Ana Sayfa Dergi Sayıları 53. Sayı ‘Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor’

‘Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor’

En ilginç deliler, takıntılı delilerdir. Yaşamlarının bir noktasında takılmışlardır ve bozuk plak gibi aynı şeyi tekrar ederler. İşte benim böyle bir tanıdığım vardır. Gün boyunca mahallenin en işlek caddesinin bir ucundan diğer ucuna gider gelir ve yakaladığına hep aynı şeyi söyler: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!” Bir keresinde sordum: “Ne değişiyor üstadım?” Boş gözlerle bana baktı. Yoksa acıyarak mı?.. Ve tekrar etti: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!” Yürüdü gitti. O delinin “zaman” olduğunu düşünürüm.

57
0

Eskiler “her köyün bir delisi vardır” derlerdi. Doğrudur. Köyün delileri saygın kişilerdir. Yabancılar değil belki ama, köyün sakinleri, kendi köylerinin delisine büyük saygı gösterirler.
Sanırım 1990 yılıydı, Zonguldak’taki büyük madenci yürüyüşüne katılmıştım; hani şu gözünü Ankara’ya dikip yollara düşen on binlerce baldırıçıplağın yürüyüşü. En önümüzde bir deli yürüyordu. Yerli yersiz bağırıp çağırıyor, bazen kendini dağlara vuruyor, bazen ağaçlara tırmanıyordu. Yürüyüşün liderlerinden birkaçını tanıyordum. Onlara, bu delinin en önde yürümesine neden izin verdiklerini sordum. “Yürüyecek” dediler, “o bizdendir”. Sonra kısaca öyküsünü anlattılar. Meğerse, o deli bir zamanlar aklı başında bir adammış. Bir grizu patlamasında yanındaki bütün arkadaşları ölmüş, o kurtulmuş, ama o gün bugündür aklını yitirmiş. İşte bunun için “o bizdendir”. Sustum… Üç gün sonra yürüyüş iktidarın barikatına toslayıp madenciler dönmek zorunda kaldığında, dönüş yolunda o deliyle tekrar karşılaştım. Yere kapaklanmış hüngür hüngür ağlıyordu. O sahne gözümün önünden gitmez. Bizim deli (üç günün sonunda artık ben de “bizim” diyebilirdim), hepimizin yapmak isteyip de yapamadığını yapabilme özgürlüğüne sahipti. Deliler bu anlamda özgürdürler ve saygın kişilerdir.
Devrimci bir partinin yöneticisi olan bir arkadaşımın da deliler üzerine teorileri vardı. Bir partideki deli sayısı ile partinin devrimciliği arasında doğru orantı olduğunu söylerdi. Rahmetli nüktedan adamdı, “Neden?” diye sorduğumda, “Yoksa ne işi var böyle bir partide, deli mi ne!” diye yanıt vermişti. Nur içinde yatsın, o da partideki deli oranını artıranlardandı; tabi aynı zamanda en saygın kişiler arasında önde gelendi.
Fakat en ilginç deliler, takıntılı delilerdir. Yaşamlarının bir noktasında takılmışlardır ve bozuk plak gibi aynı şeyi tekrar eder dururlar. İşte benim böyle bir tanıdığım vardır. Gün boyunca mahallenin en işlek caddesinin bir ucundan diğer ucuna gider gelir ve yakaladığına hep aynı şeyi söyler: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!”
Önceleri şaşkın şaşkın suratına bakar, geçip giderdim. Bir keresinde sordum: “Ne değişiyor üstadım?” Boş gözlerle bana baktı. Yoksa acıyarak mı?.. Ve tekrar etti: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!” Yürüdü gitti.

***

O delinin “zaman” olduğunu düşünürüm. Sanki bu yaşıma ve bunca deneyimime karşın benim vakıf olamadığım bir şeyi kavramıştır, daha doğrusu o şeyin kendisi olmuştur ve uyarmaktadır bizim gibileri: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!”
Sıradan insanlar da değişimi kavrayabilirler. Örneğin bundan 10 sene önce cep telefonu yoktu. Şimdi düşünebiliyor musunuz kendinizi cep telefonsuz. Çok değil 25 sene önce de bilgisayar yoktu… 40 sene önce televizyon yoktu… Bunlar hızlı ve normal insanlarca kavranabilir değişimlerdir. Ama bizim deli, belli ki “yavaş yavaş” değişen şeyleri de kavramıştır; işte bu kolay değil…
Herakleitos’un ırmağında akıp gidiyoruz. Ama mesele akmak değil ki. Mesele, nehrin yatağını kavramak. Ve mümkünse o yatağı değiştirmek… Engels, “özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır” demişti. Marx, Engels’i geliştirdi: “Kavramak yetmez, değiştirmek gerekir”. Çoğumuz kavrayanların değiştireceğini sanır, ama bu önerme aslında baş aşağı durmaktadır. Marx ve Engels birlikte şu sonuca vardılar: Değiştirenler kavrar!
Ama bu da yeterli mi? Değiştirmek ile kavramak arasındaki çelişkinin çözülmesi gerekir. Heisenberg de bu konuya kafayı takmış ve “Belirsizlik İlkesi”ni ortaya atmış. Peki, çözebilmiş mi? Ortaya atıldığından beri tartışılan bir ilkedir bu. Örneğin Einstein’ın kafası hiç basmamış ve azarlamış kuantumcuları: “Ben onu bunu bilmem. Tanrı zar atmaz kardeşim!” Tabi Einstein, “zaman”ın da bir boyut olduğunu kanıtlayan kişi. Üç boyutlu Newtonyen bir dünyada yaşayıp da zamanın bir boyut olduğunu kavrayabilmek ne kadar zor… Ama belki de değişimin anahtarı burada. Bizim deli, belki bunu anlatmak istiyordur: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!” Bu nedenle o delinin “zaman” olduğunu düşünürüm.

