Ana Sayfa Dergi Sayıları 242. Sayı Simon Bolivar ve volkanlarla özdeşleşen devrimleri

Simon Bolivar ve volkanlarla özdeşleşen devrimleri

İspanyol Amerika’sının bağımsızlığının tarihi Bolivar olmadan anlaşılamaz. Kariyeri o kadar bütüncüldü ki devrimin her düzeyinde, aşamalarının çoğunda ve kıtanın birçok yerinde onun müdahalesi görülebilir. Son derece karmaşık bir adamdı, liberalizmi küçümseyen bir kurtarıcı, militarizmi küçümseyen bir asker, monarşiye hayran bir cumhuriyetçiydi.

175
0

Mehmet Sakınç

“Teslimiyet itaat ile başlar, sonrası zulümdür…” (Simon Rodrigez)

Dergiye “Bilimin kayıp kahramanı Humboldt” yazısını yazarken Güney Amerika coğrafyasında Simon Bolivar’la tanıştım. Hakkında, yalnız adını duymuşluğum ve çok az da yaptıklarıyla ilgili bilgim vardı. Kutsal bilgi hazinesi Google’ı biraz karıştırınca, Bolivar’la ilgili birçok bilgiye rastladım. Yaşamı, yaptıkları, eğitimi hakkında oldukça ilginç bu bilgileri derleyerek hazırlanan bu yazıda, özellikle Bolivar’ın düşüncelerinde devrim ve doğanın nasıl ilişkilendirildiğini anlamak kanımca ilginç olacaktır.

Alman-İngiliz tarihçi ve yazar Andrea Wulf, Humboldt ile ilgili yazılarında (The Invention of Nature / Doğanın İcadı), Bolivar’ın, Humboldt’tan Güney Amerika’yı kalemiyle uyandıran kişi diye söz ettiğini söyler. Devrimci Bolivar kıtanın geri kalanını görmemiştir; ama bu nedenle başka yerlerde neler olduğunu öğrenmek için Humboldt’un kitaplarını kullanacaktır.

19. yüzyılın başlarında iki önemli şahsiyet, ikisi de özgürlükçü, birisi savaşçı, diğeri doğacı Humboldt ile Venezuelalı Simon Bolivar’ın buluşması 1804’te Humboldt’un Avrupa’ya dönüşünden kısa bir süre sonra gerçekleşir.

İlişkileri hakkında çok az şey bilinmesine rağmen, yazışmalarında, dostluklarına dair oldukça fazla kanıt bulunmaktadır. Mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla, Humboldt’un çalışmaları ve “Yeni Dünya” hakkındaki fikirleri muhtemelen Bolivar’ı etkilemiş olmalıdır ki bazı yazarlar, ikilinin Vezüv Volkanı’na tırmanışlarından, Bolivar’ın Latin Amerika’nın bağımsızlığı için mücadeleye başlamaya karar verdiği an olarak söz etmişlerdir. Humboldt’un 1822 tarihli bir mektubundaki sözleri sayesinde kesin olarak bildiğimiz şey, her ikisinin de yeni kıtanın özgürlüğü için savaşma kararlarının bu zaman aralığı içinde alındığıdır.

Simon Bolivar
İspanyol asıllı Venezuelalı bir aristokratın oğlu Bolivar, 24 Temmuz 1783’de Caracas’da (Venezuela) zengin ve güçlü bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Baba ve annesini küçük yaşta kaybeden Bolivar’a yüklü bir miras kalmıştır. Yaşı küçük olduğundan bu zenginliği yürüten amcası iyi bir eğitim alması için ona öğretmenler tutar. Bunlardan en önemlisi, öğrenim süresince üzerinde büyük bir etki bırakan Jean Jacques Rousseau’nun öğrencisi olan ve ona 18. yüzyıl liberal düşünce dünyasını tanıtan Simon Rodriguez’dir. Bolivar 16 yaşına geldiğinde eğitimini tamamlaması için Avrupa’ya gönderilir. Üç yıl boyunca İspanya’da kalır ve 1801’de Caracas’a döner. Kısa bir süre sonra da bir İspanyol asilzadesinin kızıyla evlenir. Ancak kısa bir süre sonra eşini kaybeder. Bu beklenmeyen trajik ölüm, Bolivar’ın yirmili yaşlarının başında siyasi bir kariyere başlamasının önemli nedenlerinden biri olacaktır.

Latin Amerika bağımsızlık savaşçısı Simon Bolivar (1783-1830).

