İmam hatipler söz konusu olduğunda, din öğretimi ile laik ve bilimsel eğitim konuları da ister istemez gündeme gelir. Bu arada temel sorun laik eğitimde din öğretimi ve/ya da imam hatiplerken, sorun olmayan konular sorunmuş gibi sunularak kafalar karıştırılmaktadır. Bu yazıda, önce laiklik ve laik eğitim konusuna değiniliyor, sonra da laik eğitim açısından imam hatip ve din öğretimi konusu, AKP öncesi ve AKP iktidarı gibi iki ana bölümde irdeleniyor.
İnsanlar günlük yaşamlarında çeşitli olaylarla karşılaşırlar. Binlerce yıl öncesinin insanları, nedenini anlayamadıkları olayları, önceleri güneş, ay ve hayvan gibi bazı doğal güçlere bağladılar. Sonra, firavun gibi kendisini tanrı yerine koyanlarla aşk ve savaş gibi olayların ayrı ayrı tanrılar tarafından yaratıldığı inancı gelişti. Bu arada tanrının elçisi olduğunu söyleyen peygamberler ve nebiler ortaya çıktı. Peygamberler aracılığıyla tanıtılan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi üç göksel (semavi) din, kabul görüp yayılırken olayların inanç üzerinden açıklanmasına başlandı. Hıristiyanlık, Roma’nın resmi dini olarak kabul edildikten sonra, Ortaçağ denen karanlık döneme girildi. Kendilerini yeryüzünde tanrının temsilcisi gören din adamları, yaşamın her alanını inanca göre belirlemeye başladılar ve okullarda din temelli öğretiler yaygınlaştı.
Kıtalararası seyahatler ve savaşlar sonucu Doğu ile Batı toplumları birbirinden haberdar olmaya ve birbirini tanımaya başladı. Musevi ve Müslüman bilginler sayesinde Batı, Eski Yunan kültürünü yeniden öğrendi. Meraklı, düşünen ve araştıran insanlar ortaya çıkmaya başladı. Din adamları içinde Hıristiyan taassubuna karşı çıkanlar oldu. Dünyanın evrenin merkezi olduğuna dair Hıristiyan öğretisinin yanlışlığını ve dünyanın güneş sistemine bağlı bir gezegen olduğunu gösteren bilimsel bulgular artmaya ve bazı olayları açıklarken bazı sorunları da çözmeye başladı. Tüm bu gelişmeler, günlük yaşamda dinin etkisini azaltan etkenlerdendi. Kentleşme, sanayileşme ve ulus devletlerinin kurulması, 1789 Fransız insan ve vatandaşlık hakları bildirgesiyle eşitlik kavramının benimsenip yaygınlaşması, Batı dünyasında zorunlu eğitim ve laik eğitim düşüncelerinin de gelişip uygulanmasına yol açtı. Müslüman toplumları ise, ilk yüzyıllarda Hıristiyanlığa göre çok daha ileri bir düzeyi tutturmuşlarsa da, Batıda dinin sorgulanmaya başladığı yıllarda koyu bir taassup içine girdiler. Eşitlik ve laiklik kavramları Batıda yaygınlaşırken Osmanlı, bu düşüncelere önce “safsata” olarak bakmıştır. Padişah III. Selim ile II. Mahmut zamanında başlayan Batıya açılma çabaları Tanzimat Fermanı’ndan sonra bilimsel derslerin de okutulduğu okulların açılmasına yol açtı (Okçabol, 2005).
Müslüman dünyasında insan hakları, eşitlik ve laiklik anlayışının kabul gördüğü ilk ülke Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yapılan dönüşümlerin çoğu, Batının yüzyıllar önce yaşamaya başladığı aydınlanma döneminin Türkiye’de de yer bulup yaygınlaşmasına yönelik gelişmelerdir.
Laiklik
Laiklik çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Örneğin Anayasa Mahkemesi (AYM)’ne göre, “laiklik, egemenliğe, demokrasi ve özgürlüğü ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım, siyasal, sosyal ve kültürel bir yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. … Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece siyasal yaşamın kaynağı bilim ve hukuk olur” (7 Mart 1989 tarihli karar). Yargıtay başkanlarından Selçuk ise laiklik için, “‘felsefi açıdan laiklik, inanç/akıl alanlarının ayrışmasıdır’. Hukuksal/siyasal açıdan laiklik ise, ‘hukukun ve siyasal otoritenin kaynağı yalnızca insan aklıdır, insanın ürettikleridir’ olmasıdır, asla değişmez niteliksel dinsel doğmalar ve inançlar değildir… devlet ne dine karşıdır ne de onu destekler” (Selçuk, 1994: 21) açıklamasını yapmaktadır.
Laiklik tanımı konusunu uzatmamak için, 1995 yılında yapılan bir röportajda, “İslam’a aykırı kanunlar kalkacak” (Cerrahoğlu, Milliyet, 10 Aralık 1995) diyen Abdullah Gül ile benzer düşüncelere sahip R. T. Erdoğan’ın sonradan yaptıkları tanımlara yer vermek yeterli olacaktır. Cumhurbaşkanı Gül’e göre, “… laiklik, devletin bütün dinler ve mezhepler ile inanç grupları ve inançsızlar karşısında tarafsız olmasını, hepsine saygıyla yaklaşmasını öngörmektedir. Devletin din ve vicdan özgürlüğünün kullanılması konusunda herkese eşit mesafede durması, farklı hayat tarzlarına gelebilecek baskıların önüne geçmesi, hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasinin vazgeçilmez gereklerinden biridir.” (Posta, 6 Şubat 2014) Başbakan R. T. Erdoğan da başka yerlerde değişik konuşmalar yapsa da, Mısır gezisinde, Mısır’a “laik bir anayasa” yapılmasını önerirken, “Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir” demiştir (gazeteler, 14 Eylül 2011).
