Ana Sayfa Dergi Sayıları 51. Sayı Hitit Öncesi Anadolu’sunun etnik yapısı

Hitit Öncesi Anadolu’sunun etnik yapısı

Hititler’in Anadolu’ya MÖ 2. binyılın başlarında, kuzeydoğu Anadolu üzerinden geldikleri genellikle bilim dünya­sınca kabul görmüş bir teoridir. Gerçek böyle miydi? Bu makalede, kimisi yeni bulgulardan ve verilerden yola çıkılarak Hint-Avrupalılar’ın (Hititler’in) Anadolu’nun yerli halkı olduğu; Neolitik Dönem’de Anadolu’da bulunan bu halkın, sessiz ve sakin bir biçimde tarımın yayılmasına paralel ilerleyerek Avrupa’ya ulaştıkları görüşü ele alınıyor.

126
0

Okuyacağınız makale, Prof. Dr. Önder Bilgi’nin, 26.02.2003 tarihinde, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü’nün yıllık konferansları çerçevesinde sunduğu konuşmanın geliştirilmiş şeklidir.

MÖ 2. binyılın ikinci yarısında Orta Anadolu’da kurdukları siyasi birliği bir imparatorluğa dönüştüren Hititler’in Anadolu’ya MÖ 2. binyılın başlarında, kuzeydoğu Anadolu üzerinden geldikleri genellikle bilim dünya­sınca kabul görmüş bir teoridir. Gerçek böyle miydi? Ben bugün sizlerle bu konuyu paylaşmak istiyor ve son zamanlarda ortaya çıkmış bulunan bazı verileri değerlendirerek MÖ 2. binyıl öncesi Anadolu etnik yapısını ve Hititler’in, dolayısıyla Hint-Avrupalılar’ın Anadolu topraklarına ne zaman gelmiş olabilecekleri veya Hititler’in/Hint-Avrupalılar’ın anayurtlarının neresi olabileceği üzerinde durmak istiyorum.
Her şeyden önce Hititler kimdi, nasıl bir uygarlığa sahipti, kısaca bunları, bir kez daha burada tekrarlayalım ve bu uygarlığı kuran insanların geçmişle­rini nereden aldıklarını açıklamaya çalışalım.

Hititler nasıl bir uygarlık kurmuşlardı?
Bildiğimiz gibi bugün ölmüş bir dil olan Hititler’in dili, Hint-Avrupa dil grubunun en eski bir üyesiydi. Kendileri bu dile Neşaca, kendilerine de Neşalı diyorlardı. Dışardan geldikleri kabul edilmesine rağmen kültürleri her boyutuyla Anadolulu idi. Günümüze kadar yapılan gerek arkeolojik, gerekse filolojik araştırmalarda, Anadolu’ya geldikleri iddia edilen dönemde, Hititler’e özgü denilebilecek herhangi bir eser tanımlanamamıştır. Aşağıda izleyeceğiniz gibi, bazı verilerden Hitit kültürünün buram buram Anadolu kokan, Holosen, yani Yeni Isı Dönemi’nin başlangıcından beri Anadolu’da gelişmiş ve zamanla Mezopotamya ve Mısır Uygarlıkları’nın etkisinde kalmış kültürün bir parçası olduğu açıkça görülecektir.
İmparatorluk dönemlerinde Hititler’in Anadolu topraklarının büyük bir kısmını savaşlarla kazandıkları ve kazandıkları toprakları da gerek merkezden atadıkları yöneticilerle, gerekse vasal devlet statüsünde kontrol ettikleri bilin­mektedir.
Hitit siyasi yapısı da diğer çağdaş Önasya Devletleri gibi teokratik komünizmdi. Her şey ve herkes dini esaslara bağlıydı. Siyasi yapının başındaki kişi, yani kral aynı zamanda dini lider yani başrahipti. Hitit siyasi yapısındaki iki özellik dikkat çekici görünmektedir. Bunlardan ilki kraliçenin de kral kadar devlet idaresinde söz sahibi olması; diğeri ise Hitit siyasi yapısında pankuş adı verilen ve bir nevi meclis görevini yerine getiren bir kuruluşun mevcudiyetiydi.
İmparatorluk dönemi Hitit dininin 1000 tanrılı olduğu yazılı belgelerle Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’ndaki görsel betimlemelerden açıkça bilin­mektedir. Hititler’in bu kadar zengin bir Pantheon’a sahip olması, onların insan haklarına ve o dönemin teolojik yapısına saygılı olmalarından ileri gelmesiyle izah edilebileceği gibi, onların zapt ettikleri ülke halklarıyla aynı ırktan gelmiş olduklarını da düşündürebilir. Diğer taraftan Hitit sarayına yabancı kökenli, örneğin Hurili, yani bir Kizzuwatna rahibinin kızının gelin olarak katılmasının da bu gelişimde büyük rolü olmuştur. Ayrıca, Anadolu Yarımadası’nın kapladığı toprakların dışına çıkıp, örneğin Levant olarak adlandırılan Doğu Akdeniz topraklarına geçici olarak da sahip olmaları teolojik yapılarında gelişmelere neden olmuştur.
