Ana Sayfa Dergi Sayıları 53. Sayı Evrim öğretimi ve bilimin doğası Evrim niçin öğretilmelidir?

Evrim öğretimi ve bilimin doğası Evrim niçin öğretilmelidir?

Evrim teorisinin öyküsü, dört yüzyıllık bir dönem içinde bilimsel devrim sürecinin bir bölümünü -belki de en önemli bölümünü- kapsamaktadır. Bilimsel devrimin asıl önemi, “her şeyin durağan olduğu düşüncesinin” terk edilmesinde yatmaktadır. Değişim olasılığını kabul etmek ve değişimi bir gözdağından çok bir fırsat aracı olarak görmek, evrim derslerinin dolaylı bir mesajı ve talebi olmalıdır.

315
0

Evrim teorisinin öğretimi niçin çok önemlidir? Aslında biyolojideki birçok soru evrim teorisi ifade edilmeden cevaplandırılabilir: Kuşlar nasıl uçar? Bazı bitkiler çöl koşullarında nasıl yaşarlar? Çocuklar, anne ve babalarına niçin benzerler? Bu soruların her biri, aerodinamik mekanizmalar; bitkiler tarafından suyun depolanması ve kullanımı veya kalıtım mekanizmaları ile ilgili yanıtları içerirler (Kişisel görüş: Bu soruların her biri aslında evrimle ilişkilendirilebilirler). Bu sorular çocukların her zaman sordukları soru tiplerindendir.
Bu soruların klasik yanıtları, bazen bazı öğrenciler tarafından sorulan daha karmaşık, daha derin soruların ortaya çıkmasına neden olur: Bu olaylar veya süreçler nasıl gerçekleşti? Uçmak kuşlara nasıl bir avantaj sağlamaktadır? Çöl bitkileri diğer bitkilerden nasıl farklılaşmıştır? Bireyler kendilerine özgü genetik tasarımlarına nasıl sahip olmuşlardır? Böylesi sorulara cevap verebilmek, zaman içersinde bir değişimin olduğu olgusunu doğrulayan bir anlama yetisini ve bir tarihi perspektifi zorunlu kılar.

İki temel soru
Doğa bilimleriyle ilgili olan kişiler bu çeşit soruları devamlı sormaktadırlar. Zamanla, iki gözlemin özellikle şaşırtıcı olduğu ortaya çıktı. Bunlardan ilki yaşamın çeşitliliğiyle ilgili olandır: “Niçin dünyada çok çok farklı bitki ve hayvan çeşidi vardır?” Dünyamızdaki doğal yaşam alanları keşfedildikçe, canlıların çeşitliliğinin fazlalılığı o kadar derin iz bırakacaktır. Darwin, 19. yüzyılın ortalarında Türlerin Kökeni’ni yazdığında doğabilimciler, doğadaki bitki ve hayvan çeşitliliğini sadece on binlerle ifade ediyorlardı. 20. yüzyılın ortalarında ise biyologlar, mikroorganizmalardan böceklere kadar daha az göze çarpan yaşam biçimlerini araştırmaya yöneldiler ve bu organizmaların sayılarının yaklaşık bir ila iki milyon olduğunu tespit ettiler. O zamandan bugüne kadar dünyadaki biyolojik çeşitliliğin merkezi durumundaki yağmur ormanlarında yapılan çalışmalar, canlı çeşitliliğinin bu rakamların yaklaşık on katı olduğu yönünde sonuçlar vermiştir. Peki ama, nasıl bir süreç böylesine devasa bir biyolojik çeşitliliğin oluşmasını sağlamıştır?
İkinci soru ise ilkinin (biyolojik çeşitlilik) tersi bir durumu irdelemektedir: “Organizmalar arasındaki benzerlikleri nasıl açıklayabiliriz?” Çok yakın akraba türler arasındaki benzerlikler, insanoğlunun her zaman dikkatini çekmiştir; ancak zamanla anatomik ve işlevsellik bakımından uzaktan akraba türlerin bile ortak özelliklere sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Balinaların ön yüzgeçlerindeki kemikler, bizim kollarımızdaki kemiklerle aynı düzenlenişe sahiptir. Organizmalar, döllenmiş yumurta hücrelerinden embriyolara gelişirken çok benzer gelişim aşamalarından geçmektedirler. Bundan başka paleontologlar, fosil kalıntılarından, bugün yaşayan organizmalarla çeşitli yollarla akrabalık ilişkisi olan, sayısız nesli tükenmiş türler keşfetmişlerdir. Bu soru, modern deneysel biyoloji hücresel ve moleküler seviyedeki süreçlere yöneldikçe; daha da büyük bir güç kazanmıştır. Bakterilerden bira mayası, fındık faresi ve insanlara kadar yaşayan tüm organizmalar, temel yaşam süreçlerinde benzer biyokimyasal mekanizmayı kullanmaktadırlar. Hücrenin temel yapısında yapısal protein olarak kullanılan ve organizmada kimyasal reaksiyonları katalizleyen proteinlerin birçoğu, bütün türler için adeta özdeşlik göstermektedir. Belli başlı insan proteinlerini kodlayan genler, meyve sinekleri, fındık fareleri ve primatlarda benzer işlevleri gören genlerden çok az farklılık göstermekle birlikte birçok benzerliğe sahiptirler. Tüm canlı organizmalar, nesilden nesile genetik bilgi aktarımında aynı biyokimyasal sistemi kullanmaktadırlar.
Bilimsel bir bakışla, aslında yaşamın ortaklığıyla ilgili sorulara verilecek tek bir cevap vardır. Farklı organizma çeşitleri, yapısal ve işlevsel açıdan oldukça benzer özellikleri paylaşmaktalar, çünkü birbirleriyle filogenetik yönden ilişki içindedirler. Ama nasıl?

Bilmeceyi çözmek
Biyolojik evrim kavramı, bu temel soruların her ikisini de karşılamaktadır. Evrim teorisi, günümüz dünyasında yaşamakta olan milyonlarca farklı bitki, hayvan ve mikroorganizma türü arasındaki benzerliklerin, ortak atalardan köken almakla ilişkili olduğunu ifade eder; tıpkı kuzen akrabalığında olduğu gibi. Doğada yaşamakta olan organizmalar, tipik olarak sınırlı besin kaynakları, sınırlı yaşam alanları ve diğer çevresel koşulların baskısı altında yaşamda kalabilecek ve üreme şansına kavuşabilecek yavru sayısından daha fazla yavru meydana getiriler. Bu yavrular çoğunlukla kalıtsal özellikleri bakımından farklıdırlar; başka bir ifadeyle her yavru meydana getireceği yeni nesle genetik olarak farklı özellikler geçirebilir. Birbirleriyle rekabet halinde olan yavrular, belirli bir çevrede onlara üstünlük sağlayan özelliklere sahiplerse, bu durumda yaşamda kalabilecek ve özelliklerini yavrularına aktarabileceklerdir. Bu türden farklılıkların nesiller boyunca birikmesiyle, popülasyonlar, atalarından farklılaşacaklardır.
