Kimilerine göre Lamarck, Darwin’in öncülü değildir, iki doğa bilgini arasında tam bir kopukluk vardır; ama başkalarına göre de Darwin, eğer sağlam bir kuram yaratabilmiş ise, bunu ancak Lamarck’ın döşediği düşünsel zeminden faydalanarak gerçekleştirebilmiştir. Lamarck’ın doğa bilimleri tarihinde yeri nedir? Kuramı pek çok hata içerdiği halde, türlerin oluşumunu açıklayan görüşleri neden hâlâ önemlidir?
Charles Darwin’in ismi evrim kuramı ile özdeşleşmiştir. Bu konuya ilgi duyanlar, Alfred Russel Wallace’ı da kuramın öteki geliştiricisi olarak anmayı ihmal etmezler. Jean-Baptiste Lamarck ise sıkça göz ardı edilir, veya hatırlansa da hatalı bir evrim kuramının sahibi olarak tanıtılır. Oysa canlıların evrimleşmesini bilimsel bir kuram ile açıklamaya çalışan ilk kişi olmasıyla Lamarck, modern biyolojik evrim kuramının ortaya çıkışında fevkalade önemli bir yere sahiptir.
Bu doğa bilginine yapılan haksızlıkların haddi hesabı yoktur aslında. Evrim kuramını yanlış değerlendirmek şöyle dursun, kendisine egzotik, mistik, bilimdışı, toplumdan kopuk, naif ve tarihin lanetli doğa bilgini yaftasının yapıştırılmasında sadece çağdaşlarının değil, sonradan gelen nesillerin de payı büyüktür. Fakat ne ilginçtir ki Zoolojik Felsefe’nin yayımlanışından bu yana 200 yılı aşkın bir sürenin geçmiş olmasına rağmen, Lamarck’ın evrimsel görüşü, günümüz biliminsanlarını, tarihçiler ve filozofları hâlâ meşgul etmekte ve modern biyolojinin ışığı altında yeniden yorumlanmaktadır.
Kimilerine göre Lamarck, Darwin’in öncülü değildir, iki doğa bilgini arasında tam bir kopukluk vardır; ama başkalarına göre de Darwin, eğer sağlam bir kuram yaratabilmiş ise, bunu ancak Lamarck’ın döşediği düşünsel zeminden faydalanarak gerçekleştirebilmiştir. Lamarck’ın doğa bilimleri tarihinde yeri nedir? Kuramı pek çok hata içerdiği halde, türlerin oluşumunu açıklayan görüşleri neden hâlâ önemlidir? Bu sorulara yanıt aramadan önce, yazımızın bu ilk kısmında, pek de sık hikâye edilmeyen Lamarck’ın hayat öyküsünü kaleme alalım.
Gençlik yılları
1744 yılının Ağustos ayında Kuzey Fransa’nın Picardie bölgesinde doğar Jean-Baptiste-Pierre-Antoine de Monet, Şövalye de la Marck. Asker geleneğinden gelen, şeceresi babası tarafından eski Fransız kraliyetine kadar uzanan, soylu fakat herhangi bir servetten mahrum, fakirleşmiş bir ailenin on birinci evladıdır. Kırsal bir ortamda geçer çocukluk yılları. On bir yaşına geldiğinde, ailesi tarafından Amiens’deki cizvit kolejine yerleştirilmiş bulur kendini: Collegium Societatis Jesu. Altı yıl boyunca, yarı yoksulluk içinde, katı ve acımasız, fakat öte yandan sağlam bir dini ve bilimsel eğitim alır bu okulda. Ancak başka diyarlardadır genç Jean-Baptiste’in tomurcuklanan aklı: Askeri harekâtlarda, muharebe meydanlarında, süvari birliklerinde, ağabeylerinin ağzından defalarca dinlediği o kahramanlık öykülerinde. İçi içini yer bu kolejde, hiç de hevesli değildir hayatını Hıristiyan Kilisesi’ne adamaya. Sonunda razı eder annesini (babası 1760’ta ölmüştür) ve 17 yaşına gelince Amiens cizvit kolejini terk eder.