Teolojik yapılarında gelişimler görülse de, Hitit Panteonu’nun başında Göklerin Fırtına Tanrısı Tarhu/Teşup vardı. Kutsal hayvanı da Anadolu’da Neolitik Çağ’dan beri kutsal kabul edilen ve erkek gücünün temsilcisi olan boğaydı. Teşup’un karısı Baştanrıça Hepat’tı ve kutsal hayvanı, yine Neolitik Çağ’dan beri doğanın ve üretkenliğin temsilcisi olan yırtıcı panter/aslandı.
Hititler’in dışarı açılmaları kültürel yapılarının da etkilenmiş olduğunu göstermektedir. Ancak, Hitit mimarisi kendine özgülüğünü korumuştur. Bağımsız ünitelerden oluşan iç avlulu sarayları, asimetrik plana sahip merkezi avlulu tapınakları ve anıtsal girişli, sandık duvar tekniğinde kiklopik taşlarla örülmüş savunma sistemleri her şeyi ile yerel gelişimin eseridir. Odalı girişlere sahip savunma sisteminin kabartmalı orthostatlarla veya koruyucu hayvan, karışık yaratık ya da Tanrı betimlemeleri ile bezenmiş olması dışa açılmalarının sonucunda gelişmiş olmalıdır. Başkentleri Hattuşa’daki savunma sisteminin güney kesimindeki yamacın taş döşemeyle kaplanmış olmasının da, bir yerde Mısır piramitlerinin bir yansıması olduğu burada kazıları yürüten kazı başkanı P. Neve tarafından teklif edilmiştir.
Kısaca özelliklerine değindiğim İmparatorluk Dönemi Hitit kökenini, MÖ 15. yüzyılda bir çöküntüye uğrayan ve Kral Telepinu’nun hazırladığı birtakım düzenlemeleri içeren fermandan sonra, Eski Hitit Devleti’nden almıştır. Hititler bu erken dönemlerinde Anadolu Yarımadası içinde olduğu kadar dışında da siyasi faaliyetlerde bulunmuştur. Kızılırmak Nehri kavsi içinde başkenti Hattuşa olan devletin sınırlarını genişletmek için, yüzlerini daha çok güneye çevirmişlerdir. Birinci kralları olan I. Hattuşili’nin başlattığı genişleme politikasını torunu Murşili tamamlamış ve Hitit orduları Fırat Nehri’ni takip ederek Hammurabi’nin ve bir Sami şehri olan Babil’e kadar inmişler, şehri talan ettikten sonra da geri çekilmişlerdir. Orta kronolojiye göre, MÖ 1595’de meydana gelen bu olaydan sonra geri çekilmelerinin en önemli nedeni Hattuşa’daki taht kavgaları ve Anadolu içinde zapt ettikleri ülkelerdeki ayaklanmalardır.
Hititler’in Anadolu’nun batısından veya kuzeyinden daha çok, güneyle ilgilenmelerinin en önemli nedenlerinden başlıcası metal ticaretinin MÖ 3. binyıldan beri hareketli olarak yürütülmekte olmasıdır. Daha doğrusu, stratejik öneme sahip bir metal olan ve Anadolu’da yeterince yatakları bulunmayan kalayı elde etmek, en büyük amaçlarıydı. Açıkça bilindiği gibi, Hitit siyasi birliğinin kurulmasından önce Anadolu’nun kalay ihtiyacını, Asurlu tüccarların çok iyi organize ettiği ticaret sağlıyordu. Siyasi gelişmeler sonucunda Asurlu tüccarların faaliyetlerine son vermeleri Hititler’in bu çok önemli metalin peşine düşmelerine neden olmuştur. Hâkimiyetlerini biraz evvel açıkladığım gibi bu bölgelerde devam ettirememişler, ancak bu amaçlarını, anavatanlarında kuvvetli bir siyasi yapıya kavuştuktan sonra da dönemin en önemli siyasi gücü olan Mısır Devleti ile ekonomik çıkarları için, bazen Mısır kraliçesine damat adayı göndererek sulh yoluyla ve bazen de Kadeş Savaşı’nın gösterdiği gibi silahlı çatışmayla gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bu bölgeye kısa süreyle de olsa sahip oldukları, eski adı Ugarit olan, bugünkü Ras-Şamra Kenti’nde ortaya çıkartılmış bulunan Hitit belgelerinden bilinmektedir.
Eski Hitit Devleti’nin nasıl kurulduğu ve başkentin Hattuşa olarak niye seçildiğinin ayrıntılarını henüz elimize geçmemiş yazılı belgelerin eksikli­ğinden dolayı açıklamak mümkün olamamaktadır.
