Yeni felsefenin yöntembilgisel yaklaşımının ışığında bakıldığında, Reichenbach’ın “Bilimsel Felsefenin Doğuşu” adlı yapıtıyla ortaya konan felsefenin, felsefe evriminde “devrimci” bir nitelik taşıdığı görülür. Bu felsefenin devrimci oluşu, en başta, geleneksel ussalcı felsefede yerleşmiş bir tutum olan, hesabı verilemeyecek dayanaksız savların, “spekülasyonun” önde geldiği metafizik’in dışlanmasından; bunun yanında, bilimlerde matematiğin uygulanmasına koşut olarak felsefede simgesel mantığın etkili biçimde kullanılmasından kaynaklanır.
Çağcıl Akademik Felsefenin evrimine bakarak denebilir ki, 20. yüzyılın başlarında bir Alman felsefecinin adı gündeme gelmiş olsa, onun için, bir “Alman Felsefecisi” olmasının dışında felsefi bir konum pek düşünülemezdi. Bu da, kendine özgü yanları ne olursa olsun o felsefecinin, ilkece ve büyük ölçüde Alman ussalcı (“rasyonalist”) okulundan birisi olması gerektiği anlamına gelirdi. Felsefecileri, yetiştikleri ülkeye, bulundukları genel, bunun yanında da “felsefi” kültüre göre nitelendirmek kuşkusuz günümüz için de bir ölçüde olsun geçerlidir. Ama öte yandan bugün, yeni Kantçılık, varoluşçuluk, “postmodern(ist)” felsefe gibi, geleneksel ussalcı felsefenin “ülkeleri aşan” uzantılarını görüyoruz. Öte yandan bunların çok dışında, temelde de karşısında, yeni olguculuk (“pozitivizm”), mantıkçı duyusalcılık (“empirisizm”), bilimsel felsefe gibi, Hans Reichenbach’ın terimlendirmesiyle “Yeni (Duyusalcı) Felsefe”nin, birbirine yakın da olsalar az çok değişik yüzleri söz konusudur. Dolayısıyla, günümüzde felsefe etkinliğinin “kültüre” bağımlılığı eski geçerliğini yitirmiştir ve artık felsefecileri ülkelerine göre olmaktan çok “felsefi seçim” yapabilen “bireyler” olmaları açısından değerlendirmek durumundayız. İşte bu da, başka etkenler dışında çok büyük ölçüde, 1920’lerin sonları ve 30’ların başlarında ortaya çıkıp gelişen Viyana Çevresi’nin ve Berlin Bilimsel Felsefe Derneği’nin temel bilimlerinki gibi “evrensel” olarak nitelendirilebilecek felsefe yaklaşımlarının bir sonucu olmuştur diyebiliriz. Felsefedeki gelişmesini bir bakıma akademik çalışmalarının başlarında Kant’ın felsefesiyle hesaplaşmasına borçlu olduğu görülen Reichenbach, bu alanda evrenselliğin en başta gelen temsilcisi olarak düşünülmelidir. (Bkz. Örs, 2004.)
Bilimsel Felsefe ve ‘doğuşu’
Denebilir ki felsefede genel Duyusalcılık akımına (ya da okuluna) bağlı bir altakım (ya da altokul) olarak düşünebileceğimiz Bilimsel Felsefe, onu benimsemiş felsefeciler arasında belki en çok Hans Reichenbach’la özdeşleştirilmiş; görünüşe göre bu özdeşleştirme, (sınırlı sayıdaki) felsefe çevrelerinin dışında da benimsenegelmiştir. Bu durumun tek olmasa da büyük olasılıkla en başta gelen nedeni, bu felsefecinin Bilimsel Felsefenin Doğuşu başlıklı kitabını, akademik düşünüşü ve kültürü gelişmiş genel okuyucuyu göz önünde tutarak yazmış olmasıdır. Böylelikle bu yapıt aracılığıyla bilimsel felsefe, dolayısıyla “yeni felsefe”, diyebiliriz ki tüm dünyada olağan felsefe çevrelerinin dışına çıkarak oldukça geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır; kuşkusuz, Hans Reichenbach’ın yorumuyla. Bunun yanında, 1951 yılında (yazarının ölümünden iki yıl önce) yayınlanmış olan bu yapıtın, felsefe çevrelerince yeterince benimsendiği söylenemez. Geleneksel ussalcı felsefecileri ve onlara yakın görüşteki akademik ve aydın çevreleri düşündüğümüzde, bu tutumu doğal karşılamamız gerekir. Ancak örneğin Viyana Çevresi Enstitüsü gibi bilimsel felsefeyle ilgili çalışmaların merkezinde yer alması gereken kurumlarda / çevrelerde bile, bu felsefe anlayışıyla geleneksel felsefe arasındaki temel ayrılıkların üzerinde yeterince düşünülmediğini görüyoruz. Böyle bir durumdan en başta, felsefecilerin genelde felsefenin yöntembilgisi (“metodolojisi”) üzerinde durma alışkanlıklarını kazanmamış olmalarının sorumlu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu nokta, burada Reichenbach’ın söz konusu yapıtının tanıtılmasıyla yakından açıklığa kavuşacaktır.