Bu süreç, sınırlı kaynaklar için rekabet halinde olan organizmaların biyolojik olarak üremesinin bir doğal sonucu olup; bilimsel açıdan, bilinen en mükemmel kronolojilerden birinden sorumludur. Milyarlarca yıllık böylesi bir süreçte, yeryüzündeki en eski ve ilkel organizmalar, bugün yaşamakta olan bitkilere, hayvanlara ve mikroorganizmalara farklılaşmışlardır. Her ne kadar insanlar, balıklar ve bakteriler karşılaştırılamayacak kadar farklı görünseler de bu grupların hepsi, ortak atalarına ait bazı ortak özellikleri paylaşmaktadırlar.
Evrim, aynı zamanda günümüzde yaşamakta olan modern türlerdeki büyük farklılıkların nedenlerini de açıklamaktadır. Kendilerine benzer organizmalarca işgal edilemeyen ekolojik nişlere yerleşebilme yeteneğine sahip popülasyonlar, yaşamda kalmak için daha büyük bir şansa sahiptirler. Zamanla türler farklılaştıkça, yeni kaynaklardan faydalanabilme üstünlüğünü sağlamak amacıyla, gittikçe daha fazla ekolojik nişi işgal etmişlerdir.
Evrim başka olguları açıklama gücüne de sahiptir. Yerküredeki yaşamın milyarlarca yıldır var olması, gezegenin fiziksel çevresinin değişmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Örneğin, atmosferimizin kompozisyonuna kısmen de olsa yaşayan sistemlerin bir katkısı vardır. Evrimin bir sonucu olarak ortaya çıkan fotosentez sürecinde, yeşil bitkiler karbondioksit ve suyu absorbe etmişler, organik bileşikler üretmişler ve oksijeni serbest bırakmışlardır. Bu süreç oksijen bakımından zengin bir atmosferin ortaya çıkmasına ve oksijenin atmosferde sabit oranlarda kalmasına yol açmıştır. Yaşam kommüniteleri (birlikleri), aynı zamanda iklim koşullarını ve suyun okyanuslar, atmosfer ve karasal ortamlar arasındaki döngüsünü de son derece etkilemiştir. Buna ilaveten, bitkiler ve toprak mikroorganizmaları, yer kürenin ısı tutma kapasitesini arttıran karbondioksit ve metan gibi sera gazlarını emerek ya da salıvererek küresel sıcaklık üzerinde önemli bir kontrol mekanizması oluşturmaktadırlar.
Kısacası, biyolojik evrim, bizi kuşatan dünyanın en önemli üç temel özelliği ile ilişkilidir: Yaşayan organizmalar arasındaki benzerlik, biyolojik çeşitlilik ve yaşadığımız dünyanın bir çok fiziksel özelliği. Evrimle ilişkili olan bu olgusal açıklamaların hepsi, fizik, kimya, jeoloji, biyolojinin birçok alanı ve diğer bilimlere ait sonuçlar içermektedir. Bundan dolayı evrim, biyologların dünyayı anlama işinde kullandıkları ilkeleri düzenleyen bir merkez olgu konumundadır. Evrimsel açıklamadan yoksun bir biyoloji öğretimi, insanların yaşamı algılamasına büyük bir tutarlılık ve düzen getiren güçlü bir kavramın ve aracın öğrencilerin elinden alınması anlamına gelecektir. Aynı zamanda evrim öğretiminin öğrenciler için büyük bir pratik değeri de vardır. Dolaylı ya da dolaysız evrim biyolojisinin, topluma birçok katkısı mevcuttur. Evrim birçok insan patojeninin, daha önceden etkili olan ilaçlara niçin direnç geliştirdiğini ve artan bir düzeyde devam eden bu ciddi probleme karşı koyabilmenin yollarını açıklama gücüne de sahiptir. Evrimsel biyoloji, yabani ve evcil bitki popülasyonları arasındaki, hayvanlar ve onların doğal düşmanları arasındaki ilişkileri de açıklayarak; tarımsal gelişmeye önemli katkı sağlamaktadır. Evrimi anlamak, fosil yakıtlar gibi doğal kaynakların bulunması ve kullanılması için bir zorunluluk olup; insan topluluklarının doğal çevre ile umut verici ilişkiler oluşturması için vazgeçilmezdir
Böylesi örnekler daha da artırılabilir. Evrimsel araştırmalar, günümüzde biyolojinin en aktif alanlarından biri olup; önemli pratik uygulamalara sahip düzenli bir temel oluşturmaktadır.
Okullardaki örgün eğitimde evrim öğretimine karşı olanlar, kimi zaman öğretmenlerin “evrime karşı deliller” sunmalarını istemektedirler. Bununla birlikte evrimin var olup olmadığı üzerinde bir tartışma mevcut olmayıp; evrimin olmadığına dair de herhangi bir delil bulunmamaktadır. Evrimin nasıl gerçekleştiği ile ilgili bazı detaylar hâlâ araştırılmaktadır. Ancak bilim insanları, sadece evrimi ortaya çıkaran özel mekanizmalar üzerinde tartışmakta olup, yaşamın tarihini açıklamada evrimin doğruluğu üzerinde bir tartışma yürütülmemektedir.

Evrim ve bilimin doğası
Evrim öğretimi bir diğer önemli işleve sahiptir. Bazı insanlar, evrimin uzun zamandır taşıdıkları inançlarıyla çelişen bir yanı olduğunu düşünmektedirler; işte evrim öğretimi eğitimcilere, insanların diğer uğraşı ve anlama biçimlerinden bilimsel uğraşıları ayırma ve bilimin doğasını aydınlatmayla ilgili muhteşem bir fırsat sunmaktadır.
Başlangıç itibarıyla belirli anahtar kavramların bilimsel anlamlarının günlük dilde kullanılan anlamlarından nasıl ayrıldığını anlamak çok önemlidir. Örneğin “teori” kavramının insanlar tarafından genellikle nasıl kullanıldığını düşünecek olursak; kimileri sadece bir düşünceyi ima edebilir veya bir düşünceye gönderme yapabilir ve daha sonra “bu düşüncenin sadece bir teori olduğunu” ekleyebilir. Kimileri ise sözlerine “benim teorim şöyledir” şeklinde başlayabilirler. Görüldüğü gibi, yaygın bir kullanım biçimi olarak, teori sıklıkla bir tahmin veya bir sezgisel kanı anlamında kullanılmaktadır.
