Ana Sayfa Dergi Sayıları 46. Sayı Trakyalı filozoftan küçük öyküler

Trakyalı filozoftan küçük öyküler

Diyalektik Yazılar

681

Bir kitap beni çok etkiledi. Rahmetli dedemin kütüphanesinden kalan eski bir kitap. Anımsıyorum, ilk kez, 80 küsur yıl önce, dedemin zoruyla okumuştum. Hiçbir şey anlamamıştım. Dedeme sıkıldığımı söylediğimde, “Şimdi oku, daha sonra anlarsın” demişti. 80 yıl sonra artık sararmış ve yaprakları dökülmüş olan bu kitabı ikinci kez okudum. Galiba bu kez biraz anladım. Kitabın adı “Trakyalı Filozoftan Öyküler”. İşte birkaç öykü ve bende yarattığı düşünce esintileri.

Ben söylemeyecektim ama, derginin editörleri açık ettiler. Üç yıl önce ciddi bir rahatsızlık geçirdiğimi, geçtiğimiz sayının “Aydökümü” köşesinde yazıverdiler. Neyse, deyim yerindeyse kefeni yırttıktan sonra, işte yine Bilim ve Gelecek sayfalarındayım. Bazı eski okurlar anımsayacaktır; bu derginin ilk sayılarında “Bunları biliyor muydunuz?” başlıklı bir köşem vardı. Fırça darbesi yorumlar eşliğinde küçük bilim öykülerinden oluşuyordu. 2004’de oldukça ağır bir kaza geçirdim. Siz deyin sırt yarası, ben diyeyim beyin sarsıntısı. Belki inanmayacaksınız ama tam 96 yaşındayım. Bu yaşlarda toparlanmak biraz zaman alıyor. Aradan üç küsur sene geçti; sağ olsun dergi yöneticisi arkadaşlar bana yeniden bir köşe verdiler. Umarım onlara ve sizlere mahcup olmam.

Dinlenme döneminde bol bol okuma ve düşünme fırsatım oldu. Şiir, öykü, felsefe okudum. Bazıları daha önce de okuduklarımdı. Ama her okuma bir ilk okumadır. Kitap aynı olabilir, fakat okuyan kişi farklı. Büyük Herakleitos’un vurguladığı gibi, aynı kişiyle iki kez karşılaşamazsınız. Dolayısıyla bir kitabı tekrar okuduğunuzda, siz değişmiş olduğunuz için farklı tatlar alırsınız, farklı düşünce süreçlerine girersiniz.

Bir kitap beni çok etkiledi. Rahmetli dedemin kütüphanesinden kalan eski bir kitap. Anımsıyorum, ilk kez, 80 küsur yıl önce, dedemin zoruyla okumuştum. Hiçbir şey anlamamıştım. Dedeme sıkıldığımı söylediğimde, “şimdi oku, daha sonra anlarsın” demişti. 80 yıl sonra artık sararmış ve yaprakları dökülmüş olan bu kitabı ikinci kez okudum. Galiba bu kez biraz anladım. 80 yıl sonra bir kez daha okurum!

Kitabın adı, Trakyalı Filozoftan Öyküler. İlk sayfaları yırtılmış, yazarı belli değil, basım tarihi ve yayınevi hakkında da bir bilgi bulunmuyor. Önsözü de yok veya o sayfalar da yırtılmış. Belki de yazarı dedemdir, kim bilir?.. Öyküleri aktarılan Trakyalı filozofun Antikçağlarda yaşadığı belli, ama kim olduğu kitaptan anlaşılmıyor; belki de yazarın yarattığı bir karakter. Sahaflardan, dostlardan, internetten araştırdım; bilen yok, kitaba ilişkin bir iz yok. Dedem yıllar önce öldüğü için, ona da soramam. Umarım okurlar arasından bir bilen çıkar.

Neyse, sadede gelelim. İşte bu ay sizlerle, Trakyalı’nın birkaç öyküsünü ve bende yarattığı düşünce esintilerini paylaşacağım. Dolayısıyla bu yazının yazarı biraz benim, ama daha çok da Trakyalı ve belki biraz da dedem.

***

Kitapta bir bölüm var. Şöyle başlıyor:

“Benim çözemeyeceğim denklem yoktur” demiş Trakyalı filozof ağlayarak, “Peki ama, sevgilim beni niye terk etti?”

Trakyalı’nın özel meselesi bizi ilgilendirmez. Biz bu sözün derinliklerine inmeye çalışalım, labirentlerinde dolaşalım.