Bilimsel Felsefenin Doğuşu, iki ana bölümden oluşmaktadır: “Spekülatif Felsefenin Kökleri” ile “Bilimsel Felsefenin Sonuçları”. Bunlardan birincisinde yer alan altı bölümden buradaki bağlamımızda adları verilecekler şunlar olabilir: “Genelliği arama ve yalancı açıklama”, “Kesinliği arama ve ussalcı bilgi anlayışı”, “Ahlaki buyruklar arayışı ve etik-biliş koşutluğu”. İkincisinin on iki bölümünün başlıkları arasından ise burada şunlar aktarılabilir: “Geometrinin doğası”, “Zaman nedir?”, “Doğa yasaları”, “Evrim”, “Çağdaş mantık”, “Etik’in doğası”. Reichenbach’ın felsefedeki ilgi alanlarını tüketmemekle birlikte bu konular, söz konusu alanların kapsamıyla ilgili önemli ipuçları veriyor olmalı. Bilgi, olasılık, dil gibi başkalarının da eklenmesiyle onun üzerinde çalıştığı konuların, çağdaş bilim felsefesi ile genel olarak çağcıl felsefenin (ve yerine göre felsefe evriminin) başta gelen ilgi alanlarını kapsadığı görülecektir.
Reichenbach’ın bu kitabının, ilkece felsefenin evrimini (hatta belki tarihini) ele alan bir yapıt olarak görüldüğü de olmuştur. Ancak onun yapıtına böyle bir yaklaşımla bakmak, yapıtın temel yöntembilgisel niteliğini gözden kaçırmak demektir. Gerçekte bu tür yorumlarda gözden kaçan çok temel bir nokta, bir mantıkçı duyusalcı ve bilimsel felsefeci olarak Reichenbach’ın bu yapıtı aracılığı ile, karşısında olduğu “spekülatif” ussalcı felsefe ile “metafelsefe” ya da felsefenin yöntembilgisi düzeyinde hesaplaşması; bu arada da kaçınılmaz olarak bu alanın evrimine başvurması, bu yüzden yapıtındaki tartışmalarında bu süreçten önemli sayıda anlamlı örnekler vermiş olmasıdır.
Hans Reichenbach, Viyana Çevresi ile eşzamanlı bir çevre oluşturduğu söylenebilecek Berlin Bilimsel Felsefe Derneği’nin üyelerindendi. Bu çevrelerden birincisinin “yeni ya da mantıkçı olguculuk” olarak adlandırılan felsefe anlayışına karşılık, ikincisince benimsenen ve daha geniş kapsamlı olan felsefe, “mantıkçı ya da yeni duyusalcılık” olarak bilinegelmiştir. Bir bakıma bu yeni felsefe anlayışlarının / yaklaşımlarının ortak adlandırılması olan “Bilimsel Felsefe” terimi ise, gerçekte bu çevrelerin ortaya çıkmalarından önce kullanılmıştı. (Bkz. Örs, 2004.)
Hans Reichenbach: Devrimci bir akademik yaşam
Yeni felsefenin yöntembilgisel yaklaşımının ışığında bakıldığında, Reichenbach’ın “Bilimsel Felsefenin Doğuşu” adlı yapıtıyla ortaya konan felsefenin, felsefe evriminde “devrimci” bir nitelik taşıdığı görülecektir. (“Yöntembilgisi” ve “yöntembilgisel” sözcüklerini Reichenbach yapıtında hiç kullanmamaktadır.) Bu felsefenin devrimci oluşu, en başta, geleneksel ussalcı felsefede yerleşmiş bir tutum olan, hesabı verilemeyecek dayanaksız savların, “spekülasyonun” önde geldiği metafizik’in dışlanmasından; bunun yanında, bilimlerde matematiğin uygulanmasına koşut olarak felsefede simgesel mantığın etkili biçimde kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Gerçekte bunlar, Viyana Çevresi ve Berlin Bilimsel Felsefe Derneği’nin temel ilkeleriydi. Ancak yöntembilgisel açıdan denebilir ki Hans Reichenbach, buradan yola çıkarak bilimsel felsefeyi, felsefe etkinliğinin evrimini de eleştirel bir tutumla inceleyerek, benimsediği görüşler aracılığıyla büyük bir açıklık ve yüreklilikle, ödün vermeden savunmuş ve geliştirmiştir. Özellikle bilim felsefesindeki çok önemli çalışmalarının yanında o, bilimsel felsefenin ateşli bir savunucusu, geliştiricisi, sürekli “devrimcisi” olmuş; onu yöntembilgisi açısından çok sağlam temellere oturtmuştur.