Fazla zaman geçmeden, bir aile dostunun yazdığı tavsiye mektubu sayesinde, Vestfalya’da Lippstadt dolaylarında (Hannover’ın yaklaşık 150 km güneyinde) konuşlanmış Fransız ordusunun bir ileri birliğine katılır ve Prusyalılara karşı savaşır bulur kendini. Meydan muharebesinde gösterdiği kahramanca tutumu, silah arkadaşlarının olduğu kadar üstlerinin de saygısını uyandırır; teğmenliğe terfi eder, bir ay sonra da yüzbaşılığa. Daha sonraki çatışmalarda da ortaya koyar cesur ve azimli karakterini. Tüm Avrupa’da 600 bin kişinin ölümüne neden olmuş, Fransa’nın görüp geçirdiği en çetin savaşlardan biridir Yedi Yıl Savaşı…
Savaşın sona ermesiyle, Fransız orduları ülkeye geri çekilir ve 1763-1764 kış aylarında bölüğüyle birlikte, hayatının beş yılını geçireceği Güney Fransa’ya ve nihayetinde Monaco garnizonuna sevk edilir yüzbaşı de La Marck. Kuzeyin puslu, soğuk ve nemli manzarası, güneyin ışığa kesmiş, rengârenk bir bitki örtüsüyle bezenmiş doğasına bırakır yerini. Hayata tekrar doğar La Marck bu ılıman ve davetkâr iklimde. Günlerin boşa harcandığı garnizon yaşamına keşif yürüyüşlerini yeğ tutar, başını alır kaçar dağ patikalarına, keçiyollarını arşınlar, aklını çeler nasıl olmuş da o ana kadar hiç tanışmadığı bitkiler dünyasının bolluğu ve çeşitliliği. Pek geçmez, bitki koleksiyonculuğuna soyunur. Zamanının en gözde botanik kitaplarından biri olan Olağan Bitkilerin Tarihçesinin Özeti’ni Paris’ten ısmarlar getirtir, bu iki ciltlik eseri kolunun altına yerleştirip bölgenin florasının keşfine çıkar, at sırtında veya yayan…
Şubat 1768’e gelindiğinde, sağlık sorunlarından dolayı askerlik mesleğine son vermiş olarak, Picardie’deki baba evinde bulur kendini. Yirmi dört yaşında, dönüp dolaşıp aynı noktasına gelmiş görünür hayat çemberinin, fakat başka bir insandır şimdi La Marck, yaşlı annesinin artık yalnız yaşadığı bu evde… Ruhu ve bedeni salah bulur kuzeyin sisli ve kara topraklarında. Ağabeyi Louis-Philippe ara sıra ziyaretlerine gelir. Bir defasında Paris yakınlarındaki malikânesine davet eder kardeşini. Böylece bir yıla yakın misafir kalır Jean-Baptiste ağabeyinde. Rafların kitaplarla cömertçe donatıldığı malikâne kütüphanesinde aydınlık bir dünyanın kapıları açılıverir karşısında; bir bir sindirir okuduğu her sayfayı, ruhunu besler, bir entelektüel açlıktan çıkmışçasına… Voltaire, Rousseau, de Condillac ve diğerleri ummadık felsefi perspektifler serer gözlerinin önüne; Diderot, Condorcet, d’Alembert ve Buffon’un eşliğinde yeni bilimsel gerçeklere ulaşır, sorgulamayı öğrenir. Kilise’nin yanılmazlık ilkesini bir yana iter, doğmakta olan yeni bir çağın ilk esintilerini duyumsar.
Paris, o zamanlar, bilgiye, bilime ve felsefeye susamış her insan için muazzam bir cazibe unsurudur. 1770 yılının ilk aylarında, başını alır Lamarck ve gider yerleşir 600 bin kişinin yaşadığı bu büyülü ama o kadar da kahredici kente. Askerden bağlanmış olan maaşı yetmez buradaki devingen hayat tarzına, meteliğe kurşun atar. Bir yıl boyunca, bir bankada muhasebeci olarak çalışmak zorunda kalır. Ancak Kuzey Fransa’daki aile evinin satılması üzerine belli bir miktar para geçer eline ki, ona güvenerek, bankadaki işinden ayrılır, evini boşaltır ve kentin önemli bir entelektüel merkezi olan Quartier Latin’e (Latin Mahalesi‘ne) taşınır.
