Ana Sayfa Dergi Sayıları 241. Sayı Seçim sadece seçim değildir

Seçim sadece seçim değildir

55
0

Ender Helvacıoğlu

Seçim deyip geçmemek gerek; hele Türkiye gibi bir ülkede. Seçimlerin politik ve toplumsal hayat üzerinde bu kadar önemli/etkili olduğu ve halkın sürekli olarak bu denli katılım sağladığı (hemen her seçimde yüzde 80’in üzerinde) başka bir ülke var mı, bilmiyorum. Kaldı ki bazen oy vermeme (oyunu esirgeme) tutumu da apolitik değil oldukça politik bir tutum olarak gösterir kendini. Türkiye halkı eğilimlerini seçim yoluyla göstermeye alıştı. Çeşitli güç odakları da müdahalelerini seçim aracılığıyla yapıyorlar. Türkiye’nin turuncu devrimi (AKP karşı-devrimi) bile peş peşe seçimler yoluyla gerçekleşti. Bu durum hoşumuza gider veya gitmez, kuramımıza uyar veya uymaz… ama bir olgudur, Türkiye gerçeğidir. Bu nedenle seçimleri ciddiye almak gerekir.

Denilebilir ki, halk, tepkisini ve eğilimlerini başka türlü (toplumsal hareketlerle) gösteremediği için sandığa sarılmaktadır; egemenler ise seçim gibi tamamen kendi denetimlerinde olan bir araçla halkı kolayca manipüle edebilmektedir. Bu tespitlerde gerçek payı vardır elbette, ama gerçeği tam olarak yansıttıklarını düşünmüyorum.

Türkiye halkı son 20 yılda yakın tarihin en büyük kitle hareketlerini gerçekleştirdi. Cumhuriyet mitingleri ve Haziran Direnişi önde gelen örnekler. Yani sadece sandığa endeksli bir halk değil. Ama sonuç itibarıyla seçim kaynaklı bir meşruiyet de aranmaktadır halk açısından. Güçlü demokratik gelenekleri ve yanı sıra anti-demokratik deneyim birikimi (darbeler) olan bir toplumuz biz. Toplumsal meşruiyetin bir numaralı kaynağı seçimlerdir hâlâ. Yoksa seçimlere bu kadar bel bağlanmazdı. Örneğin Haziran Direnişi sonuç alıp hükümeti istifa ettirseydi bile, hareketin taçlanması için yine bir seçim gerekecekti büyük olasılıkla.

Öte yandan, çok ağır baskı dönemleri hariç (örneğin 80 Anayasası referandumu) Türkiye halkı eğilimlerini bir şekilde ortaya koyabilmektedir ve bu toplum için demokratik bir kazanımdır. Yani Türkiye seçimlerini egemenler tarafından yazılıp sahneye konulan senaryolar olarak değerlendirmek halka haksızlık olur.

***

Seçimler son derece geniş kapsamlı kitle hareketleridir aynı zamanda. Halk hareketi sadece sokakları ve meydanları doldurarak olmaz; 65 milyon insanın aynı gün içinde sandığa gidip politik tutumunu belirtmesi de bir kitle hareketidir. Hem de sonuç alma açısından oldukça etkili bir hareket.

Peki, seçimler nasıl okunmalı? Sadece güncel politik sonuçları açısından değil, daha geniş toplumsal süreçlere ilişkin verdiği ipuçları açısından soruyorum bu soruyu.

Seçimler ortalamayı alır. Devrim ise öncü bir sınıfın (kesimin) başı çekmesi ve toplumun çoğunluğunu peşinden sürüklemesi ile oluşur; ortalama ile devrim olmaz. Dolayısıyla seçimlerle oluşan değişimleri farklı yöntemlerle analiz etmek gerekir.

Ortalamanın değişmesi çok zordur. Devrimler bile ortalamayı fazla değiştiremeyebilir (Bizimki de dahil 20. yüzyıl devrimlerinin ileriki süreçlerinde bu gerçeği çarpıcı biçimde yaşadık). Ortalamanın değişmesi çok daha derin bir değişimin işaretidir. Toplumun -sadece politik değil- sosyolojik olarak değişiminin, alttan alta gelişen eğilimlerin işaretlerini verir. Gelecek için ipuçları sunar. Seçimlerin değeri buradadır. Bu sosyolojik işaretleri analiz etmeden doğru bir politik hat çizilemez. Evrimi anlamayan devrim yapamaz; hasbelkader yapsa bile sürdüremez.

Toplumu (sınıfı) sadece değiştirilen bir şey (nesne) olarak değil, değişen ve değiştiren bir şey (özne) olarak da görmek ve analiz etmek gerekir. Modernite akımlarının, hatta sosyalizmin bile çözümlemekte eksik ve yetersiz kaldığı noktadır bu.

Siyaset sadece dönüştürücüler arasındaki bir etkinlik değil. Toplumun dönüşümünün, onu dönüştürmeye çalışanların yapıp ettiklerinden daha faklı boyutları da var. Dönüştürenler dönüştürdüklerini sanıyorlar ama toplumun dönüşümünün başka ve çok köklü dinamikleri de bulunur.

Biz devrimciler hızlı değişen şeylerin peşindeyiz, arayışındayız. Ama yavaş yavaş değişen şeyleri anlamadan, bu yavaş yavaş değişen şeylerin, pususunda olduğumuz hızlanmanın kaynağını oluşturduğunu kavramadan, yavaş yavaş değişen şeylerin de öncüsü olmadan başarı şansımız yoktur. Politika ile sosyoloji arasındaki diyalektik ilişkidir bu. Seçimler bize bu sosyolojik ipuçlarını sağladığı için değerlidir.

***

Örneğin 2002 genel seçimleri, çarpıcı güncel politik sonuçlarının ötesinde, cumhuriyetin ne kadar yozlaştığının ve tıkandığının, göçlerle doğudan batıya, taşradan büyük kentlere gelmiş ama cumhuriyetin klasik kesimlerinin aksine toplumsal pastadan pay alamayan ve bunu talep eden geniş kitlelerin eğilimlerinin ipuçlarını vermişti. Ortalamanın değiştiğinin net göstergesiydi seçim sonuçları. Solun yokluğunda bu eğilimleri sahiplenen AKP’nin iktidarı da kalıcı oldu.

2024 yerel seçimlerinin sonuçları ise ortalamanın tekrardan değiştiğini gösteriyor (aslında 2015’te başlamıştı bu süreç ama iktidar tarafından baskılanmıştı). AKP iktidarı, peşinden sürüklediği geniş kitleler içinden kapkaççı, mafyatik, rantçı, vahşi bir yeni burjuvazi yarattı; bir saray rejimi ve altında küçük küçük saraylar rejimi oluşturdu. Ama yanı sıra milyonlarca yoksul da yarattı. İşte AKP rejiminin yoksullaştırdığı eski ve yeni kesimlerin bir şekilde (önemli bir kesimin CHP’de birleşerek, AKP’li bir kesimin ise bu kez sandığa gitmeyip oyunu esirgeyerek, AKP’nin özgücünde olan bir kesimin ise YRP’ye yönelerek) ortaklaştığını gördük bu seçimde. Yani eski ortalama değişti. Bu geçici bir değişim değildir ve AKP sonrası sürecin başladığını gösterir. Elbette bugünden yarına değil, ama yeni süreç başlamıştır.  Herkes gardını bu yeni durum çerçevesinde alacak.