Bilimde ise “teori” kelimesi, oldukça farklı bir anlama sahiptir. Teori, bilimsel kullanımda doğruluğu son derece iyi ispat edilmiş üst açıklama biçimlerini ifade etmektedir. Bilim ayrıca evrimden başka güçlü teorileri de içermektedir. Hücre teorisi, yaşayan bütün organizmaların hücrelerden oluştuğunu ifade eder. Güneş merkezli evren teorisi, güneşin dünya etrafında değil de dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyler. Böylesine kavramlar ve teoriler, bilimsel açıdan herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak kadar çok gözlemsel ve deneysel veriler ve delillerle desteklenmiştir.
Bazen bilim insanlarının kendileri de teori kelimesini, gayet özensiz bir biçimde, çok iyi delillerden yoksun, kesin olmayan ve öngörü niteliğindeki açıklamalar için kullanabilmektedirler. Ancak teori kelimesinin, evrim gibi son derece ezici sayıda delillerle desteklenen kavramları tanımlamak için kullanıldığı içeriğin böylesine dikkatsiz ve laubali kullanımlardan ayrı tutulması önemlidir. Bilim insanları, doğayla ilgili açıklamalarına “teoriden” başka uygulayabilecekleri bir kelimeyi arzulayabilirler; ancak teori terimi kendisinden vazgeçilemeyecek kadar bilimsel terminolojinin içine girmiştir.
Yeni ve reddedilemez delillerin ışığında bir önceki teori, alternatif bir teoriyle değiştirilebilir. Örneğin, yazının sonraki bir bölümünde, dünyanın kendi ekseni etrafında ve güneş etrafında döndüğünü tanımlayan heliyosentrik teorinin, güneşin dünya etrafında döndüğünü ifade eden geosentrik teorinin yerini nasıl aldığı açıklanmaktadır. Anlaşılacağı gibi daha sonra reddedilmesi pek mümkün olmayan somut bir delilden yoksun herhangi bir düşünce, bilimsel yönden teori olarak kabul edilemez. Bir teori evrim teorisi gibi çok sayıda somut delil ile desteklendiğinde son derece güvenilir bir noktaya ulaşmış olur.
Bilimsel olarak hipotez kelimesi, aslında yaygın olarak teori için kullanılan kesin olmayan; deneme kabilinden olan biçimindeki anlamı içermektedir. Bir hipotez doğal dünya ile ilgili test edilmek üzere ileri sürülmüş veya test edilebilir ifadedir. Bir deney ya da gözlem sonucunda bir hipotez desteklenebilir veya reddedilebilir. Anlamanın en erken aşaması olarak hipotez, daha karmaşık ve daha kapsamlı açıklamaları ve sonuçları inşa etmek için kullanılır.
Gerçek kelimesi de, bilimsel olarak, teori kavramında olduğu gibi, günlük kullanımdan farklı bir anlamda kullanılmaktadır. Bilimsel olarak gerçek, tekrar tekrar doğrulanmış bir gözlemi ifade eder. Bununla birlikte, gözlemler beş duyumuzla topladığımız verilerden başka bir şey değillerdir. Bundan dolayı bu tip verilere de asla sonuna kadar güvenemeyiz. Aynı biçimde gözlemler de zamana, teknolojinin gelişmesine ve verilerin daha iyi değerlendirilmesine bağlı olarak değişebilirler. Örneğin, gelişmiş mikroskop teknikleri insan somatik hücrelerinin 23 çift kromozom içerdiğini daha doğru bir biçimde ortaya koyana kadar uzun yıllar insan hücrelerinin 24 çift kromozom içerdiği, bilimsel bir gerçek olarak kabul görmüştür. Aslında ironik olarak, bilimsel gerçekler çoğunlukla değişime teorilerden daha açık bir yapı sergilerler. Bu durum, bilimde gerçek kavramının niçin çok sıklıkla kullanılmadığını ortaya koymaktadır.
Son olarak bilimdeki yasalar ise, tipik olarak fiziksel dünyanın belirli koşullar altında nasıl bir davranış sergilediğinin tanımlamasını yapmaktadırlar. Örneğin, hareket yasaları, nesnelerin belirli güçler altında nasıl hareket ettiğini tanımlar. Bu yasalar, belirli hipotezlerin ve teorilerin desteklenmesinde çok faydalı olabileceği gibi, bilimin bütün öğelerinde olduğu gibi yasalar da yeni bilgi ve gözlemlerin ışığında değişikliğe uğrayabilirler.
Evrim öğretimine karşı olanlar, çoğunlukla evrimin “bir gerçek değil, bir teori” olarak düşünülmesi gerektiğini ifade edeler. Böylesi bir ifade, bu kavramların bilimsel olarak kullanımıyla günlük kullanımının karıştırıldığının göstergesidir. Bilimde teoriler, daha fazla delil toplanmasıyla gerçekler şekline dönüşmezler. Dahası teoriler, bilimin ulaştığı son noktalardır. Aslında teoriler, bilime konu olan olguların, kapsamlı bir gözleminden, deneylerle denetlenmesinden, sezgisel ve yaratıcı bir düşünce biçiminden ortaya çıkmış olan yapılardır. Teoriler, bilimsel gerçekler, yasalar, test edilmiş hipotezler ve mantıksal çıkarımların büyük bir omurgasıdırlar. Bu anlamda evrim, sahip olduğumuz en güçlü ve en yararlı teorilerden biridir.

Evrim ve günlük yaşam
Bilimsel bir açıklama olarak evrim kavramı, eğitimde gücünün ötesinde bir öneme sahiptir. Hepimiz, artan bir hızla değişen bir dünyada yaşamaktayız. Bugünün çocukları, ebeveynlerinin ve öğretmenlerinin kendi yaşadıkları dönemlerde karşılaştıkları deneyim ve koşullardan daha yeni deneyimlerle ve daha farklı koşullarla yüz yüze gelmektedirler. Evrim teorisinin öyküsü, dört yüzyıllık bir dönem içinde bilimsel devrim sürecinin bir bölümünü -belki de en önemli bölümünü- kapsamaktadır. Bilimsel devrimin asıl önemi, “her şeyin durağan olduğu düşüncesinin” terk edilmesinde yatmaktadır: Durağanlık nosyonu, dünyanın evrenin merkezi olduğu, dünyadaki canlı varlıkların değişmez olduğu, dünyadaki kıtaların sağlam bir şekilde yerlerinde sabit durduğu ve benzeri düşünceleri öngörmektedir. Akışkanlık ve değişim, kendi çevremizdeki dünyayı algılamamızın merkezi durumundadır. Değişim olasılığını kabul etmek ve değişimi bir gözdağından çok bir fırsat aracı olarak görmek, evrim derslerinin dolaylı bir mesajı ve talebidir.
