Ana Sayfa 115. Sayı Bir dalda insan, bir dalda şempanze

Bir dalda insan, bir dalda şempanze

1224

İnsan ve şempanze genomu ilginç bulgular ortaya çıkarıyor. İnsan genlerindeki değişiklikler sanıldığı gibi sadece deterministik süreçlere değil ciddi biçimde rastlantısallığa da dayanıyor. İnsanın kendisini hayvanlardan çok ayrı bir canlı olarak görmesi biyolojik olarak doğru değil. Varlığımızı bir erekselliğe değil de rastlantısallığa borçlu olduğumuza inanmakta zorluk çekiyoruz. Ancak böylece doğa üzerinde kurduğumuz baskının haklı olmadığını, yaşam ağacının en tepesinde değil de yalnızca yeni çıkmış, taze yan dallarından birinde olduğumuzu bir gün gerçekten anlayabiliriz.

İnsan (Homo sapiens) ve şempanzelerin (Pan genusu) yakın akraba oldukları, hatta şempanzelerin, insanın, günümüzde yaşayan en yakın akrabaları olduğu tüm bilim çevrelerince kabul görür. Peki, ama bu iki yakın tür büyük yaşam ağacının neresinde bulunur? Homo ve Pan genuslarının dâhil olduğu Primat takımının temel özellikleri nedir? Bir canlının primat grubuna girmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekir? İnsanın genetik olarak şempanzeye % 98 benzemesi ne anlama gelir? Aradaki % 2’den az fark nerelerdedir? İki tür arasında yapılan karşılaştırmalar bugün bizlere insan genomunu anlamak bakımından ne gibi avantajlar sağlayabilir? Yazı bu sorulara cevap arayacak, bunu yaparken de bu iki türün filogenetik ağaç üzerindeki konumunu betimlemek adına, filogenetik ağaç üzerinde kısa bir yolculuk yapacak.

Filogenetik ağacın dalları arasında bir gezinti

Yazı boyunca ele alınan bu iki genusun büyük yaşam ağacının neresinde bulunduğunu açıklarken, bu çok dallanmış ağaca en uzaktan bakarak, gittikçe asıl konu edinilen dallara yaklaşmak daha sağlıklı olacak. Elbette filogenetik ağaç, yalnızca taksonomik sınıflandırma demek değildir, canlıların akrabalık derecelerine göre oluşturulmuş grupları belirlemekle birlikte, hangi canlı grubunun hangi ortak atayı paylaştığı, bu ortak atadan hangi grupların türediğini de ifade eder. Filogenetik ağaç oluşturmak çok sayıda araştırma, pek çok morfolojik, genetik karşılaştırma ve istatistiksel analiz gerektiren oldukça meşakkatli bir iştir.

Filogenetik ağaç günümüzde -3 domain sistemine göre- Eukaryota, Bakteria ve Archea olmak üzere üç temel gruba ayrılır. Bu sistem, canlıları önce canlılığın temel birimi olan hücre yapılarına göre ayırır. Buna göre Bakteria ve Archea, hücrelerinde çekirdek barındırmayan ve tek hücreli organizmaların bulunduğu iki büyük gruptur. Eukaryota ise çekirdekli, daha büyük ve karmaşık hücrelerden meydana gelmiş canlıları bulundurmakla birlikte tüm çok hücreli organizmalar da bu gruba dahildir. İnsanların içinde olduğu Hayvanlar Alemi (Animalia), bitki ve mantarların yanı sıra toplam 9 farklı büyük sistematik grubu ile birlikte Eukaryota içinde yer alır.

Animalia içinde, ilkel omurgalılarla birlikte, notokord bulunduran 60.000’i aşkın türü kapsayan Chordata şubesine dahil olan Homo sapiens, diğer yüzlerce omurgasız grubu ve milyonlarca türle bu alemi paylaşır. Chordata içinde ise omurgalılar alt şubesi içinde yer alır ve Tetrapoda (Dört üyeliler) üst sınıfına dâhil ediir. Bu üst sınıfta yer alan 4 sınıftan [Amphibia (Amfibiyenler), Reptilia (Sürüngenler), Aves (Kuşlar) ve Mammalia (Memeliler)] biri olan memeliler ise 30 takıma ayrılır. Primatlar ise bu 30 takımdan biridir. Bu oldukça kısaltılmış betimlemeden anlaşılacağı (ortak ataya işaret eden pek çok başka üst ve alt taksonomik basamak atlanmıştır) gibi, Filogenetik Yaşam Ağacı üç ana daldan sonra yüzlerce dala, bu dallar da milyonlarcasına ayrılmakta, insan ise tüm diğer türler gibi bu büyük çeşitliğin ve dallanmanın içinde bir nokta olarak bulunmaktadır. Bu olgu bize aynı zamanda evrimin çoğunlukla lineer bir gidişatının olmadığını (bkz. Şekil 1) yani evrimin düz bir çizgi halinde seyretmediğini, aksine sürekli dallanmalar yaparak (bkz. Şekil 2) sonsuz bir çeşitlenmeye ortam hazırladığını da gösterir.