Kısaca laik devlet, insana değer veren, egemenliğini ilahi bir güce değil de insana, onun aklına bilgisine ve öngörüsüne dayandıran devlettir. Laik devlet, günlük yaşamı, yaşam deneyimlerinden ve bilimsel bulgulardan üretilmiş bilgilere dayandıran, inançlara saygılı fakat inançlar karşısında da tarafsız kalan devlettir. Laik insan da, egemenliğin kendisinde olduğunun bilincinde olan insandır. Bu bilince ulaşanlar yurttaş olurken diğerleri yurttaşlık ile kulluk arasında bocalamaktadır.
Laik eğitim
AYM’ye göre, “Laik devletin doğası gereği resmi bir dini bulunmaması belli bir dine üstünlük tanınmamasını, onun gereklerini yasalar ve diğer idari işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirir. Bu bağlamda, laik bir devlette belli bir dinin eğitim ve öğretimi zorunlu hale getirilemez” (AYM’nin 16 Nisan 1998 tarihli kararı). Örneğin ABD’nin bir üst mahkemesinin, okullarda dua okunmasını, “laikliğe aykırı olduğu için” yasaklaması (Milliyet, 15 Mayıs 2002), laik devlet olmanın gereğidir.
Laik eğitim, yüzyıllardır süregelen, değişmez, tartışılmaz, eleştirilmez (nakli) bilgiler denilen dini bilgiler yerine, bilimsel (akla dayalı-akli), tartışılabilen, eleştirilebilen, hatta yeni bir bulgu üzerine değişebilen bilgilerin öğretildiği eğitimdir. Laik eğitim, inançların ne dediğinin değil de, ağırlıklı olarak insanın doğaya hakim olma ve insanca yaşama doğrultusunda ürettiklerinin öğretildiği süreçtir. Laik eğitim çocuğun, bir inanç doğrultusunda koşullandırıldığı değil, sorarak, deneyerek, yaparak, eleştirerek özgürleşmesine yardımcı olan süreçtir. Laik eğitim, kişinin devinimsel, bilişsel ve duyuşsal gelişimle (1) özgürleşip bireyselleşmesine, toplumsallaşıp insancıllaşmasına yardım eden süreçtir. Laik eğitim, Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi gibi evrensel bildirgelerde yer alan görüşlerle de tutarlı bir anlayıştır.
Laiklik karşıtlığı
Laiklik, tarihsel süreçte insanlığın ulaştığı en üst aşamadır. İnsanların eşitliğini, insan haklarını, demokrasi anlayışını, hukuksallığı ve çağdaş dünyada kabul gören tüm çağdaş değerleri önceleyen bir anlayıştır. Dolayısıyla laiklik karşıtı girişimler, insanlığın ulaştığı bu haklardan geriye gitmeyi hedeflediğinden, genel tanım olarak “gericilik” olmaktadır. Bırakın başka tanımları, Gül ve Erdoğan’ın yukarıda değinilen laiklik tanımlarından hareketle, imam hatip okullarının açılması, devletin her dine/inanca eşit mesafede olmadığını, dolayısıyla laiklik dışına çıkıldığını gösteren bir uygulamadır.
İMAM HATİPLERDE AKP ÖNCESİNDEKİ GELİŞMELER
Cumhuriyetin kuruluş yılları
Bilindiği gibi, Selçuklulardan miras kalan ve Osmanlının da açmaya devam ettiği (ve yalnız erkeklerin okuduğu) medreseler, din adamı yetiştiren okullardı. 1800’lerin sonlarında üniversite (Darülfünun) açıldıktan sonra bu üniversiteye eklenen birimlerden biri de ilahiyat fakültesi oldu. 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasası, Türkiye’deki tüm bilim ve eğitim kurumlarını bakanlığa bağlarken (m.1), yüksek din uzmanı yetiştirmek amacıyla üniversitede bir ilahiyat okulu ve toplumun dini hizmetlerini yerine getirecek imam-hatip yetiştirmek amacıyla da ayrı okulların açılmasını (m.4) öngörmüştür. Bu yasanın kabul edildiği tarihte anayasasına göre Türkiye, “Din-i İslam” olan bir devlettir ve okullarında ağırlıklı olarak dini öğretim yapılmaktadır. Buna karşın yasanın, açılacak bu okulları, örgün eğitim sistemi içinde yer alan bir ilk, orta ya da lise olarak değil de, “ayrı okullar” olarak öngörmesi ilginçtir. Bu yasa çerçevesinde, kapatılan medreselerin 29’una, “ayrı okul” olarak imam hatip denmiş, bir medrese de ilahiyat okuluna dönüştürülmüştür.
