Bilimsel merakı ve olayı yerinde inceleme isteği kendisini harekete geçirmişti. Yeğenine göre onun enerjisi her şeyin üstesinden gelebilirdi ancak Vezüv’ün yok edici gücü karşısında dayanamadı. Belki gözlerinde, boğazında, göğsünde hissetti acıyı; belki soğuk suyu yudumlayınca düzeleceğini sandı. O an neler yaşadığını, ne kadar çabaladığını bilmiyoruz. Bize kalan, efsanevi bir yapıt, Doğa Tarihi oldu. Spartaküs’ü ağırlayan Vezüv’ün aldığı can: Plinius.
“Birkaç saat uyurmuş, evlenmemiş, çocuğu yokmuş, yorulmak bilmeden çalışırmış, doğanın tarihini yazmış ve yaşamı, acı bir şekilde sona ermiş.”
Ona dair ilk okumalarımdan aklımda kalanlar böyleydi ve çok etkilenmiştim. Romalı bilge Plinius, kendisiyle tanıştığımdan beri gündelik hayatımın içinde oldu. Öldüğünde, daha ilk yüzyıl bile bitmemişti ve henüz “Büyük Hakan – Küçük Hakan” ayrımı yoktu.
Futbolla ilgilenenler bu isimleri bir şekilde duymuştur. Genellikle aynı takımdaki iki adaşı ayırt etmek için kullanılırdı, şimdi pek rastlamıyoruz. Pliniuslar da böyledir aslında; İngilizce’de “Pliny the Elder” ve “Pliny the Younger” olarak tanınırlar, Türkçe kullanımı için “Büyük Plinius” ve “Küçük Plinius” tercih edilebilir. Yazının kahramanı olan kişi sadece Plinius olarak anılacak, yeğeni söz konusu olduğunda bunu ayrıca belirteceğim.
Asker, avukat ve yazar
Gaius Plinius Secundus, MS 23 sonunda (kimi kaynaklara MS 24 başında), imparator Tiberius’un hükümdarlığındaki Kuzey İtalya’da bulunan ve eski adı Comum olan Como’da doğdu. Büyük huzursuzlukların, birlikler arasında isyanın, iktidar kavgasının olduğu bir dönemdi. Hakkında bilgi edinebileceğimiz üç ana kaynak var: Suetonius’a atfedilen kısa bir biyografi, yeğeninin üç adet mektubu ve bu incelemede önemli bir yer kaplayacak, kendisine ait ünlü Doğa Tarihi eseri. Yeğeni, dayısının 55 yaşında, 79’da öldüğünü belirttiği için doğum yılının 24 olduğunu düşünebiliriz; ancak bugünkü genel kabul 23’te doğduğu yönündedir.
Anne ve babasına dair pek bir kayıt maalesef yok, fakat babasının atlılar sınıfına (equestrian class) mensup olması dikkate alınınca, varlıklı bir aileden geldiği anlaşılıyor. Plinius resmi eğitimine iyi tanınmış bir asker, trajik şair ve amatör dramaturg Pomponius Secundus’un yanında başladı. O dönemin geleneğine uygun olarak bu sürecin önemli bir parçasını, daha sonra sıklıkla eleştirileceği edebi üslubuna büyük etkisi olan retorik oluşturmaktaydı. İlgi alanlarının başında edebiyat, hitabet, sanat, felsefe ve bilim geliyordu.
Roma’nın Cermenya’da bulunan ordularında posta memuru olarak çalışmaya başladı. Chauci fethinde ve Maas ile Ren nehirleri arasındaki kanal yapımında bulundu. Bir askeri müfrezede komutan yardımcısı, bir birlikte kurmay subay, bir süvari taburunda komutan yardımcısı olduktan sonra, temsilci seçildi. Gittiği yerlerde imparatorun finansal vekili ve kamu hizmetleri idarecisi rolündeydi. Geri döndüğünde bir nevi imparator danışmanıydı, sonra Napoli Körfezi’ndeki, Vezüv yanardağının etki alanında bulunan Miseno’ya (eski adıyla Misenum) donanma sorumlusu olarak atandı. Dava avukatlığına soyundu. 59’da Roma’ya dönme nedeni hukuk pratiğini geliştirmekti.
Plinius’un temsilcilik yaptığı yerler konusunda kimi belirsizlikler bulunmakla beraber, dört bölge adı sıralayabiliriz: Gallia Narbonensis, Africa, Hispania Tarraconensis ve Gallia Belgica. Eski bir Roma eyaleti olan Gallia Narbonensis, Fransa sınırları içerisinde, güneyde yer almaktadır. Plinius’un Cermenya yolcukları sırasında buraya uğradığı, temsilci olarak bulunmadığı düşünülüyor. Eserlerinde, bu coğrafyada kullanılan dile ait kelimelere pek rastlanmaz. Afrika üzerine bilgisi, Afrika’da konuşulan dillere aşinalığı, kaynaklar ve günlük yaşam üzerine canlı anlatımları dikkate alındığında, Plinius’un Kuzey Afrika temsilcisi olduğu kabul edilmektedir. Kuzeybatı İspanya’da, altın kaynakları ile meşhur bir yer olan Hispania Tarraconensis, Plinius’un temsilcilik tarihlerinin net olarak bilindiği (72-77) tek bölgedir. Doğa Tarihi’nde görece daha az referans verilmiş Gallia Belgica’da resmi temsilcilik yaptığına dair destekleyici bulgulara ulaşılamamıştır.
Eserler
İşi sayesinde gezme, gözlem yapma, bilgi toplama ve yazma imkânı buluyordu Plinius. Yeğeninin mektupları, resmi görevleri dışındaki hemen her dakikasını çalışmalarına adadığını gösteriyor. Başyapıtı Doğa Tarihi olmakla beraber, tarih, hitabet, dil bilgisi, askeri taktikler alanlarında verdiği eserler, Columella ile beraber onu, dönemin en ünlü yazarlarından biri yapmıştı; ancak günümüze kadar sadece Doğa Tarihi varlığını sürdürebildi.
Plinius 47-57 yılları arasında, Cermanya’daki görevinde On the Use of the Javelin as a Cavalry Weapon (Bir Süvari Silahı Olarak Mızrağın Kullanımı Üzerine) ile ilk geniş çaplı eseri olan History of Rome’s Wars against the Germans’ı (Roma’nın Cermenlere Karşı Savaşlarının Tarihi) yazdı. İkinci kitaba başlamasının nedeni ilginçtir. Plinius rüyasında, Drusus Nero’nun ruhunun, unutulmamak için kendisine yalvardığını görür ve bir an önce Romalılar ile Cermenler arasındaki savaşların tarihini yazmaya koyulur. Yeğeninin Baebius Macer’e yazdığı bir mektupta, dayısının çalışmaları yayın tarihlerine göre şöyle sıralanmıştır (Healy, s.33):
62-66: De jaculatione equestri (süvari savaşlarının tekniği, tek kitap)
62-66: De vita Pomponi Secundi (ilk resmi eğitmeni Pomponius Secundus’un biyografisi, iki kitap)
62-66 yılları arasında başladığını bildiğimiz Bella Germaniae (İmparatorluk’un kuzeydoğu sınırlarının askeri tarihi, 20 kitap)
66-67: Studiosus (Hatip Eğitimi, 3 kitap, 6 cilt)
67-68: Dubius sermo (Doğru Latince, 8 kitap)
70-76: A fine Aufidi Bassi (kendi dönemini anlattığı en büyük tarih yapıtı, 31 kitap)
76-77 veya 78: Naturae historia veya Naturalis historia (Doğa Tarihi, 37 kitap)
Plinius’tan önce
Ansiklopedi sözcüğü Yunanca kökenli olsa da, Plinius’un belirttiği gibi, Romalılardan önce bu tür çalışmalar yapılmamıştır. Plinius Doğa Tarihi’nin önsözünde, kitabının konusunun encyclios paideia olduğunu yazar, yani ‘genel eğitim’ veya ‘özgür bir insana yakışan bilgi’ (Murphy, s.12). Bu tür bir eğitim aritmetik, geometri, astronomi, müzik, diyalektik, dil bilgisi ve retoriği kapsar. Kelimenin kökeninin de gösterdiği gibi, ansiklopediler sadece bilgi -isim, yer, tarih- listelenen eserler değildir. Böyle kalsalardı, Murphy’nin tabiriyle “telefon rehberi”nden öteye geçemezlerdi. Mühim olan, daha genel bir bakış verebilmek, bilginin üretilme yöntemi, dönemin kültürel yapısı, vb. üzerinde fikir yürütebilmektir. Dolayısıyla ansiklopedi yazarının neyi nasıl sınıflandırdığı, bilgilerin hangilerini alıp hangilerini almadığı büyük önem taşır, ki nihayetinde ortaya konan şey insan ürünüdür.