Hans Reichenbach 26 Eylül 1891’de Hamburg’da doğdu, 9 Nisan 1953’de Amerika’da, Kaliforniya’da öldü. Onun felsefesini benimsemiş ya da genelde felsefedeki değerini takdir edenler için altmış iki yıllık bir süre, kuşkusuz yarıda kalmış bir yaşam olmuştur. Beş çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olan Reichenbach’ın babası zengin bir Yahudi tüccardı; annesi ise köklü ve içinde birçok uğraş sahibini barındıran bir Protestan ailenin kızı idi. Aile içinde zengin bir kültür ortamı vardı. İki kez evlenmiş ve birinci evliliğinden biri erkek iki çocuğu olan Reichenbach’ın ikinci eşi Maria bir felsefe doktoru idi ve ölümünden sonra onun tanınması, çalışmalarının değerlendirilmesi, bastırılması ya da yeniden basılması konusunda büyük çaba harcamış, bu konuda da başarılı olmuştur.
Felsefecimizin eğitim ve akademik yaşamında burada belirtilebilecek belli başlı noktalar şöyle özetlenebilir. İlk ve orta öğrenimi sırasında ileri bir başarı göstermiş olan genç Hans, büyük bir bilgi tutkunu idi. 1910 yılında Stuttgart’ta mühendislik okumaya başladı. Daha sonra, Berlin, Göttingen ve Münih Üniversitelerinde Born, Cassirer, Hilbert, Planck ve Sommerfeld gibi ünlü araştırıcı hocalardan matematik, felsefe ve fizik dersleri aldı. Mühendislik eğitimi görmesi ise, daha sonraki hocalığı sırasında ona büyük ölçüde soyut olan kavramları somut biçimde ortaya koyma olanağı tanımasının yanında, akademik bir konuma gelmeden önceki yaşamını kazanma olanağını vermiştir. Öğrenciliği sırasında Özgür Öğrenci Hareketi’ne katılmış; bu konuda yazılar yazmış; araştırma ve eğitim özgürlüğünü ısrarla savunmuş; bu alanda bir yandan dinsel ve siyasal çevrelere karşı savaşım verirken öte yandan da öğrenci hareketinin içinde karşıt görüşlerin dile getirilebilmesini savunmuştur.
Matematiksel olasılık kuramının fiziksel dünyaya uygulanması konusunu ele aldığı doktora çalışmasını büyük ölçüde, akademik bir destek olmadan yazmıştır. Çünkü bu konuya yeterince ilgi duyan yetişmiş akademisyen bulamamıştı. En sonunda Erlangen’den bir felsefeci ve bir matematikçi bu işi ortak olarak üstlenmişlerdir. Daha sonra, Berlin’de Einstein’ın görelilik kuramı üzerinde verdiği ilk seminerine katılan beş kişiden biri olmuştur ki, bu konuda ilerki yıllarda yoğun olarak çalışmış olan Reichenbach’ın Einstein’la sürekli olacak dostluk ilişkisi de böyle başlamıştır. 1920’de yeniden Stuttgart’taki Teknik Üniversite’ye dönerek orada görelilik kuramı ve bilim felsefesinden değişik araştırma konularına dek geniş bir yelpazede dersler vermiştir. Reichenbach 1926 yılında Fizik Felsefesi Profesörü olarak Berlin Üniversitesi’nde görev almıştır. Ancak, bir yandan geleneksel metafizik dizgelere karşı oluşu, öte yandan da öğrenciliği sırasında kökten düşünsel tutumu dolayısıyla bu konuma atanması kolay olmamıştı. Üniversitede bu konudaki direnç, Reichenbach’ın 1933’e dek bölümünde çalıştığı Einstein tarafından kırılabilmiştir.
Reichenbach Viyana Çevresi’nin bir üyesi değildi ama bu çevrenin mantıkçı olgucularıyla yakın ilişki içindeydi. (Bkz. Örs, 2004) 1930 yılında Rudolph Carnap’ın kurduğu Erkenntnis dergisinin yayın sorumluluğunu iki felsefeci birlikte üstlenmişlerdir. Savaş dolayısıyla 1940 yılında, daha sonra yeniden yayınlanmak üzere basımı durmuş olan bu dergi, Viyana Çevresi’nin ve Berlin Mantıkçı Duyusalcı Okulunun en başta gelen anlatım aracı olmuştur.