19. yüzyılın ilk yıllarında Bolivar Avrupa’dadır. Büyük bir güç haline gelen Fransız General Napolyon 1804’de görkemli bir törenle kraliyet tacının giymektedir, ancak Bolivar tepkilidir. Tek bir adamın başarılarına duyulan hayranlık ile onun Fransız Devrimi’nin ideallerine olan ihanetine duyulan tepki arasında gider gelir. Zafer arzusu, Bolivar’ın karakterindeki kalıcı özelliklerden biridir. Napolyon örneği, Bolivar için bir uyarı olacaktır. Her zaman “kurtarıcı” unvanının diğerlerinden daha yüksek olduğu ve bunun kral veya imparator unvanıyla değişmeyeceği konusundaki düşünceleri, daha sonraki yıllarda Bolivar’ı etkileyecektir. Paris’te, arkadaşı ve hocası Rodriguez’in yenilenmiş rehberliğinde, John Locke, Georges-Louis Leclerc, Kont de Buffon, Jean le Rond d’Alembert ve Claude-Adrien Helvetius gibi Avrupalı rasyonalist düşünürlerin eserlerini okur ve yaşadıkları havayı teneffüs eder. Paris’te, Hispanik Amerika’daki yolculuğundan yeni dönen Alman bilimadamı Alexander von Humboldt ile tanışır. Humboldt, doğanın özünde olan özgürlükçü düşünceleriyle Bolivar’ı etkilemiştir. Ona İspanyol kolonilerinin bağımsızlık için olgunlaştığını ve buna inandığını söyler. Bu fikir Bolivar’ın hayal gücünde iyice kök salar ve Rodriguez ile Roma’ya yaptığı bir gezide, Monte Sacro’nun(1) tepelerinden ovaya bakarken ülkesini özgürleştirmeye yemin ederek 1807’de Amerika Birleşik Devletleri üzerinden tekrar Venezuela’ya döner. Bu sırada İspanya’yı işgal eden Napolyon, büyük kardeşi Joseph Bonaparte’ı İspanya’nın ve Venezuela’nın da dahil olduğu kolonilerinin kralı olarak tayin etmiştir. Bu gelişme Bolivar’ı etkiler ve İspanyollara karşı büyük direniş hareketi başlatır. Sonucunda 4 Mayıs 1813’te Venezuela’yı işgal eder ve o yıl Venezuela İkinci Cumhuriyeti kurulur ve Simon Bolivar “El Libertador” (Kurtarıcı) olarak ilan edilir. Ancak kısa süre sonra cumhuriyette iç savaş patlak verir ve Bolivar Jamaika’ya kaçar.

Jamaika mektubu
Adada geçirdiği aylar boyunca Bolivar, bağımsızlık hareketi için İngiliz desteğini kazanmaya çalışacaktır. 6 Eylül 1815’te Bolivar’ın bağımsızlık mücadelesiyle ilgilenen kimliği belirsiz bir Jamaikalıdan (muhtemelen Jamaika valisi) gelen bir mektuba yanıt veren Bolivar, “Bir Güney Amerikalının bu adanın bir beyefendisine yanıtı” başlıklı uzun mektubu kaleme alır. Bolivar ve vatansever arkadaşlarının yaşadığı yenilgilere rağmen, mektup, bağımsızlık davasına sonsuz bir inancı dile getirmektedir. Yazılarında İspanyol sömürgeciliğini sert bir şekilde eleştiren Bolivar şöyle devam eder: “Bizi İspanya’ya bağlayan bağlar koptu. Özgürlüğü seven bir halk eninde sonunda özgür olacaktır. Biz, Amerika’nın mikro kozmosuyuz. Ayrı bir dünyayız, iki okyanus içine hapsolmuş, sanat ve bilimde genç, ama insan toplumu olarak yaşlıyız. Biz ne Hintliyiz ne de Avrupalıyız, ama yine de her birinin bir parçasıyız.” Latin Amerika’daki bağımsızlık savaşlarıyla ilgili bir dizi konuyu ele alan Bolivar, İspanyolların birçok yönden Amerikalılara nasıl köle muamelesi yaptığını ve bu nedenle İspanyol yönetiminin reddedilmesini ve sömürgeciliğinin Amerika’daki acımasız biçimini birçok konuya ve yaşanmış olaylara değinerek anlatır.

Küçük Simon Bolivar’ı etkileyen öğretmenlerden biri: Simon Rodrigez.