Bugün bizim anladığımız şekilde bir ansiklopedi olarak ele alındığında, Doğa Tarihi’nin farklı ve özgün yanları vardır ama benzerlikler görmezden gelinemeyecek kadar çoktur. Plinius’un hayranlık uyandıran eseri, varlığını sürdüren ilk ansiklopedi niteliğini taşımaktadır ancak ondan öncesini ele almadan yola devam etmeyelim.
Bilinen ilk ansiklopedi MÖ 33 veya 34 yılında, 9 kitap halinde yayımlanmış olup, bilge Marcus Terentius Varro’ya (MÖ 116-27) aittir: Disciplinae. Artes isimli ikinci ansiklopedi ise, Aulus Cornelius Celsus (yaklaşık MÖ 50-25) tarafından, ilkine yakın bir tarihte yazılmıştır. Her iki eserin ortak amacı, okuyucuyu mimari, tıp, savaş, tarım gibi farklı konularda geliştirmektir. MÖ 184 ve sonrasında, Büyük Cato’nun (MÖ 234-149) ilk ansiklopediyi (tarım, tıp, retorik, askerlik, hukuk, vb.) tamamlamış olduğu iddiası bir kesinlik taşımadığı için, bu alanın öncüsü olarak Varro kabul edilmektedir.
Paha biçilemez miras: Doğa Tarihi
Trevor Murphy’ye göre, Varro, Celsus ve Plinius, Yunanların geleneksel eğitimi olan encyclios paideia ile yeni entelektüel akımın bir araya getirilmesine yazılı bir form vermişlerdir. Bununla beraber Plinius’un kapsamlı çalışması, Varro ile Celsus’un eserlerinin yerini almıştır, ancak onlardan farklı olarak, okuyucuyu belirli bir konuda uzmanlaştırmayı hedeflemez. Murphy’nin “Ansiklopedideki İmparatorluk” adlandırmasını uygun gördüğü yapıt, Roma’dan bize kalan, Latince yazılmış bir evrensel mirastır. Britanya İmparatorluğu’nu anlamak için Britannica Ansiklopedisi neyse, Roma İmparatorluğu’nu anlamak için de Doğa Tarihi odur.
İmparatorların tekelindeki bilgi güç gösterisinin bir aracı olarak kullanıldığı için, bu yorucu çalışmada sadece dönemin doğa ve evren bilgisi, bu alanlardaki geleneksel görüşler, fanteziler, önyargılar yoktur. Eserin içeriği Roma egemenliğini doğrudan yansıtır; İmparatorluğun sınırlarını, kapasitesini, kültürünü, vb. pek çok yönünü açığa vurur. Roma’nın bir dünya gücü olmasının Plinius’a gerekli malzemeyi sağladığını belirten Murphy, onun, bu bilgi hazinesini değerlendirebilecek tek kişi olduğu görüşündedir. Ulaşabildiği tüm insanlık birikimini bir yerde toplamayı amaç edinmiş Plinius’un, kesin olmamakla beraber 100 farklı otoriteye ait 2000 adet kitabı okuduğu kabul edilmektedir. Alıntılarla ilgili yapılan sayımlardan biri (1), en az 146 Romalı, 327 Yunan yazardan, diğeri (2) ise toplamda 453 kaynaktan yararlanıldığını gösteriyor. (1) Ona göre doğa hayattır. Mary Beagon daha da ileri giderek, doğanın Plinius’un gözünde her şeyi kapsadığını öne sürer. Kısaca ifade etmek gerekirse Doğa Tarihi, İmparatorluğun elde ettiği güç ve bilginin, yorulmak bilmez bir araştırmacının elinde yazıya dökülmesidir.
Kitaplar ve konuları
Doğa bilimlerinin tüm alanlarını etkilemiş olan Doğa Tarihi’nin ilk kitabı bir nevi içindekiler listesidir ve kalan 36 kitaptaki konulardan söz edilir. Plinius, Italo Calvino’nun da belirttiği gibi, öznel olmaktan kaçınarak bilgi aktarıcısı rolüne soyunmuştur. Zaten bu eser uzun bir süre sırf bilgi değerinden dolayı okunmuş, kültürel zenginliğinin fark edilip değer kazanması zaman almıştır.
Plinius’un fizik tarihinin özgün bir ismi olmadığı kesindir, ancak özellikle Lucretius’u referans alarak dönemin çalışmalarını aktarmış olması büyük değer taşır. Özel olarak mekanikle veya mekanik aletlerle ilgilenmemiştir. Antik dünyadaki pek çok keşif kazara yapılmış, tesadüf eseri bulunmuştur ve buna metalurji ile ilgili olanlar da dahildir. Doğa Tarihi’nin 7. kitabında bilim ve sanatın öncü isimlerinin bir listesi verilmişse de buradan Yunanlar ve Romalıların teknolojiye katkılarını çıkarmak güçtür. Kanalizasyon sistemi Roma’nın büyük mühendislik başarılarından biridir, Romalılar Yunanlara göre daha pratiktir. Bunlara rağmen Healy, teknik arızaların giderilmesi, gelecek vaat eden yenilikler yapılması noktasında, Roma’da dikkate değer bir yavaşlık görüyor ve hem onların hem de Yunanların neyi başar(a)madıklarını da sorguluyor. Dişli sistem bilindiği halde neden bir saatin geliştirilmediği veya buhar türbininden söz edilirken neden çalışan bir buhar makinesinin bulunmadığını gündeme getiriyor (Healy, s.348-349).
Kendisinden önceki çoğu isim gibi Plinius da evreni dört temel element ekseninde açıklıyor: ateş, hava, su ve toprak. Açıklamaları farklılıklar barındırsa da (Stoacılar ve diğerleri ile) sonuçta aynı elementlerden yararlanıyorlar. Plinius’un, yine astronomi başlığı altında değerlendirilebilecek diğer notlarına bakarak gün uzunluğu, güneşin doğuşu ve batışı, zaman ölçüm aletleri, takvimlerle ilgili bilgi edinebiliyoruz.