Hitit Devleti’nin resmi arşivinde ele geçen belgelerden, Anadolu’da ilk siyasi birliğin, Eski Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın geç safhasında, kendi­lerinden önce kurulduğu bilinmektedir. Bu dönemde varlıkları bilinen bağımsız şehir devletlerinden biri olan Kuşşara’nın kralları Pithana ve oğlu Anitta, o zamanlarda ilk defa uygulanan gece baskınları ile Kızılırmak Nehri kavsi içinde ve civarında yer alan şehir devletlerini bir bir ele geçirmiş ve siyasi bir birlik kurmuşlardır. Daha sonra da siyasi birliğin başkentini Kuşşara’dan Neşa’ya taşımışlardır. Neşa merkezli bu siyasi birliğin akıbeti kesin olarak bilinmemektedir. Anitta’dan sonra Neşa’da Zulu adlı zayıf bir kralın da yaşadığı bilinmektedir.
Anitta’nın icraatını anlatan belgede Hititler’e başkent olacak Hattuşa şehri de bu dönemde zapt edilmiş ve bir daha iskân edilmemek üzere de lanetlen­miştir. Ancak bu lanet yerine getirilmemiş olacak ki Hattuşa, Hitit Devle­ti’nin başkenti olarak seçilmiştir. İlk kral olan I. Hattuşili, kaynaklarda, kendisinin atalarının Kuşşara hanedanından geldiğini söylemiş ve kendisi de Kuşşara Şehri’nde ölmüştür. Yazdırdığı vasiyetinde, kendisinden sonra krallığın başına torunu Murşili’nin geçmesini istemiştir.
Bütün bu olayların MÖ 1900 yıllarını kapsayan Eski Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın geç safhası ve hemen sonrasında meydana geldiği ve bu dönemde Neşa Kenti’nde Kral İnar ve oğlu Warşama’nın hüküm sürdüğü de bilinmektedir. Çiviyazısı ile Asurca kaleme alınmış pişmiş toprak tabletlerde adı geçen, gerek bu özel isimlerden ve gerekse diğer kelime­lerden, Hititler’in Anadolu’da bulundukları açıkça belli olmaktadır. Bu durum bir önceki yüzyılda da, yani MÖ 2000 yıllarının başlarını kapsayan Koloni Çağı’nın erken safhasında da aynıydı.

MÖ 2. binyılda Anadolu’da yaşayan diğer halklar
Bu çağda, yine Hititler gibi Hint-Avrupalı oldukları kullandıkları dilin kelime yapılarından anlaşılan Pala ve Luwi adlı kavimlerin de Anadolu’da yaşadıkları bilinmektedir. Verilerin değerlendirilmesinden Luwiler’in batıda ve Güney Anadolu’ya kadar uzanan bölgede, Palalar’ın ise Kastamonu civarında yaşadıkları anlaşılmıştır.
Bu filolojik değerlendirmeler, ayrıca, Anadolu’da en eski yerli halk olarak tanımlanan Hattiler dışında MÖ 2. binyılın ilk çeyreğinde Hitit, Pala, Luwi gibi Hint-Avrupa kökenli insanlar ile Asianik kökenli Hurriler’in ve ticaret yapmak için Anadolu’ya gelmiş olan Sami kökenli Asurlular’ın da yaşadıklarını göstermiştir. Daha sonraki Hitit dönemine tarihlenen Boğazköy arşivindeki belgelerin incelenmesinden de, Anadolu’da sekiz ayrı dilin kulla­nılmakta olduğu görülmüştür.
Anlaşıldığı kadarıyla Pithana’nın başlayıp, Anitta’nın tamamladığı ilk siyasi birliğin kurulmasıyla birlikte Asurlu ile Hurrili tüccarlar ülkelerine çekil­mişler; Hattiler ise Eski Hitit Devleti döneminde eriyip kaybolmuşlardır. Ancak, Hatti kültür izlerinin Hitit dini edebiyatında yaşamış olduğunu arşivlerde ele geçen tabletler göstermektedir.
Hattiler’in Anadolu’nun bilinen ilk yerli halkı olduğu ve MÖ 3. binyılın son çeyreğinde Kızılırmak Nehri kavsi içinde yaşamış oldukları genellikle kabul edilmiştir. Bu durumda Alaca Höyük, Eskiyapar, Horoztepe, Alişar, Kültepe, Maşat Höyük, Kaman-Kalehöyük gibi şehir devletlerinin kültür­lerinin sahipleri Hattiler’dir.

Hititler öncesinde, Anadolu’da yaşayan gelişmiş kültürü kimler yaratmıştı?