Kraliyet bahçesi ve Buffon
Takvimler Ekim 1772’yi gösterdiğinde, La Marck, yeni açılan Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptırmıştır. Dört sene boyunca, patoloji, fizyoloji, farmakoloji ve cerrahi derslerini takip edecektir. Kıt kanaat geçinir. Bir aralar, ünlü doğa bilgini Georges-Louis Leclerc de Buffon’un idaresinde seçkin bir bilim merkezi haline gelmiş olan Kraliyet Bahçesi’nin Doğa Tarihi Ofisi’ni ziyaret eder. Deniz kabukluları, yumuşakçaları, tatlı ve tuzlu su canlıları, kara hayvanları, tüm Avrupa ve tropiklerden, dünyanın dört bir ucundan devşirilmiş kuşlar, böcekler, bitki ve çiçekleri; ayrıca kıymetli taş, mineral ve fosilleri ile büyülenir La Marck bu sihirli mekânda.
Kraliyet Bahçesi’nin Botanik Okulu’nun müdavimi haline gelir. Orada bir defasında, tesadüf budur ya, Jean-Jacques Rousseau ile karşılaşır, tanışırlar. Botanik üzerine sohbetleri yoğunlaşır ve ilerleyen günlerde tekrar görüşürler. Artık aylar geçer ve birlikte, Bernardin de Saint-Pierre’in de eşliğinde, keşif gezilerine çıkarlar: Paris ve çevresindeki ağaçları, bitkileri, çiçekleri incelemekten hazzeder hepsi. Rousseau’nun bazı düşünceleri, La Marck’ın yıllar sonra geliştireceği evrim kuramına yansıyacaktır. Ancak keşif gezileri birbirini izledikçe, La Marck, Rousseau’dan sıkılmaya başlar. Bakış açıları ve beklentileri farklıdır: Rousseau, bir herbaryum yaratmak peşinde, oysa La Marck, daha bilimsel bir yaklaşım ve anlayış gütmekte, ayrıca sadece bitkiler dünyasını anlamak değil, tüm canlıların büyük tablosunu algılamanın peşindedir.
Bir süre sonra, Jean-Guillaume Bruguière ile tanışması La Marck’ın hayatını değiştirir. Bu adam, bir kabuklu deniz hayvanları tutkunudur ve onun bu merakı La Marck’a bulaşır. Günlerini ve gecelerini geçirirler birlikte bu muhteşem varlıkları incelemekle; konuda uzmanlaşırlar, bir koleksiyon oluştururlar. Ve böylece La Marck, ağırdan almaya başlar tıp eğitimini gün geçtikçe…
Kraliyet Bahçesi’nde verilen derslerin coşkulu ve tutkulu katılımcısıdır artık, ve, fazla zaman geçmez, hocaları, bu meraklı öğrencilerini ünlü Buffon Kontu ile tanıştırırlar. La Marck, himayesi altına girebileceğini hissettiği forslu Buffon’a, az bir süre önce tamamladığı Atmosferin Başlıca Olayları Hakkında bir Çalışma Raporu’nu sunar. La Marck’ın, bu noktada, botanik üzerine değil de atmosferik olayları konu eden bir esere imza atması, kariyeri boyunca takınacağı bilimsel tutumu çok iyi örnekler: Meteorolojinin yanı sıra, daha sonraları da fizik, astronomi, kimya hatta psikoloji gibi birbirinden çok farklı alanlara el atacak ve bunların her birinin işleyişini temel ilkeler bazında açıklayan kapsamlı ‘sistem’ler inşa etmeye çalışacaktır.
Sonraki yıllar, hem özel hayatı hem de bilimsel çalışmaları açısından hayli elverişli olur. 1777 ilkbaharında, resmi bir nikâh kıyılmış olmasa da, hayat arkadaşı Marianne ile kaderlerini birleştirirler. O sıralar kendini botanik ve bitkilerin tasnifine adamaya başlayan La Marck, Linne’nin revaçta olan canlıları sınıflandırma metodunu yapay görmeye başlar: Bitkilerin tasnifinin, karmaşıklığın derece derece arttığı bir gruplar dizisi bazında yapılması gerektiğini; ayrıca daha bilimsel ve güvenilir olan bu yaklaşımın, doğanın ‘gerçek planını’ ortaya koymaya daha elverişli olacağını düşünür. Önerdiği özgün sınıflandırma sistemiyle, Buffon’un destek ve beğenisini kazanır; o kadar ki bu konu hakkında yazdığı Fransa Florası (1778), maliyeti devlet tarafından karşılanarak, üç cilt olarak Kraliyet Matbaası tarafından basılır. Eser büyük bir sükse görür ve bu sayede ismini duyurmayı başaran La Marck, 1779 yılında, Buffon’un desteğiyle, Bilimler Akademisi’ne üye seçilir. Fakat öte yandan hiçbir unvan sahibi olmayan bu adam bazılarını rahatsız eder, köklü düşmanlıklar doğar böylece.