Healy, bir kimyacı olmamasına rağmen kendisinin ve başkalarının gözlemlerine dayanarak yazdıkları dikkate alındığında, Plinius’u bu alanda başarılı görür. Yazdıkları sistematik bir araştırma-inceleme ve sınıflandırmadan uzak, yer yer tutarsız ve efsanevi bilgilerle harmanlanmış olsa da, mineralojinin o günkü durumunu anlamamıza ciddi katkı sunmuştur. Plinius nadir ve değerli taşlara, en çok rağbet gören metal olan altına geniş yer ayırmıştır. Altın madenciliği ve arıtması başta olmak üzere ilgili diğer işlemlere dair kendi deneyimleri mevcuttur. Yunanlar ve Romalıların yararlandığı ana metaller ve alaşımların (altın, gümüş, bakır, kurşun, kalay, cıva ve demir) her biri ayrı başlık altında değerlendirilmiştir. Plinius’un, antik dönemin ilk teknolojik başarılarından biri olan camın nasıl üretildiği, nelerden oluştuğu, papirüsten yararlanılma yöntemleri konularında yazdıkları günümüz biliminsanlarınca incelenmiştir. Bu tarifler takip edilmiş, işlemler yeniden gerçekleştirilerek hatalar ve doğrular ortaya çıkarılmıştır.
İnsanı en yüksek tür olarak kabul eden ve doğanın, diğer her şeyi onun faydalanması için sunmuş gibi göründüğünü belirten Plinius, insanın doğal kaynaklara ve çevreye verdiği zarar konusunda endişeli olduğunu gizlemez. Sera gazı etkisi, asit yağmuru, sınai atık, hava kirliliği yoktur tabii ancak farklı sorunlar vardır. Plinius’un anlatımlarına bakılırsa en çok zarar veren insan faaliyeti madenciliktir. Kuyuların yapısı bozulmakta, zehirli gazlar ve dumanlar yayılmakta, gümüş madenlerinin civarında özellikle hayvanlar zarar görmektedir. Ocaklardan taş çıkarma, cilalama, kurşun işleme, vb. işlemler doğa ve canlıları olumsuz etkilemektedir. Anlaşıldığı kadarıyla, bu tür tehlikelerin önüne geçmek için bir girişimde bulunulmamış. Samimi bir çevreci olan Plinius, doğanın insana pek çok kaynak sunmaya devam ettiğini yazar ve insanın başarılarına hayranlık duyarken, tüketime dayalı açgözlü yapısını eleştirmekten geri kalmaz. Gümüş tabakların hediye edilmesini, cenazelerde aşırı malzeme harcanmasını tartışma konusu yapmıştır. Son tahlilde, A. Wallace-Hadrill’in de belirttiği gibi (aktaran Healy, 1999, s.371) Plinius için bilimin işlevi, doğadan doğru ve yerinde bir şekilde yararlanmayı sağlamak ve kaynakları insanlığın kullanımına sunmaktır. Şöyle der Plinius: “Ama dünya kibar, nazik ve anlayışlı, daima ölümlü insanların hizmetinde, bizim baskımız altında veya kendi isteğiyle ne kokular ve tatlar, ne özsular, dokunulacak ne yüzeyler, ne renkler üretiyor! Kendisine yönelen ilgiye nasıl bir dürüstlükle karşılık veriyor! Ne ürettiyse, bizim yararımıza geliştiriyor!” (aktaran Healy, 1999, s.378).
Coğrafya dendiğinde Plinius’un anladığı, yer, ulus, deniz, şehir, liman, dağ, ada, nehir, ölçüm, yaşayan ve yaşamış insan bilgisinin toplamıdır. Kıyılar ve nehirler büyük öneme sahiptir; çünkü kentler ve kabileler onlara göre şekillenir. Denizler ve nehirler referans noktası olarak alınmış olup yerleşim yerleri, sular arasındaki parçalar olarak kabul edilmiştir. Plinius’un sınırlar ve yolculuklar bağlamında incelediği nehirler, Romalıların kültürel yapısında, zaferlerin kazanılmasında oldukça değerli bir konumda bulunur, dini ve sembolik değer taşır. Nehirler ele avuca sığmaz, hareketlidir, kendi yolunu açacak gücü vardır ve kaynağına göre önem kazanır. Plinius, doğdukları yerden itibaren nehirlerin güzergâhını bir öykü gibi anlatır, her nehrin kendi hikâyesi vardır. Coğrafyayla ilgili diğer önemli başlık dağlardır. Antik dönemde bir bölgenin fethedilmesi için öncelikli olarak yüksek bir yerden incelenmesi gerekmiştir. Dağlar doğal sınırları oluşturur, nehirler ile zıt özelliklere sahiptir, kararlıdır, sağlamdır. Eserin bu bölümlerini yorumlayan Murphy, dağların asıl amacının nehirleri dizginlemek ve sınırlamak olduğunun çıkarılabileceğini belirtir. Beagon ise dağlar ve nehirlerin, bir savaşın iki tarafı gibi tasvir edildiğini ileri sürer. Bu savaş hali emperyal gücün, zaferlere dayalı bir anlayışın ürünüdür ki, doğanın kendisi, Plinius’un gözünde başlı başına savaş alanıdır. Benzer bir anlatıma Boğaziçi ve Karadeniz söz konusu olduğunda da rastlanmaktadır.
Plinius’un ve çağdaşlarının, onları önceleyenlerin eserlerinde, bir edebi gelenek halini almış olan etnografyaya rastlamak şaşırtıcı değildir. Anlatılarda sadece söz konusu ülkelerde yaşayan insanlar ve hayvanlar, doğa yoktur; altın çağlar, ütopyalar da ele alınır. Ayrıca 7. kitap tamamen insana ayrılmıştır fakat tüm bunlara rağmen Doğa Tarihi’nde etnografya özel bir yer teşkil etmez. Daha çok, birbirinden kopuk, kesintili ifadeler vardır. Plinius, aralarında tarihçi Tacitus’un da bulunduğu yazarlar tarafından, Cermenler arasındaki en soylu ve asil topluluk, Roma’nın zorlu bir rakibi olarak görülen Chauci kabilesinin sefaletini konu edinmiştir. Kuzeybatı Cermenya’da bulunan bu toplulukla ilgili yazdıklarının, genel kabullerle pek fazla ortak yönü bulunmaz; hatta ifadeleri arasında, arkeolojik bulgularla ters düşen kısımlar vardır. Claudius’un hükümdarlığı döneminde (MS 41-54), Taprobane adasındaki (3) elçilerin Roma’yı ziyaret etmesiyle elde edilen yeni bilgiler, Doğa Tarihi’nde kayda geçmiştir. Genel olarak bakıldığında, Plinius farklı kültürel özellikleri, gelenekleri, vs. aktarır ancak Roma ve benzerlerine karşı, yabancıların basit yaşamlarını övmez, idealize etmez, çok fazla hoşgörülü davranmaz.
Piramitler, tapınaklar, labirentler gibi yapılara eğilen Plinius’ta, kendi döneminin fantezilerini bulmak şaşırtıcı değildir. Yunan ve Roma döneminin geneline ait olan, gerçek ile mucizenin tuhaf karışımına bu eserde de rastlanır. Sıra dışı, alışılmadık, garip canlılardan, ilginç olaylar ve yerlerden, insanların sahip olamayacakları özelliklerden söz edilir. Tabii Plinius, yarı at yarı insan gibi canlıların varlığına inanılması hususunda uyarıda bulunur. Devlet kayıtlarına bile geçmiş, 500 yıl yaşadığı ve küllerinden yeni bir üyesinin doğduğunun kabul edildiği Phoenix’in bir uydurma olduğundan şüphe edilemeyeceğini yazmıştır. Konuşan ağaçlar söz konusu olduğunda, Plinius bu fikrin oluşumunu, geceleri ağaçlara tüneyen sığırcıkların gürültüsüne dayandırır, yine de bunlar, hatalı ifadelerinin, yanlışlarının, çelişkilerinin olduğu gerçeğini gizlemez.
Yazarı bir sanatçı olmasa da, Doğa Tarihi ve sanat üzerine incelemeler yapılmıştır. İlgilenenler için, G. Isager’in Pliny on Art and Society: The Elder Pliny’s Chapters on the History of Art (Londra, 1991) eseri yararlı olabilir.