Bolivar, Venezuela, Ekvador (Quito) ve Meksika da dahil olmak üzere İspanyollara karşı savaşların yapıldığı bu büyük kıtadaki birçok cepheye dikkat çeker ve çeşitli bölgelerdeki başarı şansını değerlendirerek devam eder. Örneğin, Meksika halkının kesinlikle özgürlüğe kavuşacağını, Küba ve Porto Riko adalarının ise kıtadaki bağımsızlık hareketlerinden kopuk olduklarından İspanyol kontrolünde bir süre daha kalacaklarının savunur ve İspanya’nın sınırlı kaynakları olduğunu, coğrafi olarak geniş bir bölgede savaştıkları için sonunda tamamen yenileceklerini tahmin eder. İspanyol yenilgisinin kaçınılmazlığı ve Amerikan ülkelerinin bağımsızlığının diğer Avrupalılara da getireceği faydalar göz önüne alındığında, Bolivar, Avrupa’nın neden davayı desteklemede daha aktif olmadığını merak etmektedir. Avrupa’daki birçok entelektüel ve politikacıya davayı desteklemelerini önermesine rağmen hiçbirinin gerçek bir yardım sağlamadığını açıkça belirtir. Bolivar mektubuna, bağımsızlık savaşlarının ardından Amerika’da hangi hükümet biçimlerinin benimsendiği konusundaki sorulara yanıt vererek devam eder. Diğer yerlerin yanı sıra Venezuela, Şili ve Meksika’da farklı cumhuriyetçi hükümet biçimlerinin nasıl kurulduğunu anlatan Bolivar, nihayetinde popüler hükümet biçimlerinin Amerika’da işlemediğini, çünkü insanların açgözlülük ve hırs gibi İspanyol sömürgeciliğinin olumsuz niteliklerinden çok uzun süredir nasıl etkilendiğini anlatır. Bunun yerine, Amerika henüz saf bir merkezi cumhuriyet olmaya hazır olmadığı için, kendisini her biri bir kongre ve anayasaya sahip bir dizi küçük cumhuriyete bölmesinin en iyisi olacağı fikrini savunur. Aynı zamanda muhtemelen ömür boyu görev süresine hizmet edecek güçlü bir hükümdarla bunun gerçekleşebileceğini de ekler. Bu hayatta kalma ve göreceli barış sağlama olasılığı en yüksek olan cumhuriyetçi hükümet biçimidir. Ancak Bolivar, Amerika’daki birçok bölge için istikrarlı bir hükümet kurma sürecinin gelecekteki devrimleri içeren bir süreç olacağını da mektubunda vurgular ve sonunda, Amerika kıtası için yeni hükümet biçimleri seçmenin en önemli kriterinin başarı olasılıkları olması gerektiğini söyleyerek sözlerini bitirir.

Bolivar’a göre, eski koloniler için özerk, merkezi, cumhuriyetçi bir hükümet kurulmalıdır. Bu Şili ve Arjantin’den Meksika’ya kadar uzanan Hispanik (İspanyollaşmış) Amerika coğrafyasında, ana hatları belirlenmiş anayasal cumhuriyetlerin kurulması şeklinde gerçekleşebilir. Bu fikrin görüşülmesi için, Latin Amerika’nın dört bir yanındaki temsilcilerin Panama gibi merkezi bir yerde toplanacağı bir günü öngörür. Özellikle Yeni Granada Genel Valiliği için, kalıtsal bir üst meclis, seçilmiş bir alt meclis ve ömür boyu seçilmiş bir başkan ile Büyük Britanya modeline benzer bir hükümetle Granada’nın bir geleceğinin olabileceği düşüncesini savunur. Bolivar siyasi yaşamı cumhuriyetçi anayasa ile bağdaşan bir idare şeklini konuşmalarında ve yazışmalarında dile getirmesine rağmen içindeki otoriter eğilimi her seferinde bir şekilde dışa vurur ki bu da yandaşlarının onun söylemlerine şüpheyle bakmasının nedeni olacaktır.

Özgürlüğe giden yol: savaşlar
Yeni Granada’nın kurulması için savaş zamanı gelmiştir. Bolivar zor koşullar altında vatansever ordusu ile özgürlük için birçok savaş yapacaktır. Bu onun için kaçınılmaz son çaredir. Ancak askeri olanakları kısıtlıdır. Bunu için İngiliz ve İrlandalı paralı askerlerden yardım alarak ordusunu güçlendirir. Yeni Granada’ ya (Kolombiya) ulaşmak için bu savaşların da kazanılması şarttır.

Venezuela’dan hareket eden Bolivar’ın ordusu önce Arauca Nehri’ne(2) gelir. Hedefine ulaşmak için bu azgın suları geçmek zorundadır. Bolivar’ın askeri gücü, az sayıda kadının da bulunduğu, çoğu erkek 2400 kişiden oluşmaktadır. İlk sekiz gün boyunca sağanak yağmur altında sal ve kanoyla Arauca Nehri’nde zorlukla yol alırlar. Sonra yağmurların sular altında bıraktığı Casanare ovalarına ulaşırlar. Zor koşullara rağmen Bolivar’ın askerleri ollarına devam ederler. Erkekler bellerine kadar suda yürürken, yoğun sis ve durmaksızın yağan sağanak yağmur ilerlemelerini gittikçe zorlaştırır. Suyun olmadığı yerdeki yoğun çamur içindeki birçok parazit hayvan ve özellikle de sülükler önlerindeki en büyük engeller olmasına rağmen askerler yılmadan yollarında ilerleyerek And Dağları’na ulaşırlar. Bolivar ve ordusunu burada dondurucu soğuk ve kar fırtınaları beklemektedir. Onlara yardımcı olacak Francisco de Paula Santander(3) liderliğindeki yaklaşık 1200 kişilik bir vatansever ordusuyla buluşmak için süratle ilerlemek zorunda olduklarından tüm sert doğa koşullarına karşı koyarak hedeflerine ulaşırlar.

25 Temmuz 1819’da İspanyollarla yapılan ve Bolivar önderliğindeki vatansever güçlerin zaferiyle sonuçlanan “Vargas Bataklığı Savaşı”nı betimleyen bir tablo.