Yıllar geçtikçe, fert sayısının da arttığı La Marck ailesinin maddi durumu düzelir ve daha iyi bir eve taşınmaları mümkün olur. La Marck artık tanınmış bir bilimadamıdır. O kadar ki Buffon, La Marck’tan, Mayıs-Aralık 1781 arası Kraliyet Botanisti olarak gerçekleştirdiği ve birçok Avrupa başkent ve şehrini kapsayan gezisine, 17 yaşındaki genç Buffon’u da refakatçı olarak almasını ister. Bu seyahat sayesinde, La Marck’ın Avrupa’da şöhreti artar.
İhtilal yıllarının türbülansı, pek çok taşı yerinden oynatır Fransız toplumunda. O sıralar Kraliyet Bahçesi’nin üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır: Bu yeni düzende böyle bir kurumun yeri ve misyonu ne olmalıdır? Uzun tartışmalar sonunda, Kraliyet Bahçesi ve Ofisi’nin adının Doğa Tarihi Müzesi (Muséum d’histoire naturelle) olarak değiştirilmesine karar verilir (ancak 1793’te resmiyet kazanır). İhtilalin eşitlik ideali, uygulamalarda da karşılığını bulur: Muséum çalışanlarının her biri fark gözetmeksizin profesör yapılır ve her birinden, kurulacak olan on iki kürsüden birinin başına geçmesi istenir. La Marck, devrim hareketine sempatisini ve monarşiye karşı durduğunu belli eder etmesine ama uç bir tavır takınmaktan da kaçınır. Ve soylu Şövalye de la Marck, şövalyeliği bir yana ittiği gibi bundan böyle Lamarck olarak imza atmaya başlar…
Lamarck ailesini sadece maddi açıdan sarsmaz bu amansız yıllar. Lamarck’ın hayat arkadaşı Marianne hastalanır. Eylül 1792’de, ölümünden beş gün önce, resmi nikâh kıyılır ve Lamarck, Marianne ile evlenir. Ancak fazla zaman geçmeden, 19 yaşındaki Charlotte ile tekrar dünya evine girer.
Böcekler ve solucanlar profesörü
Terör dönemi tüm hızıyla sürmektedir. Muséum’da ise kürsü atamaları dönemi gelmiştir. Bu dönemeç noktasında hiç beklenmedik bir hamle yapar Lamarck: Tüm beklentilerin aksine, Botanik yerine bir Böcekler ve Solucanlar kürsüsünün başına atanması söz konusu olunca, bu durumu itiraz etmeden kabul etmeyi yeğler. Böcekler ve solucanlar! Hiç kimsenin ilgilenmek istemediği hatta pek çoğunun hor gördüğü bir alandır bu! Ama Lamarck’ın kafasında, keşfe açık, yeni buluş ve fırsatlara, beklenmedik perspektiflere gebe bir çalışma alanı da olabilir bu…
Terör döneminin siyasi olaylarının bir nebze yatışması, Lamarck ailesi için daha umut dolu günlerin habercisidir. Yedinci çocuklarına kavuşan aile, 1794 yılında Bitkiler Bahçesi’nde bir eve taşınır. Ancak mutluluk fazla sürmez: Üç yıl geçer geçmez ki, Kasım 1797’de, Lamarck’ın ikinci eşi 25 yaşında hayata veda eder…
Muséum’da farklı kürsüler oluşmuş, köşe başları tutulmuştur artık. Étienne Geoffroy Saint-Hilaire 1793’ten beri zooloji kürsüsünün başındadır. Georges Cuvier de anatomi dersi için vekil öğretim üyesidir; hızla sivrilecektir gelecek yıllarda. Lamarck ile aralarındaki husumet hemen baş gösterir, Cuvier’nin Lamarck’a karşı eleştirel ve aşağılayıcı tavrı ömür boyu sürecektir.