Reichenbach İstanbul’da: ‘Karşıt iki felsefe’
Nazilerin 1933’de iktidara gelmelerinden hemen sonra ve kuşkusuz bekleneceği gibi, Hans Reichenbach üniversitedeki görevinden (ve devlet radyosundaki işinden) uzaklaştırıldı. O sırada Türkiye’de, Atatürk’ün önerisiyle İstanbul Üniversitesi’nde yapılacak köklü değişiklikler gündeme gelmişti ve Avrupa’dan da, o yıldan başlayarak büyük bölümü Almanya’dan, ayrıca Avusturya ve çok az olmak üzere de İsviçre ile Fransa’dan başka ülkelere, en başta da ülkemize büyük bir akademisyen göçü olmuştu. O sırada Prag’daki Alman Üniversitesi’nden de bir çağrı alan Reichenbach, o günkü koşullarda kendisine daha çekici gelen İstanbul Üniversitesi’nde çalışma önerisini yeğlemişti.
Reichenbach, 1938’de ayrılıp Amerika’da ölümüne dek kaldığı Los Angeles’daki Kaliforniya Üniversitesi’ne geçmeden önceki beş yılını, felsefede (ordinaryüs) profesör (ve Bölüm Başkanı) olarak tümüyle İstanbul’da geçirmiştir. Daha önce Türkiye’de tanındığını söyleyemeyeceğimiz Reichenbach bu dönem içinde bilimsel felsefe, mantık, bilgi kuramı (ve pek istemeden de olsa) felsefe tarihi dersleri vermiştir. Derslerinde, özellikle zaman, uzay, belirleyicilik, tümevarım, olasılık konularını işliyor, “lojistik” adını verdiği (ve Ernst Mach’ın deneyciliği ile birleştirdiği) yeni mantık’ı anlatıyordu. Kuşkusuz bu konular ve işleniş biçimleri, öz olarak belirtmek gerekirse “yeni felsefe”, İstanbul’da, geleneksel felsefenin ve İslam felsefesinin büyük ağırlık taşıdığı üniversite içindeki felsefe çevrelerinde, ayrıca birtakım bilim çevrelerinde hiç de hoş karşılanmıyor, tepki topluyordu. Avrupa üniversitelerinin felsefe bölümleri için de yüksek düzeyde “teknik” bir felsefeci olan Hans Reichenbach’a, felsefe bölümünün nicelik açısından da oldukça zayıf olduğu İstanbul’da gösterilen tepkiyi doğal karşılamak gerekir. Ancak öte yandan felsefeci Hilmi Ziya Ülken, onun öğrenci derslerine girmekteydi.
Fransızca, İngilizce bilen, belli bir düzeyde de Türkçe öğrenmiş olan Reichenbach, İstanbul’daki derslerini, onları öğrenciler için çeviren yardımcısının bildiği dile göre anlatıyordu. Bu dil çoğu kez Almanca oluyordu ve çeviri işini başlangıçtan beri Macit Gökberk ve hemen sonra da onunla birlikte Nusret Hızır üstlenmişlerdi. O, edindiği Türkçe bilgisinden, daha sonra konuşma dilinin mantığı üzerine yazdığı yazılar bağlamında oldukça yararlanmıştır.
Bir “hoca” olarak Reichenbach’ın üzerinde en çok durduğu nokta, üniversiteye orta eğitimden yeterince donanımla gelmemiş ve ezberleme alışkanlığı yüksek öğretimde de pekişen öğrenciye düşünme ve tartışma alışkanlığı kazandırmaktı. Felsefe öğrencilerinin Fen Fakültesi’nden ders almalarını da istiyordu; felsefe bilimsiz olmazdı. Öğrencileri lisede zayıf bir felsefe eğitimi görmüşlerdi; çoğunlukla yabancı dil bilmiyorlardı; genel kültür düzeyleri düşüktü. Felsefede doktora çalışması söz konusu olmadığı gibi başka düzeyde de tez yapılıyor değildi. Bu arada, Reichenbach’ın öğrencilerle ilişkisinin, öğretim etkinliğinin sınırlarının çok dışına çıktığını, örneğin başta o zamana dek olanakları İstanbul’da bilinmeyen Uludağ’da kayak kaymak olmak üzere spor yapmaları konusunda onlara önderlik ettiğini, olanaklar sağlamaya çalıştığını görüyoruz. O, öğrencileri için üniversitenin dışında da değerli bir eğitimciydi.