Kuzey Anadolu’da Karadeniz kıyısında Kocagöz Höyük, İkiztepe, Dündartepe’de ve Orta Anadolu’da Acem Höyük, Konya-Karahöyük’de, Ankara yakınlarındaki Karaoğlan, Ahlatlıbel, Koçumbeli, Etiyokuşu, Karayavşan, Polatlı Höyük’te, daha batıda Demirci Höyük, Küllüoba, Kusura, Beycesultan, Aphrodisias, Bademağacı, Sema Höyük – Karataş’ta ve Ege kıyıların­da Troya, Beşiktepe, Baklatepe ve Limantepe’de, güneyde Yumuktepe ve Gözlükule’deki şehir devletlerinde ortaya çıkartılan kültürleri kimler veya hangi kavimler yaratmıştı? Kızılırmak kavsi içinde olduğu gibi Anadolu’nun diğer bölgelerinde İlk Tunç Çağı III öncesinde zengin ve gelişmiş kültürler vardır, ve bunlara biraz evvel saydığım yerleşmelerin bazılarında ve ayrıca Geç Kalkolitik Çağ merkezleri olan Büyük Güllücek, Ilıpınar, Fikirtepe, Orman Fidanlığı gibi merkezlerde de rastlan­mıştır. Bu kültürlerden daha erkenleri ise Köşk Höyük, Hacılar, Batı Çatal Höyük, Kuruçay, Höyücek, Bademağacı, Ulucak, Can Hasan’da ve yerleşik düzene geçme dönemi ile hemen sonrasında Aşıklı Höyük, Çatal Höyük, Suberde, Erbaba, Can Hasan, Hacılar, Kuruçay, Bademağacı gibi merkezlerde görülür.
Bütün bu merkezlerdeki kültürler incelendiğinde, yerel özellikler yansıtma­larına rağmen bir bütünlük gösterirler. Bölgelerdeki çağdaş kültürel gelişim­ler aşağı yukarı aynı düzeydedir. Bu dönemlerde çok hızlı bir modanın çok çabuk yayıldığı da bir gerçektir. Bu gerçeğin nedeni ticaret, daha doğrusu metal ticaretidir. Çanak-çömlekte pek görülmeyen benzerlikler, metal eserler­de oldukça çarpıcıdır. Bakırın saf kullanımı, arsenikle alaşımı, daha sonra da kalayla olan alaşımının eser yapımında kullanılması, hemen hemen aynı zamanda gelişmiştir. Eser tiplerinde görülen yerel farklılıklar atölye ve usta becerisinin yanı sıra, sosyoekonomik yapıdan kaynaklanmış olmalıdır. Troya, Alaca Höyük, Horoztepe ve İkiztepe metal eserlerinin çokluğunun nedeni maden kaynaklarına yakınlıklarından olmalıdır.

Orta Karadeniz’de MÖ 5. binyıllarda oturan halk, Hititler’in atası mıydı?
Alaca Höyük’te ele geçen ve dönemin teolojik yapısını yansıtan, metal­den insan ve hayvan heykelcik ve figürinleri ile sembolleri, burada yaşayan halkın, Anadolu Neolitik Çağı’nda ortaya çıkan Anatanrıça ve boğa kültleri­ni devam ettirdiklerini açıkça göstermektedir. Bu tür metal eserlerin; daha da sembolleşmiş örneklerine Karadeniz’in kıyısında ve Kızılırmak Nehri’nin hemen kenarında (Resim 1) MÖ 5. binyıl ortalarında kurulmuş olan Samsun İkiztepe’de (Resim 2) de rastlandı. Çatal Höyük’de MÖ 7. binyılda ilk örnekleri görülen (Resim 3) sıra boğa boynuzlu semboller (Resim 4) veya bir çift boğa boynuzu sembolü (Resim 5) bu ilişkinin açık kanıtlarıdır. Kazılarda ele geçen pişmiş toprak boğa figürinleri (Resim 6) ve boğa başı kabartma bezeli kap parçası ile pandantif (Resim 7), İkiztepe’de yaşayan halkın boğa kültü ile ilgilendiğini açıkça göstermektedir.
Ayrıca, İlk Tunç Çağı III’e tarihlenen ahşap bir yapı kalıntısı içinde ele geçen uzun gövdeli bir kap üzerinde görülen bir çift “W” motifi (Resim 8-8a), İkiztepe’de Hatti Fırtına Tanrısı Taru’ya veya Hitit Fırtına Tanrısı Tarhu’ya tapınıldığını göstermektedir. Çünkü boğa boynuzlarının (Resim 9) sembolleştirilmesiyle gelişmiş olan ve daha sonra Hitit Fırtına Tanrısı Tarhu/Teşup’un ideogramı olan “W” motifinin en eski bilinen örneğidir (Seidle 1983: 151 vd.) Bu; bize, ayrıca, Tarhu/Teşup ve Taru’nun aynı Tanrı olduklarını ve MÖ 2. binyıldan çok önceleri Hititler’in, yani Hint-Avrupalılar’ın Anadolu’da yaşa­dıklarını teklif eder. Aynı zamanda, Anadolu’nun en eski bilinen halkının, yani Hattiler’in Tanrısı Taru’nun, Tarhu’dan gelişmiş olabileceğini söyler; çünkü boğa ve boynuzları Neolitik Çağ’dan beri Anadolu’da uygulanan yerel bir kültün sembolleridir. Nitekim 2004 yılında ortaya çıkartılan ve Neolitik Çağ yerleşmesi olan Çatal Höyük’de görülen aplike boğa başlarının benzerlerinin soyutlaşmış biçimde yine pişmiş topraktan yapılmış olarak İkiztepe’de de bulunması (Resim 10) bu durumu açıkça destekler. Boğa boynuzu örnek alınarak geliştirilmiş olduğu açıkça belli olan ve daha sonra Hitit Fırtına Tanrısı Teşup’un ideogramı olmuş “W” motifi (Resim 11) Hatti Hava Tanrısı Taru’ya İkiztepe’de tapınıldığını göstermiştir.