1819’da bağımsızlık savaşı çıkmaza girer. Venezuela savaş yorgunudur. Granada’nın kurulmasında önemli rol oynayacak Kolombiya’nın özgürlüğüne kavuşması ise şarttır. Bunun için akıldışı bir plan yapan Bolivar İngiliz, İrlandalı ve yerel halktan oluşan 2400 kişilik ordusunu And Dağları’ndan geçirerek İspanyolları hiç beklemedikleri yerden vurmayı amaçlar. Bolivar, bu hedefine ulaşmak için en uygun yer olarak Páramo de Pisba’daki geçidi seçer. Çünkü bir ordunun böyle engebeli yerden geçebileceğinin tahmin edilmesi zor olduğundan İspanyol askerleri burada bulunmamaktadır. Geçit yaklaşık 4000 metre yükseltidedir ve acımasız doğa koşulları ile ünlüdür. Askerlerin çoğu yükseklik hastalığı nedeniyle nefes alamaz duruma geldiklerinden yürümeleri zorlaşmış, artan soğuk onları oldukça yıpratmıştır. Bu yükseklikte yakacak odun dahi yoktur. Yiyecekleri kalmamıştır. Yük hayvanlarını öldürüp yiyecek için kullanırlar. Bazı askerler bu koşullara dayanamayıp firar eder. Hatta Bolivar’a karşı bir isyan dahi başlatılır. Üst düzey komutanlardan biri olan José Antonio Páez ve süvarileri koşullara dayanamayıp ayrılır. Ancak her şeye rağmen Bolivar verdiği karardan dönmez ve yoluna devam eder. Geçidi aşıp Yeni Granada’ ya ulaştıklarında yaklaşık 2000 erkek ve kadın ölmüştür.

6 Temmuz 1819’da yürüyüşten kurtulanlar, çoğu yarı çıplak ve yalınayak yakındaki bir köye sığınır. Yerlilerden yiyecek-giyecek yardımı alırlar ve kaybedecek zamanları yoktur. Bolivar bu zorlu geçiş ve İspanyolları gafil avlamak için yüksek bir bedel ödemiştir. Bu nedenle pes etmeye de hiç niyeti yoktur. Orduyu hızla yeniden donatır, yüzlerce yeni asker toplar ve Bogota’yı işgal etmek için planlar yapar. En büyük engeli, 3000 adamıyla Bolivar’ın ordusu ile Bogota arasındaki Tunja’da konuşlanmış İspanyol General Barreiro’dur. 25 Temmuz’da vatansever kuvvetler “Vargas Bataklığı” düzlüklerinde bir araya gelir ve çatışma Bolivar’ın zaferiyle sonuçlanır.

Yeni Granada’ya varış ve özgürlük
Bolivar, İspanyol ordusunun takviye kuvvetleri gelmeden Bogota’ya ulaşmak istemektedir. Ancak hedefine ilerlerken bugünkü Kolombiya’nın orta coğrafyasında yaklaşık 4000 metre yükseltideki Boyaca(4) bölgesinde 7 Ağustos’ta İspanyollarla karşılaşmak zorunda kalır. Boyaca köprüsü civarında şiddetli çatışmalar yaşanır. General Santander’in süvarilerinin gücü ile Bolivar burada kesin bir zafer kazanacaktır. Yaşadıkları güçlükler için bu zafer onun için çok değerlidir.

Boyaca Muharebesi, Bogota’ya rakipsiz yürüyen Bolivar için muazzam bir zaferdi. Artık Yeni Granada özgürdü. Bunu Venezuela izledi. Sıra güneydeki Ekvador ve Peru’da bulunan İspanyol kuvvetlerinin yok edilmesine gelmişti.

7 Ağustos 1819’da Boyaca Köprüsü civarında İspanyollarla şiddetli çatışmalar yaşanır. General Santander’in süvarilerinin gücü ile Bolivar burada kesin bir zafer kazanacaktır.

And Dağları’nın destansı geçişi Simon Bolivar için muhteşem bir olaydı. Anavatanını kurtarmak için ne gerekiyorsa yapan, kendini memleketi için adamış ve ayrıca da acımasız bir adamdı. Dünyanın en zorlu arazilerinden bir olan And Dağları üzerinden buz kesmiş soğuk bir dağ geçidinden geçmeden önce su basmış ovaları ve nehirleri ordusuyla birlikte geçmesi ve bu geçişe askerlerini inandırması tam bir delilikti. Kimse Bolivar’ın böyle bir şeyi başarabileceğini düşünemezdi; ama bu çılgın lider beklenmedik şekilde başarılı oldu ve tarihe de bu özelliği ile geçti.