Şekil 1
Lineer evrimin sembolik gösterimi. Elips şeklinde ve koyu mavi olma özelliklerine sahip A türü, zaman içinde yuvarlaklığını kaybetmiş, önce kenarları olan ve daha açık renk mavi renge sahip B türüne, sonrasında tümüyle biçim değiştirmiş, köşelere sahip dikdörtgen biçimli ve uçuk mavi renkli C türüne dönüşmüştür. Elbette burada tür olarak gösterilen tek bir birey de değildir! Değişim ancak populasyonun büyük bir kısmında gerçekleştiğinde evrimsel değere sahiptir.
Şekil 2
Dallanarak türleşmenin sembolik gösterimi. Doğadaki pek çok tür çoğunlukla ortak bir atadan iki ya da daha fazla sayıda türün çatallanmasıyla meydana gelmiştir. Şekilde de görüldüğü gibi A türü hem elips olma hem de dikdörtgen olma potansiyeline sahiptir. A türünün populasyonu doğal veya yapay engeller nedeniyle ikiye bölünmüş, böylece bu iki alt grup zaman içinde değişerek sonunda iki farklı tür haline gelmişlerdir. İnsan evrimi de bu şekilde açıklanmaktadır. Bu bakımdan insan, günümüzde yaşayan şempanzelerden gelmiş değildir, onlarla ortak bir ata paylaşmaktadır. Yani ne tümüyle günümüz şempanzelerine ne de tümüyle insana benzeyen bir atadan iki farklı tür ortaya çıkmıştır.

Primat nedir, ne değildir?

Primat takımının hangi üst taksonomik gruplarda yer aldığı kabaca tasvir edildi. Primatlar ve temel özellikleri ise bu yazının ana konusunu oluşturuyor. Böylece bu takım içinde yer alan taksonomik gruplardan da basitçe bahsedilerek, Homo ve Pan genuslarının filogenetik ağaç üzerindeki yerlerinin belirlenmesine devam edilecek.

Primat imgesi insanda sadece kuyruklu maymunlarla kuyruksuz insansı maymunlara mensup birkaç türden oluşsa da bu oldukça yanlış ve eksiktir. Primatlar, 30 gramlık Madam Berthe fare lemurundan 200 kilogramlık dağ goriline, yüksek çeşitliliğe sahip bir memeli takımıdır. Homo sapiens haricinde çoğunlukla ekvatora uzak olmayan, ılıman bölgelerde dağılım gösteren primat takımı, Antarktika ve Avustralya kıtaları dışında her kıtada bulunur; yağmur ormanlarından, savanalara pek çok farklı habitatta yaşayan türler içerir. Bununla birlikte daha soğuk habitatlara yerleşmiş primat türleri de mevcuttur. Kar maymunu olarak da anılan Japon makakları -20 ºC’ye kadar dayanabilen, ılıman ve soğuk ormanlardan dağlık bölgelere dek yayılım gösteren bir primat türüdür.

Bir canlının primat olarak adlandırılabilmesi için belli morfolojik özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler kabaca şu şekilde sıralanabilir:

– Ön ve arka üyelerin her birinde 5 parmağın bulunması.

– Parmakların karşısına getirilebilen el ve ayak başparmaklarının varlığı.

– Parmaklarda yassı tırnakların bulunması.

– Parmakların uçlarında hassas dokunma tabanlarının bulunması.

– Göz çukuru çevresinin kemikle çevrelenmiş olması.

– Hemen her yönde hareketi sağlayan omuz eklemleri.

– Diğer pek çok memelide görülen uzun, çıkık burnun daha kısalmış ve basıklaşmış olması.

– Yüzün yassı bir yapı kazanmış olması.

– Gözlerin başın yan taraflarındansa ön tarafında konumlanmış, bu özelliklerle birlikte koku duyusunun önemini yitirmiş, görme duyusunun önem kazanmış olması.

– Stereoskopik görüşle birlikte kompleks bir görme duyusunun kazanılması, keskin ve renkli görüşün bulunması.

– İyi gelişmiş bir cerebellumun bulunması.

– Özellikle daha gelişmiş primatlarda görülen, vücut büyüklüğüne oranla büyük bir beynin bulunması.

– Gelişmiş serebral korteksin farklılaşmış, Lobus occipitalis’in gelişmiş olması.

– Primitif memelilere kıyasla azalmış diş sayısı.

– 3 tip dişin bulunması.

– İyi gelişmiş bir çekumun (kör bağırsak) bulunması.

– Göğüs bölgesinde bulunan iki süt bezinin bulunması.

– Diğer memelilere kıyasla doğum başına daha az yavrunun görülmesi (Genelde gebelik başına bir yavru).

– Uzun gebelik ve gelişme dönemi.

– Torsoyu dik tutmaya yönelik duruş ve bipedalizme eğilim.