Cumhuriyet rejimi, 3 Mart 1924’de, Şeriye ve Evkaf Vekâletini kaldırıp toplumun din işleriyle ilgilenecek Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)’nı oluşturan 429 sayılı yasayı da çıkarmıştır. Cumhuriyet rejimi, imam-hatipler ve DİB ile dini hizmetleri denetim altında tutmak isterken giderek çağdaş ulus devletlerde olduğu gibi laik bir devlete dönüşmüştür. 1924’te halifelik uygulamasına son verilmesi, 1925’te, dinin politik amaçlara alet edilemeyeceği konusundaki yasa ile tekke, türbe ve zaviyeleri kapatan yasaların çıkarılması, 1926’da yurttaşlar yasasının (medeni kanunun) kabul edilmesi; 1924’te ilkokullarda, 1928’de ortaokullarda, 1934’te liselerde ve 1937 yılında da köy ilkokullarında karma eğitime geçilmesi laikleşme yönünde atılmış adımlardır. Bu süreçte, “Türkiye Devleti’nin dini, Din-i İslam’dır” ifadesi 10 Nisan 1928’de Anayasa’dan; din dersi de, 1930’da kent ve 1939’da da köy ilkokullarından çıkarılır. Öğrenci sayıları giderek azalan imam hatip okulları 1930’da ve ilahiyat okulu ise 1934’te kapanır (Akyüz, 1999; Başgöz, 1995; Ergin, 1982). 1928’de Harf Devrimi yapılır ve Eylül 1929’da Arapça ve Farsça derslerine son verilir. 1930’da Türkçe ezan okunmasına başlanır. Bu laikleşme doğrultusundaki dönüşümlerden sonra, laiklik ilkesi 1937’de Anayasa maddesi olur. DİB’in sembolik bir birime ve devletin de okullarda belli bir inancın öğretilmesini bırakıp laik bir devlete dönüşmesi, 1940 sonlarına kadar sürmüştür.
1949-1980 dönemi
1939-1945 yılları arasında yaşanan 2. Dünya Savaşı, savaşa girmeyen Türkiye’yi de etkiler. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1946 çok partili genel seçimleri sonrasında Sovyetler Birliği’nin boğazlarda hak istemesi üzerine, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile iyi ilişkiler kurmayı yeğler. Bu ilişkilerin de etkisiyle, ABD’nin tüm dünyada yaymak istediği “komünizm” korkusu ve bu korkuya karşı dini duyguların harekete geçirilmesi yaklaşımı Türkiye’de de yer edinip yaygınlaşmaya başlar. Örneğin önce kimi akademisyenlere ve Cumhuriyet eğitiminin en güzide öğretmen yetiştiren kurumlarından biri olan köy enstitülerine, “komünist” suçlaması ile saldırılar başlar. ABD ilişkileri yoğunlaştıkça, dini öğretim de yoğunlaşıp yaygınlaşır. 1946 seçimlerinden önce kurulan Demokrat Parti (DP), dini siyasete alet etmeye başlayınca, DP ile yarışa giren CHP iktidarı, 1949’da Kuran kurslarını başlatıp din adamı yetiştirmek ve dinler üzerinde çalışma yapmak üzere Ankara İlahiyat Fakültesi’ni açar ve öğrenci velisinin isteğine bağlı olarak seçmeli din dersini ilkokul programına katar. CHP’nin tek bir inanca dönük olan bu girişimleri, laik eğitimden sapmanın ilk örnekleri olmuştur.
İmam hatiplerin yeniden açılması: 1950 genel seçimleriyle iktidara gelen DP, imam, hatip ve Kuran kursu öğretmeni yetiştirmek amacıyla, bir meslek okulu ve “ayrı okul” niteliğinde, imam hatipleri yeniden açar. İmam ve hatipler, anayasal hukuk sistemi öğretilmeden/işlenmeden, ağırlıklı olarak fıkıh, tefsir, siyer ve hadis gibi derslerle İslam şeriatının öğretildiği ve dolayısıyla benimsetildiği okullar olur. Lise dengi okul olan imam hatip liselerini bitirenler, öğretmen okulları ve meslek liseleri mezunları gibi, fark derslerini verip genel lise diploması alarak üniversiteye giriş sınavlarına katılabilmişlerdir. İmam hatiplere meslek dersleri öğretmeni yetiştirmek amacıyla da, 1959’da İslam Enstitüleri açılır.
Bu okulların açılması, var olan inançlar içinde tek bir inancın din adamını yetiştiren bir uygulama olduğundan, laik devlet anlayışıyla bağdaşan bir uygulama değildir. Bu arada, bu dini öğretim yapan okullar, normal örgün eğitimin bir parçası olmadıkları, meslek okulu olarak kaldıkları ve öğrencilere dayatılmadığı zamanlarda laik eğitim içinde sürdürülebilir okullar olmuşlardır. Ancak başka ve değişik uygulamalarla laiklik eğitim karşıtlığı giderek artar. Örneğin seçmeli din dersini almak istemeyenlerin dilekçeyle başvurması koşulu getirilerek seçmeli din dersi, 1956’da ortaokul ve Adalet Partisi (AP) zamanında 1965’te de lise programına girer. Cumhuriyetin en laik ve demokratik anayasasını hazırlayan 27 Mayıs 1960 darbesi/devrimi hükümeti, 19 imam hatip okulu için Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nda Din Öğretimi Genel Müdürlüğü oluşturur. Kızlar imam olamasalar da, AP 1965’te imam hatipleri kızlara da açar.