Artık ağırlıklı olarak hayvanbilimi alanında faaliyet gösteren Lamarck, botanik araştırmalarına vakit ayıramaz hale gelir ve genç bir botanist olan de Candolle’dan, bir işbirliği içerisinde, bu alandaki çalışmalarını üstlenmesini ister. Böylece, çoktandır yoğunlaşmak istediği konuya eğilebilir: ‘Organik hayatın tabi olduğu genel ve özel yasaların bilgisi’ne ulaşmak. Bu deyimdeki ‘yasa’ sözcüğünün altını çizelim: Herhangi bir tanrısal güç ya da varlığa başvurmaksızın sadece doğa kanunlarına ışık tutarak canlıları anlamaktır Lamarck’ın hedefi. Sonraları Zoolojik Felsefe’de de materyalist görüşlerine yer verir: Canlıların kökeni ve türlerin ortaya çıkışına akıl erdirmek her ne kadar meşakkatli bir uğraş olsa da, bu konunun “bize sunduğu zorluklar hiç de öyle üstesinden gelinemeyecek tarzdan değil, çünkü burada söz konusu olan salt fiziksel olaylardır” diye yazar. İşte kimi tarihçilerin tali bir role terk etmek istediği Lamarck, materyalist duruşuyla, zamanının bilimsel ve felsefi tartışmalarının tam odağında yer alır aslında…
1798 yılı geldiğinde, Lamarck üçüncü eşi Julie ile tanışıp evlenir. Aynı dönemde, adına ‘omurgasızlar’ diyeceği hayvanlar grubu, araştırmalarının odak noktasını oluşturmaya başlar (hayvanları, omurgalılar ile omurgasızlar olarak ilk ayıran Lamarck’tır. Ayrıca biyoloji sözcüğünü ilk kullanan da odur). “Vatandaşlar, sizlere doğada en çok bulunan özel bir hayvanlar serisini tanıtmayı hedefliyorum” diye başlar dersine 1799 Mayıs ayında. Bitkilerin tasnifi üzerine yürüttüğü daha önceki çalışmaları ve omurgasızlar üzerine yoğunlaşan incelemeleri, Lamarck’ı, 1797 ile 1800 yılları arası bir evrimciye dönüştürür. Görüşlerinin oluşup olgunlaşmasına, ihtilal yıllarının özgürlükçü ve liberal düşünce hareketinin yabancı olmadığını tahmin edebiliriz. Evrime dair düşüncelerini birkaç eserde, ama başlıca 1809 yılında (Darwin’in Türlerin Kökeni’nden tam 50 yıl önce) yayımlanan Zoolojik Felsefe isimli kitabında ifade eder Lamarck. Bazılarının beğenisini kazanan, ama çoğu için insan mantığı ile alay eden ve dini inançları hiçe sayan, skandal niteliğinde olan bu kitap ile Lamarck, tekrar gündemi belirlemeyi başarır.
Lamarck-Cuvier ihtilafı
18. ve 19. yüzyıl bilginleri, türlerin kökenini açıklamaya yönelik görüşlerini sıkça jeololojik ve paleantolojik argümanlara dayandırırlar. Bu bağlamda Lamarck’ın geliştirdiği sistem (Lamarck’ın evrim kuramını bir sonraki yazımızda ayrıntılarıyla ele alacağız) ve vardığı dünya görüşü, Cuvier’ninki ile taban tabana zıttı. Cuvier, bir paleontolog ve hayvanbilimciydi. Ona göre, yeryüzü, eski zamanlarda meydana gelen büyük doğal afetlerin etkisiyle biçimlenmişti ve zaten fosil kayıtları da bu olgunun açık bir göstergesiydi: Doğal afetler belirli bölgelerdeki hayvan topluluklarını yeraltına gömmüş, soylarını yeryüzünden silmişti. Böylece yok olan türlerin yerini de başka yerlerden göç eden hayvanlar gelip almıştı. Tüm hayvanları, yapısal özelliklerden yola çıkarak dört genel gruba (dört embranchement: omurgalılar, eklemliler, yumuşakçalar ve radiatalar) ayıran Cuvier, söz konusu yapıların sabit ve değişemez olduğunu savunuyordu. Dolayısıyla hayvanların soyu tükenebilirdi tükenmesine fakat türlerin bir evrimleşme süreci sonucu ortaya çıktıklarını iddia etmek bilimdışıydı.