Yukarıda değinilmiş tüm özellikler tüm primatlarda bulunur, buna Homo sapiens ve Pan genusu da dahildir. Elbette sayılmış olan bu özellikler çoğunlukla primatlara özgü, diğer canlı gruplarında pek karşılaşılmayan özelliklerdir, fakat evrimsel bakımdan önemi olan birkaç özelliğe ayrıca değinilmesi gerekiyor.

Parmaklar ve başparmak

Parmakların karşısına getirilebilen başparmakların bulunması, özellikle ağaçlarda yaşamaya adapte olmuş bu canlı grubu için hayati önem taşır. Hemen hemen tüm primatlarda (Homo sapiens hariç) hem ön hem de arka üyelerde bulunan bu özellik sayesinde kavrayış gelişmiş, dallar arasında gezinmek ve predatörlerden kaçmak kolaylaşmıştır.

Ön ve arka üyelerde ortaya çıkan bu özellik Homo sapiens’in gelişiminde de önemli bir temel arz eder. Alet yapma becerisi varlığını zihinsel olduğu kadar bu morfolojik özelliğe de borçludur. Homo sapiens’i diğer türlerden ayırdığını söyleyebileceğimiz büyük beynin gelişmesi pek çok etmene bağlı olmakla birlikte, ellerin ince işlerde kullanılmasının gerekliliği de bu gelişimin önemli bir parçasıdır.

Görmenin evrimi

Görme yetisi filogenetik olarak çok uzun zaman öncesine dayanmakla birlikte bugün insanlar gözün “mükemmeliğine” ve karmaşıklığına bakıp şaşırmaya devam ediyorlar. Özellikle insan gözünün mükemmel olduğu ya da böylesi karmaşık bir yapının ancak akıllı tasarım ürünü olabileceğini düşünenler yanılıyorlar. Çünkü insan gözü karmaşık yapısına karşın evrimsel süreçteki bazı “geri dönülemez” noktalar nedeniyle bazı hatalara, daha düzgün ifade etmek gerekirse yer yer “verimsiz” bir düzenlenişe sahiptir.
Gözün evrimi tek başına bir yazı dizisi konusu olabilecek kadar ayrıntı içeren, uzun bir olgudur. Burada çok basit bir şekilde gözün evriminden, insana gelene kadar geçtiği süreçlerden kısaca söz etmek daha uygun olacaktır.

Bugün göze sahip canlıların hepsinin ortak bir atadan geldiği pek çok bilim çevresi tarafından kabul edilir. Bu görüş de tüm göze sahip canlılarda bulunan ve göz gelişimiyle doğrudan bağlantılı olan, PAX6 olarak adlandırılmış ortak bir genin varlığına dayandırılır. Buna göre ilkin göz 540 milyon yıl önce ortaya çıkmış, o zamandan bu yana birbirinden farklı çeşitli göz biçimlerine evrilmiş, kimi taksonomik gruplarda ise körelmiştir.

Çok uzak akrabalar olsalar da yumuşakçalar ve omurgalılar paralel evrim geçirerek oldukça benzer gözlere sahip olmuşlardır. Bu gözlerin ortak atada bulunmadığı ise kesindir. Çünkü göz yapısında ve kornea kristallerindeki farklılıklar bir zamanlar var olmuş ortak atada böyle bir gözün bulunmadığına, bu iki farklı gruba ait türlerin zaman içinde benzer adaptasyonlar geçirmeleri yüzünden benzer biçimde gelişmiş bir göze sahip olduklarına işaret eder.

Göz hayati bakımdan önemli, dolayısıyla da sürekli doğal seçilim altında kalan bir organ olduğu için pek çok hayvanda oldukça gelişmiştir. Kimi balıklar, böcekler ve kuşlar insan gözünün göremediği dalga boylarını görebilir. Bunun nedeni retinalarında insandan daha farklı ya da daha fazla tipte koni hücreleri içermeleridir. Koni hücreleri göz retinasında bulunan ve farklı dalga boylarını algılayarak beyne sinyaller gönderen hücrelerdir. Her koni hücresi, elektromanyetik spektrumun belli bir aralığında yer alan dalga boylarını algılar. Homo sapiens’in de dahil olduğu insansı maymunlarda, kimi yeni dünya maymunlarının dişilerinde ve havlayan maymunlarda (Alouatta) bu 3 tipte koni hücresi de bulunur ve buna “trikromasi” denir. Primatlarda görülen bu trikromosinin kökeni omurgalı atalarında bulunan görme pigmenlerine dayanır. Nitekim balık ve kuşlarda dört tip koni hücresi bulunur, yani tetrakromattırlar. Primatlarda olmayan bu dördüncü koni hücresi morötesi ışınları algılar. Plasentalı memeliler evrimsel süreçte iki tip koni hücresini kaybetmiştir ve bu nedenle de trikromat veya tetrakromat hayvanlar kadar iyi renk ayırt edemezler. (Bu durum renk körü kişilerinkine benzer. Koni hücrelerinden biri eksik olan kişiler de o koni hücresinin sorumlu olduğu dalga boylarını ifade eden renkleri algılamakta zorlanır.)