Aşağıdaki diyalog, eğitimcilerin evrim öğretimi sırasında karşılaştıkları bazı problemleri canlandırmakta ve bu türden engellerin üstesinden gelmenin yollarını göstermektedir.

Diyalog: Öğretmenlerin evrim öğretiminde karşılaştıkları zorluklar
Evrim öğretimi, bilim öğretmenleri için ayrı bir zorluk oluşturmaktadır. Öğretmenlerin sağlayabilecekleri destek kaynaklar, evrimsel delilleri iyi bir biçimde belgeleyen; kaliteli bir öğretim programını, yeterli bir hazırlık materyalini ve profesyonel birliklerden sağlanabilecek çeşitli olanakları içermektedir.
Öğretmenler için önemli bir destek ise, diğer öğretmenlerle konuyla ilgili problemleri paylaşmak ve birlikte çözümler üretmeye çalışmaktır. Aşağıdaki canlandırma, bir öğretmen grubunun -bu canlandırmada, kolej düzeyinde büyük bir devlet okulunda çalışmakta olan üç biyoloji öğretmeni vardır- problemleri çözmek ve aralarında bilgi alışverişinde bulunmak konusunda birlikte nasıl çalıştıklarını sergilenmektedir.
Central High School’da derslerin ilk haftasıdır. 3. ders için zil çaldığında fakültenin en yeni öğretmenlerinden Karen, öğretmenler odasına doğru yürürken meslektaşları Barbara ve Doug ile karşılaşır ve onları selamlar.
Doug, ona “ilk günlerin nasıl gidiyor” diye sordu.
Karen ise, “iyi” diye yanıtladı. “Biyoloji I ikinci ders doluydu; fakat herhalde her şey yoluna girecek. Bu arada, Barbara Biyoloji I’in ders programını görmeme izin verdiğin için teşekkürler. Fakat, programda evrim öğretimiyle ilgili bir şey göremedim” diye devam etti.
Barbara, “ benim ders programımda evrim öğretimini göremezsin; çünkü evrim öğretimi ayrı bir konu olarak ele alınmış değil ve ben evrimi dersin tamamı içersinde bir bütünleştirici tema olarak ele alıyorum; bundan dolayı hemen hemen her ünitede evrim olgusu incelenmektedir. İkinci sayfada ‘Yaşamın Tarihi’ isimli bir bölüm ile ‘Doğal Seçilim’ isimli bir bölüm göreceksin. Belirttiğim gibi evrimi ayrı bir başlık altında incelemeye çalışmadım; çünkü evrim konusu biyolojinin hemen hemen bütün diğer konularıyla ilişkilidir” şeklinde cevap verdi.
Doug, “bir saniye Barbara” diye seslendi.
“Bu yeni bir öğretmen için iyi bir tavsiye mi? Yani, evrimin son derece çelişkili bir konu olduğu ve bizim birçoğumuzun tam manasıyla evrim öğretimiyle uzaktan yakından ilişkili olmadığımızı kastediyorum. En azından ben de bu noktada değilim, sen ise bunu başarabilecek durumdasın; çoğumuzdan daha cesursun.”
Barbara, “cesurluk önemli değil Doug” şeklinde karşılık verdi. “önemli olan, öğrencilerin tam anlamıyla biyolojiyi anlamasını sağlamak için ihtiyacımızın ne olduğunu bilmektir. Evrimsiz biyoloji öğretmek, Birleşik Devletlerin kuruluşundan söz etmeksizin vatandaşlık bilgisi öğretmeye benzer” diye devam etti.
“Ancak anlayamadığım, evrimin böylesine önemli olduğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Evrime inanmayan birçok bilim insanı yok mu? Bu mümkün değil mi?”
“Bilimdeki tartışma, evrimin nasıl olduğunun bazı detayları üzerinedir; evrimin var olup olmadığı üzerine değildir. Bilim ve bilim eğitimi örgütlerinin birçoğu, evrim öğretmenin niçin önemli olduğu ile ilgili açıklamalar yapmaktadırlar…”
Karen, “öğrenciyken bir gazete haberi görmüştüm, bir bölge veya eyalet okulu biyoloji ders kitaplarına evrim karşıtı ifadeler koymuştu ve öğrencilerin evrime inanmalarının o kadar da zorunlu olmadığını çünkü evrimin bir gerçek değil sadece bir teori olduğunu ifade etmekteydi. Böylesi bir iddia, yaşamın nasıl başladığı ve nasıl evrildiği hakkında hiçbir somut bilgi içermemekteydi; çünkü bu iddiadan böyle bir sonuç çıkarmak mümkün değildi” diye devam etti.
Doug, ise “Eğer ben evrim öğretseydim, evrimin bir gerçek değil sadece teori olduğunu ifade ederdim” şeklinde karşılık verdi.
Barbara, “tıpkı yerçekimi gibi değil mi?” dedi.
“Hayır Barbara, yerçekimi bir teori değil; bir gerçektir.”
“Hayır, bilimsel açıdan öyle değil. Maddelerin yukarıdan aşağıya düşmesi bir gerçekliktir. Maddelerin niçin böyle davrandığı ile ilgili olan açıklama, yerçekimi teorisini oluşturmaktadır. Bizim problemimiz, açıklamalarla ilgilidir. Sen gerçek ve teori terimlerini günlük dilde kullandığımız şekliyle kullanıyorsun; ancak bizim bu terimleri bilimsel terminolojideki karşılıklarıyla, bilim insanlarının kullandığı anlamda kullanmamız gerekiyor. Bilimde gerçeklik, doğru olduğu kabul edilene veya hükmedilene kadar çok tekrarlanmış olan gözlemlere yapılan bir atıftır. Teoriler ise gerçeklerin nasıl olduğu ile ilgili açıklamalardır. Bu anlamda teoriler, bizim gözlediğimiz olgularla ilgili açıklamalardan ortaya çıkarlar. Öğrencilerin evrim hakkındaki yanılgıları da teoriyi bir tahmin ya da sezgisel bir kanı olarak algılamalarından kaynaklanmaktadır. Ancak evrim, sezgisel bir kanı değil, son derece iyi bilimsel bir açıklamadır.Yani bilimsel bir teoridir.”
Doug, “ Ama evrimin iyi bir teori olduğunu nasıl anlayacağız?” diye sordu; “çünkü evrim hakkında her şeyi bilmiyoruz ki.”
Karen, “Evet doğru” diye karşılık verdi. “Üniversitedeki sınıflarımdan birinde öğrencinin biri, bana fosil kayıtlarında büyük boşluklar olduğu yönünde bir açıklamada bulundu. Bu konuda herhangi bir şey biliyor musunuz?” şeklinde devam etti.