Yöntem ve dil üzerine değerlendirmeler
Yaşamdaki olayları zıtlıklar üzerinden açıklamak, Antik Yunan’a kadar giden bir yöntemdir. Murphy, Plinius’un bu geleneği takip ederek bilgileri birbirleriyle karşıt yönleri üzerinden aktardığını, kimi zaman ise benzerliklere dayandığını ileri sürer. Plinius, Roma’nın itibarının zedelenmeye başladığı bir dönemde, İmparatorluğun erişmiş olduğu bilgi birikimi kaybolmadan, onu tek bir eserde toplamayı hedeflemiştir lakin genel bir bakış sağlamakta yeterince başarılı olduğu söylenemez. Son kitabın sonunda yapmış olduğu kısa değerlendirme doyurucu değildir. Konular arası geçişlerin sıklığı, bu sırada mantıksal ilişki kurulmaması ve argüman geliştirilmemesi, kitapların okunmasını zorlaştırır. Değişken, karmaşık ve aceleci dil, anlaşılabilirliği düşürür. Tüm bunların temel nedeninin zaman olduğu düşünülmektedir, ki Plinius esere pek çok ekleme yapılabileceğini belirtmiştir.
Zaman sorunundan bağımsız olarak, bu dev yapıtta kullanılan dil ile ilgili daha farklı eleştiriler mevcuttur. Kitlelere ulaşmada kolaylık sağlayabilirse de, sade değil süslemeli bir anlatımın tercih edilmesi, ciddi bir bilimsel çalışmaya uygun görülmez. Aynı şekilde, Roma için önemli olmasına rağmen, retoriğin bu tür bir yapıta zarar verdiği kanısı yaygındır.
Italo Calvino konuya farklı bir açıdan bakarak, Doğa Tarihi’nde güzelliği bulduğunu yazmıştır. Onun Man, the Sky, and the Elephant isimli kitabından yola çıkan Murphy’ye göre, Calvino, Plinius’ta şiirsel bir anlatımla karşılaşmıştı. Doğa Tarihi’nde ifadeler arasında bir süreklilik olmaması, bir sonraki cümlede neyin geleceğinin bilinmemesi, birbirinden uzak başlıklar arasında ilişki kurulması, anlatımda analojinin önemli bir yer tutması, usta romancıyı heyecanlandırmış olabilir. Bu arada Murphy, evreni kendi tarzında yeniden yorumladığı düşünülen Plinius’un karmaşıklığında estetik bir yan görenlerin var olduğunu da ekliyor.
Dil meselesinin bir başka boyutu, erken dönem bilim ve teknoloji kavramlarının, olumlu veya olumsuz anlamda Plinius’tan etkilenmiş olmasıdır. Latincenin özellikle tekniği ve felsefeyi ilgilendiren alanlardaki zayıflığı, Cicero, Lucretius ve Seneca tarafından dile getirilmiştir. Healy, Cicero ve Lucretius dışında Plinius’un, bugün pek çok farklı disiplinden kişiyi heyecanlandırabilecek kadar Latinceye katkı koyduğunu ifade eder. Yunan sözcük dağarcığına çok şey borçlu olan Plinius’un dili, görevleri, retorik eğitimi, Stoacı felsefesi ve klasik yazarların etkisiyle şekillenmiştir. Doğa Tarihi’nde Yunanca, İspanyolca, Cermence, Arapça, Hintçe, Keltçe, vb. pek çok kelimeye rastlanır. Bu zenginlik bir yana, kimi yerli sözcükleri kullanması, gündelik dile teknik anlamlar yüklemesi, zaman zaman yazdıklarının yorumlanmasını zorlaştırır.
Uzun bir kaynak listesi olan Plinius’un, direkt gözlem yapmak yerine başkalarının yazdıklarını okuyarak çalışma yürütmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Murphy’nin görüşlerini aktardığı G. E. R. Lloyd, bu yorulmak bilmez okuyucunun başvurduğu kaynaklara dikkat çeker. Plinius, Aristoteles, Antonius Castor ve Theophrastus gibi önemli isimlerden yararlanmış olsa bile, Homer, Aeschylus, Vergil gibi şairlerden, Presokratik filozoflardan, krallardan, prenslerden de alıntılar yapmıştır. Healy’nin belirttiği gibi, eleştirel yargılamanın eksikliği, Plinius’un yanlışları tekrarlamasına yol açmıştır. Lloyd’a göre, Plinius kitaplar yerine okuma-yazması olmayan köylüye ve taşradaki halka danışsaydı daha doğru tasvirler yapmış olacaktı. Örneğin, doğa üzerine yazılarıyla tanınan bir isim olan Aelian, kendisinden önce hayvanlar konusunda ulaşılan bilgileri bir yana bırakmış, ilk elden gözlemlerini kaleme almıştır. Buna rağmen genel anlamda Aelian da, Lucretius ve Seneca gibi yazınsal dünyaya bağlıdır ve Plinius, bilginin aktarım aracılığıyla varlığını sürdürdüğünü düşündüğünden, bu geleneği takip etmiştir. Kendisini farklı kılan, pek çok antik yazarın aksine başvuru kaynaklarını listelemesi, onlara bağlılığındaki açıklık ve övünçtür.
Doğa Tarihi’nin etkisi
Hataları ve yanlışlarına, kimi sıra dışı ve efsanevi bilgilerine, uğradığı tahrifata rağmen Doğa Tarihi, geniş etkisi olan, alıntıların yapıldığı, örnek teşkil etmiş bir yapıttır. Doğa Tarihi dışında Plinius’un diğer eserleri de dahil olmak üzere, antik dönemin ürünleri çoğunlukla yaşamlarını sürdüremediler. Bir kitabın kopyasının çıkarılması oldukça zahmetli ve masraflıydı. Söz konusu bir ansiklopedi ise bu zorluklar katlanarak büyüyordu. Doğa Tarihi, bunlara rağmen günümüze ulaşmayı başardı. Murphy’ye göre bunun birden fazla nedeni var. İlk akla gelenler; Solinus gibi isimlerin kitaptan alıntılar yapması, eserin ilgi çekici olması ve dostu, silah arkadaşı, Vespasian’ın oğlu imparator Titus’a adanmasıdır.
Antik çağ ile ortaçağ arasındaki en önemli bağlantılardan biri olan Sevilla piskoposu Isidorus Hispalensis’in (570-636) temel kaynaklarından biri Plinius’tur. Öğrencilerini Isidorus’un “yalan”larından koruma iddiasıyla De rerum natura isimli bir eser yazan Bede de Plinius’tan yararlanmış, Doğa Tarihi’nin popüler hâle gelmesi için çaba göstermiştir. Martianus Capella, 9. ve 12. yüzyıllar arasında bilimsel bilginin önemli bir dayanağı olan astronomi kitabı için Plinius’a çok şey borçludur. Manastırlardaki İncil yorumlarında bile Doğa Tarihi’nin adı geçmektedir. 11. ve 12. yüzyıllarda okul sayısının artmasıyla, az bilinen klasik metinler üzerindeki çalışmalarda artış olmuş, Yunanca ve Arapça eserler Latinceye çevrilmiştir. Paris’in 96 km güneybatısında bulunan Chartres kentinin piskoposu Johannes Parvus (4), doğa felsefesi kitabında Plinius’un eserini kaynak gösterir. Kent genelinde Plinius okunmaktadır. Güneş merkezli içeriğinden dolayı tutarlı olan Plinius astronomisi, erken ortaçağda ününün zirvesindedir. Doğa Tarihi, saygın bir otorite ve bilgi deposu olarak varlığını sürdürdükten sonra, zamanla yerini skolastik felsefeci ve realist William of Conches’e (5) bırakmış ancak etkisi tamamen kaybolmamıştır. Ansiklopediler ortaçağda, açıklayıcı güçleri nedeniyle yaygınlıklarını korumuşlardır. 13. yüzyılda Vincent de Beauvais (6) tarafından yazılan ve 18. yüzyıla gelene kadar, Healy’nin “muhtemelen en büyük Avrupa ansiklopedisi” dediği Speculum maius isimli eserin kaynaklarından biri yine Plinius’tur. De proprietatibus rerum (On the Properties of Things) çalışmasıyla tanınan, Yunan-Arap-Yahudi dönemlerinin özellikle tıp bilgisiyle ilgilenmiş 13. yüzyıl Fransiskan bilgini Bartholomeus Anglicus’un (Bartholomew of England) referansları arasında da Plinius bulunur.