Plasentalı memelilerde görülen koni tipindeki azalma, bu grupta görme yetisinin önemini yitirip, koku duyusunun önem kazanmasıyla ilişkilendirilir. Bununla birlikte plasentalı memelilerden olan primatlarda neden yeniden trikromasi ortaya çıkmıştır? Özellikle evrimsel süreçte daha sonradan ortaya çıkan bu özellik neden bu kadar önemlidir? Bunun yanıtı basittir. Çünkü renkli görme daha besleyici olan taze yaprakları ve olgunlaşmış meyveleri yanlarına yaklaşmak zorunda kalmadan tespit etmeyi sağlar. Bu bakımdan hayati önem taşır ve üçüncü tip koni hücresinin oluşumuna neden olmuş mutasyon yüksek doğal seçilim baskısıyla tür içinde hakim duruma geçmiştir.

Havlayan maymunlarda (Alouatta) üç tipte koni hücresi (gözün retina tabakasında yer alan bir hücre) bulunur ve buna “trikromasi” denir.

Bununla birlikte renk algısı yalnızca gözde olup bitmez, gözden gelen veri beyinde belli işlemlerden geçirildikten sonra “iyileştirilmiş” olarak algılanır. Elbette görmenin iyiliği yalnızca çok sayıda renk ayırt edebilmenin dışında uzaklık ve derinliği kavramaya da bağlıdır. İki gözün tam ortasında duran nesneler dışında, her bir göz o nesneye farklı açılardan bakar ve bu farklı açılardan gelen veriler beyinde işlenerek derinlik algısı oluşturulur. Elbette yerden yüksekte, ağaçlarda yaşam süren primatlar için stereoskopik görüş olarak adlandırılan bu durum da hayati bir önem taşır ve bu görüşün ortaya çıkışı da doğal seçilimle önemli bir biçimde desteklenmiştir. Beyinde görsel verilerin işlendiği yer Lobus occipitalis olduğundan, bu bölgenin gelişmesi de zaman içinde primatlarda görme duyusunun ne kadar önem kazandığına işaret eder.

Gelişmiş bir cerebellum

Cerebellum (beyincik) beynin hemen altında yer alır, hareket komutlarını düzenleyerek, hareketin senkronize bizimde gerçekleşmesini sağlar. Aynı zamanda denge ve motor öğrenmede de rol alır. Bu bakımdan ağaç dallarında yaşamlarını sürdüren primatlar için önemli bir bölgedir.

Torsoyu dik tutmaya yönelik duruş ve bipedalizme (ikiayaklılık) eğilim

Hiç şüphe yok ki bir primatın çevresinde olup biteni fark edebilmesi bakımından, bir dalda dik oturup çevresini gözleyebilmesi oldukça önemlidir. Bu özelliğin tüm primatlara atfedilmesi çok doğru olmamakla birlikte evrimin ilerleyen safhalarında ortaya çıkan primat gruplarında sıklıkla görülen bir durumdur. Otururken torsonun dik durması bu sırada ellerin serbest kalarak yiyecek yemesine veya başka bir bireyin parazitlerini ayıklamak gibi önemli bir sosyal görevi yerine getirmesine olanak sağlar. Primatlarda görülen bu eğilim, Homo sapiens’in evriminde önemli bir dönüm noktası olan iki ayak üzerinde durmaya geçişe bir altyapı hazırlaması bakımından önemlidir.

Primat filogenisi

Primat takımı, 2 alttakım, 16 familya ve 424 tür içerir.

Primatlar temel iki alttakıma ayrılır: Strepsirrhini (nemli burunlu maymunlar) ve Haplorrhini (kuru burunlu maymunlar).

Strepsirrhini (nemli burunlu maymunlar): Adından da anlaşılabileceği gibi bu grubun üyeleri köpeklerdekine benzer ıslak bir buruna sahiptirler. Burun çoğunlukla nemli olmasının yanı sıra haplorrhini grubunda bulunmayan rhinariuma (burun deliklerini çevreleyen ve ağza dek uzanan, çoğunlukla koyu renkli, nemli deri) sahip olmasıyla da diğer gruptan ayrılır. Islak burun, gelişmiş bir koku alma duyusunun olduğunu gösterir. Nitekim, bu alttakım içinde bulunan türler dikromattır, yani renkleri ayırt etme yetenekleri düşüktür. Bu gruba ait bireylerde başparmak diğer parmaklardan fazla farklılaşmamıştır. İkinci ayak parmağı temizlik parmağı olarak gelişmiştir. Haplorrhinilere oranla doğum başına daha fazla yavru düşer.

Bu alttakım içinde yer alan iki infra takım vardır: Lorisiformes (Lorisiler) ve Lemuriformes (Lemurlar).

Haplorrhini (kuru burunlu maymunlar): Bu alttakım, Tarsierleri (Cadı makisigiller), Platyrrhinleri (Yeni dünya maymunları) ve insanın dahil olduğu Catarrhinleri (Eski dünya maymunları) içerir.