Bolivar’ın tüm amacı ve hayali Güney Amerika ve Orta Amerika daki coğrafyayı İspanyollardan temizlemek ve sömürge yaşamına son vererek buradaki yerli halkı özgürlüğe kavuşturmaktı. Bu nedenle hem savaşıyor hem de vatanseverler arasındaki ilişkileri yürütüyordu. Bunun için Venezuela ve Ekvador’da doğrudan bağımsızlık kampanyaları başlattı. Yeni bir savaş yakındı. Bu savaşın kazanılmasıyla “Gran Kolombiya” cumhuriyetinin kurulması için önünde hiçbir engel kalmayacaktı. İspanyol güçleri ile Bolivar’ın askerleri bu sefer Valensiya Gölü’nün düzlüklerinde Carabobo’da[5] karşı karşıya geldiler. Şiddetli çatışmalar sonrasında savaş Bolivar’ın vatansever güçlerinin zaferi ile sonuçlandı. Bu savaş sonucunda Venezuela’nın bağımsızlığını kazanmasının yanı sıra 1821’de Bolivar’ın liderliğinde Gran Kolombiya’da özgürlüğüne kavuşmuş oldu. Sonrasında, Kolombiya, Panama ve Ekvador’un birlikte yer aldığı bir federasyon kuruldu. Bunu 1824’te Bolivya’nın kurulması izledi. 26 ve 27 Temmuz 1822’de Bolivar, Peru’yu da İspanyollardan kısmen kurtardıktan sonra Ağustos 1821’de “Peru Özgürlüğünün Koruyucusu” unvanını alan Arjantinli General José de San Martín ile Guayaquil Konferansı’nı düzenledi. Peru kongresi onu 10 Şubat 1824’te Peru diktatörü olarak atadı ve bu da Bolivar’ın siyasi ve askeri yönetimi tamamen yeniden düzenlemesini sağladı. Antonio José de Sucre’nin yardımıyla Bolivar, 6 Ağustos 1824’te Peru’nun dağlık bölgesindeki “Junin Gölü” düzlüklerinde bir kez daha İspanyol süvarilerini yendi ve bir sene sonra 6 Ağustos 1825’te Yukarı Peru Kongresi’nde “Bolivya Cumhuriyetini” kurdu. Sonrasında Bolivar anayasal bir konvansiyon kurulması çağrısında bulundu. Ancak bu girişimi Yeni Granada’da tartışmalı olarak kabul edildi. Tartışmalar Bolivar’ın moralini bozmuştu. Bir yerde haklı çıkmıştı. Hizipçiler bu konuda başarılı olmuşlardı. İki yıl boyunca Yeni Granada, Venezuela ve Ekvador’da ayaklanmalar meydana geldi. Ayrılıkçılar onu cumhuriyetçi ilkelere ihanet etmekle ve kalıcı bir diktatörlük kurmak istemekle suçladılar. General Juan Jose Flores, bağımsız bir ülke oluşturmak ve ilk başkanı olmak için Grand Kolombiya’dan ayırmak istedi. Venezuela 13 Ocak 1830’da bağımsızlığını ilan etti ve José Antonio Paez, Bolivar’ı sürgün ederek bu ülkenin ilk başkanı oldu.

Bolivar’ın sonunun böyle bitmemesi gerekirdi. Büyük zorluklara rağmen halkını İspanyol zulmünden kurtaran ve ona özgürlüğünü veren bu kurtarıcı hakkında, yakın arkadaşları dahi ona sırt çevirerek, 27 Nisan 1830’da Avrupa’ya sürgün edilmesi kararını onayladılar. 20 Ocak 1830’da hayali suya düşen Bolivar ulusa son konuşmasını yaptı ve ülkeyi terk etme kararı alarak cumhurbaşkanlığından istifa etti. Bolivar, bu kadar çeşitlilik gösteren bir bölgede yalnızca otoriter bir hükümetin mümkün olabileceğine inanıyordu. Ancak güçlü bölgesel çıkarlara karşı birliği koruyamayınca pes etti. Eşyalarını ve yazılarını içeren birkaç sandığı Avrupa’ya göndermişti; ancak “kahraman şehir” unvanını verdiği ve bağımsızlığına kavuşturduğu Cartagena’dan Avrupa’ya doğru yola çıkmadan önce veremden öldü.

Volkan ve Bolivar
Bolivar’ın bu kısa yaşamında volkanlara karşı ilgisi büyüktü. O devrimleri bir volkanın ululuğu ve şiddetle püskürmesi ile özdeşleştirmişti. Ülkesinin bağımsızlığını kazanması için ona ilk ilhamı Humboldt ile birlikte tırmandığı Vezüv Yanardağı’nın ululuğu vermişti. Volkanların en yüceleri Latin Amerika’dadır. Bolivar’ın her gittiği ülke volkanları ile karakteristiktir. Dünya’nın sayılı birçok volkanı bu coğrafyadadır. Bunlardan en muhteşemi ve Dünya’nın en büyük volkanı Chimborazo Ekvador’dadır. Volkanlar onun ruhudur. Bazen devrimin nasıl yapılacağını ona anlatırcasına rüyalarına dahi girerek onu etkilemiştir.

Dünya’nın en büyük volkanı Chimborazo Ekvador’dadır.