İmam hatip ortaokullarının kapatılması: UNESCO’nun 1950’lerde yetişkinler için gündeme getirdiği temel eğitim kavramı, giderek örgün eğitim açısından da benimsenir. Ortaokullar, ortaöğretimin bir parçası olmak yerine, 1970 başlarında temel eğitimin-ilköğretimin bir parçası olarak kabul edilir. Arkasından da, 12 Mart 1971 hükümeti zamanında meslek ortaokulları, dolayısıyla imam hatip ortaokulları kapatılır. Meslek ortaokullarının kapatılması da, 1973 yılında kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 8 yıllık zorunlu temel eğitimi öngörmesi de, toplum genelinde doğal bir gelişme olarak karşılanır.
İmam hatip ortaokullarının yeniden açılması: İmam hatip ortaokullarının kapatılması üzerine imam hatibe giden öğrenci sayısı, iki yılda yüzde 70’ler düzeyinde azalır (Öcal, 1996). 1974 yılında kurulan Ecevit-Erbakan (CHP-Milli Selamet Partisi) hükümeti, koalisyonun devamını sağlamak için, imam hatip ortaokulları yeniden açar. Demirel’in 1975-1977, 1977-1978 ve 1979-1980 yılları arasında kurduğu koalisyon hükümetleri zamanında açtığı toplam imam hatip ortaokulu sayısı 237’yi bulmuştur.
Laiklik karşıtlığını destekleyen gelişmeler: İmam hatip olgusunu destekleyen gelişmelerin başında Kuran kursları, İslam enstitüleri, hükümetlerin DİB’e yüklediği görevler ile destek verdiği laiklik karşıtı oluşumlar gelmektedir. 1949-1980 döneminde Kuran kursları ve dini öğretim sınırlı düzeylerde gelişirken (bkz. Çizelge 1), bazı hükümetler laiklik karşıtı oluşumları desteklemeye başlar. DP’nin1958’de oluşturduğu Eğitim Milli Komisyonu, “… okullarımızın din öğretimi dışında köylere kadar uzanan sivil bir öğretim faaliyeti, son yıllarda gittikçe artan bir hızla yayılıyor. Bu faaliyet, Kur’an-ı Kerim kurslarıyla yürütülüyor. İlmi manada din bilgisi vermekten tamamen ayrı bir mahiyet taşıyan bu öğretim, Kur’an-ı Kerim’i tecvit dediğimiz usule göre manasını anlamadan okutmayı ve ezberlemeyi hedef” tuttuğunu vurgular (akt. Bahadınlı, 1968: 150). Türkiye Öğretmenler Milli Federasyonu (TÖMF) da, çeşitli adlarla kurulan dini derneklerle federasyonların, anayasaya, laiklik ve bilimsellik ilkeleri ile çağdaş uygarlık gelişmelerine aykırı olan kuruluşları bazen açıktan, bazen de el altından desteklemelerinden yakınmıştır (TÖMF, 1965: 56-57).
1960-1980 yılları arasında da Demirel hükümetleri benzer bir tutum takınır. 1960’larda üniversite öğrencisi olanlarla (yazar gibi) öğretmenlik yapanların gayet iyi bildiği gibi Demirel, ABD ve emperyalizm karşıtı üniversite gençliğine karşı Milli Türk Talebe Birliği’ni, laik eğitimi savunan Türkiye Öğretmen Sendikası (TÖS)’na karşı Milliyetçi Öğretmenler Derneği’ni, laik, bağımsız ve halkçı bir düzen isteyen derneklere karşı da, Komünizmle Mücadele Derneği ve Aydınlar Ocağı (2) gibi laiklik karşıtı dernekleri destekler. Bakanlıkta ve öğretmen yetiştiren okullarda kadrolaşmaya başlayan Demirel, 1970’lerde yoğunlaşan sağ-sol öğrenci olaylarında, “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyerek sağa desteğini açıkça belli eder.
12 Eylül 1980 – 2002 dönemi
12 Eylül 1980 askeri darbe hükümeti, 1982 Anayasası’yla din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersini ilk ve ortaöğretimde zorunlu ders yapar, 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı yükseköğretim yasasını çıkarıp Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’nu oluşturur. YÖK Başkanlığına getirilen Prof. Dr. İhsan Doğramacı zamanında atanan YÖK üyeleri, rektör ve dekanların çoğu Güzel (1991: 15)’e göre, “Aydınlar Ocağı üyesi ve yakını kişilerdir” (daha sonraki başkanlar zamanındaki atamalar da genellikle bu yönde olmuştur). 1982 yılında yükseköğretim yeniden yapılandırılırken İslam Enstitüleri ilahiyat fakültesine dönüştürülür.
Devlet Planlama Teşkilat (DPT)’nın oluşturduğu DPT Özel İhtisas Komisyonu, 1983 yılında bir “Milli Kültür” raporu hazırlar (DPT, 1983). Bu rapora göre, “Türk-İslam sentezi, din-devleti; millet, din cemaati; milli kültür, İslam kültürü; milliyet, İslamiyet; milliyetçilik, İslamcılık; Türk milleti, yüzde 99’u Müslüman olan Türkler; laiklik, din düşmanlığı; bilim de Kuran’daki bilgiler”dir (Güvenç ve diğerleri, 1991: 49). Darbe hükümeti eğitim ve kültür politikalarını, genelde Aydınlar Ocağı’nın savunduğu Türk-İslam sentezi anlayışı doğrultusunda hazırlanmış olan bu Milli Kültür raporuna göre yürütür. Bu anlayış doğrultusunda da, 18 Haziran 1983’te 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda değişiklik yapılıp imam hatiplilere, Harp Okulu dışında kalan yükseköğretim alanlarına girme hakkı verilir. Bu yasa sonrasında genel dersleri biraz artırılan imam hatiplerin “ayrı okul” olması durumundan çıkıp ana eğitim akımı içine alınması, laik eğitim ile uyuşmayan bir durum yaratır. Bir genel kültür dersi olarak zorunlu yapılan DKAB dersi, giderek Sünni-Hanefi inancının öğretildiği ve diğer inançların yerildiği bir derse dönüşür.
