Dil emperyalizmin en önemli gereçlerinden biridir. Dil bir güç ve baskınlık aracıdır. Hintlilerin güzel İngilizce, Afrikalıların güzel Fransızca konuşması yaşamlarını kolaylaştırıyor olabilir, ama acı bir sömürge tarihinin de en önemli göstergesidir.
Türkiye’de hali vakti biraz yerinde olan herkes çocuklarını özel okula göndermek için uğraşır. Nedeni devlet okullarının yabancı dil öğretmeyi bir türlü başaramamasıdır. Aileler çocuklarının önünde daha çok kapılar açılmasını, daha çok fırsatlarla hayatta daha iyi yerlere gelmelerini isterler. Yabancı dilde eğitim veren okulların çoğu birer para tuzağı olsa da içlerinde kurumsallaşmış, kaliteli olanları da az değil. Bu okullar dil bilen başarılı bireyler yetiştirmeyi hedefleseler de, çoğunlukla kültürel emperyalizmin bir parçası olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Yabancı dillerle birlikte İngiliz gibi düşünmeyi, Amerikalı gibi konuşmayı, Fransız gibi yaşamayı öğrenen, elde ettiği bilgi ve birikimi Türkiye gerçeğine taşımakta zorlanan, kendi kültürümüz içinde yabancılaşmış elitist gruplar oluşuveriyor.
Dilin evrimiyle biyolojik evrim arasında analoji kurmak mümkün, ancak dilin evriminde biyolojik evrimin tam tersine, doğal değil, yapay seçilimin belirleyici bir etkisi var. Bu yapay seçicinin adı da emperyalizm. Fransa’nın Afrika’dan Karayiplere kadar ulaşan ezici etki gücü, nereye giderse bölerek yönetmeyi seçmiş İngiltere’nin baskısı ve tüm savaşlarını kendi topraklarından uzakta yapmış Amerika’nın hâkimiyeti, bu dillerin sırayla dünyada birinci dil haline geçmesine yol açtı. Yani yedi cihana yayılmak ve hâkimiyet kurmak şanlı değil, kanlı bir tarihin göstergesi. Farklı milletlerin hegemonya altına alındığı, doğal kaynaklarının sömürüldüğü, insanlarının ezildiği bir tarihin göstergesi emperyalizm. Atatürk’ün “tam bağımsızlık için dilimizin de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması” görüşü, işte tam da bunu ifade ediyor.
Halen böldüğü ve dağıtıp bıraktığı ülkeleri sömürmeye devam eden İngiltere bu tarihiyle övünmeye, emperyalizmin kalıntılarıyla beslenmeye devam ediyor. Bu emperyal mantık, İngilizleri şimdi de Avrupa Birliği’nden ayrılmaya doğru götürüyor. Bağımsızlığını kaybettiğini düşünen İngiltere, Avrupa Birliği üyesi olduğu için eski kolonisi Hindistan’dan istediği kadar ucuz emek ve mal ithal edemediği için rahatsız. Kalite kontrolü açısından standardize olmuş Avrupa Birliği pazarı ve Avrupa ülkelerinden hakları yasalarla tanımlanmış emekçilerin girişinin kolaylaşması, ülkede muhafazakâr kesimleri rahatsız ediyor. İngiltere işsizlik sigortasını da Avrupa Birliği’nden gelen yabancılarla paylaşmak istemiyor. Oysa, düşük ücretli işler İngiltere’de çoğunlukla yabancılar tarafından yapılırken, işsizlik sigortası da devletin madenlerini, fabrikalarını kapattığı Galler gibi, İngiltere’nin kuzeyi gibi fakir bölgelerdeki vatandaşları tarafından kullanılıyor. Ancak sağ eğilimli ve Avrupa Birliği karşıtı partiler oylarını, yabancılarla düşük ücretle çalışan ya da işsiz İngilizleri birbirine düşürerek kazanıyor. Amerika’da da siyah Amerikalı’nın en büyük düşmanı kışkırtılmış, fakir ve cahil bırakılmış beyaz Amerikalı değil mi? İngiliz politikacılar “yabancılar işlerimizi elimizden alıyor” diye dövünerek, kendi istedikleri, ucuza çalıştırabilecekleri yabancıları ülkeye kolay sokmanın yolunu arıyorlar. Avrupa Birliği’nin de eleştirilecek yönleri az değil elbette, ama yine de pek çok ülkeye göre haklar için mücadele edilmiş ve bir noktaya kadar kazanılmış bir topluluktan bahsediyoruz. İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde imparatorluk geçmişte kalsa bile emperyal mantık bugünlere kadar uzanıyor. İngilizlerin tam bağımsızlık dedikleri ise daha çok sömürebilmeleri için Avrupa Birliği’nden çıkmakla eşdeğer. Ne kadar acı!
İngiltere’nin en yoksul bölgelerinden biri olan Galler’de üç milyon Gallerli’den sadece yüzde 15’i Galce’yi yazma, okuma ve konuşma düzeyinde kullanabiliyor. Bunun üzerine yüzde 12’lik bir kesim ise bunlardan bir veya ikisini yapabiliyor. Orta çağlardan bugüne gelebilen Galler kültürü İngiltere’nin yıllar süren baskısı altında kayboluyor, çünkü kültürü dilden ayırabilmek mümkün değil. Bunun adına da Birleşik Krallık deniliyor.
Dil emperyalizmin en önemli gereçlerinden biridir. Dil bir güç ve baskınlık aracıdır. Hintlilerin güzel İngilizce, Afrikalıların güzel Fransızca konuşması yaşamlarını kolaylaştırıyor olabilir, ama acı bir sömürge tarihinin de en önemli göstergesidir. Fransa’da İngilizce bir şey sorduğum zaman saldırgan bir ifadeyle “Burada sadece Fransızca konuşulur” yanıtını aldığım çok olmuştur. Bu yanıt karşıdakini aşağılamaya yönelik bir azar olmaktan öte, bunu söyleyen kişinin iyi bilmediği bir dilde otoritesini kaybetme korkusudur.
En güzeli şiir yazabileceğiniz dildir, işte o da yalnızca kendi dilinizdir. Diğerleri ise başkalarıyla iletişim kurabileceğiniz dillerdir; sizi diğer insanlara yaklaştıran, insanlığın ülkelere, sınırlara tutsak edilemeyeceğini anlamanızı sağlayan, seçtiğiniz veya içinde yaşamak durumunda olduğunuz dildir. Ama dil hiç de sanıldığı kadar basit bir konu değildir.