Epey yaşadım, gördüm geçirdim. Büyük Sakallı’nın da katkılarıyla insanlığı az-çok anladım ama, insanı anladığımı söyleyemem. Bir bilimci olarak bunu itiraf etmek utanç verici gibi gözükebilir, ama aslında “bilimci” olmanın tipik bir özelliğidir bu. Bilim, “genel”i arar. Evreni, doğayı, toplumu kavramaya çalışır. Maddenin dönüşümünün en genel -daha da genel, daha da genel…- yasalarının peşindedir. Bilimin motoru, “özel”den nefrettir. Ortalıkta bir “özel” sezdi mi, hemen “genel”ini daha da genişletip o “özel”i de kapsamaya (genelleştirmeye) çalışır bilimci. F=ma’nın yetersizliğini görüp E=mc2’yi bulmuştur Einstein ama, son 30 yılını verdiği halde “Her Şeyin Kuramı”nı geliştiremediği için gözü açık gitmiştir.

İddialıdır, karizmatiktir bilim; “Tanrı zar atmaz” der. “Peki ama, sevgilim beni niye terk etti?” İşte karizmanın çizildiği nokta! Oysa terk etmenin / edilmenin bilimi yapılmış (terkoloji), tüm değişkenleri tespit edilmiş, tüm süreçlerine ilişkin neden-sonuç bağlantıları çözülmüş ve matematiksel ifadeleri yazılmış olsaydı ne iyi olurdu…

Sizce iyi mi olurdu?

Bilim çok önemli, ama her şey demek değil. Belki de Trakyalı bize kendi acı deneyimi üzerinden bunu anlatmak istiyor. Bilim çerçeveyi çizer (daha doğrusu çizmeye çalışır), ama o çerçevenin içini -örneğin- sanat doldurur. Sanat, “özel”lerde yaşar. Bilim için “özeli genelleştirmeye çalışır” demiştik ya, bilim ile sanat arasında böyle diyalektik bir ilişki vardır. Bilim kovalar, sanat kaçar. Bilim yürür, sanat uçar. İşte galiba, bütün denklemleri çözen Trakyalı, sanatla temasa gelmiş. Şaşırıvermiş…

Peki, kitap nasıl devam ediyor? Trakyalı dirençli; bilimciliği bırakmamış. Sadece sevgilisini anlamaya yönelik yeni bir bilim dalı geliştirmiş. Diyelim ki kadının adı “Helen”. “Helenoloji” diye bir bilim dalı oluşturmuş; “Helenolog” olmuş. Böylece sorusunun yanıtına da yaklaşmış.

Aslında Trakyalı bize burada bir ders daha veriyor. Eğer âşıksanız, “…..log” olmanız gerekir. Ama yine de garantisi yok. Çünkü bilim ucu açık bir etkinliktir; tıpkı aşk gibi…

***

Dedemin kitabından bir küçük öykü daha:

Bir grup filozofa sormuşlar: “Bir insanı nasıl tanırsınız?”

“Elini tutarım” demiş Karyalı.

“Koynuma alırım” demiş Troyalı.

“Sırtımı dönerim” demiş Trakyalı.

Troyalı’nın yanıtı tahmin edilebilir. Ne de olsa Paris’in soyundan geliyor. Ama sonuç belli! Karyalı ise daha romantik. Ama ellerin yalan söyleyebildiğini unutmuş gibi. Elleri bırak, gözler bile yalan söyleyebilir; daha önce yazmıştım. Trakyalı’nın yanıtını ise düşünmek gerek. Başka bir yazıya bırakalım, başlı başına bir konu: Sırt diyalektiği!

***

Bu da güzel bir öykü:

Eşkıyalar Trakyalı filozofu köşeye sıkıştırmışlar: Ya malını ya canını! “Malımı alın” demiş Trakyalı.

Azrail Trakyalı filozofun kapısına dayanmış: Ya canını ya aşkını! “Canımı al” demiş Trakyalı.

Yavuklusu Trakyalı filozofa cilvelenmiş: Ya aşkını ya vicdanını! “Hoşça kal” demiş Trakyalı.

***

Dönemin amansız hükümdarı Trakyalı filozofa sormuş, “Nasıl tam olabilirim?” diye. “Öldüğünde” diye yanıtlamış Trakyalı, “Yaşam ‘tam’lığı reddeder”.

Hepimizin hükümranlık alanları vardır, irili ufaklı iktidar alanlarımız. Buralarda “tam” olduğumuzu sanırız. Fakat yaşam, yaşamın cıvıltısı sürekli saldırır bu alanlara; yıkar o iktidarları. Biz savunuruz o alanlarımızı, ölümüne… Yaşam saldırır, biz savunuruz ölümüne. Ne kadar güçlü yaparsak savunmamızı, o denli yaşadığımızı duyumsarız. Yaşam, bize saldırarak yaşadığımızı hissettirir. Ölüme mi direniyoruz, yaşama mı? Aslında yaşama. Çünkü, ölüm de yaşamın saldırılarından biridir.