Cuvier’nin benimsediği jeolojik afetler modelini reddeden Lamarck, Hidrojeoloji (1802) kitabında, Dünya’nın jeolojik yapısını şekillendiren, kadim zamanlardan bu yana kesintisiz ve süreklilik arz eden bir olaylar zincirinin olduğunu açıklıyordu. Jeolojik zaman süreleri, akıl almayacak kadar uzundu. “Doğanın bilindik adım adım ilerleyişi, onun her bir yerinde gözlemlediğimiz olayların tümünü açıklamaya yeterli olduğu halde, herhangi bir delil sunmaksızın, evrensel bir afetin yer almış olduğunu varsaymanın anlamı nedir?” diyecekti Cuvier’yi reddederken. Dolayısıyla, tüm canlılar da, bir süreklilik içerisinde değişen çevrelerine ayak uydurmuş, zamanla dönüşmüş ve günümüzde gördüğümüz şekillere evrimleşmişlerdi. “Doğa için zaman bir hiçtir ve asla bir zorluk teşkil etmez; hep elinin altındadır ve sınırsız bir araçtır zaman; doğa, onunla en küçük şeyleri yaptığı gibi en büyüklerini de yapar.” Bu görüşler, Lamarck’ın en önemli bilimsel katkıları hanesine yazılmalıdır şüphesiz.
Lamarck, düşüncelerine destek veren biliminsanları bulabildiyse de (Étienne Geoffroy Saint-Hilaire belki bunların en başında gelir), acımasız eleştiri oklarının ziyadesiyle hedefi olur. Hatta Napolyon’un hakaretine bile uğrar kitabını sunmak isterken. Ne yazık ki zamanın koşulları, bilimin sağlıklı gelişmesi için gerekli olan özgür düşünce ortamını sağlamaktan artık çok uzaktır. Napolyon’un, liselerde mantık ve tarih eğitimini yasakladığı ve dini eğitimin tekrar revaç gördüğü yıllardır bunlar. Restorasyon dönemi başlayacaktır pek yakında. Fransa’nın 200 yıl önce yaşadığı sürecin, günümüz Türkiye’sinde bir benzerinin yaşandığını düşünmemek elde değildir…
Bundan böyle artık daha içine kapanık fakat her şeye rağmen hâlâ özveriyle çalışır Lamarck hayatının gitgide kararan yaşlılık yıllarında. 1805’te bir oğlunu ve 1819’da üçüncü eşi Julie’yi kaybeder. Aynı yıl (1819) gözleri tamamen kör olur. Üç kızıyla bir arada yaşarlar artık. Ve üretmeye devam eder Lamarck. Kızı Cornélie’ye dikte eder aylar boyunca kafasındaki düşünceleri. Böylece 1820’de İnsanoğlunun Pozitif Bilgilerinin Analitik Sistemi’ni yayımlar ve 1815-1822 arası yedi cilt olarak çıkan Omurgasız Hayvanların Doğa Tarihi başlıklı yapıtını tamamlar. Son bir derin acı yaşayacaktır: kızı Eugénie 1824’de 27 yaşında ölür. Sonunda, 1829 yılının Aralık ayında, dünyadan kopmuş ve fakr-u zaruret içinde bu sefer kendisi veda eder hayata. Cenaze masraflarını karşılamak için ailesinin parası yoktur, Bilimler Akademisi’nden destek istenir. Tüm kitap, koleksiyon ve çalışma malzemeleri de bir süre sonra açık artırmayla satışa çıkarılır.
Kaynaklar
1) Yves Delange, Jean-Baptiste Lamarck – Biographie, Actes Sud, 2002.
2) Richard W. Burckhart, Jr., The Spirit of System – Lamarck and Evolutionary Biology, Harvard University Press, 1977.
3) Jan Sapp, Genesis: The Evolution of Biology, Oxford University Press, 2003.