Catarrhini (eski dünya maymunları)

Bu alttakımda yer alan tüm türler diğer memelilerde bulunan C vitamini üreten enzimi kaybetmişlerdir. Haplorrhinilerde, atasal rhinariumun yerini üst dudak almış, bunun burun ve damaktan bağımsız olması da çok çeşitli yüz ifadelerinin oluşmasına olanak tanımıştır. Beyin/vücut oranı strepsirrhinilerden belirgin biçimde yüksektir. Birincil duyuları görmedir. Bir çok tür diurnaldir (gündüz aktiftir). Tarsierlerin dışında kalan tüm türler tek odalı uterusa sahiptir. Hemen hemen tüm türlerde tipik olarak bir yavrulu doğumlar görülür. Benzer gebelik sürelerine karşın haplorrhini yeni doğanları strepsirrhini yeni doğanlarından daha büyük, ancak anneye daha uzun süre bağımlıdırlar.

Simiiformes (Simianlar): Haplorrhini altında yer alan bu infra takım Platyrrhinileri (Yeni dünya maymunları) ve Catarrhinileri (Eski dünya maymunları) içerir. Primat ya da maymun dendiğinde akla ilk gelen türler bu grup içinde yer alırlar.

 

Catarrhini (Eski dünya maymunları): Catarrhini ismi bu grupta yer alan türlerin burun deliklerinin aşağıya doğru bakıyor olmasından gelir. Homo sapiens haricinde eski dünya maymunları Afrika’nın (Madagaskar hariç) ve Asya’nın tropik ve suptropik iklimlere sahip bölgelerinde yaşar. Ormanlar ve ağaçlı alanlar tercihleri olmakla birlikte, yerde yaşamayı tercih etmiş türleri de vardır. Oldukça gelişmiş sosyal davranışlar gösterirler ve çoğunlukla kalabalık gruplar halinde yaşarlar. Yapılan çalışmalar, birlikte yaşanılan gruptaki birey sayısıyla beyin hacminin doğru orantılı olduğunu göstermiştir. Karmaşık sosyal yapıları gereği her birey diğer bireylerin toplulukla olan ilişkilerini takip etmek ve buna göre davranmak zorundadır. Çoğunlukla bitkisel besinleri tercih ederler, ancak aralarında hepçil olan ve zaman zaman etle beslenen gruplar da vardır.

İki üst familyaya sahiptir: Cercopithecoidea (Kuyruklu eski dünya maymunları) ve Hominoidea (İnsansı maymunlar)

Cercopithecoidea (Kuyruklu eski dünya maymunları) üst familyası tek bir familyaya sahiptir ve o da Cerpithecidae (Köpeksi maymunlar) familyasıdır. Makaklar, Rhesus maymunları, Babun ve Kolobuslar bu familya altında yer alırlar. İnsansı maymunlara kıyasla daha küçüktürler ve kuyrukları vardır. Habitatları kimi gruplarda ağaçlar olabildiği gibi yerde yaşamayı tercih edenler de mevcuttur. İnsansı maymunlardan sivri molar (azı) dişleri, uzun gövde ve daha kısa ön üyelere sahip olmalarıyla, kuyruklarının varlığıyla ve daha dar buruna ve ağız tabanına sahip olmalarıyla ayrılırlar.

Hominoidea üst familyası, kuyruksuz ve diğer primatlara göre daha büyük vücutlara sahip olmalarıyla ayrılırlar. Cercopithecoidea üst familyasındaki gibi karmaşık sosyal yapıları vardır.

İki familyaya ayrılır: İnsangiller veya büyük insansı maymunlar (Hominidae) ve Gibongiller veya küçük insansı maymunlar (Hylobatidae).

Gibongiller: İnsangillerin kardeş familyası olan gibongiller 4 cins ve 15 türden oluşur. İnsangillerle ortak atadan 15 ila 20 milyon yıl önce ayrıldıkları düşünülmektedir. Kollarının bacaklarından daha uzun olması bu familyanın ayırt edici özelliklerindendir.Yere indiklerinde iki ayak üzerinde yürürler. Ancak iki ayak üzerinde yürürken dengeyi sağlamak için kollarını havaya uzatırlar.

İnsangiller (Hominidae): Pan, Gorilla, Pongo ve Homo genuslarını (cinslerini) içerir. Familya, iki alt familyaya ayrılır:

Ponginae alt familyası: Pongo (orangutanlar) genusunu ve nesli tükenmiş orangutanları içerir.

Ponginae altfamilyası, pongo genusunu ve nesli tükenmiş orangutanları içerir.

Ponginae’nin Hominidae’den yaklaşık 15,7 ile 19,3 milyon yıl önce ayrılmış olduğu düşülmektedir. Orangutanlar yakın akrabalarının aksine soliter yaşamı seçmiş primatlar olmaları ve çok tanınmış kızıl-kahve kürkleri ile homininae grubundan ayrılırlar. Anne ve yavrusu arasındaki bağ haricinde diğer primatlarınkine benzer sosyal bağları yoktur ve bireyler gruplar oluşturmaz, çiftleşme zamanlarında bir araya gelirler. Yaşam alanlarının daralması nedeniyle tehlike altındadırlar.