Bir çift boğa sembolüne Eski Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nın geç safha­sında kaplar üzerinde görülen damga baskılarda da rastlanır (Resim 12). Bu baskılar krali işaret olarak yorumlanmıştır. Halbuki bunların boğa kültüyle ilgili tapınak kaplarını simgelemek için kullanılmış oldukları, ele geçtikleri Eski Hitit Dönemi’ne ait yapılardan anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan; İlk Tunç Çağı III mezarlarında ele geçen kabartmalı mızrak uçları Güneş Kültü ile ilgili Hitit/Hatti Tanrı ve Tanrıçalarının Hitit öncesinde Anadolu’da tapınılmış olduğunu göstermektedir. Bu mızrak uçları, başlarının üstünde birer disk bulunan bir tarafında kadın, diğer tarafında bir erkek figürü ile kabartma olarak bezenmişlerdir (Resim 13a-b). Bu figürler büyük olasılıkla, Hitit metinlerinin bahsettiği Hatti Güneş Tan­rısı Eştan veya Hitit Güneş Tanrısı İştanu ile Güneş Tanrıçası Wuruşemu’yu temsil etmiş olmalıdır. Bu durumda İkiztepe’nin, dolayısıyla Orta Karadeniz Bölgesi halkının MÖ 2. binyıl öncesinde Hititli-Hattili oldukları anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu dönem insan betimlemelerinin başlarında ağızlar gösterilmeden yüzler oval biçimli, gözler çukurcuklarla ve burun da düz bir kabartma olarak betimlenmiştir (Resim 14a-b). Bu şeklin, bir yerde Hitit, daha doğrusu Luwi hiyeroglif yazıtlarındaki Tanrı ideogramını (Resim 15) yansıttığını söylenmektedir (Masson).
Bütün bu verilerin değerlendirilmesinden sonra gerek İkiztepe’de, gerekse Orta Karadeniz’in genelinde oturan halkın, zaten burada binlerce yıldan beri yaşayan ve Hititler’in atası olan Hint-Avrupalı otaktan bir kavim olduğu ortaya çıkmaktadır.

Hattiler Anadolu’ya sonradan gelmiş olmalıdır…
Bu durumda, MÖ 3. binyıl Anadolu’sunun otaktan halkı olarak kabul edilmiş bulunan Hattiler’in Anadolu’daki konumu karşımıza çıkmaktadır. Artık bu halkın ne zamandan beri Anadolu’da bulunduğu tartışılmalıdır, kanısındayım. Bana göre, Asianik kökenli bu halk Anadolu’ya sonradan gelmiştir. Olasılıkla Hurriler’in Doğu Anadolu’ya gelişleriyle de ilgili olmalıdır. Alaca Höyük’de İlk Tunç Çağı tabakalarında ele geçirilen siyah astarlı ve parlak perdahlı çanak-çömleklerin Doğu Anadolu Karaz örneklerinin benzerleri olduğu da bir gerçektir. İkiztepe’de de İlk Tunç Çağı II’den itibaren bu tür kap örneklerine rastlanır (Resim 16).
Diğer taraftan Ekrem Akurgal, Tahsin Özgüç’e Armağan kitabındaki kısa makalesinde, Alaca Höyük ritüel standartlarının Hitit mi, yoksa Hatti kral­larının mı krali sembolleri olduğu sorusuna, açıklık getirmeye çalışmıştır (Akurgal 1989: 1-2). Standartların aniden ortaya çıkışları ve benzerlerinin Hititler’in geldiği kesin bölge olan Maikop’ta bulunmuş olması; boğa, geyik, panter gibi figürlerin standartlar üzerinde yer almış olması, bunların theri-omorfik sistem bir dine ait olduğu, fakat Hatti Tanrılarının insan isimleri taşıması nedeniyle Hattiler’in anthropomorfik bir tapınmayı tercih ettiklerini söylemiştir. Ayrıca, Alaca Höyük prens mezarlarındaki ölü gömme geleneğinin Hint Avrupalı Miken, Frig ve Maikop halklarınkiyle çarpıcı şekilde benzediğine dayanarak, standartların Hititler’e ait olduğunu ve bunların MÖ 2300-2100 yılları arasına değil de, yaklaşık MÖ 2100-2000 yıllarına tarihlenmesi gerektiğini teklif etmiştir.
Akurgal’ın, standartların Hattiler’den ziyade Hint-Avrupalı Hititler’e ait olduğuna doğru yaklaşımının çok yerinde olduğu kabul edilmelidir. Ancak, bu eserlerin MÖ 2100’den sonraya tarihlendirilmelerini kabul etmek mümkün değildir. Çünkü, standartlarla beraber bulunmuş olan çanak-çömlek türü, Hitit’den ziyade İlk Tunç Çağı III özelliği taşır. Ayrıca, Alaca Höyük standartlarının Horoztepe dışında hiçbir yerde benzeri yoktur. Maikop’da bulunmuş olan birkaç metal boğa heykelciği (Resim 17) ise, Alaca Höyük’deki geç dönem krali mezarların çağdaşı olan Horoztepe mezarlarında ele geçmiş boğaların benzerleridir.
