Ana Sayfa Evrenle Söyleşiler Evrenle söyleşiler 15: Bir takyonla söyleşi

Evrenle söyleşiler 15: Bir takyonla söyleşi

864

İlkönce söyleşi yaptığımız arkadaşımızda bazı şüpheci tavırlar görüyoruz. Eğer takyonlar, ışık hızından daha hızlı giden parçacıklarsa, var olabileceklerini buluyoruz. Sonra nedenselliğin öteden beri bağrımıza bastığımız fikirleri tartışma konusu haline geliyor…

Editör’ün notu: Söyleşi içindeki bütün yanıtlar soruları önceliyordu. Okuyucunun rahatı için onları yeniden düzenledik, soruları öne aldık.

 

Of,  yakalanmanız çok zor oldu.

 – Özür dilerim, doğa bizi ayrı tutmaktan hoşlanıyor.

Özür dilerim ama gerçekten sizi göremiyorum; bir takyon olduğunuzu nasıl bilebilirim?

 – Bana güvenin.

Takyonun ne olduğunu açıklayabilir misiniz?

 – Işık hızından daha hızlı giden bir parçacık takyondur. Bu söyleşi bir yana, bizi asla gözlemediniz; bizi bulmak için bir nedene sahip değildiniz. İnsanların çoğu, fizikçilerin demek istiyorum, bizim hiçbir biçimde var olmadığımıza inanır.

Niçin?

 – Birkaç nedeni var. Öncelikle, Einstein’ın görelilik kuramına göre, kütleli hiçbir parçacık ışık hızından öteye hızlandırılamaz ya da geçemez.

Niçin olmasın?

 – Einstein bunun, sonsuz miktarda enerji gerektiren, ucuza gelmeyecek bir şey olduğunu göstermiştir.

Yani görelilik kuramı doğruysa, siz var olamıyorsunuz?

 – Bu tam olarak doğru değil, c’den daha büyük hızlarda oluşturulabilirim.

c ile ışık hızını mı kastediyorsunuz?

 – Evet, üzerinde anlaştığımız birkaç şeyden biridir.

Yani, ışıktan daha hızlı oluşturulduysanız, var olmamanız için kuramsal hiçbir neden yok…

 – Pekâlâ, bu giderek ilginçleşiyor.

Nasıl yani?

 – Biz var olursak, nedenselliğin ihlal edilmiş olacağı iddia ediliyor.

Biraz açıklar mısınız?

 – Pekâlâ, siz nedenin sonucu öncelemesi gerektiğine inanıyorsunuz. Uzaktaki arkadaşınıza “hey” diye bağırırsanız, siz söyledikten sonra bunu duyacaktır.

Doğal olarak.

 – Bu nedensellik prensibidir.

Pekâlâ, prensibin korunması gerekliliği açıkça görülüyor; bu da beni sizin kim olduğunuzu söyleyen varlığınızdan şüphe etmeye zorluyor.

 – Kuşku iyi olabilir, ama nerede kuşkucu olmayı amaçladığınıza dikkat etmelisiniz.

Ne demek istediniz?

 – Küçük örneğimize geri dönelim, arkadaşınızın siz ona seslenmeden önce sizi duyduğunu varsayalım. Bu gerçekten o kadar kötü mü?

Evet, her şeye karşın ben ona seslenmemeye karar vereceğimi varsayarsam… Öyleyse, size göre arkadaşım benim ne dediğimi duydu; ama ben hiçbir şey söylemiş değilim.
Önemli bir varsayımda bulundunuz.

Öyle mi yaptım?

 – Evet, özgür iradeniz olduğunu varsayıyorsunuz. Bir kere arkadaşınız duydu mu, onu söylemeye yazgılısınız.

Ama özgür irademle hareket edebilirim…

 – Bunu nasıl biliyorsunuz?

Ona seslenmek ya da seslenmemekten birini seçebilirim. Bu benim kararımdır, arkadaşımın değil.

 – Az önce bağınızı kopardınız. Bunun kişisel kararınız olduğunu düşündüğünüzü varsayıyorum, fakat bunu nasıl biliyorsunuz? Şöyle bir post-hipnotik önerme mümkün değil midir: “Hey” gibi özel bir ifade ya da sözcüğü duyar duymaz, bağı kopardınız.

Evet, mümkün olduğunu varsayıyorum, fakat söylediğiniz farklı bir şey. Örneğin, arkadaşım benim “Hey” dediğimi duyduktan bir an sonra, bir keskin nişancı tarafından vurulduğumu ve öldüğümü ve bunu söylemeye fırsat bulamadığımı varsayalım.

 – Ne kadar korkunç!

Yalnızca bir düşünce deneyi.

 – Evet, ne olmuş?

Yani, bu mantıksal bir olanaksızlık: Sözcüğü asla söylemediğim halde, benim tarafımdan konuşuluyor.