Simon Bolivar Ekvador’da bir akşam çadırında dinlenirken, yaşadığı hayat, arkadaşları, savaşları, ülkesinin doğası ile volkanları bir film şeridi gibi aklından geçer ve onların yüceliği karşısında hezeyana kapılır. Amerika’nın kurtuluşu için bir alegori olarak tanımladığı Ekvador’daki Chimborazo Dağı’na Humboldt’un ayak izlerini takip ederek nasıl tırmandığını, zirvesine geldiğinde sonsuzluğun ne olduğunu, siyasi olayları, bağımsızlık projesini ve “Gran Kolombiya’nın” kurulmasının kendisinde uyandırdığı “şiddetli tutkuyu” hayallerinde anlatır. Bir an düşlerindeki zaman tanrısını düşündüğünü, tanıştığını ve onunla konuştuğunu bir hezeyan içinde kâğıda döker. Düz anlatı şeklindeki bu romantik şiir “Chimborazo’daki Delirium’dur”:(6)

Havanın o kadar ince olduğu ve zar zor nefes alabildiğim buzul bölgelerine ulaştım. Ebedi Baba tarafından And Dağları Kralı’nın yüce alnına yerleştirilen bu elmas taca daha önce hiç insan ayağı basmamıştı. Cehennem bölgelerini, nehirleri ve denizleri geçtim, And Dağları’nın omuzlarına tırmandım (Burada Simon Bolivar And Dağları’ndan efsanevi geçişini anlatmaktadır). Kolombiya ayaklarımın altında, Dünya kendini dümdüz etti ve zamanın kendisi özgürlük yürüyüşünü kontrol edemedi. Savaş tanrıçası şafağın ışığıyla yeryüzünün devi Chimborazo’nun beyaz saçlarını ölesiye savurdu. Şimdiye kadar bilmediğim, bana ilahi görünen bir şiddet ruhunun etkisiyle, Humboldt’un ayak izlerini geride bıraktım ve Chimborazo’yu örten sonsuz bulut kuşağının ötesine ulaştım ve sonunda, içimdeki bu bilinmeyen ruh tarafından ileri sürülürcesine zirveye vardım. Başımla gök kubbenin zirvesine dokunduğumda ve ayaklarımın dibinde yalpalayan bir uçurum gördüğümde her şey bir anda karardı. Özgürlüğün uçurumuna düşmüş gibi.

Chimborazo’nun sembolik görüntüsü, Bolivar için bir özgürlük amblemidir. Bugün yanardağ, Ekvador’un armasının merkezinde duruyor ve büyük doğal güzelliğini, yerli dillerinde “Taita” veya “Baba” olarak adlandıran halkının güzelliğini sergiliyor.

Bolivar nesiller sonra hâlâ halkının gözünde bir “apotheosis”ti (tanrılaştırma). Daha ne olsun ki, kendi adını taşıyan bir ülkesi, bir şehri ve bir para birimi vardı. Amerika’nın dört bir yanında (hatta Ankara’da bile) yüzlerce heykel onun devrimlerini anlatıyordu. Devrimci kişiliği hakkında çok söz söylendi, yazılar yazıldı. Liberal tarihçilere göre, tiranlığa karşı bir savaşçıydı. Marksistler onu bir burjuva devriminin önderi olarak yorumluyordu. Modern devrimciler ise onu siyasi değişimi güvence altına alan, ancak kıtasının sömürge mirasını neredeyse olduğu gibi bırakan bir reformist olarak gördüler. Her yerde olduğu gibi kariyerinin önemini sorgulayan ve kahraman kültünü reddeden başkaları da vardı. Onlar için kurtuluşun anlamı; yalnızca kahramanca eylemlerde veya kurtarıcıların yaşamlarında değil, ekonomik yapıların, sosyal grupların ve uluslararası ilişkilerin incelenmesinde olabilirdi. Şu kesindir ki, yine de İspanyol Amerika’sının bağımsızlığının tarihi Bolivar olmadan anlaşılamaz. Kariyeri o kadar bütüncüldü ki devrimin her düzeyinde, aşamalarının çoğunda ve kıtanın birçok yerinde onun müdahalesini görebilirdiniz. Son derece karmaşık bir adamdı, liberalizmi küçümseyen bir kurtarıcı, militarizmi küçümseyen bir asker, monarşiye hayran bir cumhuriyetçiydi. Bolivar’ı incelemek demek, zihni ve iradesi tarihsel değişimde dönemin ekonomik ve sosyal yapılarından daha az etken olmayan nadir ve özgün bir karakteri incelemek demekti.

Bir asker olarak Bolivar sadece büyük bir amansızlık değil, aynı zamanda muazzam bir dayanıklılık gücü de sergiledi; Bağımsızlık savaşının başlangıcında oradaydı ve on beş yıl sonra 1824’te, son İspanyol genel valisi teslim olduğunda, hâlâ ordularını komuta ediyordu.