Doug, “Evet Archaeopteryx örneği var” dedi. “bir kuş gibi tüylere sahip olmasına karşın; iskelet sistemi küçük bir dinozorunki gibi. Archaeopteryx başka da eksiğinin olmadığı, eksik bağlantılardan biridir.”
Barbara “Aslında, ilkel balıklar ve amfibiler arasında ve sürüngenler ile memeliler arasında çok iyi geçiş formları bulunmakta, aslında bizim fosil ara formlarla ilgili bilgi birikimimiz oldukça iyi durumda. Ayrıca Doug senin, evrimle ilgili açığa vurduğundan daha fazla bilgiye sahip olduğun yönünde duyumlara sahibim. Niçin evrim öğretmiyorsun?” şeklinde devam etti.
“Çünkü başıma sıkıntı almak istemiyorum. Ne zaman evrim öğretsem, evrimin inançlarına karşı olduğunu ifade eden bir öğrenci ile karşılaşıyorum.”
Barbara, “Haklısın büyük dinlerin birçoğu, evrimin kabulü ile ilgili resmi tavırlar alıyorlar, okulun ortaokul düzeyinde çalıştığım yıllarda arkadaşlarımdan biri, canlı bilimleriyle ilgili bir konuya başlamadan önce, öğrencilerinin rahip, papaz ve hahamların evrim konusundaki görüşlerini almalarını sağladığını ve öğrencilerin çoğunun, gerçekten büyük bir şaşkınlıkla geri döndüğünü; onların din adamlarının evrim konusuna hiç de olumsuz bakmadıklarını öğrendiklerini, böylece sınıfındaki çelişkili havanın ortadan kalktığını ifade etmişti.” şeklinde cevap verdi.
Doug, “onun sınıfında Stanley diye birisi yoktu” diye sözüne devam etti.
Karen, “Stanley kim?” diye sordu.
“Okul idare kurulu üyelerinden birinin oğlu. Onun ailesinin dini görüşleri gayet sabit ve katıdır; eminim ki o, evrim ile ilgili çelişkilerini gidererek geri dönmemiştir.”
“Bu, son derece güç bir durum olabilir; ancak Stanley kendi dini inançlarının evrimi kabul edemeyeceğini söyleyerek sınıfına dönse bile; bir öğretmenin evrim hakkında birçok farklı görüşün olduğunu göstermesi, ona yardımcı olabilirdi. Bu bakış açısıyla, dindar insanlar da evrimi kabul edebilirler.”
“Stanley asla evrime inandırılamaz.”
“Biz konuşurken evrime ‘inanmak’ terimini kullanıyoruz; ama bu kullanım kesinlikle doğru değildir. Evrim olgusu, birçok gözlemle desteklendiği için ancak son derece iyi bir bilimsel açıklama olarak kabul edilebilir. Fosillerden ve biyokimyadan sağladığımız deliller ve bakterilerin belirli ilaçlara karşı nasıl direnç gösterdiği ile ilgili oldukça iyi düzeydeki gözlemlerimiz, bir evrimsel değişimin olduğunu çok mükemmel bir biçimde sergilemektedir. Örneğin insanlar dünyanın güneşin etrafında döndüğü fikrini kabul etmişlerdir; çünkü yapılan birçok farklı gözlem olayın böyle olduğunu ortaya koymuştur. Bilimde, daha iyi bir bilimsel açıklama, her zaman, bir önceki açıklamayı tahtından eder.”
Karen “bu açıklama evrim teorisinin de bir gün daha iyi bir teori tarafından yerinden edileceği anlamına mı gelmekte?” diye sordu.
“Mümkün görünmüyor. Bu durum bütün eski teoriler için geçerli değildir. Çünkü evrim teorisi sürekli test edilmekte, kontrollü deneysel süreçler ve sistematik gözlemlerden sağlanan birçok delil teoriyi sürekli desteklemektedir. Bilim yeni bilgilerle, teorilerini tutarlı hale getirmeye çalışır.”
Doug, “Stanley gibiler hâlâ mevcut ama. Onlar evrim kelimesini duymak bile istemezler.” diye devam etti.
“Stanley’in kız kardeşi ileri biyoloji dersinde öğrencim olmuştu. Evrimle ilgili olarak gereksiz bir telaşın içinde olduğunu hissettiğimde; ona evrim ile ilgili düşünceleriyle değil; ama gerçekler ve kavramlarla ilgili bilgileriyle ilgilendiğimi söyledim. İkna olmuş gibi göründü ve dersten gerçekten de A derecesi aldı” diye karşılık verdi.
Ben hala, “eğer evrim öğretirsen her iki yaklaşımı da öğretmenin iyi olacağını düşünüyorum.”
Barbara, “Her iki yaklaşım derken neyi kastediyorsun” diye sordu. “Eğer hem evrim hem de yaratılışçılık yaklaşımlarını kastediyorsan; ne türden bir yaratılışçılık öğretmeyi istersin? Hem evrim hem de İncil mi öğreteceksin? Budizm veya Amerikan yerlilerinin görüşleri gibi mistik yaklaşımlar ne olacak? İki seçenekli durumdan daha fazla seçenek varsa herhangi iki yaklaşım için karşılaştırmalı iddialar geliştirmek oldukça zordur” şeklinde devam etti.
Doug, “Bir biyoloji sınıfında yaratılış hikayelerinin bütün serilerini öğretemem” dedi. “Sonuçta bu da bir yaklaşım. Değişik inançlara sahip gruplar hoşnut kalacak diye bilimsel eğitim programına farklı inanç sistemleriyle ilgili konular ilave edemeyiz. Ekoloji öğretmek de çevreyi kirletenlerin hoşnut kalmayacağı bir konu değil mi? Biyoloji bir bilim alanıdır ve öğretilmesi gerekenler bilimsel konulardır.”
Karen, “Fakat, Yaratılış Bilimi şeklinde ifade edilen bir şey yok mu?” diye sordu. Ve “Yaratılış, bilimin konu alanına çekilemez mi; yani bilimsel yapılamaz mı?” şeklinde devam etti. “İlginç bir hikaye, Yaratılış Bilimi görüşü, tüm evrenin bundan yaklaşık 10.000 yıl öncesinde bir defada yaratıldığını ifade eden İncil’in Tekvin (Doğuş, Oluşum…vb.) bölümünün yazınsal açıklamasının, bilimsel olarak desteklenebileceğini savunan bir yaklaşımdır.”
“Bu çok olası görünmüyor.”