Trakyalı filozof, hükümdara o yanıtı vermiş ama, soru kafasına da takılmış. “Ölmeden de tam olunamaz mı?” diye yormuş kafasını. Çok zorlanmış. Biri matematikçi, diğeri etikçi iki dostuna danışmış, birlikte tartışmışlar.

Matematikçi uzun uzun düşünmüş. “Tam olmadığı zaman sıfır olan şeydir senin aradığın” demiş. Etikçi saatlerce kafa yormuş. “Özeleştirisi olmayan şeydir” demiş sonunda.

Almış bu iki yanıtı Trakyalı filozofumuz, birden kafasında bir şimşek çakmış: “Buldum! Buldum!”

Neyi buldu dersiniz?

***

Trakyalı filozofa 98. yaş gününde sormuşlar, “Daha ne kadar yaşayacaksın?”. “Yaşadığımdan daha fazla yaşayacağım” demiş Trakyalı.

Aradan bir yıl geçmiş, 99. yaş gününde Trakyalı filozofa yine sormuşlar: “Daha ne kadar yaşayacaksın?” Aynı şekilde yanıt vermiş. İçlerinden biri isyan etmiş, “Nasıl bu kadar emin olabilirsin?” diye. “Yapamadıklarım, yaptıklarımdan daha fazla da ondan” demiş Trakyalı.

Aradan bir yıl daha geçmiş, 100. yaş gününde Trakyalı filozofa yine sormuşlar: “Daha ne kadar yaşayacaksın?” “Sizin kadar, dostlarım” diye yanıt vermiş Trakyalı.

Bir yıl daha geçmiş. Trakyalı filozofun yaşadığı kulübeye gitmişler, yaşgününü kutlamaya. Ama kulübe boşmuş. Sadece masa üzerine bıçakla kazılarak yazılmış bir not: “Papatyalar fışkırdığı sürece…”

O gün bugündür, Trakyalı filozofun doğduğu gün (15 Nisan) “Papatya Günü” olarak kutlanır. Ve o gün insanlar birbirlerine sorarlar: “Daha ne kadar yaşayacaksın?”

Trakyalı gibi yanıt verdiğiniz sürece gençsiniz…

***

Trakyalı filozof genç dostunu karşısına almış, “Şimdi sana yüzde 99 oranında yanlış olan bir öğüt vereceğim: İnsanlar iyidir!” “Madem oranlar böyle, bu öğüdü neden böyle formüle ediyorsun?” diye sormuş genç. “İyiyi bulmak istiyorum da ondan” demiş Trakyalı.

“Şöyle düşün: Önünde 100 tane istiridye var, 99’u boş, sadece birinde inci var. İnciye sahip olmanın en garantili yolu nedir? İyiyi bulmanın bir bedeli vardır: 99 kere hayal kırıklığı yaşamak. Hem insanlar istiridye de değil. Her insanın içinde bir inci (iyi) vardır. Küçüktür, büyüktür; ama vardır. Bu nedenle insanlara hak ettiklerinden biraz daha iyi davran (çok demiyorum, biraz daha iyi davran). Böyle yaparsan içlerindeki iyiyi (inciyi) büyütürsün. Bol bol hayal kırıklığı yaşarsın, ama değer…”

***

Bu deyişleri Trakyalı filozoftan esinlenerek kitabın yazarı yazmış. “Asla!” başlıklı bir bölüm altında. Birkaçını aktarayım. Aslında her biri bir yazı konusu, zaman zaman değiniriz.

 

Devrim affedebilir,

Evrim asla!

 

Mekân alt edilebilir,

Zaman asla!

 

Analizden kaçabilirsiniz,

Sentezden asla!

 

Çaresizlikten kaçınılabilir,

Çareden asla!

 

İnsanlığa güveneceksin,

İnsana asla!

 

Işık her şeyi geçebilir,

Gölgeyi asla!

Gölge her şeyi gölgeleyebilir,

Güneşi asla!

 

Eviremeyen devrilir,

Deviremeyen evrilemez asla!

 

Brütüs affedilebilir,

Sezar asla!

(Demek ki filozofumuz bu olaydan sonra yaşamış veya yazar kendi düşüncesini ona atfediyor)

***

Yeri geldikçe Trakyalı’dan başka öyküleri de aktarırız. Bir ay boyu düşünmek için şimdilik bunlar yeter.