Bolivar, kölelik ve plantasyonlar
Bolivar İspanyol ve Portekiz hegemonyasına son verip de Latin Amerika bağımsızlığına kavuştuğunda aradan 300 yıl geçmişti. Bu kadar uzun bir süre Avrupalı iki küçük krallığın özellikle Hıristiyanlık gücünü de kullanarak hegemonyası altına aldıkları Mezo Amerika ve Güney Amerika halkları özgür olduklarında, değişen dinlerinden başka geriye kendilerine ait çok az şeyleri kalmıştı. Mezo Amerika’da egemen olan Maya ve Aztek krallığı ile Güney Amerika’nın batısında egemen olan İnka imparatorluğu 16. yüzyılda Kolomb’un Amerika kıtasının keşfetmesinden sonra, İspanyol Cortez(7) Aztek, Pizarro da(8) İnka medeniyet ve kültürlerini ve hazinelerini yağmaladılar. Yerli halkı soykırıma uğratarak ve 300 yıl süreyle kolonileştirerek sömürdüler. Bu 19. yüzyıla kadar devam etti. Ta ki Simon Bolivar’ın bu halkları özgülüklerine kavuşturana kadar. Ancak bu süreç zorlu ve kanlı olmuştu.

Bolivar’ın projesi Gran Colombia (Bolivar İmparatorluğu).

O zamanlar bildiğimiz Amerika’da kölelik şiddetle hüküm sürmekteydi. Güneydeki İspanyol ve Portekiz kolonilerinden taşınan Latin Amerikalı köleler, Avrupalı işsiz-güçsüzlerin kurduğu Kuzey Amerika’daki zenginlerin plantasyonlarında(9), evlerinde ve her yerde beyazların hizmetkârı olarak kullanılıyordu. ABD’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson hem bağımsızlık bildirgesini imzalıyor hem de köleliği savunuyordu. Özgürlükten ve bağımsızlıktan yana olan ve köleliğe şiddetle karşı çıkan iki önemli kişi Humboldt ve Bolivar, Jefferson’un dikkatini çekti. Humboldt ile daha önceden tanışıyorlardı ama Bolivar’ın Humboldt ile olan yazışmaları Thomas Jefferson’un gözünden kaçmadı ve Bolivar’ın önderlik ettiği devrimci hareketler hakkında Humboldt’dan bilgi istedi. Bolivar’ın Latin Amerika halklarını özgürlüklerine kavuşturma çabası Jefferson’u tedirgin etmişti. O, bir yandan cumhuriyetlerin kurulmasını ve Amerikan topraklarındaki İspanyol monarşisinin kontrolünün sona ermesini önemsiyordu, öte yandan bu kurtuluşun ABD ekonomisi üzerindeki olumsuz sonuçlarından da korkuyordu. Çünkü, İspanya’nın sömürgeler üzerindeki kontrolü büyüktü. ABD ekonomisi İspanyolların kolonilerden aldığı tahıl ürünlerini Amerika’ya ihraç ediyordu. Sömürgelerin eğer bağımsızlıklarını kazanırlarsa ürettikleri tahıllarını kendileri için kullanacak olması ABD için büyük bir darbe olabilirdi.

Ancak her zorluğa rağmen bağımsızlık savaşları sonrasında Simon Bolívar, Jefferson’un düşüncelerinden farklı olarak tüm köleleri serbest bıraktı. İspanyol yönetiminden kurtardığı ilk ülkenin anayasasına kölelik yasağını koydu. Humboldt, hayatının sonuna kadar İspanyol Amerika’nın bağımsızlığı için verilen mücadelelere eşlik etti ve onları teşvik etti. Jefferson ve Bolivar arasında, köleleri serbest bırakan bir ulus ile onlardan beslenen başka bir ulus arasında, Humboldt devamlı olarak Bolivar’ın yanında yer aldı ve onu özgürlük savaşlarında destekledi.

Son söz
Her ikisi de emperyalizme karşı özgürlük için savaştı. Yaşamları arasında bir asır var. 19. yüzyılın başlarında ve devamında Venezuelalı Simon Bolivar, diğeri 20. yüzyılın başlarında ve devamında Mustafa Kemal Atatürk. Biri İspanyol sömürgeciliğine karşı, diğeri Avrupa’nın güçlü devletlerinin emperyalist saldırılarına karşı savaşıp yeni bir dünya devleti Türkiye’yi kurarak tarihe geçmiş önemli kişilerdi.

Ankara’da Simon Bolivar heykeli.

Ancak günümüzde aralarında önemli bir fark dikkati çeker. Biri hakkında kötü bir söz söylenemezken diğeri hakkında söylenmedik kötü söz kalmaz. Devleti yönetenler dahi bu söylemlere katılmaktan geri durmamıştır. Ona sarhoş, dinsiz demişler, heykellerini büstlerini tahrip etmişler ve annesine dahi küfürler savurmuşlardır. Savaşlarla, şehitlerle, her karışı kanla kazanılmış toprakla, yaşayacağın bir ülkeyi sana veren bu kurtarıcıya Mustafa Kemal Atatürk’e yapılan bu kötülük en sade sözle nankörlük değil de nedir?