“Değil. Bilim insanları kanıtları veya belgeleri kontrol ettiler ve onların tekrar tekrar gerçeklenebilir verilerle desteklenmediğini buldular. Daha 1980’lerin başlarında, bir takım iktidarlar, evrim öğretimi sırasında ‘yaratılış biliminin’ de öğretilmesini zorunlu kılacak yasaları geçirdiler. Ama yüksek mahkemeler, eş zamanlı olarak ilgili yasaları, onların asli olarak bilimsel değil de dinsel olduklarını; hiçbir biçimde devlet okullarında bilim eğitimi verilen sınıflarda bilimsel bir gerçeklik şeklinde sunulamayacaklarını beyan ederek reddettiler.”
Karen, “evet, bu durumda ben evrim öğretmek istiyorum, ve senin yaptığın gibi evrimi biyolojinin diğer konularıyla ilişkilendirerek eğitimi gerçekleştirmek istiyorum Barbara. Ama bu şekildeki bir uygulamanın evrim öğretmek için yeterli olup olmayacağından gerçekten emin değilim. Daha fazla bilgi edinebilmem için herhangi bir önerin var mı?” şeklinde devam etti.
“Elbette, sahip olduğum bilgileri senimle paylaşmaktan mutluluk duyarım. Ancak evrim öğretmenin, önemli bir boyutu daha var Karen. Bilimin doğası ile ilgili açıklamalar yaparak evrim öğretmek. Bugün okuldan sonra yarın Biyoloji I sınıfındaki dersimde kullanmak amacıyla bir demonstrasyon denemesi yapacağım. Niçin sen de katılmıyorsun beraber uğraşırız?”
Karen ve Doug tamam diye karşılık verdi. “Peki daha sonra görüşürüz.”

Evrim teorisindeki önemli konular
Çevremizdeki dünya değişmektedir.Bu basit gerçek gözleyebildiğimiz her yerde kendini ortaya koymaktadır. Akarsular her an yüksek yerlerden aşağılara toprak ve kaya parçalarını taşımaktadır. Bakımsız alanlar değişik tohumlarla dolmaktalar.
Diğer değişimler ise, çok geniş bir zaman aralığında değerlendirildiği taktirde algılanabilecek, çok daha yavaş, ama çok daha etkileyici bir biçimde gerçekleşmektedir. Güçlü teleskoplar, tıpkı güneşimizin günümüzden 4,5 milyar yıldan daha fazla öncesinde olduğu gibi; hâlâ galaktik toz bulutlarıyla kaplı yeni yıldızların varlığını ortaya koymaktadırlar. Daha sonrasında kaya, toz ve gaz bulutlarının güneşimizin etrafında dönen; sistemimizdeki gezegenlere yoğunlaşması sırasında dünyamız da kendiliğinden şekillenmiş oldu. İlkel mikroorganizma fosilleri, dünyadaki yaşamın günümüzden yaklaşık 3,8 milyar yıl öncesinde ortaya çıktığını göstermektedir.
Benzer biçimde fosil kayıtları, bu zaman sürecinde gezegenimizde yaşamakta olan canlı çeşitliliğinde son derece derin bir değişimin ve artışın meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Trilobitler, zamanımızdan yüz milyonlarca yıl önce denizleri istila etmişlerdir. Günümüzde yaşayan memelilere ise geçmişte, Tyrannosaurus rex gibi dev sürüngenler hükmetmişlerdi. Gezegenimizde herhangi bir dönemde yaşamış olan türlerin yüzde 99’undan fazlasının artık nesli tükenmiştir. Ya bir türe ait bireylerden hepsi ortadan kalktığı için tür yeni bir tür şeklinde evrimleşmiştir, ya da bir tür popülasyonu, iki veya daha çok yeni türe bölünecek biçimde evrimleşmiştir.
Zaman içinde gerçekleşen bu tarz birikimsel değişimler, evrim terimiyle tanımlanmaktadırlar. Ve bu terim astronomi, jeoloji, biyoloji, antropoloji ve diğer bilim dallarında kullanılmaktadır. Bu belge dünya üzerindeki uzun yaşam tarihi boyunca canlılarda meydana gelen değişimler üzerinde yoğunlaşmakta olup bu olay biyolojik evrim şeklinde isimlendirilmektedir. Antik Yunan’da yaşamın kökeni ve türlerin zamanla değişime uğradığı ile ilgili spekülasyonlar zaten mevcuttu. Günümüzden 2500 yıl öncesinde, bir Yunan filozofu olan Anaximander dünyadaki şekilsiz bir takım oluşumlardan organik bileşiklerin yaratıldığına ilişkin aşamalı bir evrim düşüncesine ve suda yaşamakta olan türlerin karasal türlere değiştiğini öngören modern bir görüşe sahipti. Hıristiyanlığın doğuşu ile Batılılar, çoğunlukla Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların ortak ilk kitabı Eski Ahit’in Tekvin bölümündeki yaratılış açıklamasını benimsemişlerdir.Bu inanca göre Tanrı her şeyi, olduğu gibi sadece 6 günde yaratmıştır. Bununla birlikte bu açıklamanın dışında da açıklamalar mevcuttur. Hıristiyan teologlar arasından Saint Thomas Aquinas (1225-1274), Yerküreye organizma üretme gücünün verildiğini belirtmiş ve türlerin Tekvin’de belirtilen zaman sürecine uygun olarak, ortaya çıktığını yorumlamıştır. 1800’lü yılların başlarında birçok batılı doğa bilimci, organizmaların bir değişim içinde olduklarını speküle etmişler ve özellikle jeolojik araştırmalar, nesli tükenmiş organizmaların fosil kalıntılarından hareketle çok zengin bir hikayeyi ortaya çıkarmıştır. Evrimin gerçekliği ile ilgili bir takım görüşler ileri sürülse de hiçbirisi, bir organizmanın yapısının bir kuşaktan diğer bir kuşağa nasıl değişebildiğinin makul bir açıklamasını yapamadığı için; asla çok geniş bir kabul görmemişlerdir.
Daha sonra 1858 yılında iki İngiliz doğa bilimci -Charles Darwin ve Alfred Russel Wallace- eşzamanlı olarak böyle bir mekanizmayı öngören makalelerini yayımladılar. Her iki bilim adamı da bir türün bireylerinin tamamen özdeş olmadığını ve birçok bakımdan farklılık gösterebildiklerini gözlemlemişlerdir. Örneğin, bazıları çok daha yavaş koşabiliyorken bazıları da farklı renklere sahip olabiliyorlar veya aynı çevreye farklı karşılıklar verebiliyorlardı (Örneğin, insanlar -lise aşamasındaki bir okulun herhangi bir sınıfındaki öğrenciler- birçok böylesi farklılığa sahiptirler). Buna ilaveten her iki bilim adamı da bu farklılıkların birçoğunun, kalıtımsal olduğunu ve gelecek nesillere aktarılabildiğini göstermiştir. Bu sonuçlara bitki ve hayvan yetiştiriciliği yapanların çalışmalarından sağlanan delillerle ulaşılmıştır.