Alaca Höyük standartları üzerinde görülen boğa, geyik, leopar gibi hayvan­ların Anadolulu olduğu da Neolitik Çağ yerleşmesi Çatal Höyük’deki buluntulardan açıkça bellidir ve bunların Anadolu dışında, herhangi bir dinle ilişkisi olmadığı da bir gerçektir. Neolitik kökenli bu figürlerin Alaca Höyük’te kullanılmış olması, bunları ilk kullananların da Proto-Hint-Avrupalı olduk­larını gösterir, düşüncesindeyim. Hattiler’in anthropomorfik tapınmayı gerçekleştirmeleri, onların Asianik kökenli olması dolayısıyla normal karşılanmalıdır. Bilindiği gibi, Asianik dil grubu kökenli Mezopotamyalı Sümerler’de bu din çok gelişmiştir. Bu da bize Hititler’in değil de, Sümerler’in Mezopotamya’ya sonradan geldikleri gibi, Hattiler’in Anadolu’ya sonradan geldiklerini teklif eder. Böylece Alaca Höyük’teki krali ölü gömme türünün de Akurgal’ın ileri sürüldüğü gibi Hint-Avrupalı bir geleneği yansıtması olağan karşılanmalıdır.
İlk Tunç Çağı III’e tarihlenen metal eserlerin bazılarında, kalay metalinin diğer bir alaşım elemanı olarak kullanılmış olması ilginçtir ve Anadolu’da bu metalin ticaretinin başladığının çok açık bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Bu eserleri üreten metalürjistler, alaşım oranındaki düşüklük nedeniyle yeni tanıdıkları kalayı ya ihtiyatla arsenikli bakıra katarak, alaşım yapmakta ya da arsenikli bakırdan üretilmiş yıpranmış bir eserin metaline kalay katıp, yeni bir alaşım elde ederek kullanmış olmalıdırlar. Bu metal ustalarının eline kalayın nereden geçtiği bir soru olarak karşımıza çıkmak­tadır. Bu dönem kalayının da doğudan getirilmiş olduğu, aşağıda üze­rinde duracağım, takip eden dönem Anadolu’sunun ticari hayatından belli olmaktadır. Ancak, bu dönem kalayını Anadolu’ya getirmiş olanların takip eden dönemin insanlarından -ki biz bunların Asurlu olduklarını yazılı bel­gelerden açıkça görmekteyiz- farklı oldukları bilinmektedir. Büyük olasılıkla bu insanlar bana göre MÖ 3. binyıllarda Orta Anadolu’da varlıkları bilinen ve Hurriler’in akrabası olan Hattiler’dir. Dillerinin Asianik dil grubunun üyesi olmasından ve ayrıca son yapılan araştırmalarda Gürcü diliyle benzerlik göstermesinden (Girbal, 1986), Hattiler doğudan ve olasılıkla takip eden dönemde Asurlular’ın kalay metalini elde ettikleri bölgeden gelmiş olmalıdır, diye düşünüyorum. Ayrıca, akik, lapislazuli gibi yine aynı bölgede yatakları mevcut olan yarı kıymetli taşlardan yapılmış eserlerin Ana­dolu’da Kültepe, İkiztepe ve Troya’da ele geçirilmiş olmaları ticari ilişkilerin doğuyla gelişmiş olduğunu açıkça sergilemektedir.

Hint-Avrupalılar (Hititler), Neolitik Devrim’den beri Anadolu’dalar mıydı?
Son zamanlarda, doğulu ve batılı bilim adamlarının bağımsız ve birbirle­rinden habersiz olarak geliştirdikleri araştırmaların sonucunda Hint-Avrupalılar’ın dışarıdan gelmedikleri, fakat başlangıcından beri, yani hiç olmazsa Neolitik Devrim’den beri Anadolu’da oldukları ve tarımın geliştiril­mesi ve yayılması nedeniyle, boğazlar üzerinden Avrupa’ya kadar tedricen gittikleri ileri sürülmüştür.
Rus dilbilimcileri olan T. V. Gamkrelidze ve V. V. Ivanov, Rusça yayımla­dıkları The Indo-European Language and the Indo-Europeans başlıklı kita­plarında (Gamkrelidze-Ivanov 1984) ve bu kitaplarında ileri sürdükleri teo­rilerinin temellerini özetledikleri, Scientific American dergisindeki “The Early History of Indo-European Languages” adlı makalelerinde (Gamkrelidze-Ivanov i 990: 82 vd.) dilbilim verilerine dayanarak Proto-Hint-Avrupalılar’ın anavatanı olarak, Anadolu’nun doğu bölgesini, yani MÖ 1. binyılda Urartu ülkesi olacak toprakları teklif etmişlerdir. Ancak, bu teklifin arkeolojik araştır­malarla onaylanması gerektiğini de söylemişlerdir.