Yunanca metinlerin zarar görmesi ve yok olması, Plinius’un hedeflediği gibi, Doğa Tarihi’nin genel eğitimde kullanılmasının yolunu açmıştır. Avrupa literatüründe ona önemli bir yer verilmesinin nedenlerinden biri, ortaçağda, büyük manastır kütüphanelerinde eserin kopyalarının var olmasıdır.
İtalyan hümanistlerinden Petrarca (1304-1374), Boccaccio (1313-1375), Colluccio Salutati (1331-1406) ve Niccolò de Niccoli (7), Plinius’tan yararlanan isimler arasındadırlar. Petrarca, klasik eserlerin gördüğü zararın, onları sahiplerinin bile tanıyamayacağı bir noktaya getirmiş olmasından şikâyet eder. 15. yüzyıl sona erdiğinde, Doğa Tarihi hâlâ bilginler nezdinde hayranlık uyandırıcı bir çalışma olarak kabul görmektedir. Erken dönem Latince metinler arasında, baskısı ilk yapılanlardan biri Doğa Tarihi’dir (1469). 15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başlarında, eser üzerinde düzeltme girişimleri göze çarpar. Öne çıkan iki isim, Hermolaos Barbarus (1454-1493) ve Beatus Rhenanus’tur (1485-1547). Niccolò Leoniceno (1428-1524) ise kitaplardaki hatalarla ilgilenmiştir. Barbarus ile Leoniceno arasında, Plinius üzerinden yürüyen tartışma ilgi çekici olup daha geniş bir çevreye yayılmıştır. Leoniceno’nun, Plinius’un bilimsel yöntem konusundaki eksiklerine yönelik eleştirisi, ilk ciddi karşı koyuştur. Bu noktada Healy bir dipnot düşerek, Yunanca okuyup kaynak taraması yapmasına rağmen Latince yazan Romalı Plinius’a yönelik tenkitin arkasında, Leoniceno’nun ateşli bir Helen taraftarı olmasının yattığını belirtiyor. Leoniceno Helen geleneğini takip ederek, Plinius’ta bir tıp ve felsefe bilgisi aradığını ancak bulamadığını ifade etmiştir. Plinius’un, doktorları açgözlü ve hilekâr olarak nitelemesi ve cezalardan muaf tutulmalarına dikkat çekmesi, doktor olan Leoniceno’nun yorumunda etkili olmuş görünüyor.
200’den fazla tam veya kısmi kopyasının bulunması, Doğa Tarihi’nin yaygınlığı ve popülaritesininin boyutlarını gösterir. Xenophon ve Livy çevirileri ve derin Yunanca-Latince bilgisiyle ünlü Philemon Holland (1552-1637), en çok, 1601’de yayımladığı Doğa Tarihi çevirisiyle tanınır. Kesin olmamakla beraber, Shakespeare’in göndermelerinde bu çevirinin önemli bir kaynak olduğu düşünülmektedir. Kendi döneminin yapıtlarından uzun ömürlü olmakla kalmayıp, çoğu ortaçağ ansiklopedisinden daha fazla bilinir duruma gelen Doğa Tarihi, Rönesans ve sonrasında, farklı alanlardaki bilginin tek bir metin etrafında toplanması ve bilimsel metinlerin yazımında örnek teşkil etmiştir. Farklı disiplinlerdeki radikal dönüşümler ve devrimlerle beraber ise, zamanla yerini kaybetmiş, bir süre sonra okunmaz duruma gelmiştir.
Plinius’un diğer yönleri
Meslek hayatı ve eserleri incelendiğinde, Plinius’un çok geniş bir ilgi alanının bulunduğu görülür. 18. yüzyılın önemli ansiklopedi yazarı Buffon (1707-1788), Doğa Tarihi’nin zenginliğini över, Aristoteles’in çalışmalarından bile büyük olduğunu belirtir (8). Kitaplardaki resim, heykel, vb. başlıklar üzerine notlardan hareketle, Doğa Tarihi’nin sadece doğa bilimlerini değil, sanatları da kapsadığı fikrini ileri sürer. Cuvier (1769-1832), eleştirileri bir yana bırakırsak, Plinius’un bir asker ve devlet adamı olarak engin bilgisinden etkilenmiştir. Oscar Wilde ise, The Decay of Lying isimli çalışmasında, Plinius’tan tarihin büyük yalancılarından biri diye söz eder. Murphy’ye göre bunun sebebi, Wilde’ın zamanında Plinius’un yeterince incelenmemiş olmasıdır.
Bir teori sahibi olmaması, bir keşif yapmaması, bazı isimlerin onu, dönemin büyük düşünürleri arasında saymamasına neden olmuştur. Yine de, kendisinden sonra gelen bilim-teknoloji çalışmalarına katkısı yadsınamaz. Plinius, bir filozof olmaktan çok, biliminsanıdır. Columella’nın zarif ve klasik üslubuna göre (De re rustica) zayıftır, Seneca’nın bilimsel seviyesine (Questiones naturales) erişemez fakat yüksek zihin kapasitesi, odaklanma gücü, hamaratlığı, derin birikimi ve Doğa Tarihi’nin kapsamı dikkate alındığında, özel bir yeri vardır.
Plinius’un yeğeninin tarihçi Tacitus’a yazdıkları arasında, Healy’nin aktardığı önemli bir bölüme rastlıyoruz. Küçük Plinius, kayda değer bir iş yapma veya okunmaya değer bir şeyler yazma gücü olanların tarihte şanslı insanlar olarak nitelebileceğini; dayısı gibi kişiliklerin ise her ikisini birden yapabilen en şanslılar olduklarını düşünüyor.
Son derece yoğun bir hayatın sahibi Plinius için, çalışmaya harcanmayan her an kayıptır ve bu nedenle, yeğenini azarladığı olmuştur. Hiçbir kitabın, bir parçası dahi kullanılamayacak kadar kötü olmadığına inanır. Çok az uyuduğunu, hızla uykuya dalıp kısa bir süre dinlendikten sonra yeniden notlarının başına döndüğünü, Küçük Plinius’tan biliyoruz. Yolculuklarında tahtırevanla taşınma nedeninin, daha fazla okuyabilmek olduğu kabul edilir. Yemek veya masaj sırasında, bir kölesine kitap okutturup bir başkasına ise not aldırdığı, şehir efsanesi değildir.
Kaynak göstererek tek bir eserde topladığı bilgiyi, kendine saklamak yerine geniş bir kitleye ulaştırmayı tercih etmiştir. Plinius, sınırlı bir çevreden ötesine karşı şeffaf olmayan bilginleri ayıplar. Bilgiye erişmenin uzun yıllara dayanan, özenli, azim dolu bir çabayı gerektirdiğinin farkında olmakla beraber, elde edilenin toplumdan uzak tutulmasını, dar bir toplulukla paylaşılmasını kabul edilemez bulur. Açgözlülüğün düşmanıdır. Kitaplarından oluşan hazineden, çiftçinin, esnafın, zanaatkârın, kısacası toplumun genelinin yararlanmasını ister. Trivium (diyalektik, retorik, dil bilgisi) ve quadrivium’dan (aritmetik, geometri, astronomi ve müzik) oluşan liberal arts’ın (9), özelleşmiş, yüksek bir soyutlama derecesine ulaşmış olmasından ötürü, teori yerine pratiğe ihtiyacı olan insanlara hitap etmediğini düşünmektedir. Dolayısıyla eseri, yöneticiler için rehber olmaktan çok, sokaktaki vatandaşın hizmetindedir.