Anavatan Partisi (ANAP), imam hatip liselerinde de, Anadolu lisesi, çok programlı lise ve yabancı dil ağırlıklı süper lise uygulamalarını başlatır. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu, ANAP zamanında 1986 yılında, Türk-İslam sentezi doğrultusundaki Milli Kültür raporuyla eşdeğer içerikte olan “Kültür Unsurlarının ve Kültür Politikasının Tespitinde Uygulanacak Yöntem ve Sorumluluklar” başlıklı bir raporu benimser (Güvenç ve diğerleri, 1991: 69-110). Bu yıllarda, öğrencilere dini yayınların önerilmesine, liselerde felsefe ve sosyoloji ders saatleri azaltılırken evrim kuramı yerine yaratılış düşüncesi işlenmesine ve dini öğretime daha fazla kaynak aktarılmasına başlanır. Kaynak aktarımıyla 1990’larda mesleki eğitimde 15 ve ilköğretimde 59 öğrenciden birine sağlanabilen pansiyon olanağı, imam hatiplerde iki öğrenciden birine sağlanabilmiştir (MEB, 2000).
İmam hatip ortaokullarının yeniden kapatılması: Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme çalışmalarının hızlandığı 1990’lı yılların ortalarında, sekiz yıllık zorunlu eğitime geçilmesi konusu yeniden gündeme gelir. 13-17 Mayıs 1996 tarihlerinde toplanan 15. Milli Eğitim Şurası’nın gündem maddelerinden biri, sekiz yıllık temel eğitim konusu olmuştur. MEB’in (içinde yazarın da olduğu) bu şura üyelerine dağıttığı ve bakanlık tarafından gerçekleştirilen bir araştırma raporuna (MEB; 1995) göre, halkın büyük çoğunluğunun, sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi benimsediği görülür. Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması beklentisi son derece yükselmişken 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu, laik ve sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesi konusunda bir tavsiye kararı alır. Bu aylarda kurulan Yılmaz-Ecevit koalisyon hükümeti zamanında, TBMM’de kabul edilen 18 Ağustos 1997 tarih ve 4306 sayılı yasa ile sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim uygulamasına geçilir, ilkokul ve ortaokul birleştirilerek ilköğretim okulu adını alır. Bu yasa gereği, özel yabancı okullar orta kısımlarını kapatırken imam hatip ortaokulları da kapatılır. Yabancı özel okulların orta kısmı ile meslek ortaokullarının kapatılmasının bir nedeni, zorunlu öğretimin farklı öğretileri içermeyip herkese eşdeğer bir eğitim verilmesi gereğidir. İkinci neden laik sistemde din öğretiminin zorunlu öğretimle bağdaşmamasıdır. Üçüncü neden de, öğrencinin yeterli derecede bilinçlenmesini sağlayıp ailesi yerine kendisinin lise seçimini yapması olasılığını artırmaktır; çocuğa verilen değerdir.
13 Ekim 1996 tarihli 5. Büyük Kongresinde, “bugünkü neslin İmam-Hatiplere ve Kur’an kurslarına yapılan yatırım sonucu olduğunu” söyleyen (akt. Adem, 2000) Erbakan ve lideri olduğu Refah Partisi (RP), kesintisiz eğitimle imam hatip liselerine gidecek öğrencinin azalacağını bildiklerinden, imam hatip ortaokullarının kapatılmasına karşı çıkar. Bu karşıtlık, ilk kez 1980’lerde gündeme gelen türban ile üniversiteye gitme konusunun yeniden ısıtılmasıyla ısrarlı bir şekilde sürdürülmeye başlanır.
Laiklik karşıtlığını destekleyen gelişmelerden örnekler: 12 Eylül faşist yönetimi ilerici örgütlerin üzerine hışımla giderken muhafazakâr ve laiklik karşıtı kesimlere hoşgörüyle yaklaşmıştır. 1402 sayılı sıkıyönetim yasası uygulanarak, büyük çoğunluğu ilerici ve 2515’i öğretmen olan 4891 sivil görevlinin işlerine son verilir (Altıntaş, 2002: 72). 12 Eylül 1980 darbe hükümeti ile sonrasında kurulan hükümetlerin genelde Türk-İslam sentezi anlayışı doğrultusunda hareket etmeleri imam hatipler ve dini öğretim için verimli bir ortam oluşturur. Açılan Kuran kursu sayısı giderek artar. İmam hatipli kız öğrencilerin örtünmesine göz yumulur.