Dilbilimcilerin bu önerilerine İngiliz arkeologu C. Burney, Studies in Honour of Tahsin Özgüç’deki “Hurrians and Proto-Indo-Europeans: the etnic context of the Early Trans-Caucasian Culture” adlı makalesinde, coğrafi ve arkeolojik verileri değerlendirerek karşı çıkmış ve Doğu Anadolu’nun Asianik kökenli bir dile sahip Huni ülkesi olduğunu söylemiştir (Burney 1989: 45 vd.)
Ben Burney’in bu görüşünün çok haklı olduğuna katılıyorum ve Doğu Anadolu’da Hurriler’in, Anadolu’nun diğer bölgelerinde ise Proto-Hint-Avrupalılar’ın yaşamış olduklarına inanıyorum. Proto-Hint-Avrupa dilindeki bitki ve hayvan adlarının, yaşadıkları ülkenin engebeli ve dağlık bir yer olduğuna delalet ettiği ileri sürülmüştür. Rus dilbilimcileri Proto-Hint-Avrupa dilinde tarif edilen arazinin Balkan Yarımadası’ndan, dağlık Kafkasya’ya kadar uzanan Karadeniz’in güney sahilinin güneyinde yer aldığını ve burada tarımdaki evrimin geliştiğini ve böylece Proto-Hint-Avrupalılar’ın buradan batıya yayıldıklarını söylemek­tedir.
Proto-Hint-Avrupa dilindeki arpa, buğday, flaks; elma, vişne ve bunların ağaçları; böğürtlen ile bitkileri ve üzüm ile üzüm bağları için kullanılan keli­meler ile ekim ve hasat yapmakta kullanılan değişik alet adları, MÖ 2. binyıl öncesi Kuzey Avrupa’sında ve Karadeniz kuzeyinde bilinmeyen bir yaşam tarzına işaret etmektedir. Bu da Hint-Avrupalılar’ın anavatanının Avrupa dışında ve tarımın geliştiği bir bölgede olduğunu teklif etmektedir. Bu böl­genin de evvelce düşünüldüğü gibi Karadeniz’in kuzeyinde değil de, biraz evvel açıkladığım arkeolojik verilerin desteklediği Anadolu’da olduğu bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diğer taraftan, Yeni Zellanda Aucland Üniversitesi evrim bilimi araştırmacıları DNA şifresinin çıkarılmasında kullanılan biyoloji tekniklerinden yararlanarak Hint-Avrupa dil ailesinin kökeni için elde ettikleri sonuçları yayınlamışlardır. (Gray / Atkinson) Bu çalışma sonucunda Hint-Avrupa dil ailesinin köklerinin Anadolu’ya dayandığı ve 8-10 binyıl kadar önce Anadolu’da tarımı geliştiren, Hititliler’in ataları olan çiftçiler tarafından konuşulduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu sonuca varmak için bilim adamları aralarında İngilizce, Litvanyaca, Rumence, Arapça, Farsça ve Türkçe’nin de yer aldığı 87 dilden 2449 kelimeyi analiz ettiklerini ve böylece Hint-Avrupa dillerinin evrim ağacını çıkardıklarını söylemişlerdir. Temel kelimelerdeki değişim oranını hesaplayıp sonuçları geçmişe doğru genişletme yöntemini kullanan bilim adamları Hint Avrupa dilinin proto formunun 8-10 binyıl önce Anadolu’da ortaya çıkıp geliştiği sonucuna varmışlardır.
Bunlara ilaveten, diğer bir İngiliz arkeologu olan C. Renfrew, Archaeology and language: the Puzzle of Jndo-European Origins adlı kitabında (Renfrew 1998) ve onun özetini içeren Scientific American dergisinde yer alan “The Origins of Indo-European Languages” başlıklı makalesinde (Renfrew 1989: 82 vd.) Hint-Avrupalılar’ın anavatanının Anadolu olduğu ve bu ırkın evvelce düşü­nüldüğü gibi akınlarla değil, sessiz ve sakin bir biçimde tarımın yayılmasına paralel olarak ilerleyerek Avrupa’ya geldiklerini söylemiştir.
Ben bu görüşe de katılıyorum ve arkeolojik verilerin bu teoriyi destekle­diğine inanıyorum. Her şeyden önce Hititler’e mal edilen çok hızlı çarkta yapılmış bej veya kırmızı rengin tonlarında astarlı, iyi pişirilmiş, parlak per­dahlı keramiğin Anadolu’nun yerel yeni bir ürünü olduğu, artık son dönem kazı ve araştırmalardan açıkça anlaşılmıştır. Yalnız Kızılırmak kavsi içinde bulunduğu söylenilen çanak-çömleğin bugün Sivas-Elazığ’dan Ege Denizi’ne kadar, Karadeniz kıyısından Çukurova’ya kadar geniş bir alana yayılmış olduğu Göller Bölgesi’nde Bademağacı’nda, Ege’de Klazomenai-Limantepe’de, Eskişehir-Kütahya-Tavşanlı bölgelerinde, kuzeyde Dündartepe ye İkiztepe’de, doğuda Keban Tepecik ve Norşuntepe ile Sivas Bölgesi’nde Kuşaklı’da ve güneyde Yumuktepe ve Gözlükule’de bulunan örneklerden saptanmıştır.