Darwin ve Wallace’ı birçok türün çok fazla sayıda yavru üretmesine rağmen, popülasyon büyüklüğünün genellikle sabit kaldığını görmeleri derinden etkilemişti. İşte bundan dolayıdır ki bir meşe ağacı her yıl binlerce meşe palamudu üretebildiği halde, ancak birazı tam gelişmiş bir ağaç halini alabilmektedir.
Darwin 1830’larda ulaştığı ve Wallace’ın benzer sonuçlara ulaşmasına kadar yayımlamadığı bu düşüncelerini, 1859’da yayımladığı Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni eserinde tüm yönleriyle evrim nitelemesi ile sunmuştur. Darwin, yaşamda kalabilen ve üreyebilen yavrularla, yaşamda kalmayı ve üremeyi başaramayan yavrular arasında farklılıkların olduğunu ileri sürmüştür. Bilhassa, taşıdıkları kalıtsal karakterler bakımından belirli çevresel koşullarda yaşayabilme ve üreyebilme olasılığı daha yüksek olan bireyler, bu tip özelliklerini yavrularına aktarabilmek açısından daha büyük bir şansa sahiptirler. Bu bakış açısına göre; doğa birçok nesil sonrasında belirli çevresel koşullara en iyi uyum sağlamış olan bireyleri seçecektir. Bu süreç Darwin’in doğal seçilim olarak adlandırdığı süreçtir. Darwin aynı zamanda bir popülasyondaki bireylerin çeşitlenmesi üzerinde rol oynayan doğal seçilimin, son derece uzun bir zaman diliminde tıpkı fosillerde olduğu gibi, organizmalardaki bugün gözlemlediğimiz devasa çeşitliliğin nedeni olduğunu ileri sürmüştür.
Doğal seçilimin temel gereksinimi popülasyonlardaki çeşitliliklerse, o zaman bu varyasyonların asıl kaynağı nedir? Bu problem Darwin’i çok rahatsız etmiştir; ancak bazı hipotezler ileri sürse de asla bu problemin tatmin edici bir cevabını verememiştir. Darwin, çağdaşı olan Gregor Mendel’in çözümün önemli bir kısmını ortaya koyduğunu bilmiyordu. Mendel, bezelye varyeteleriyle ilgili çaprazlamalarının sonuçlarını yayınladığı 1865’deki makalesinde, organizmaların özelliklerini, daha sonraları gen şeklinde adlandırılacak olan birbirinden ayrı kalıtım birimleri aracılığı ile kazandığını göstermiştir. Bu kalıtsal özelliklerin ortaya koyduğu çeşitlilikler, doğal seçilimin işlevselliği üzerinde rol oynayan ham materyallerdir.
Mendel’in makalesi, yeniden keşfedildiği ve genetik araştırmalara ilginin artış gösterdiği 1890’lara kadar unutulmuş gibiydi. Ancak doğal seçilim yoluyla evrim ve kalıtım mekanizmalarıyla ilgili yeni bulguları nasıl ilişkilendirilebileceği konusu çok açık değildi. Daha sonra 1930’larda bir grup biyolog genetik araştırmaların sonuçlarının evrim teorisini nasıl destekleyeceğini ve bu sonuçların teori ile nasıl ilişkilendirilebileceğini ortaya koydular. Bu biyologlar gerek büyük gerekse küçük düzeydeki varyasyonların tamamının genlerdeki değişim veya mutasyonlardan kaynaklandığını göstermişlerdir. Eğer bir mutasyon bir organizmanın daha etkili bir biçimde yaşamda kalmasını veya üremesini sağlıyorsa, bu tip mutasyonlar doğal seçilim yoluyla popülasyonda saklanır ve popülasyonun tamamında baskın duruma gelirler. Bundan dolayı evrimin hem genetik mutasyonlara hem de doğal seçilime bağlı olduğu görünmektedir. Mutasyonlar bol miktarda genetik varyasyon yaratırken, doğal seçilim ise yararlı değişimleri zararlı olanlardan seçip ayıklamaktadır.
Uygun tür çeşitlerinin (varyete) doğal süreçler tarafından seçimi, türsel farklılıkların coğrafik nedenleriyle ilgili birçok gözlemi açıklamaktadır. Örneğin, aynı kuş türüne ait üyelerin dağılım alanlarının kuzey bölgelerinde niçin daha büyük ve daha koyu renkli ve yine güney bölgelerdeki üyelerin niçin daha küçük ve açık renkli olduğunu doğal seçilim açıklama gücüne sahiptir. Bu durumda farklılıklar, ormanlık ve soğuk bölgelerde boyut büyüklüğü ve koyu renklenmenin sağladığı üstünlükler ile açıklanabilir. Ve eğer bu tür, bölgenin tamamını devamlılık gösterecek biçimde işgal ediyorsa, o zaman açık renk ve küçük boyut karakterlerini belirleyen genler, popülasyonun kuzeydeki ucuna da aktarılabilirken; Bu durumun tam tersi olarak, bu tarz tür içi özelliklerin, birbirinden üreme bakımından yalıtılmış olan farklı türlere aktarılması engellenmektedir.
Yeni bir türün nasıl oluştuğu, genetikle ve hayvan ve bitkilerin coğrafi dağılımı ile ilgili bilgiler ortaya koyulana kadar biyologlar için bir gizemdi. Sonuç olarak yeni bir türün oluşmasındaki en önemli kaynak, gen akışı için engel oluşturabilecek coğrafik izolasyon süreçleridir. Bu süreçlerle ilgili ilk akla gelen örnekler olarak, büyük bir dağ silsilesinin dağılım alanının arasına girmesi veya dağılım alanında alanı bölen bir çölün oluşması, gerekli olan yalıtımı sağlayabilecek faktörlerdir.
Başka koşullar veya durumlar da yeni bir türün şekillenmesinde etkili olabilir. Bir kolunun yalıtılmasını sağlayacak biçimde zamanla akış yönü değişen bir nehirdeki balık popülasyonu veya sahip oldukları popülasyonlar arasında çok nadir gen değişimi olabilecek kadar birbirlerinden ve anakaradan uzaklaşmış okyanus adaları bu koşullar için birer örnektirler. Bu oluşumlar, üreme engelleri yaratarak; doğal seçilimin etkisiyle aynı türe ait popülasyonların birbirlerinden farklılaşmasına izin veren ideal koşulları meydana getirmektedirler. Bir süre sonra bu farklılaşma öylesine bir boyuta ulaşır ki bir zamanlar aynı türün popülasyonları olan bu gruplar tekrar bir araya gelseler de artık birbirleriyle üreme ilişkisi gerçekleştiremezler. Bu olay, üreme bakımından yalıtımdır (reprodüktif izolasyon).