12 Eylül hükümeti, 1982 yılında öğretmen yetiştiren okulları bakanlıktan alıp eğitim fakültelerine ya da eğitim yüksekokullarına dönüştürerek YÖK’e bağlar. Bu dönüşüm sırasında, genelde Demirel’in oluşturduğu sağcı kadrolar korunurken ilerici öğretim görevlileri tasfiye edilir. 1997 yılında YÖK, DKAB dersi öğretmenlerini ilahiyat fakültelerinde yetiştirmeye başlayarak, bu dersin Sünni-Hanefi inancı doğrultusunda öğretilmesi durumunu pekiştirir. İlahiyat fakültelerine diğer fakültelere göre daha çok yatırım yapılır. Örneğin 2000’lerin başlarında, bir profesöre, ilahiyat fakültelerinde 14 öğrenci düşerken, sağlık bilimlerinde 17 ve eğitim fakültelerinde ise 397 öğrenci düşmektedir (Okçabol, 2007: 224). Devletin denetiminde olan DİB, vaazları ve yayınlarıyla, ateistleri ve bazı inanç gruplarını dışlayıp aşağılayan (örneğin bkz. Sanay, 1984) ve yurttaşlar arasında ayrım yapan, laiklik karşıtı bir birime dönüşür. Yatılı okulların cemaatlerin denetimine girmesine göz yumulur.
Nurcuların devlet kuruluşlarında kadrolaşmayı amaçladıkları; eğitim kurumlarına büyük önem verdikleri; Süleymancıların Kuran kursları adı altında hurafelerden söz ettikleri, Atatürk ve rejim hakkında aleyhte faaliyette bulundukları; Nakşibendilerin şeriat düzenini getirmeye çalıştıkları ve benzeri tehlikelere işaret eden “Anarşi ve Terör” başlıklı (YÖK, 1985) bir rapor, tüm öğretim üyelerine dağıtılır. Ancak YÖK ve hükümet bu konuda herhangi bir önlem almadığı gibi, Çelik’e (2005: 53) göre, “Özellikle yeni kurulan taşra üniversitelerinde medreseleştirmede önemli yol alınmış, rektörler ilkokul eğitimi bile olmayan şeyh, şıh ve cemaat liderlerinin ellerini öpmeye, bilimi İslamlaştırmaya (!) başlamışlardır”. 1990’larda artan terörist faaliyetlerine karşı uçaklarla doğu illerine ayetler atılır.
6-7 Eylül 1955’te Musevi ve Hıristiyan dükkânlarını talan edenler, 1968’de TÖS genel kurulunu yakmak isteyenler, 16 Şubat 1969 günü “ABD’ye defol” diyenlere saldırıp “Kanlı Pazar”ı yaratanlar, 1 Mayıs 1977, 1978 Kahramanmaraş, 1979 Çorum ve 1993 Sivas katliamlarını gerçekleştirenler, genelde dini öğretimden geçip eylemlerini “din” adına yapan kişilerdir. Bu tür olaylar, bir bakıma eğitimde ve siyasi yaşamda laiklik dışına çıkılmasının nelere mal olacağının uyarısı niteliğindeki olaylardır. Ancak ülkeyi yönetenler, bu uyarılara aldırış bile etmemiştir.
1950-1960’lardaki gençlik genellikle çağdaş dünya gençliğine benzer değerlere sahiptir (bkz. bkz. Hyman, Payaslıoğlu ve Frey, 1958; Kazamias, 1967; McCelland, 1963). 2000’li yıllara gelindiğinde ise, Türk-İslam sentezi anlayışı meyvelerini vermeye başlar, depremlerin, halkın işlediği günahlar nedeniyle olduğunu düşünenler ve üniversite öğrencileri içinde cinlere perilere inananlarda büyük artışlar olur.
Bu arada Refah ve Fazilet partileri, laiklik karşıtı oldukları gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından kapatılır. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açılan davanın, “Avrupa hukukunun cemaat hukukuna dayalı olmaması” gerekçesiyle reddedilmesi, Türkiye’yle AB’nin laik sistemi benimsedikleri ve bu ülkelerde laiklik karşıtı partilere yer olmadığı içindir. Ancak bu karardan bile Türkiye’yi yönetenler ders almamıştır.
AKP İKTİDARINDA İMAM HATİPLERDEKİ GELİŞMELER
Kapatılan bu partilerden ayrılanların bir bölümü, laiklik karşıtı tutumlarını değiştirmeden, ayrıldıkları partinin “milli görüş”ünü terk edip piyasacı bir anlayışı benimseyerek ve ABD ile yakın ilişkiler geliştirerek AKP’yi kurdular. AKP, 2002 genel seçimlerinde iktidar olur olmaz, imam hatip ve türban konusunu işlemeye başladı, günlük yaşamda ve eğitimde laiklik karşıtı uygulamalara girişti. Okul duvarlarına “müjde ..imam hatip açıldı” şeklinde afişler asıp imam hatip propagandası yaparak imam hatibe giden öğrenci sayısını çoğaltmaya çalıştı. Eğitim bakanı H. Çelik, “İmam hatip liseleri artık imam yetiştirmiyor, ilahiyat fakültelerinde imam yetiştirilmelidir” (Milliyet, 9 Eylül 2003: 13) derken imam hatiplerin tümüne Anadolu Lisesi statüsü verileceği propagandasını yaptı (Cumhuriyet, 19 Eylül 2003: 8). 2005 yılında değiştirilen yeni ilköğretim programının uygulanması sırasında öğretmenler için yardımcı kitaplar hazırlandı. DKAB dersi için öğretmenlere, öğrencilere “Kuran-ı Kerim’in diğer kitaplardan üstünlükleri nelerdir? Din insana neden gereklidir? Peygamberimiz neden peygamberlerin en büyüğüdür? İnsanlara kutsal kitaplar gönderilmeseydi durum nasıl olurdu? Evinizde Kuran-Kerim nerededir?” gibi sorular sormaları önerildi (homepage.uludag.edu.tr/~tgunduz/Yip.ppt, erişim tarihi 23 Şubat 2006).