Homininae alt familyası: Hominini ve Gorillini oymaklarından oluşur.
Gorillini: Günümüz gorillerini ve soyu tükenmiş gorilleri kapsar. Goriller ve Hominini ortak atadan yaklaşık 7 milyon yıl önce ayrılmış olup, goril ve insan genomu arasında % 1,6’lık bir fark vardır. Günümüzde yaşayan tek bir goril cinsi vardır ve primatologların son kabulüne göre iki türe, 4 alttüre sahiptir.
Goriller de diğer hominidler gibi çoğu zaman oldukça karmaşık bir sosyal yapı gösterirler. Çoğunlukla yerde, ellerini yumruk yaparak yürürler ve 2 ila 20 bireylik gruplar halinde dolaşırlar. Her birliğin başında sırtındaki açık renkli kıllar nedeniyle gümüşsırt adını alan dominant bir erkek ve çok sayıda dişiler ile yavruları bulunur. Olgunlaşmış erkekler sürüden ayrılarak ya tek başlarına ya da diğer olgun fakat dişilerin olduğu bir birliği ele geçirememiş diğer erkeklerle birlikte yaşayarak, erkek birliği oluşturur. Dişiler 10 ila 12 yaşları arasında cinsel olgunluğa erişir ve 30 ile 33 günlük menstrüasyon döngüleri vardır. Dişiler geceleri çoğunlukla yavrularla birlikte ağaçlara çıkarken, erkek goriller çoğunlukla çıkmaz. İnsanlardaki gibi her bireyin kendine özgü parmak izi bulunur ve çoğunlukla kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle yaşamlarını yitirirler. Soyu tehlikede olan primatlardandırlar. Dişiler doğum sonrasında 4 sene boyunca tekrar hamile kalmazlar. Bu da sayılarının artırılmasını zorlaştırır.

Hominini: Günümüz insanlarını, arkaik insanları ve yaşayan en yakın akrabaları olan şempanzeleri içerir. Böylece günümüzde yaşayan türlere ait yaşam ağacının amaçlanmış kısmına da gelinmiş olur.

Hominini oymağının altında iki genus bulunur: Homo ve Pan. İnsanların içine dahil olduğu Homo genusunun üzerinde bir alt oymak daha bulunur ve modern insanlar ile soyu tükenmiş, arkeolojik çalışmalardan elde edilen verilerle varlıkları tespit edilmiş arkaik insanlar Hominina adı verilen bu alt oymak altında toplanırlar. Bu iki genus tahminen 6 milyon yıl önce ortak atadan ayrılmıştır.

Pan: Bu genus (cins) iki türe ayrılır: Pan troglodites (Bayağı şempanze) ve Pan paniscus (Bonobo). Pan troglodites 4 alt türe ayrılır. Bu ayrımın yapılmasının temel nedeni bu şempanze populasyonları arasında habitat (yaşam alanı) seçimi ve fenotipik (fizyolojik ve morfolojik özelliklerin tümü) özellikler gibi kimi farklılıkların olmasıdır. Pan paniscus ise alt türlere ayrılmaz. Kimi kaynaklar bonoboların insanlara bayağı şempanzeden daha yakın olduğuna işaret eder.

Pan paniscus (Bonobo).

Her durumda hominini oymağı altında bulunan türler arasında genom farklılığı oldukça düşüktür ve % 98’in üzerinde benzerlik görülür.
Şempanzeler komünite olarak adlandırılan, çok sayıda dişi ve erkek bireyin bir arada bulunduğu gruplarda yaşar. Gruplar arasında bir hiyerarşi vardır ve bu hiyerarşinin en üst basamağında birden fazla sayıda birey bulunabilir. Buna göre her birey kendi hiyerarşik basamağından olan bireylerle çiftleşir ve son dönemde yapılan çalışmalarda bu hiyerarşik sınıflar arasında bir genetik sürüklenmenin olduğuna dair veriler elde edilmiştir.
Doğada yaşayan şempanzeler en fazla 40’lı yaşlara dek hayatta kalırken, insan kontrolünde yaşan şempanzelerin 60’lı yaşlara dek hayatta kaldığı da görülmüştür.

Pan troglodites (bayağı şempanze)

Homo: Homo genusu günümüzde yaşayan tek bir tür içerir o da modern insanı kapsayan ve Homo sapiens türünün alt türü olan Homo sapiens sapiens’tir. Homo sapiens düşünen insan anlamına gelir. Homo sapiens sapiens ise düşündüğünü düşünen insan demektir. Modern insanın böyle kategorize edilmesi Homo sapiens türüne ait diğer populasyonların arkeolojik bulgularından elde edilen verilerle arasında morfolojik farkların olmasından ileri gelir. Diş, beyin hacmi vb. gibi…

KAYNAKLAR

– Land, M. F.; Fernald, R. D. (1992) “The evolution of eyes”. Annual Review of Neuroscience 15: 1–29.