Küçük Plinius’un mektuplarına bakılırsa, bu özgün yapıt, bir başka isme, Larcius Licinus’a ait olabilirdi. Plinius’un İspanya’da temsilci olarak bulunduğu ve boş zamanlarında kitabıyla ilgilendiği bir dönemde, ondan daha üst bir pozisyona sahip Licinus, 400.000 sikke karşılığında eseri almak istediğini belirtir. Edebiyat tutkusu ve kendine güveni yüksek olsa da, Licinus yazarlar dünyasında itibarı olan biri değildir. Murphy, önerilen rakamın cezbedici ve doyurucu bir miktar olduğundan söz eder. Öte yandan Healy bu görüşte değildir ve Lollia Paulina isimli bir kişinin, nişan yemeğinde 40 milyon sikkelik mücevher taşıdığını aktarır. Burada tek meselenin para olduğu düşünülmemeli, o sıralar benzer örneklere rastlıyoruz. Plinius, teklifi reddetmiş olsa da, çalışmasına değer verildiğini görmekten hoşnut bir şekilde, bu hikâyeyi keyifle anlatmıştır. Licinus’tan ve eseri satın alma girişiminden Doğa Tarihi’nde utandırıcı sıfatlarla söz ederek, bir nevi intikam aldığı düşünülmektedir.
Roma’nın aşırılıklar kenti haline geldiği bir zaman diliminde, Plinius Mark Antony, Caligula ve özellikle Neron’un lüks ve para eksenli yaşamını yerer; onları, Augustus, dostu Vespasian ve senato düzeniyle karşılaştırır; bu konudaki karşıtlıklarını gösterir. Neron’un yüksek harcamalarla döşenmiş Domus Aurea’sı (Golden House – Altın Ev) bir yanda, yoksulların kalabalık ve gürültülü gecekondu blokları bir yandadır. Dış kaynaklı lüks malzemelerin tüketiminin İmparatorluğa zarar verdiğini, sistemi zayıflatıp otoritesini sarstığını ileri sürer. Lüks yaşam ve kadınların harcamalarının, en düşük tahminle, Hindistan, Çin ve Arap yarımadasına akan yıllık 100 milyon sikkeden sorumlu olduğunu yazmaktadır. Aynı ihtişam Roma’nın gücünü savunmak için kullanıldığındaysa, Plinius lükse müsamaha gösterip çileciliği yerer.
Neron ile beraber (54-68) politik durumun daha da kötüleştiği Roma’da, zulüm hakimdir. Plinius, Neron’u insanlığın düşmanı olarak görür, onun savurganlığını eleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Bu sıralarda toplumsal yaşamdan uzaktadır, herhangi bir temsilcilik görevi verilmemiştir. Baskı ve tehlikenin hüküm sürdüğü günlerde, kendisini dilbilgisi çalışmalarına adadığını görüyoruz. Yeğenine göre buradaki amacı, sıkıntılardan uzak durabilmektir. Gerçekten böylesi bir hedefi vardıysa başarılı olduğu söylenebilir; çünkü 65 yılında yaşanan Pisonian komplosunu takiben, tiranlık senatörlere dahi yöneldiğinde, Plinius bir zarara uğramamıştır. Murphy ise dil ve retorik gibi alanların apolitik sayılamayacağını, üst düzey görevlere gelebilmek için Romalı seçkinlerin bu başlıklarda eğitim almaları gerektiğini belirtiyor. Sonuç olarak, Neron hükümdarlığını kendi çalışmalarına yoğunlaşarak atlatan Plinius, onun ölümüyle, Vespasian taraftarı olarak yönetim sahnesine geri döner. İmparatorluk sistemini genel anlamda kaçınılmaz gördüğü için, bütün bir sistemi tartışma konusu yapmamıştır.
Genişleyen sınırlar, daha önce incelenmemiş bölgelerle temas sağlanması, ünlü generallerden yapılan alıntılar, Roma’nın gücünün Doğa Tarihi’ne etkisini açıkça gösterir. Murphy, Plinius’u, Sezar’ın oluşturduğu emperyal mitin katılımcılarından biri olarak değerlendirmektedir. Güç ve ayrıcalığın temsilcisi biri gibi görünmemeye çok dikkat etmiştir ama otorite ile yakın ilişkisi olduğu açıktır. Hayvanlarla, bitkilerle, coğrafyayla ilgili sayfalarda, zaferler göze çarpar. Bir insan topluluğu, hayvan veya bitkiye dair bilgiler verilse bile bununla yetinilmez. Plinius için, konu edinilen canlının Roma tarafından ilk ne zaman görüldüğü de önemlidir. Tarih anlayışına göre, Roma’nın varlığı bir dönemi kapatıp bir diğerini açmıştır. Küçük birimler halinde yaşayan insanlar arasındaki ayrılıklar silinmiş, topluluklar arası iletişim olanağı doğmuştur. Farklı ülkelerde dar bir alana hapsolmuş ve evrenselliğe erişemeyen bilgi, yayılmaya başlamıştır. Bir başka açıdan bakıldığında ise, sınırları kaldıran Roma’nın, yerel bilgiyi ve kimi kendi geleneklerini yok ettiği de olmuştur, ki İmparatorluğun başarısının onu yıkıma götüren nedenlerden biri olduğunu düşünen pek çok kişi vardır.
İntihar ve politik yönü, Plinius’un İmparatorluk sistemi ve otoriteyle ilişkisi bağlamında incelenebilecek başlıklardandır. Hükümdarların zorbalığı arttıkça, bir protesto yöntemi olarak intihar öne çıkar. Plinius’un da dahil olduğu kimi yazarlar, iktidarla çatışmamak adına her olayı eserlerine almamışlardır. Tacitus’un şehit diye andığı, Neron’a karşı ilkeli bir duruşun sembolü olan Thrasea Paetus adına, Plinius’ta rastlamayız. İntihar olaylarını genel haliyle ifade edip, özel durumlara değinmemesi, dikkat çekicidir. İntihar etmek, her ne kadar özgür bireye atfedilen bir eylem olsa da, Murphy’nin de vurguladığı gibi, özgür birey aslında aristokrattır. Roma dışındaki toplulukları kaleme aldığı satırlarda, Plinius intiharın, kişisel özgürlüğün en önemli garantisi ve yaşama karşı bir üstünlük belirtisi olduğunu ifade eder.
Ölümden sonra bir yaşamın olduğuna dair, Roma’da yaygınlık kazanmış inanca ve ölümsüzlük iddiasına karşıdır. Görüşleri, ruhun beden ile birlikte öldüğünü dile getiren Epikuros ve taraftarlarınınkiler ile benzerlik gösterir. Plinius, ilahi müdahale ve ölüm sonrası yaşam fikrini kabul etmeyen, doğum öncesi ile ölüm sonrası arasında bir fark olmadığını belirten Lucretius’a yakındır. Bedenin ve aklın, doğmadan önce ve öldükten sonra bir anlam taşımadığını yazar. Plinius ile Lucretius’un iki temel amacı vardır:
1) Evreni ve olguları akılcı terimlerle açıklamak.
2) Zihinleri batıl inançların korkusundan uzaklaştırıp dünyayı anlamaya yönlendirmek.