Laiklik karşıtı uygulamaların çoğu, zamanın Cumhurbaşkanı, AYM ve Danıştay tarafından engellendi. AYM, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmakla suçladığı AKP’yi 2008 yılında para cezasına çarptırdı. Ancak AB ve ABD gibi piyasacı güçlerle Türkiye’de kendilerini liberal olarak tanıtan aydın kesimin desteğini alan AKP, laiklik karşıtlığında hız kesmedi. Hatta 12 Eylül 2010 günü yapılan halkoylamasında Anayasa değişikliğini sağlayarak, kadrolaşamadığı tek kurum olan yargıda da kadrolaşmayı başardı (Okçabol, 2013).
AKP, 2011 genel seçimleri sonunda da, laiklik karşıtı ve piyasacı gelişmeleri yasal zemine oturttu. 2011 yazı ile sonbaharında, birkaç ayda, kamuoyunda hiç tartışılmayan ve bir bölümü Anayasa ile bağdaşmayan 35 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkardı. Örneğin 27 Ağustos 2011 tarih ve 651 sayılı KHK ile Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), AKP’nin kadrolaşacağı sıradan bir birime dönüştürüldü. 4 Eylül 2011 tarihli ve 652 sayılı KHK ile MEB’in yapısı değiştirilip Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, bakanlığın önemli birimlerinden biri haline getirildi. Bakanlık yapısını belirleyen bir önceki 3797 sayılı yasa iptal edilirken, o yasada yer alan, “laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ilkelerine bağlı öğrenci yetiştirilmesi” amacından da vazgeçildi. 17 Eylül 2011 tarih ve 653 sayılı KHK ile Kuran kurslarına ilkokul beşinci sınıftan sonra gidilmesi koşulu kaldırıldı.
İmam hatip ortaokullarının yeniden açılması
12 Eylül 2010 halkoylamasından sonra oluşturulan yargının hiçbir KHK’yı ve de laiklik karşıtı uygulamaları iptal etmemesinden güç alan Başbakan Erdoğan, hiç çekinmeden ve var olan hukuk sistemine göre suç teşkil eden laiklik karşıtı söylemlerini artırmaya başladı. Örneğin 2012 başlarında, “Dindar gençlik yetiştireceğiz” dedi, AKP gençlik kolları toplantısında da, “Dininin ve kininin davacısı olacak” gençler istedi. “İmam hatipleri toplumun en gözde okulları yapacağız” dedi. 30 Mart 2012 tarihinde de, halk arasında 4+4+4 yasası olarak bilinen 6287 sayılı yasa çıkartılıp eğitim sisteminin laik boyutu tamamen ortadan kaldırıldı. Bu yasayla, zorunlu öğretim kâğıt üzerinde, 4+4+4 gibi kesintili olarak 12 yıla çıkarıldı. İmam hatip ortaokulu açıldı, ilkokula başlama yaşı bir yıl küçültülürken ortaokullar da, 6 yerine 5’inci sınıftan başlatıldı. Zorunlu hale geleceğini bile bile, “Kuran-ı Kerim” ve “Hz. Peygamberimizin hayatı” dersleri seçmeli ders yapıldı, diğer okullar içinde de, imam-hatip programları açılması sağlandı. 4+4+4 yasa tasarısının tartışıldığı günlerde, eğitim bakanı Ömer Dinçer, “Çağımızda okula başlama yaşı değil, okul öncesi eğitim yaşı aşağıya çekilmektedir” ve “Dünyada meslek seçme yaşı ötelenmektedir” şeklinde açıklamalarda bulundu (akt. Akyol, 2012). Türkiye’nin cemaatleşmesinden yana olduğu bilinen bakanın bile, “eğitim açısından” doğru ve gerçekçi olan bu açıklamalarına karşın çıkarılan 4+4+4 yasasının niteliği, esas amacın “eğitim” olmadığının göstergesi olmuştur.
4+4+4 yasasından sonraki gelişmeler de, amacın eğitim değil, laiklik karşıtlığını pekiştirmek olduğunu göstermiştir. Temel Din Bilgisi adında bir başka din dersi açıldı. Okulların imam hatibe dönüştürülmesi süreci başladı. “Çocuğunuz imam hatibe gitmesin de terörist mi olsun, anarşist mi olsun? En iyi insan Kuran-ı Kerim’i bilen insandır. Müslüman değil misiniz, bu dersleri almaktan neden gocunuyorsunuz” gibi söylemlerle çocukların imam hatibe gitmeleri ve din derslerini seçmeleri propagandası başladı.