– Jan E. Janecka, Webb Miller, Thomas H. Pringle, Frank Wiens, Annette Zitzmann, Kristofer M. Helgen, Mark S. Springer, William J. Murphy (2007). “Molecular and Genomic Data Identify the Closest Living Relative of Primates”. Science 318.

– Polina Perelman, Warren E. Johnson, Christian Roos, Hector N. Seuánez, Julie E. Horvath, Miguel A. M. Moreira, Bailey Kessing, Joan Pontius, Melody Roelke, Yves Rumpler, Maria Paula C. Schneider, Artur Silva, Stephen J. O’Brien, Jill Pecon-Slattery (2011), “A Molecular Phylogeny of Living Primates” PLoS Genetics: Research Article, published 17 Mar 2011.

– Margaret A. Bakewell, Peng Shi, and Jianzhi Zhang, (2007) “More genes underwent positive selection inchimpanzee evolution than in human evolution”, PNAS, May 1 vol. 104, no. 18.

– Rowe, Michael H ,(2002), “Trichromatic color vision in primates.” News in Physiological Sciences. 17(3), 93-98.

– Groves C. (2001). Primate taxonomy. Washington, Smithsonian Institution Press.

– Rowe N. (1996). The pictorial guide to the living primates. Charlestown, Pogonias Press.

– Heymann E. W. Georg-August Universitaet Göttingen, Anthropolgie Vorlesungspräsentationen.

Aylwyn Scally and Richard Durbin, 2012, “ Revising the human mutation rate: implications for understanding human evolution”, Volume 13, 745.

– Cory Y. McLean, Philip L. Reno, Alex A. Pollen, Abraham I. Bassan, Terence D. Capellini, Catherine Guenther,Vahan B. Indjeian, Xinhong Lim, Douglas B. Menke, Bruce T. Schaar, Aaron M. Wenger, Gill Bejerano, David M. Kingsley, 2011, “Human-specific loss of regulatory DNA and the evolution of human-specific traits”, Nature, Vol. 471, 216.

İnsan ve şempanze genomu

Şempanzeler evrim yarışında önde

Günümüzdeki genel yargı, insana özgü olan sürekli bipedalizm (iki ayak üzerinde yürüme), konuşma kabiliyeti, dil ve yüksek bilişsel fonksiyonlar gibi özelliklerin pozitif seçilime uğradığı, yani doğal seçilimin sürekli olarak bu özellikler lehinde olduğu yönündedir. Bir başka deyişle, doğada hep dil becerisi olanların ya da yüksek bilişsel özellikleri olanların bu özellikleri sonucu soyunu devam ettirmekte daha başarılı olduğuna inanılır. Oysa Margaret A. Bakewell ve arkadaşlarının 14.000’e yakın genle yaptığı çalışma, sanıldığının aksine insana özgü özelliklerin pozitif seçilime uğramadığını hatta şempanzelerde daha yüksek oranda pozitif seçilime uğramış gen olduğunu gösteriyor. Yani dil, bilişsel fonksiyonlar gibi özellikler uyum başarısı nedeniyle değil, raslantısal süreçler sonucunda ortaya çıkmış gözüküyor. İnsanda pozitif seçilimin bu kadar düşük olması etkin populasyon büyüklüğünün düşük olmasıyla ilişkilendiriliyor. Etkin populasyon büyüklüğü ise belli bir türe ait populasyonda belli bir kuşakta üreme başarısı gösterebilen, sonraki kuşağa gen aktarımı yapabilen bireyler topluluğunun o populasyon içindeki büyüklüğünü ifade ediyor. Çünkü gen havuzuna etkisi bulunmayan bireylerin genom evrimi bağlamında bir anlamı olmamış oluyor.

Ayrıca insanda pozitif seçilime uğramış genlerle bağlantılı dokular olan beyin, kalp, böbrek ve testis dokularında bu genlerin ifade olmalarında iki tür arasındaki farklılığın çok düşük olduğu, hatta bu genlerin diğer genlere oranla daha da düşük oranda farlılık gösterdiği de başka bir araştırmada ortaya konmuş. Sadece testis dokusunda ifade olan ve X-Kromozomu üzerinde taşınan genlerde önemli farklılıklar olduğu gözlenmiş. Sonuç olarak şempanzelerin daha uyumlu özellikler taşımaları ve ortak atadan bu yana insandan daha fazla pozitif seçilime maruz kalarak bugünlere geldiğinin ortaya konması, insan merkezci evrim anlayışlarına yeni bir eleştiri de getirmiş oluyor.