***

Bilimin yetmediği yerde sanat devreye girer. Bilim daha karizmatik, ama sanat daha cesurdur. Bilimin, karizmasının çizileceği korkusuyla giremediği ücra köşelere sanat böyle bir kaygı taşımadan girer ve bilimin yolunu açar belki de.
Örneğin Aragon’un sevgilisi (mi?) Elsa’ya yazdığı o dize: “Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Zaman sensin”. Yıllar, yıllar ve yıllar önce (işte yine zaman) ben de bu dizeyi bir kadına hediye etmiştim, ama korkmuş, ağır gelmiş, alamamıştı. Kim bilir, belki bir gün gelir alır (yine zaman).
Aragon acaba ne demek istemiştir? Sevgili, sır ve zaman… Bizim deli, bu üç kavram ile aynı anda karşı karşıya gelmiş olmasın? Bu yüzden delirmiş (takılmış) olmasın? Belki de çözüme ulaştığı noktada delirmiştir (takılmıştır) ve bize bu çözümü bıkıp usanmadan tekrarlamaktadır: “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!”
Aragon gelmiş geçmiş en büyük şairlerden biri. Ama sanırım o da çıkamamış işin içinden. “Zaman”dan korkmuş… Çünkü şiir şöyle bitiyor: “Sana büyük bir sır söyleyeceğim. Korkuyorum senden”. Ah, neden hem Einstein hem de Aragon olamıyor insan? İlle delirmek mi gerek? İlk üç boyutu yitirmeden dördüncü boyut kavranamaz mı?

***

“Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!” Yoksa bizim deli büyük bir devrimci mi? Bir tarihsel devrimci… On bin yıllık bir yükün altına girmiş (ve bu yüzden delirmiş) olmasın? Yavaş yavaş değişen şeyleri değiştirmenin öznesi olabilmek değil midir gerçek devrimcilik?
Değiştiren insan, aslında neyi değiştirdiğini nasıl kavrayacak? Bir birey olarak bunu kavramak belki de olanaksız. Ama yine de tarihte bazı bireyler var ki, toplumsallaşmanın ötesine geçip, nispeten zamanlaşabilmişlerdir. Örneğin Rousseau. Büyük Fransız Devriminin büyük filozoflarından, “bir dakika” demesiyle ayrılmıştır. O belli belirsiz “bir dakika”, önce şaklaban Marat’yı, sonra erken öten horoz Babeuf’u, sonra geleceğe çocukça sıçramaya çalışan Saint Simon’u ve sonra da süreci toparlayan Marx’ı yaratmıştır belki de… Değiştirirken, kavramayı da unutmamak gerek… Kavramanın önemini en iyi değiştirenler bilir. Örneğin gelmiş geçmiş en büyük devrimci pratisyenlerden olan Lenin, “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” demiştir. Hızlandığınız zaman, altta yavaş yavaş akıp giden gerçek süreci unutmayın demek istemiştir en hızlılarımızdan olan Lenin.
İşte bizim deli hızı yaratan temeli vurguluyor belki de. Yatağı anla ki akışı yönlendirebilesin… “Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor!” Devrim yaparken, aslında neyi devirdiğini sezmek… Tarih yaparken tarihi yazabilmek… Ancak en büyük devrimcilerin (delilerin) başarabileceği bir şeydir herhalde bu. Tarih olmak (daha doğrusu gelecek olmak)…

***

Bizim deli, bende bunları düşündürdü. Bunlar belki de benim hüsnü kuruntum. Belki çok daha basit bir şeyi vurguluyordur bizim mahallenin delisi. Hiç kimse bilemez. Bütün bunları ona sorabilirsiniz. Ben sordum. Hep aynı yanıtı aldım:
“Galiba yavaş yavaş bir şeyler değişiyor”
Sizce?