Lucretius, hayalgücünün yardımıyla bir şair ve Epikurosçu olarak eser vermiştir. Plinius ise Stoacı eğilimleri olan bir doğa bilimcidir. İkili arasındaki asıl büyük fark ise, Doğa Tarihi’nin kapsamı, derinlemesine yorum ve açıklamalarıdır.
Plinius, din konusunda doğa merkezli hareket eder, tanrı ile doğayı birbirine eşit sayar. Doğaya her şeyin anası olarak yaklaşır, onu her yönüyle över. Plinius’ta inanç ve şüphecilik iç içedir. Tanrılar üzerine yapılan tartışmalara uzaktır. Lucretius, Cicero, Seneca ve Juvenal gibi, Yunan mitolojisindeki dehşetli anlatımları alaya alır. Genelde Yunanlara eleştirel yaklaştığı için, bu konuda tipik bir Romalı olduğu kanısı hakimdir.
Roma döneminden kalan bir Plinius portresi, heykeli, vb. bulunmadığı gibi, fiziksel görünümüne ilişkin bir anlatım da mevcut değildir. Healy’nin, kaynaklar arasında listelenmiş kitabının kapağında kullandığı, Tommaso Rodari’ye ait bir 15. yüzyıl resimlemesi (illüstrasyon), bu açıdan önemlidir. Ön cepheden Como Katedrali çizilmiştir, Plinius ise masada çalışmaktadır. Bunun haricinde, 19. yüzyıla ait bir temsili portresi vardır.
Yakıp yıkan Ağustos günleri
Napoli’nin, Maradona’lı kadrosuyla ülkenin kuzeyindeki güçlü takımlara karşı üstünlük sağlayıp ligin en iyi futbolunu oynadığı dönemde, Milan ve Torino tribünlerine, Napoli’yi aşağılayan pankartlar asılırmış. İçlerinden biriyle yakından ilgiliyim: “Vezüv yanardağı sana güveniyoruz!” (10, s.215)
Aktif bir yanardağın çevresi, lavlar dışında, ürettiği zehirli gazlar nedeniyle de ölüm tehlikesi taşır. Kraterlerde, milyonlarca ton asit içeren göllere rastlanabilir. Yanardağın püskürttüğü kaya ve taş parçalarının sadece insanları öldürmekle kalmadığı, çevredeki yerleşim yerlerine büyük zararlar verdiği örneklere yabancı değiliz. Söz konusu Vezüv yanardağı olunca, pankart sahiplerinin aslında tarihsel bir gerçekten yola çıktığı daha kolay anlaşılıyor.
79 yılının Ağustos ayı sonlarına gidiyoruz. Plinius’un, Napoli Körfezi’nin kuzeybatısındaki Miseno’da donanma amirali ve yönetici konumunda olduğu günlere. Miseno’dan deniz yoluyla ulaşılabilen, sırasıyla üç tatil merkezi bulunuyor: Herculaneum, Pompeii ve Stabiae. Pompeii, Vezüv’ün etki alanındaki bu yerleşim yerleri arasında, ticaret merkezi olması ve şık ancak gösterişten uzak evleri ve sütunlu bahçeleriyle ayrı bir havaya sahiptir. Kısa bir süre sonra ise, bu bölgede her şey altüst olacaktır. Neler yaşandığını hayal edebilmek için, annesi ile beraber, dayısının Miseno’daki villasında yaşayan 18 yaşındaki Küçük Plinius’un iki mektubuna dönelim.
Ayın 24. günü. Plinius önce güneş banyosu yapar, ardından soğuk bir duş alır. Yemeğini yer, dinlenir ve kitaplarıyla ilgilenmeye koyulur. Öğleden sonra 1-3 sularında, kardeşi, uzakta beliren alışılmadık büyüklükte ve görünümdeki dumana dikkatini çeker. Plinius ayakkabılarını giyip, yüksek bir yere çıkar ancak mesafe, dumanın nereden geldiğini anlamaya imkân vermez. Buna rağmen, yakından incelemeyi gerektirecek kadar önemli bir durumun olduğu kanaatine varır ve bir bot hazırlanmasını ister. Evden ayrılacağı sırada, Vezüv’ün eteğinde evi bulunan Tascus’un (Tascius veya Bassus) eşi Rectina’dan bir mektup alır. Bilgi toplamak ve neler olduğunu öğrenmek amacıyla yola çıkmayı düşünürken, kararını değiştirir. Arkadaşlarına ve Pompeii halkına yardım etmesi gerekmektedir. Kürekçilerden oluşan bir kadırga ve başka pek çok gemi hazırlanmasını emreder. (11)
Uzun süredir aktif olmayan Vezüv, insanlarda, güvende oldukları hissini uyandırmıştır. Oysa dağın zirvesinde o gün beliren duman, sabah başlamış olan büyük bir patlamanın işaretidir. Hazırlıksız yakalanan halk durumu fark ettiğinde, çevrede panik havası hakimdir. Plinius, yeğeninin tabiriyle bir Stoacı cesaret figürü olarak, böyle bir anda sakinliğini yitirmez ve ekibiyle birlikte denize açılır. Sığ sulara yaklaştıklarında, kıyının dağdan gelen kayalar ve taşlarla kaplandığını görürler. Dümencinin geri dönme önerisini bir an için düşünür Plinius ancak şansın, cesaretin yanında olduğunu söyleyerek devam etme kararı alır. Her an büyüyebilecek tehlikeye karşı soğukkanlılığını yitirmeden, arkadaşını cesaretlendirmeye çalışır. Bir duş alıp, akşam yemeğini yer. Karanlık çöküp de gece ilerlediğinde, artan endişeyi hafifletmek için çaba harcar, ardından uyur.
Görevlendirdiği diğer gemiler, volkandan gelen ateş kaplı kayalar nedeniyle etkisizdir. Plinius’un isteğiyle Stabiae’ye yönelmiş olan kadırga, gece boyu küllere maruz kalır, taşlar dolayısıyla zarar görür. Arkadaşları tarafından uyandırılan Plinius, geceyi ekibiyle birlikte ayakta geçirir. Gün doğmaya başladığında güneşi görmek mümkün değildir. Yoğun ve karanlık havada, meşale ve lamba kullanırlar. Plinius, dalgaların güçlü ve tehlikeli olduğunu anlayınca, karaya çıkmaktan vazgeçer. Oldukça yorulmuştur, dinlenmesi için yere bir çarşaf serilir. Soğuk su isteyip içer. Alevler ve sülfür kokusunu, yaklaşmakta olan bir yangına yorduklarından, onu kaldırmaya karar verirler. İki köle yardımcı olur ancak Plinius aniden yere düşer. (12) Bir gün sonra, 26 Ağustos’ta gün ışığı ortaya çıktığında cesedini bulurlar. Bıraktıkları gibidir Plinius, yaralanmamıştır. Elbiseleri üzerinde, ölmemiş de uykudaymış gibi.
Küçük Plinius, amcasının soluk borusunun zayıf bir yapısının bulunduğunu ve sık sık iltihaplandığını belirtir. Dayısının nefes tıkanıklığı yaşadığını düşünmektedir. Görünen o ki, karanlık 25 Ağustos günü, küller ve sülfür bu rahatsızlıkla birleşerek Plinius’u ölüme götürmüştür. Yeğeninin Tacitus’a yazdığı bir mektupta, o günkü patlamaların yıkıcı etkisinden söz edilir. Kadınların ve bebeklerin çığlıkları, erkeklerin bağırışları ve sağa sola kaçışan insanların yaşadığı ezilme tehlikesi, panik havasını artırmıştır. Karanlık, aysız veya bulutsuz bir geceyle değil, lambanın söndüğü kapalı bir odayla karşılaştırılabilir. Küçük Plinius, kendisiyle birlikte tüm dünyanın da ölmekte olmasıyla avunduğunu yazar. Annesi Plinia ile beraber dayısını beklemişler ancak ondan bir haber alamayınca, bulundukları yerden ayrılmışlardır.