Konuyla ilgili araştırma yaparken Odatv’nin bir yazısına rastladım. Özetle şöyle yazıyordu: “Yolunuz Venezuela’ya düştü; İspanyol sömürgecilere karşı mücadele vermiş, topraklarından kovmuş, anayasayı yapmış, kitaplar yazdırmış, yeni bir ülke inşa etmiş “Kurtarıcı General” Simon Bolivar’a kötü bir söz edin bakalım, söylettiriyorlar mı? Diyelim ki yolunuz Küba’ya düştü. İspanyol sömürgeciliğine karşı mücadele vermiş şair, komutan Jose Marti’yle ilgili kötü bir söz edin bakalım, size ne yapacaklar?”

Sadece Simon Bolivar ya da Jose Marti değil, gidin Şili’ye, Arjantin’e “özgürlüğün prensi” Jose de San Martin’e nasıl saygı duyduklarını göreceksiniz.

19. yüzyılda sömürgeciliğe karşı mücadele veren Latin Amerika’daki ulusal kahramanlar dindarıyla, dinsiziyle, sağcısıyla solcusuyla Latin Amerika halklarının kahramanlarıdır. Onlar için aleyhte tek söz işitemezsiniz. Böyle konuşanların sömürgecilerden yana olduğunu düşünürler. O nedenle hiçbir halk “kurtarıcısına” söz ettirmez.

Türkiye’de öyle mi? Ne yazık ki değil. Ülkemizde her önüne gelen kişi Atatürk’e hakaret etmeyi bir marifet saymıştır. Devleti yönetenler dahi bundan geri durmamış her fırsatta onu ve onun yaptıklarını kötülemiş ve tahrip etmiştir.

Oysa Latin Amerika ülkelerinde Atatürk’e saygı ve sevgi var. Onlar bile bu büyük önderin değerini ve kıymetini bizden daha fazla biliyor ve değer veriyorlar. Örneğin; Dominik Cumhuriyeti’nde Santa Domingo’da, “Mustafa Kemal Atatürk Caddesi”. Ekvador’un başkenti Quito’da “Türkiye Parkı ve Atatürk Anıtı”. Kosta Rika San José’ de “Atatürk Büstü”. Küba, Boyeros’da “Atatürk Büstü”. Meksika Meksiko City’de “Atatürk Heykeli”. Nikaragua’da onuruna çıkartılan “Atatürk Pulu”. Peru Lima’da “Atatürk Büstü”. Şili Santiago’da, Cerro Navidad Parkı’nda “Atatürk Anıtı ve Mustafa Kemal Atatürk Meydanı”. Şili Santiago Lo Prado’da “Mustafa Kemal Atatürk Koleji ve Atatürk Büstü”. Venezuela Caracas’ da “Kemal Atatürk Caddesi”, Kemal Atatürk Parkı ve Atatürk heykelleri. Binlerce kilometre öteden büyük kahraman Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla selamlıyorlar.

Not: Bu yazının önemli bir kısmı internet araştırması sonucu ilgili sitelerdeki makalelerden derlenmiştir.

DİPNOTLAR

1) Roma’da kutsal dağ.

2) And Dağlarından çıkan Arauca Nehri, Venezuela ve Kolombiya’dan akan Orinoco Nehri’ne dökülür.

3) Kolombiyalı asker ve politikacı.

4) Kolombiya’nın merkezinde, Doğu Cordillera (And) dağlarının içinde Venezuela sınırına kadar uzanana bölge.

5) Carabobo Eyaleti ülkenin kuzeyinde, Venezuela’nın 23 eyaletinden biri.

6) Delirium: hezeyan.

7) Hernán Cortés (1485-1547), İspanya adına Meksika’yı işgal eden denizci. Bugünkü Peru olan İnka topraklarını işgal eden Francisco Pizarro’nun ikinci dereceden kuzeni.

8) Francisco Pizarro (1471-1541), Peru’daki İnka topraklarını ele geçiren ve onları yok eden İspanyol Kaptan.

9) Plantasyon, kahve, kakao, kauçuk, şekerkamışı gibi, sanayide kullanılan kimi bitkilerin geniş ölçüde yetiştirildiği tarımsal işletme.

KAYNAKLAR

1) Mendoza, C. A., 2017, Simón Bolívar’s Delirium: Messianism and its Publics Volume 132, Number 2, pp. 291-315 (Hispanic Issue) Johns Hopkins University Press

2) https://faculty.chass.ncsu.edu/slatta/hi216/documents/bolivar/sbchimb1822.htm

3) https://www.junginoc.org/2010-12-05-sanchez

4) Auwaerter, P. G., Dove, J. & Mackowiak, P. A. 2011. Simon Bolivar’s Medical Labyrinth: An Infectious Diseases Conundrum Clinical Infectious Diseases, Volume 52, Issue 1, 1, Pages 78-85,

5) https://www.odatv.com/analiz/castroyu-chavezi-seviyor-mustafa-kemali-sevmiyor-23017

6) Lynch, J., 2006, Sımón Bolívar A Life. Yale University Press. 376 p. New Haven and London.