İnsan 2. kromozomu

İnsan hariç tüm Hominidae (Büyük İnsansı Maymunlar Familyası) üyeleri 24 çift kromozoma sahiptir. Yalnızca insanda 23 çift kromozom bulunur. Bunun da insandaki Kromozom 2’nin, diğer Hominidae üyelerinde bulunan 2A ve 2B kromozomlarının uç uca füzyonu (yapışarak tek bir kromozom haline gelmesi) sonucunda oluştuğu tahmin edilmektedir. Her ne kadar yakın dönemde önerilmiş hipotezlerden biri kromozomal düzenlenmelerin populasyon arasında üreme izolasyonu oluşturduğu ve zaman içinde türleşmeyle sonuçlandığı yönünde olsa da Şempanze Genom Projesi füzyona uğramış 2A ve 2B kromozomlarının birleşme kısımlarında herhangi bir gen kaybı olmadığını göstermektedir. Bir başka değişle, kimi kromozomal farklılaşmalar gerçekten de türleşmeye temel oluşturduysa da, insanı farklı kıldığı düşünülebilecek olan 2. Kromozom türleşmeye götüren farklılaşmada ciddi bir rol oynamamış gözükmektedir.

İnsan: eksik şempanze

İnsan ile şempanze arasındaki önemli farklılıkları oluşturan durumların aslında ortak atadan bu yana insan genomunun eksilmesi, kimi genom bölgelerinin silinmesi sonucu ortaya çıktığı çok akıl almaz gelebilir. Ancak son dönemde yapılan araştırmalardan biri de kimi insana özgü özelliklerin belli genlerin kaybolması sonucunda ortaya çıktığını göstermiştir. (1) Gerçekten de araştırmada, insanda 510’a yakın regülatör gende (başka genlerin ifade olmasını düzenleyen genlerde) delesyonlar (ortadan kalkmalar) olduğu belirlenmiş. Kaybolmuş genlerden bir tanesi de androjen reseptörlerini (testosteron gibi cinsiyet karakterlerini düzenleyen hormonların tümüne androjen denir ve bu kimyasalları tanıyıp buna göre hücrelerde cevap oluşmasını sağlayan proteinlere de androjen reseptörü adı verilir.) düzenleyen bölgelerden birinde bulunmakta. Bu delesyon ile testesteron ve benzeri biyokimyasalların embriyonik dönemdeki etkileri azaltılmış oluyor.Bunun sonucu olarak da memelilerin çoğunda bulunan, tipik olarak kedi ve köpeklerin burun ve ağız çevresinde görülebilen “bıyıklar” ve penis çevresinde farklı çiftleşme stratejilerine göre biçimsel farklılıklar gösterebilen keratinize yapılar olan “penis dikenleri” ortadan kalkıyor.

Ayrıca delesyonların kimisinin de beyin gelişimiyle ilgili bölgelerde olduğu ve aslında bu delesyonların beyin büyüklüğünü pozitif anlamda etkilediği de keşfedilmiş. Nöron sayısını kontrol eden ve hücre bölünme hızını düzenleyen (bir deyişle nöronların fazla bölünmesini önleyen) bir gen olan GADD45G’e ait enchancer’ın (yani bu genin etkisini artırmasını sağlayan bir başka genin) ortadan kalkmasıyla insanda beyindeki nöron sayısının önemli biçimde artmış olduğu tahmin ediliyor. Yani nöronların bölünme hızı baskılanmadığından, gelişim sürecinde daha fazla nöronun bölünerek çoğaldığı ve böylece de daha büyük bir beyinin oluşmasına olanak tanıdığı tahmin ediliyor.

Sonuç olarak insan ve şempanze genomu karşılaştırmaları her geçen gün genom evrimini anlamamıza ışık tutarken, bir referans olarak şempanze genomu insan genomunun anlaşılmasında önemli bir rol oynuyor. Tüm bu karşılaştırmalar sonucunda da oldukça ilginç bulgularla karşılaşılabiliyor. Ancak genel olarak ortaya çıkan resme göre insan genlerindeki değişiklikler sanıldığı gibi sadece deterministik süreçlere değil ama ciddi biçimde rastlantısallığa da dayanıyor gibi gözüküyor. İnsanın kendisini hayvanlardan çok ayrı bir canlı olarak görmesinin biyolojik olarak doğru olmadığı da yine bu tür bulgular sonucunda görülebiliyor. Belki de varlığımızı bir erekselliğe değil de rastlantısallığa borçlu olduğumuza inanmakta zorluk çekiyoruz. Ancak belki de bu bakış açısıyla doğa üzerinde kurduğumuz baskının haklı olmadığını, yaşam ağacının en tepesinde değil de yalnızca yeni çıkmış, taze yan dallarından birinde olduğumuzu bir gün gerçekten anlayabiliriz.

DİPNOT

1) Cory Y. McLean, Philip L. Reno, Alex A. Pollen, Abraham I. Bassan, Terence D. Capellini, Catherine Guenther,Vahan B. Indjeian, Xinhong Lim, Douglas B. Menke, Bruce T. Schaar, Aaron M. Wenger, Gill Bejerano, David M. Kingsley, 2011, “Human-specific loss of regulatory DNA and the evolution of human-specific traits”, Nature, Vol. 471, 216.

Önceki İçerikMemleketimin ‘çıldırmış’ insanları
Sonraki İçerikİslam’da kadın ve cinsellik