Patlamanın olduğu dönemde, Pompeii’nin tahmin edilen nüfusu 20.000’dir. 24 Ağustos gece yarısına kadar, hızı saatte 100 km civarında olan ve küller, kayalar, gazlardan oluşan akıntı başlamamıştır. Kitlesel ölümlere yol açan asıl patlama, 25 Ağustos sabahında gerçekleşir. O gün Herculaneum yanmış, toprak kayması ve sarsıntılar görülmüş; Pompeii tarafında, boyu 3 metreyi bulan ve oksijensiz bırakan dalgalar oluşmuştur. İlk gün 2000 kişinin kurtulabildiği, toplamda 13.000 insanın yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor. Oldukça yüksek seviyelere çıkan duman ve kül yaratabilen böylesi şiddetli patlamalar, volkanlarla ilgilenen biliminsanları tarafından Plinian olarak sınıflandırılıyor. En şiddetli türler ise ultra-Plinian kategorisine giriyor.
1595’te, bir su kemerinin inşası sırasında Pompeii kentinin kalıntılarına ulaşılmış, 1748’de başlayan kazılarla, söz konusu yerleşim yerlerine ilişkin yeni bilgiler elde edilmiştir. Savaşlarda binlerce vatandaşını yitiren Romalılar için, bu felaket bir istisna olarak kayda geçmiştir.
Olaylardan sağ kurtulan Küçük Plinius, yönetici, yazar, hatip ve şair sıfatıyla anılmasına imkân veren bir yaşam sürmüştür. Dayısının evlat edinilmiş oğludur aynı zamanda. İmparator Trajan’ın dert ortağıdır Küçük Plinius. Kendisine kalan miras sayesinde maddi sorun yaşamamıştır. Bir okul ve kütüphane kurmuş, Como’daki kadın ve çocuklar için fon sağlamış, taşınmaz mal sahibi olmuş ve hatta kimi arkadaşlarının parasal zenginliğinin artmasına yardımda bulunmuştur. Bitinya olarak bilinen ve Türkiye sınırları içinde yer alan bölgeye vali olarak atanmış, 113 yılında vefat etmiştir.
Vezüv yanardağı bugün milli park sınırları içerisinde yer alıyor. Belirli bir yere kadar arabayla gittikten sonra kratere yürüyerek ulaşmak mümkün ancak özellikle dik yerlerde zorluk yaşanmakta. Yanardağın 18 Mart 1944’teki patlamasında 26-28 kişi yaşamını yitirmişti. MÖ 73’te, Spartaküs önderliğindeki isyancı köleler buraya çekilmişlerdi. Güngör Şenkal, bir benzerlik görüyor ve Vezüv’ü “toprak ananın isyankâr çocuğu” olarak nitelendiriyor. (13)
İronik bir ölüm
İkinci el kaynaklar kullanmakla eleştirilen Plinius’un ölümü, Calvino’nun da belirttiği gibi bir ironidir. O gün kendisine ulaştırılan yardım mektubunu okumadan önce, bilimsel merakı ve olayı yerinde inceleme isteği zaten kendisini harekete geçirmişti. Yeğenine göre onun enerjisi her şeyin üstesinden gelebilirdi ancak Vezüv’ün yok edici gücü karşısında dayanamadı. Belki gözlerinde, boğazında, göğsünde hissetti acıyı; belki soğuk suyu yudumlayınca düzeleceğini sandı. O an neler yaşadığını, ne kadar çabaladığını bilmiyoruz. Bize kalan, efsanevi bir yapıt, Doğa Tarihi oldu.
Spartaküs’ü ağırlayan Vezüv’ün aldığı can: Plinius.
Dipnotlar
1) Klaus G. Sallmann, Die Geographie des aelteren Plinius. Aktaran Murphy (2004), s.54.
2) William D. E. Coulson, The Reliability of Pliny’s Chapters on Greek and Roman Sculpture. Aktaran Murphy (2004), s.54.
3) Geçmişte Seylan, bugünkü adıyla ise Sri Lanka.
4) John of Salisbury olarak bilinir. Doğum ve ölüm tarihleri net değildir. Healy’yi referans alarak 1115-1180 diyebiliriz.
5) Chartres kentinin önemli isimlerindendir. Doğayı atomcu bakışla açıklar, görüşleri panteizme dayanır. Doğum ve ölüm tarihleri net değildir. Healy’yi referans alarak 1110-1154 diyebiliriz.
6) Doğum ve ölüm tarihleri net değildir. Healy’yi referans alarak 1190-1264 diyebiliriz.
7) Doğum tarihi net değildir. Healy’yi referans alarak 1364-1437 diyebiliriz.
8) Littré (1801-1881), Plinius’a en eleştirel yaklaşan isimlerden biri olarak, onunla Aristoteles arasında hiçbir ortaklık görmez. Dahası, Plinius’u önceki doğa araştırmacıları ile kıyaslamamaktadır. Healy, Aristoteles’in Plinius’a göre daha derli toplu ve bütünlüklü yazdığını, okuyucu dostu olduğunu not düşer.
9) Bu yedi disiplin, seven liberal arts olarak kabul edilir. Yedi temel bilim şeklinde bir karşılık uygun görünüyor. Ek olarak, mimari ve tıp da dahil edilebilir.
10) Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol, Can Yayınları, 2. basım, Ağustos 1998. Çevirenler: Ertuğrul Önalp ve Mehmet Necati Kutlu.
11) Küçük Plinius’un, olaydan birkaç yıl sonra, yaşananları arkadaşı Cornelius Tacitus’a anlatmak amacıyla yazdığı mektuplar 16. yüzyılda bulunmuştur. Tek bir çeviri olmadığı ve birinci elden bilgiler, Plinius’un ekibinden sağ kalanlara dayandığı için, olayların detaylarına dair farklı anlatımlar mevcuttur. Duman fark edildiğinde saatin 1 mi 2-3 arası mı olduğu, kurtarma botlarının mı yoksa kadırga veya savaş gemisinin mi devreye sokulduğu, vb.
12) Plinius’un iki köle tarafından yardım aldığı fakat sonrasında aniden yere düştüğü anın çizimi:
http://digitalgallery.nypl.org/nypldigital/dgkeysearchdetail.cfm?trg=1&strucID=1762414&imageid=1623991&total=1&e=w
13) Güngör Şenkal, Gezi Notları: Vezüv, Kurgu Düşün – Sanat – Edebiyat Dergisi, Kasım-Aralık 2010, Sayı: 5
Kaynaklar
1) John F. Healy, Pliny the Elder on Science and Technology, Oxford University Press, 1999.
2) Trevor Murphy, Pliny the Elder’s Natural History, The Empire in the Encyclopedia, Oxford University Press, 2004.
3) Mary Beagon, Roman Nature: The Thought of Pliny the Elder (Oxford, 1992).
4) A. N. Sherwin-White, The Letters of Pliny: A Historical and Social Commentary (Oxford, 1966).
5) http://en.wikipedia.org/wiki/Pliny_the_Elder
6) http://www.bbc.co.uk/history/ancient/romans/pompeii_portents_01.shtml
7) http://www.pbs.org/empires/romans/empire/pliny_elder.html
8) http://www.history.com/this-day-in-history/eruption-of-mount-vesuvius-begins
9) http://ancienthistory.about.com/od/pompeii/a/PlinyPompeii.htm
10) http://www.eyewitnesstohistory.com/pompeii.htm
11) http://www.smatch-international.org/PlinyLetters.html