Bütün bu noktaların ve Hans Reichenbach’ın İstanbul’da geçirdiği beş yılla ilgili öteki bilgilerin ışığında, onun Türkiye’de felsefeye ve akademik yaşama ne katkıda bulunduğu konusunda birbirinin karşıtı iki düşüncenin olduğu söylenebilir. Ülkemizde, ister onun burada bulunduğu yıllarda isterse daha sonra ve şimdi olsun birtakım felsefeciler, Reichenbach’ın böyle bir katkısından pek söz edilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir ki bunu da doğal karşılamak gerekir, çünkü bu yazarlar geleneksel felsefe çizgisindedirler. Belki daha az doğal olanı, yurtdışında ve bilimsel felsefenin en azından karşısında olmayan felsefeciler arasında bu yoruma katılanların bulunmasıdır; bunu da belki onların Türkiye’ye olan bakış açıları ile ilişkilendirebiliriz. Reichenbach’ın bilimsel felsefe anlayışı, daha sonraki yıllarda Nusret Hızır’ın aracılığı ile ve belli bir ölçüde de olsa özellikle Ankara’daki felsefe çevrelerinde benimsenmeye başlamıştır.
Bunun dışında, ülkemizde üniversiteye akademik “disiplin” anlayışını, “kollokyum” türü tartışmalı toplantıları, bilimsel “konferansları” Reichenbach getirmiştir. “Türk Fiziki ve Tabii Bilimler Sosyetesi” adlı derneğin (1934) kurucuları arasında olan Reichenbach, burada değişik bilimsel sunuşlar da yapmıştır. O, üniversitenin Felsefe ve Psikoloji bölümlerine Almanya’dan öğretim üyelerinin gelmesine de katkıda bulunmuştur. İstanbul’dan ayrılırken kişisel kitaplığını Felsefe Bölümüne bağışlamıştır.
Reichenbach’ın Türkiye’den ayrılışının akademik olmayan ya da özel nedenleri arasında görünüşe göre en başta geleni, anlaşılması çok güç bir bürokrasinin, ona bu ülkede emeklilik hakkı tanımamış olmasıdır.
Reichenbach Kaliforniya’da: Felsefede sürüp giden devrim
Reichenbach’ın Türkiye’de felsefeye ne katkıları olmuştur konusunda olduğu gibi, “İstanbul’da geçirdiği süre içinde, felsefeye genelde ne katkıda bulunmuştur?” sorusuna verilen yanıt da karşıt iki yöndedir. Konuyla ilgili olarak özellikle yurtdışındaki yorumcular arasında görünüşe bakılırsa genelde egemen olan düşünce, onun felsefede bu süre içindeki çalışmalarının özellikle nitelik açısından dikkati çeken bir verimlilik göstermediği biçimindedir. Ülkemizde özellikle Cumhuriyet döneminde felsefenin evrimi üzerinde en yoğun olarak çalışmış felsefeci ve araştırıcımız olan Arslan Kaynardağ ise, buna katılmamakta ve düşüncesini onun çalışmalarından örnekler vererek ortaya koymaktadır. Bu nokta, Reichenbach’ın temel felsefi yaklaşımının ve yapıtlarının felsefede evrensellik konusuyla birlikte ele alınacağı son bölümde kendiliğinden yeniden gündeme gelecektir.
Bilimsel Felsefenin Doğuşu’nda felsefecimiz, Plato, Descartes, Kant gibi felsefe evriminin eski ussalcı ve dizge (“sistem”) kurucu “büyük adları”nın, zamanlarının bilimini yansıttıklarını ve daha iyi yanıtların bulunamadığı bir zamanda sorulara yalancı yanıtlar verdiklerini belirtmektedir. Ona göre “dizgeler felsefesi” Kant’la son bulmuştur ve 19. yüzyılın Kant’tan sonra geliştirilen felsefe dizgelerini onunkiyle ya da Plato’nunkiyle eş düzeyde görmek, felsefe tarihinin yanlış yorumlanmasına bağlı bir yanılgıdır.
Özellikle zamanlarının felsefesine getirdikleri büyük değişiklikler düşünüldüğünde, felsefe evriminin “büyükleri” arasındaki ussalcı felsefecileri de kuşkusuz birer devrimci olarak görmek gerekir. Bu evrim açısından özellikle, günümüzde ussalcılığı en düşük düzeyde temsil edenlerin yürüttüğü “post-modern” felsefeyi düşününce, onların değerleri çok daha artmaktadır. Denebilir ki, bu sonuncu felsefe “akımı”nın içinde yer alanlar, bunun yanında ussalcı devrimcileri günümüzde de az ya da çok körü körüne izlemekte olan gelenekçiler, bilimsel felsefenin getirdiği devrim karşısında birer “karşı devrimci” konumuna düşmüşlerdir; burada sayısal açıdan durum ne olursa olsun. (Viyana Çevresi’nin ve Berlin Bilimsel Felsefe Derneği’nin üyeleri arasında da, felsefede, yeni felsefenin ortaya çıkışıyla başlamış olan bir “sürüp giden devrim”den söz açanlar vardı.)