 – Özgür iradenizin olması ya da olmaması, yalnızca size bağlı değildir. Evren’in tümü, keskin nişancı ve diğer her şey dahil olmak üzere, bu tür şeylerde birlikte çalışır. “Hey” sözcüğü arkadaşınız tarafından bir kere duyuldu mu, onu söylemeye yazgılısınız.

 – Özür dilerim ama bunu inanılması zor buluyorum.

 – Zor olduğunu biliyorum. İnsanların çoğunun bunu kabul edilmez bulduğunu ve varoluşumla bağdaştırmak için sonuçları yeniden yorumlamanın yollarını keşfettiklerini ya da basitçe hiç var olmayabileceğimi varsaydıklarını eklemeliyim.

Varlığınızın, el üstünde tuttuğumuz en önemli düşüncelerimizin birkaçını ihlal ediyor gibi göründüğünü kabul etmem gerekiyor; gerçek olduğunuza dair zerre kadar kanıt yok.

 – Kusura bakmayın. Küçük bir kanıt var, zayıf olduğunu kabul ediyorum. Neyse ki, her zaman hafif aralık duran kuramsal kapıdan geliyor.

Hangi kanıtmış o?

 – Sicim kuramı. Biliyorsunuz ki standart görüntüde, temel parçacıkların uzunluğu, genişliği ya da derinliği olmayan nesneleri gösterdikleri varsayılıyor.

Evet.

 – Sicim kuramı parçacıkların gerçekten sıfırdan farklı bir uzunluğu olan, gerçekten küçük sicimler olduğunu varsayıyor. Ne yazık ki, birkaç farklı sicim teorisi var; ve fizikçilerin tümü tarafından genel kabul görmüş değiller.

Evet, ana akım fizikçiler topluluğu, onların var olduğunu kabul etmiyor.

 – Doğru, ama hatırlayın, ana akım içinde yeterince uzun kalırsanız, boğulursunuz.

Bu sizin kişisel yorumunuz mu?

 – Belki, ama doğru. Yüzyıllar boyunca fiziğin gelişimine bakın. Olağanüstü gelişmeler olmasına rağmen, kaydadeğer bir doğa görüşü elde edebilmek için akıl almaz temeller kurdunuz. Babanın büyük keşifleri antika haline gelmesine karşın, oğula yanlış girişimler kaldı…

Söylediklerinizi anlayabildiğimden emin değilim.

 – Isı teorisi buna bir örnektir. Bir süre için, ısının kalori olarak adlandırılan bir madde tarafından taşındığına inanıldı. Sıcak bir kül soğuyunca, kalori onun içinden çevreye akıyordu. Bu antika düşünce şimdi adamakıllı çürütüldü, ama o günlerde ana akımdı. Hidrojen atomunun puding modeli hakkında konuşmak da bir ana akımdı; ama şimdi yalnızca gülümseyerek karşılanıyor, tabii zoraki bir gülüş değilse. Eminim, bir yüzyıl önce, bundan kuşku duymuyordunuz. Fizikçiler gelecekte bugünün ana akımına bakacaklar, yalnızca geçmişten antika bir tuval görecekler.

Böyle bir düşüncem yok.

 – Olacak.

Sizinle bu konuda anlaşıyoruz, peki ama söz ettiğiniz kuramsal kanıt neydi?

– Ah, evet. Bazı sicim kuramcıları benim varlığımı öngörüyor, ama o sicim kuramcıları kumsalın yakınında yüzüyorlardı, rotalarını merkeze doğru çevirmek konusunda endişeliydiler, beni öngören kuramı başlarından attılar.

Daha büyük bir destek bulamadığınız için üzgünüm, sonunda SNOB’un bir üyesi mi olacaksınız?

 – Evet, ama organizasyon ben katılmadan önce şekillenmişti.

Bunu sanırım anlayabiliyorum.

 – Sonra bu söyleşi çok faydalı oldu.

Salındığımız için teşekkürler, hoşça kalın.

 – Merhaba.

Önceki İçerikKarl Marx’ın kehaneti
Sonraki İçerikLedumahadi mafube: Güney Afrika’nın yeni jurassic devi
İÜ Eczacılık Fakültesi mezunu. Eczacı ve popüler bilim yayıncısı. Başta Bilim ve Ütopya ile Bilim ve Gelecek olmak üzere, #tarih, Roman Kahramanları, Papirüs, Aydınlık, Cumhuriyet Kitap Eki, Radikal Kitap Eki gibi dergilerde çok sayıda yazısı, söyleşisi ve çevirileri yayımlandı. "Savaş Emek Kitabı - Gel Ey Seher" adlı biyografik bir nehir söyleşi kitabı ve "Hayal Hızı Çetesi İnsanın Atasını Arıyor" adlı bir çocuk kitabı bulunuyor.