Ana Sayfa Bilim Gündemi Cumhuriyetin ve laikliğin maddi gücü

Cumhuriyetin ve laikliğin maddi gücü

333
0

Ender Helvacıoğlu

Cumhuriyet, demokrasi, laiklik, insan hakları gibi kavramların toplumsal kökenlerine indiğimizde burjuvazinin aristokrasiye karşı taleplerini mi görürüz, yoksa ezilen sınıfların (kölelerin, serflerin, marabaların, köylülerin, kentlere doluşmuş işsiz yoksulların vb.) egemen haraçlı sisteme karşı başkaldırılarını mı? Hangisi esastır, belirleyicidir? Modernitenin ve aydınlanmanın motoru hangi çelişkidir: Aristokrasi-burjuvazi çelişkisi mi, ezen-ezilen (sömüren-sömürülen) çelişkisi mi? Tarih (modernite tarihi de) egemenler arasındaki mücadelelerin tarihi midir, ezen ve ezilen sınıflar arası mücadelenin tarihi mi? Tarihi hep -eski, yeni- egemenler yazdı; dolayısıyla onu kendi aralarındaki mücadelenin tarihi olarak yazdılar. Başrolde her zaman onlar vardı, ezilenlere ise figüran rolü (şu veya bu egemenin askeri rolü) verildi her zaman. Gerçek bir yanıyla böyle; ama bu, gerçeğin tamamı değil.

Her sınıfın -bilincinde olsun olmasın- kendi gerçeği var. Uygarlık tarihinden barbar akınlarını ve halk isyanlarını çıkarın, geriye sadece çürüyen uygarlıklar kalır; bu çürümenin nedenleri de anlaşılamaz.

Modernite tarihini ele aldığımızda, cumhuriyet, demokrasi, laiklik, insan hakları gibi kavramlar, ezilenlerin talebi olduğu sürece devrimci, köktenci ve radikal, yeni egemenlerin (burjuvazinin) talebi olduğu sürece uzlaşmacılık ve ateşkes biçiminde gündeme gelmiştir.

Burada kritik bir soru var: Aydınlanmamış kitleler devrim yapamaz mı? Meseleye kitleler açısından yaklaştığımızda devrim (veya devrimci hareket) mi önce gelir, aydınlanma mı? Emekçi (ezilen) kitleler aydınlanarak mı devrim yaparlar, devrim yaparak mı aydınlanırlar? Bu bir yumurta-tavuk sorusu değildir; sözün mü eylemin mi önce geldiğiyle ilgili felsefi bir soruya dayanır; önemlidir, öncülerin örgütlenme ve çalışma tarzını belirler.

Marx konuya şöyle açıklık getirir. “Devrim, yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka yolu olmadığı için değil, fakat aynı zamanda onu deviren sınıf ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini geçmişin birikmiş pisliklerinden temizleyebileceği ve böylece toplumu yeniden kurabileceği için zorunludur.” (K. Marx, Alman İdeolojisi, Çev. Selahattin Hilav, Sol Yayınları, s.121-122)

Yani devrim, aydınlanmışların aydınlanmamışlara dayattığı bir eylem değildir; aydınlanmamışların kendi devrimci pratikleri içinde aydınlanmaları eylemidir. Aydınlanmış öncü bu pratiğin kanallarını açtığı ölçüde devrimcidir; yoksa devrimci değil despot olur.

Modernite devrimleri tarihine baktığımızda da aynı olguyu görürüz. Fransız Devrimini kim yapmıştır? Voltaire’ler, Diderot’lar, Rousseau’lar, Robespierre’ler, Danton’lar mı, yoksa kentlere doluşmuş baldırıçıplaklar mı? Temeldeki maddi güç hangisidir? Sovyet, Çin, Türk devrimlerine baktığımızda da aynı süreci görürüz.

Laiklik, bütün modernite devrimlerinin temel şiarlarından biridir; ama bu devrim laiklerin laik olmayanlara karşı yaptığı bir devrim değildir; kitlelerin öncüleri eşliğinde devrim yaparak laikleştiği hareketlerdir. Bu perspektif kaybolduğunda laiklik maddi gücünü, devindiricisini yitirir, giderek törpülenir.

Kısacası, cumhuriyet ve laiklik bir ezilen talebidir; esas olarak eğitim sorunu değil devrim sorunudur. Ve günümüz Türkiye’sinde korunacak bir şeyden çok kazanılacak ve ulaşılacak bir şeydir. Koruması beklenenler, koruyamadı; çünkü bu potansiyellerini yitirmişlerdi. Şimdi artık yeniden baldırıçıplaklara (emekçilere) muhtaçtır cumhuriyetimiz. Emekçi kesimlerin ve onların öncülerinin ön almasına ihtiyaç duyan yeni bir cumhuriyet hareketine…