Hans Reichenbach’ın felsefe yaşamına felsefe evriminin doruktaki ussalcılarından olan Kant’la başlaması, ancak daha sonra ona karşıt görüşler geliştirmesi, bir bakıma, Kant’ın yine bu evrimin en önde gelen (İngiliz) duyusalcılarından David Hume’la hesaplaşmasına benzetilebilir. Ancak her durumda, Reichenbach’ın devrimci tutumunun daha başlangıçta kendini belli ettiğini söyleyebiliriz; bunda, akademik yetişmesi sırasında başta Einstein ve görelilik kuramı olmak üzere zamanının önde gelen fizikçileri ve onların bilimsel ürünleriyle erken karşılaşmış, yerine göre onları seçmiş olmasının da önemli bir katkıda bulunduğu söylenebilir.
Kuşkusuz Reichenbach’ın devrimciliği, İstanbul’da “küllenmiş” olmadığı gibi, Kaliforniya’da da tümüyle yeniden ortaya çıkmış olamazdı. Ancak burada, her iki felsefe ve bilim ortamındaki düzey ayrımlarının gözden uzak tutulamayacağı da açıktır. Bu açıdan bakıldığında, felsefe alanında bilimsel felsefenin getirdiği devrimi ve bu devrimin yol açtığı evrenselliği paylaşmak konusunda Reichenbach’ın Amerika’da çok daha gelişmiş bir ortam bulmuş olduğunu söylemek, doğaldır ki bir abartı olmayacaktır; bunu, felsefede karşı devrim odaklarının genelde orada da yaygın olduğunu gözden uzak tutmadan rahat bir biçimde söyleyebiliriz.
Reichenbach ve başlıca yapıtları: Felsefede evrensellik
Paris’te 1935 yılında bilimsel felsefe ile ilgili bir kongre gerçekleştirildi; ancak daha sonra, bu alanda bu tür geniş kapsamlı toplantıların gelenekselleşmediğini görüyoruz. İlki 20. yüzyılın başında yine Paris’te yapılmış olan Dünya felsefe kongrelerinin ise büyük savaş yılları dışında beş yılda bir sürekli bir biçimde gerçekleştirildiği düşünülürse, bu durumdan bilimsel felsefe açısından olumsuz sonuçlar çıkarılabilir. Buna göre, bu akımın en önde gelen temsilcisi olarak görülebilecek Hans Reichenbach’la bağlantılı olarak “felsefede evrensellik”ten söz açmanın, bu alanın yakın evrimiyle ilgili olarak gerçekdışı bir tutumu anlattığı söylenebilir. Ancak, ilk bakışta yerinde gibi görülebilecek bu tür yargılar konusunda da söylenecekler vardır. Bilimsel felsefe bağlamında “felsefede evrensellik” derken, bu akımı benimseyen felsefecilerin ve ona ilgi duyan bilimcilerin, genel olarak akademisyenlerin, araştırıcıların, aydınların bir çoğunluk oluşturduklarını belirtiyor olamayız. Böyle bir sayısal durum bilimsel felsefenin gelişmesinin başlangıcında bulunmadığı gibi günümüz için de söz konusu değildir; çünkü en azından felsefenin kendi içinde oldukça yüksek sayıda bulunan gelenekçilerin etkinlikteki akımların / altakımların çoğunu temsil ettikleri, onun bütününde de çoğunluğu oluşturdukları söylenebilir.
Bilimsel felsefe açısından “evrensellik” anlayışını, özellikle geleneksel ussalcı felsefede alışılagelmiş bir tutum olarak kaçınılmaz biçimde ileri bir soyutluk, “istisnaları” olmayan genellemeler ortaya koyma çabasıyla karıştırmamamız gerekir. Buradaki evrensellik belki temel bilimlerdekine, yerine göre de tıp ile öteki sağlık uğraşları ve mühendislikler gibi gerekli koşulu temel bilimsellik olan uygulamalı alanlardakine benzer bir genelliği ve genelleme anlayışını bize düşündürmelidir. Bu demektir ki, genelde ussalcı eğilimin tersine, doğada / dünyada, koşulların dışında, “istisnası” bulunmayan olgusal durumlar söz konusu olmadığı gibi, gerçekte bizim olgular dünyası ile ilgili genellemelerimiz de bundan dolayı yetkin olamazlar; bunun ilkece, gerek kuram düzeyi soyutlamalar gerekse yasa düzeyindeki genellemeler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. (Temel bilimlerde ve felsefede, onların değişik dallarında, bunların yanında hukuktan iktisata, öte yandan matematiğe dek denebilir ki her türlü akademik alanda; onların ötesinde kuşkusuz insan yaşamının çok değişik yönlerinde, soyutlamaların, genellemelerin gerçekte birer “düşsel yapı” olduğunun tartışılması için bkz. H. Vaihinger.) Bilimsel felsefenin bu konuyla ilgili yaklaşımını belki “gerçekçi ya da gerçekçilikle bağdaşan evrensellik” olarak adlandırabiliriz.