İkiztepe’de bu çanak-çömlek türü (Resim 18a-b) Orta Anadolu’da olduğu gibi MÖ 2100 yıllarında ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra Orta Anadolu türü başlı iğneler de görülür. Keramikçi çarkı Güneyde ve Batı Anadolu’da daha önce kullanıldığına göre de, bu çanak-çömlek türü bu bölgelerden gelmiş olmalıdır. Bu tür kullanılmadan önce Orta Karadeniz Bölgesi’nde İlk Tunç Çağı III’de görülen çanak-çömleği kullanan insanlara ait mezarlarda ortaya çıkartılan iskeletlerin (Resim 19) incelenmesinden, bunların Alaca ve Horoztepe mezar iskeletlerinden daha farklı olduğu ve bunların bütün Karadeniz’in etrafında oturan halkla aynı özellikleri taşıdıkları antropolojik açıdan saptanmıştır (Backofen 1985 ve 1987). Bu durumda, Orta Karadeniz Bölgesi halkının zaten Proto-Hint-Avrupa kökenli olduğu ortaya çıkmaktadır. Keramiğin gelişiminden ve paralelleri çok az bulunan metal eserlerin varlığından da, buraya dışarıdan herhangi bir kavmin gelmediği veya göç etmediği de anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan, F. Sommer Hethiter und Hethitisch başlıklı kitabında, (Sommer 1947: 1-2) “Güneş doğudan doğar” düşüncesiyle Güneş Tanrısı için yazılmış bir Hitit ilahisine dayanarak Hititler’in Hazar Denizi’nin kıyısında yaşadıklarını ve oradan gelmiş olabileceklerini söylemiştir. Söylediği doğru olabilir. Ancak, gelenler Hititler değil, Hattiler olmalıdır. Ayrıca, Karadeniz kıyılarında da güneş muhteşem bir görüntüyle doğmaktadır. Bu nedenle güneşin denizden doğuşu ile göçleri ilişkilendirmek oldukça iddialı ve aynı zaman da gülünç gözükmektedir. Kabartmalı İkiztepe mızrak uçları üzerindeki insan figürlerinin güneşi temsil eden disklerle gösterilmiş olmasının, bu Hitit ilahisinin daha kuvvetli bir olasılıkla ve daha mantıklı düşü­nüldüğünde Karadeniz kıyısında doğmuş olduğunu gösterdiği kanısındayım.

KAYNAKLAR
1) Akurgal, E., “Are the Ritual Standarts of Alacahöyük Royal Symbols of the Hattian or the Hittite Kings?”, Anatolia and the Ancient Near East, Ankara, 1989.
2) Akurgal, E., “Anatolia”, History of Humanity, Vol. II, Paris: 205-223, 1996.
3) Alp, S., Hitit Çağında Anadolu, Ankara, 2002.
4) Backofen, U. W., “Anthropologische Untersuchungen der Nekropole İkiztepe/Samsun”, 111. Araştırma Sonuçları Toplantısı: 421-425, 1985.
5) Backofen, U. W., “Paleodemography of the Early Bronze Age Cemetery of İkiztepe-Samsun”, V. Araştırma Sonuçlan Toplantısı: 175-180, 1987.
6) Burney, C., “Hurrians and Proto-Indo-Europeans: The Ethnic Context of the Early Trans-Caucasian Culture”, Studies in Honour of Tahsin Özgüç, Ankara: 45-52, 1989.
7) Calmeyer-Seidl, U., “W”, Festschrift für Kurt Bittel, Mainz: 151-154, 1983.
8) Childe, V. G., The Dawn of European Civilization, London, 1968.
9) Crossland, R.A., “Immigrants from the North”, Cambridge Ancient History, Cambridge: 824-876, 1971.
10) Gamkrelidze, T. V. – V. V. İvanov, The Indo-European Language and the lndo-Europeans, Tiflis, 1984.
11) Gamkrelidze, T. V. – V. V. İvanov, “The Early History of Indo-European Languages”, Scientific American, March: 82-89.
12) Girbal, C., Beitrâge zur Grammatik des Hattischen, Frankfurt a.m. Main.
13) Gray R .- Q. Atkinson, “Language-Tree Divergence Times Support the Anatolian Theory of Indo-European Origin”, Nature 426, 2003.
14) Mallory, J. P., In Search of the Indo-Europeans; Language, Archaeology and Myth, London, 2001.
15) Masson, E., “Le Pays Des Hittites”, Les Hittites; Civilisation indo-europeenne a fleur de roche, Dijon: 40-61.
16) Mellaart, J., “The End of the Early Bronze Age in Anatolia and the Aegean”, American Journal of Archaeology 62: 9-33, 1958.
17) Renfrew, C., “The Origins of Indo-European Languages”, Scientific American, October: 82-90.