakhri

7) https://prabook.com/web/al-masudi/3733244

8) https://www.wikiwand.com/tr/Tordesillas_Antla%C5%9Fmas%C4%B1

9) https://www.wikiwand.com/en/Vasco_da_Gama

10) https://en.wikipedia.org/wiki/John_Cabot

11) https://en.wikipedia.org/wiki/Vasco_N%C3%BA%C3%B1ez_de_Balboa

12) https://en.wikipedia.org/wiki/Hern%C3%A1n_Cort%C3%A9s

13) https://en.wikipedia.org/wiki/Francisco_Pizarro

14) https://en.wikipedia.org/wiki/Francis_Drake

Antarktik araştırmaları yapan Ernest Shackleton.

15) https://en.wikipedia.org/wiki/Hrafna-Fl%C3%B3ki_Vilger%C3%B0arson

16) https://en.wikipedia.org/w/index.php?search=Mikhael+Lomonosov+&title=Special%3ASearch&ns0

17) https://en.wikipedia.org/wiki/William_Edward_Parry

18) https://en.wikipedia.org/wiki/Adolf_Erik_Nordenski%C3%B6ld

19) https://en.wikipedia.org/wiki/Fridtjof_Nansen

20) https://en.wikipedia.org/wiki/Roald_Amundsen

21) https://en.wikipedia.org/wiki/Hans_Sloane

22) https://en.wikipedia.org/wiki/Louis_Antoine_de_Bougainville

23) https://en.wikipedia.org/wiki/Joseph_Banks

24) https://en.wikipedia.org/wiki/Daniel_Solander

25) https://en.wikipedia.org/wiki/Alejandro_Malaspina

26) https://en.wikipedia.org/wiki/Friedrich_Benjamin_von_L%C3%BCtke

27) https://fr.wikipedia.org/wiki/Louis_Marc_Antoine_Robillard_d%27Argentelle

28) https://fr.wikipedia.org/wiki/Charles_Wilkes

29) https://fr.wikipedia.org/wiki/Carl_Chun

30) https://fr.wikipedia.org/wiki/Ernest_Shackleton

31) https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0166223603000638

32) Jones, W. R., 1993, The Challenger Foraminifera. Oxford Science Publications. The Natural History Museum

33) Haeckel, E., 1998, Kunstformen der Natur. 139.

34) Sakınç, M., 2009, Darwin’in ünlü keşif gezisinin öyküsü Beagle’la Evrim Kuramına yolculuk… Bilim ve Gelecek Dergisi. Sayı 65.

35) Sakınç, M., 2016, Evrimin merkezine yolculuk: Madagaskar. Bilim ve Gelecek Dergisi.  Sayı 152.

36) Sakınç, M., 2015, Darwin ve Tango: Evrimin İzinde sayı Bilim ve Gelecek Dergisi. 136.