Kuşkusuz bu genellik, genelleme ve soyutlama tartışmasının özündeki iki karşıt yaklaşım, ussalcı ve duyusalcı akımlar arasındaki en temel ayrılıklardan da birini oluşturmaktadır. Giriş bölümünde değindiğimiz, zamanımızda felsefe etkinliğinin değişik, bir bakıma “yerel”, en azından bölgesel olduklarını söyleyebileceğimiz “felsefe kültürlerinden” çok tek tek felsefecilerin (ve oluşturdukları okulların) işi olması, bilimsel felsefenin yöntembilgisel evrenselliği ile de uyum içindedir. Onun “nesnellikle” de, gelenekçi, ussalcı felsefeye, belki özellikle onun bugünkü uzantılarına göre çok daha yakın bir koşutluk içinde olması gerektiği de açıktır. Yine bilimsel felsefenin, özellikle temel bilim anlamındaki bilim etkinliği, dolayısıyla bilim mantığı ve felsefesi ile olan büyük yakınlığında da bu noktanın önemli olduğunu düşünebiliriz. Öte yandan gelenekçilerin evrensellik anlayışının / yaklaşımının etikteki yansıması, belki daha doğrusu koşutluğu da, belki en belirgin biçimde Kant’ın “kesin buyrukları”nda (“kategorik imperatifleri”nde) gördüğümüz gibi, çok büyük kapsamlı, “istisnasız”, herkesi bağlayıcı ahlaki ilkelerde kendisini göstermektedir.
Felsefede alışılagelmiş, yerleşmiş bir eğilim olarak ussalcı “büyük evrensellik”le yeni duyusalcı felsefenin gerçekçi evrenselliği arasındaki temel ayrılıkların ortaya konmasını, Bilimsel Felsefenin Doğuşu’nda doyurucu bir biçimde buluyoruz. Bununla bağlantısı kurulabilecek birtakım temel felsefi noktaların, örneğin gelenekçilerin “yanıtları verilemez sorular sormak” alışkanlığının, yalancı açıklamalarının, “sentetik a priori”nin, etiğin (içrel olarak) bilişsel olamayacağının tartışılmasının da, Reichenbach tarafından büyük bir ustalıkla gerçekleştirildiğini görüyoruz. Onun, çağımızda özellikle bilim felsefesine getirdiği gerçekçilik anlayışı, denebilir ki yapıtının tümünde kendini belli etmektedir.
Reichenbach’ın “genel” felsefe ile bilim felsefesinin ortak ilgi alanlarındaki belli başlı yapıtları, özellikle toplu olarak düşünüldüğünde, onun yaklaşımının evrenselliğini açıkça ortaya koymaktadır. Bunların tarihleri, onun akademik yaşamıyla ilgili olarak yukarda belirttiğimiz dönemleriyle ilişkilendirilirse, devrimci felsefecimizin yapıtları bu bakımdan daha açık bir anlam kazanacaktır. Reichenbach’ın felsefesinin teknik ayrıntılara inilmeden ele alındığı buradaki bağlamımızda, aşağıda sıralanan yapıtlar arasında da onların akademik / bilimsel tekniklik düzeyi açısından ayrıca bir ayırım yapılmamıştır: Görecelik Kuramı ve Apriori Bilgi (1920), Görececi Mekan-Zaman Kuramının Aksiyomatiği (1924), Kopernik’ten Einstein’a (1927), Mekan-Zaman Kuramının Felsefesi (1928), Atom ve Evren (1930), Olasılık Kuramı (1935). Buraya dek sıralanan yapıtlar Almanca olarak kaleme alınmış, son ikisinin sırasıyla 1932 ve 1949’daki çevirilerinin yanında şimdi verilecekler ise İngilizce olarak yayınlanmıştır: Deneyim ve Kestirim (1938), Kuantum Mekaniğinin Felsefi Temelleri (1944), Simgesel Mantığın Öğeleri (1947). Ölümünden sonra doğrudan İngilizce olarak yayınlanan yapıtları ise şunlardır: Yasa Düzeyi Bildirimler ve Kabul Edilebilir İşlemler (1954), Zamanın Yönü (1956), Çağcıl Bilim Felsefesi (1959).