1950’lerde evrim çalışmaları yeni bir evreye girmiştir. Biyologlar, organizmalardaki proteinlerin tam moleküler yapısını, yani belirli bir proteini oluşturan aminoasitlerin gerçek dizilimlerini (sekanslarını) belirleyebilmeye başlamışlardı. Hemen yakın bir zamanda farklı türlerde aynı işlevselliğe sahip belirli proteinlerin, çok benzer aminoasit dizilimlerine sahip olduğu açığa çıktı. Proteinlerden sağlanan deliller, gezegendeki organizmaların ortak bir evrim tarihine sahip olduğu fikriyle tamamen uyum içindeydi. Hatta daha önemlisi, bu bilgiler evrim tarihi hakkında fosil kayıtlarından elde edilemeyen önemli ipuçları sağlamışlardır.
1953’te Francis Crick ve James Watson tarafından DNA’nın yapısının keşfedilmesi, evrim çalışmalarına oldukça temel bir katkı sağlamıştır. DNA’daki kimyasal baz dizilimleri, hem proteinlerdeki aminoasit dizilimini hem de hücrelerdeki protein sentezini belirler. Bu bakımdan DNA evrimdeki değişimin ve devamlılığın asıl kaynağıdır. Baz dizilimlerinde oluşan nadir değişimler ve yeni baz dizilimleri nedeniyle DNA’nın yapısal modifikasyonu, yeni özelliklerin ve böylece evrimsel olarak yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olur. Aynı zamanda bütün organizmalar, DNA baz dizilerinin protein aminoasit dizilerine dönüşümünde aynı moleküler kodları kullanırlar. Biçimsel benzerlik, organizmaların akrabalığı için çok güçlü bir delildir. Bu yaklaşım, şu anda yaşamakta olan tüm organizmaların, gezegenimiz üzerindeki yaşamın kökenlerinin geçmişteki izlerini açıklayabilen bir ortak atayı paylaştıklarını ileri sürmektedir.
Öğrenciler arasındaki ortak bir kavram yanılgısı, bir türe ait bireylerin, özelliklerini çevreye bir karşılık veya cevap vermek amacıyla değiştirdiği biçimindedir. Başka bir ifadeyle öğrenciler çoğunlukla, çevrenin, organizmalar üzerinde daha sonra kalıtım aracılığı ile yavrularına aktarabilecekleri bazı fiziksel değişimlere neden olduğunu düşünmektedirler. Ancak doğal seçilim, sadece herhangi bir neslin önceden beri çoktan taşımakta olduğu genetik varyasyonlar üzerinde etkisini gösterebilmektedir ve bir genetik varyasyon da, rasgele olup, bir popülasyonun veya bir organizmanın gereksinimlerine karşılık olarak meydana gelmez. Bu anlamda, Francois Jacob’un yazdığı gibi, evrim, “ufak tefek kusurları rasgele düzeltmekle görevli bir tamirci olup; bir mühendis değildir.” Evrim, yeni organizma türleri tasarlamaz; daha ziyade yeni bir tür, organizmalarda çoktan mevcut olan doğal genetik varyasyonlardan ortaya çıkmaktadır.
Genetik varyasyon rasgeledir; ancak doğal seçilim değildir. Doğal seçilim bir türe ait bireylerin taşıdığı gen kombinasyonlarını dener veya kontrol eder ve türe yaşamda kalma ve üreme yönünden en büyük üstünlüğü sağlayan genlerin çoğalmasına izin verir. Bu anlamda, evrim sadece basit bir rasgele şans dizisinin ürünü değildir.
National Academy of Science’ın (NAS) yayımladığı Bilim ve Yaratıcılık isimli kitapçıkta evrimin bir tarihi süreç biçiminde oluştuğu ve bugün de hâlâ devam ettiği, herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, göz ardı edilemez birçok delilden de faydalanılarak özetlenmektedir. Kısacası:
1) Geçmişe doğru gittikçe artan bir yaş serisine sahip kayalar içinde bulunan fosiller, günümüzden milyarlarca yıl önce yaşamış tek hücreli organizmalardan Homo sapiens’lere kadar yaşayan tüm organizmalar arasındaki akrabalık ilişkisini belgelemektedir. Günümüzden daha yakın geçmişe ait fosiller, günümüzde yaşayan organizmalara yakından benzerlik göstermekte; oysa günümüzden daha uzak geçmişe ait olan fosiller, zamanla oluşan değişimi kanıtlarcasına adım adım farklılaşmaktadır.
2) Farklı organizma çeşitleriyle ilgili titiz olmayan bir inceleme bile, türler arasındaki göz alıcı benzerliği algılamamıza neden olur. Anatomistler, organizmalar arasındaki böylesi benzerliklerin sadece yüzeysel olmayıp, daha detaylı anatomik benzerliklerin olduğunu da keşfetmişlerdir. Örneğin: Bütün omurgalı hayvanlar, balıklardan insanlara kadar, parçalı ve arka tarafları boyunca ortası boş bir yapının içinde uzanan; temel bir sinir kordonuyla karakterize edilen; ortak bir vücut planına sahiptirler. Bu yapısal ortaklıklar için, en geçerli bilimsel açıklama, bütün omurgalıların ortak bir atasal türden köken aldığı ve bir evrimsel süreç dahilinde farklılaştığı şeklindedir.
3) Geçmişte, evrimsel ilişkiler, sadece yaşayan organizmalarla ilgili anatomi, fizyoloji ve embriyoloji gibi genetik bilgi ardıllarına bakılarak ortaya konulabiliyordu. Ancak, moleküler biyolojinin ortaya çıkışıyla her bir organizmanın DNA’sında yazılı olan evrim tarihinin okunabilmesi mümkün olmuştur. Bu bilgi türü, organizmalar için daha detaylı bir evrim ağacı oluşturulmasına izin vermiştir. Örneğin, organizmalar arasındaki DNA sekansları karşılaştırılması, fosil kayıtlarından sağlanamayan birçok evrimsel olguyla ilgili delillerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Evrim, yukarıda özetlenen birçok kapsamlı gözlem dizisi ile ilgili tek akla uygun bilimsel açıklamadır. Rasgele genetik varyasyon ve doğal seçilim yoluyla evrim kavramı, birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen devasa gözlemler yığınının farkına varılmasına da katkı sağlamaktadır. Günümüzde yaşayan organizmaların bundan önceki daha eski yaşam formlarından evrilmediğini veya insan türünün, kendi dışında kalan canlılar dünyasına uygulanan evrimsel mekanizmalar tarafından oluşturulmadığını savunan görüşlerin bilimsel olarak desteklenmesi olası değildir.

NOT: Bu makale, National Research Council – NRC (1998)’de, “Teaching About Evolution and The Nature of Science” adıyla yayınlanmıştır.