Burada Reichenbach’ın yalnız belli başlı kitaplarına yer verilmiş, akademik konularda olmayan yapıtları ile dergi yazıları ve kitap bölümleri, toplu yayınlanan yazıları ve başkaca ürünleri buraya alınmamıştır. Bu arada, onun 1932 yılında Bilimsel Felsefe başlıklı bir yapıtının yayınlanmış olduğunu bilmek, haklı olarak bunun, 1951’de çıkan Bilimsel Felsefenin Doğuşu başyapıtının yıllar içinde oldukça geriye giden bir öncüsü olduğunu bize düşündürecektir.
(*) Bu yazı, çok kısa zaman önce yitirdiğimiz, çok değerli, çok ürün veren felsefe öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Cevizci’nin yayın sorumlusu olduğu ve ancak ilk altı cildi (A-F harfleri) yayınlanabilmiş olan Felsefe Ansiklopedisi için yazılmıştı. Burada, Cevizci dostumu özlemle anıyorum.
Yararlanılan ve yararlanabilecek kaynakların bir bölümü
– Hempel, Carl G., “Empiricism in the Vienna Circle and in the Berlin Society for Scientific Philosophy”, Scientific Philosophy: Origins and Developments (Vienna Circle Institute Yearbook [1993] ), Friedrich Stadler (Yay. Sor.), Kluwer Academic Publishers, Dordrecht ve ötekiler, 1993, s. 1-9.
– Kamlah, Andreas, “Hans Reichenbach – Leben, Werk und Wirkung”, Wien – Berlin Prag, Der Aufstieg des wissenschaftlichen Philosophie, Zentenarien Rudolph Carnap, Hans Reichenbach, Edgar Zilsel (Veröffentlichungen des Instituts Wiener Kreis, Band 2), Friedrich Stadler (Yay. Sor.), Hölder-Pichler-Tempsky, Viyana, 1993, s. 238-283.
– Kaynardağ, Arslan, “Filozof Hans Reichenbach’ın Türkiye’deki Yılları ve Etkileri”, Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Felsefe – Düşünceler, etkinlikler, filozoflar, söyleşiler, Kültür Bakanlığı Cumhuriyet Kitaplığı Dizisi, Ankara, 2002, s. 339-361. (Bu yazı, Sayın Kaynardağ’ın, Türkiye Felsefe Kurumu’nun Ankara’da Alman Kültür Merkezi’nin işbirliği ile 11-12 Kasım 1991 günlerinde gerçekleştirdiği, “100. Doğum Yılında Hans Reichenbach” başlıklı toplantıda yaptığı sunuşun metnine dayanmaktadır.)
– Örs, Yaman “Bilimsel Felsefe”, Felsefe Ansiklopedisi, Ahmet Cevizci (Ed.), 2. C., Etik Yayınları, İstanbul, 2004, s. 548-552.
– Örs, Yaman, “Hans Reichenbach and Logical Empiricism in Turkey”, Cambridge and Vienna: Frank P. Ramsey and the Vienna Circle (Vienna Circle Institute Yearboo [2004]), Maria C. Galavotti (Yay Sor.), Springer, Dordrecht, 2006, s. 189-211.
– Örs, Yaman, Bilimsel Felsefenin Işığında — Felsefe Tartışmaları’nda çıkan 12 felsefe yazısı, Öteki Yayınevi, Ankara, 1998; Gözden geçirilmiş 2. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara, 2007. (Felsefe Tartışmaları, 8. – 19 Kitaplar, 1990 – 1996.)
– Reichenbach, Hans, The Rise of Scientific Philosophy, University of California Press, Berkeley and Los Angeles, (1951) 1966. (Türkçesi: Bilimsel Felsefenin Doğuşu, çev. Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1. Basım, 1981; Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000.)
– Reichenbach, Maria, “Erinnerungen und Reflexionen”, Wien – Berlin – Prag, Der Aufstieg des wissenschaftlichen Philosophie, Zentenarien Rudolph Carnap, Hans Reichenbach, Edgar Zilsel (Veröffentlichungen des Instituts Wiener Kreis, Band 2), Friedrich Stadler (Yay. Sor.), Hölder-Pichler-Tempsky, Viyana, 1993, s. 284-296.
– Salmon, Wesley C., “The philosophy of Hans Reichenbach”, Hans Reichenbach: Logical Empiricist, Wesley C. Salmon (Yay. Sor.), D. Reidel, Dordrecht ve ötekiler, 1979, s. 1-84.
– Vaihinger, Hans, The Philosophy of ‘As If’, Alm.’dan çev. C. K. Ogden, Routledge and Kegan Paul, Londra, 2. Basım, (1935), 1968.