İlköğretim yönetmeliği değiştirilerek, (sanki çocuk kendi özgür iradesiyle gidiyormuşçasına) hafızlık kursuna gidenlerin ilkokula bir yıl geç başlaması kabul edildi. Kıyafet yönetmeliği değiştirilerek, kızların çağdaş giysiler giymesi yasaklanırken türban neredeyse serbest bırakıldı. Ortaöğretim yönetmeliği değiştirilerek, “araştıran, soran ve eleştiren” öğrenci yetiştirme ilkesi yönetmelikten çıkarıldı. Genel liseler, kapatılıp imam hatibe, Anadolu liselerine ve meslek liselerine dönüştürüldü. Daha sonra meslek liseleri de kapatılıp imam hatibe ya da Anadolu meslek lisesine dönüştürüldü, Anadolu liselerini kazanamayıp özel okula gidemeyecekler, sınavsız girilen imam hatiplere ya da açık liseye gitmek zorunda bırakıldı. 2013’te, DKAB ve İngilizce gibi altı dersten her yıl iki kez merkezi sınav yapılacak olan Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemi getirildi. TEOG sınavında DKAB dersinde, “ilk cuma namazı nerede kılındı? Peygamber 4-6-8 yaşına kadar kimle yaşadı?” gibi sorularla, yeteri kadar din bilgisi edinmemiş öğrencinin Anadolu lisesine geçmesinin çok zor olacağı mesajı verilmek istendi. 2014-2015 öğretim yılında da, Anadolu öğretmen liseleri kapatılıp imam hatibe ya da Anadolu lisesine dönüştürüldü. Genel eğitim yapan Anadolu liselerine 486 bin ve Anadolu meslek liselerine 600 bin kontenjan ayrılırken Anadolu imam hatiplere de 215 bin kontenjan ayrıldı. Kızlar için ayrı meslek lisesi ve okullarda da ibadet yeri açılmasına başlandı. Bu arada felsefe, sosyoloji, beden eğitimi ile güzel sanatlarla ilgili derslerin ders saatleri azaltıldı. İmam hatip liselerinde Arapçanın iyi öğrenilmesi için Türkçe konuşulması yasaklandı.
Laiklik karşıtlığını destekleyen gelişmelerden örnekler
AKP, Çağdaş Eğitim Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi çağdaş ve laik eğitimi savunan ve bu yönde çalışmalar yapan dernekleri, örneğin teröre destek vermek suçlamasıyla ve Ergenekon davası gibi davalarla ilişkilendirerek çalışmaz hale getirmek istedi. Bu arada, Fethullah cemaati gibi laiklik karşıtı oluşumlara da akıl-almaz katkılarda bulundu. AKP döneminde ortaya çıkan TÜGEV’in basına yansıyan gelişimi ve edindiği mal varlığı, bu tür desteğin ne boyutlarda olduğunu açıkça göstermektedir.
Eğitim Bakanlığı genellikle laiklik karşıtı ve/ya da piyasacı sivil kuruluşlarla işbirliği yapmaya başladı. Örneğin bakanlık, “İmam Hatip Camiası, bir mektep mensubiyeti ya da bir diploma değildir. Bir zihniyettir, bir misyondur” (www.ensar.org/index.php) görüşünde olan Ensar Vakfı ile genellikle dini değerleri öne çıkaran “Değerler Eğitimi” projesini yürütmektedir. AKP, DİB’i Osmanlının şeyhülislamı gibi kullanmaya başladı. DİB günlük yaşamla ilgili olarak hemen her konuda Sünni-Hanefi anlayışı üzerinden fetvalar vermeye ve aile içi kavga başta olmak üzere her alana el atmaya başladı. 18. Milli Eğitim Şurası’nda bakanlığın “değerler eğitimi” anlayışına karşı çıkan DİB başkanı hemen görevinden alındı. Kaçak Kuran kursu açanlara verilen ceza azaltıldı, Kuran kurslarına yardım yapan vakıflara vergi muafiyeti getirildi, çocukların Kuranı ezbere okuması, Kuran kursuna ve camiye gitmesi için, akla gelmez hediyelerin verildiği yarışmalar düzenlendi.
AKP, bakanlıklardan polise, TRT’den YÖK’e, silahlı kuvvetlerden yargıya ve TÜBA’dan medyaya kadar her yerde kadrolaştı. Bütün kurum ve kuruluşların, dini değerler üzerinden çalışmasını sağladı. TÜBA üyeliğine ilk olarak atananlardan biri ilahiyatçı olurken diğeri üniversitelere medrese denmesini isteyen bir felsefeci olmuştur. YÖK üyeliğine ve üniversite rektörlüklerine AKP yandaşı kişiler getirildi. YÖK’te bulunan Eğitim Komisyonu başkanlığını uzun süre bir ilahiyatçı yürüttü. AKP’lileşen YÖK, 29 Ocak 2009’da, ilahiyat ön lisans diplomalarından “Sadece Diyanet ve din hizmetleri için geçerlidir” şerhini kaldırdı. İlahiyat fakültelerinde ikinci öğretim programlarının açılmasına izin verdi. YÖK, ilahiyat fakültesi kontenjanlarını, 2008’de yüzde 200 ve 2009’da da, yüzde 115 artırdı. Ayrıca, üniversitelerin felsefe, psikoloji ve eğitim bölümlerinde ilahiyatçıların istihdam edilmesine, üniversitelerin dualarla açılmasına, üniversitelerde evrim ve laiklik karşıtı sempozyumların düzenlenmesine başlandı.
AKP döneminde (2002 sonrasında), imam hatiplerde, Kuran kurslarında ve ilahiyat fakültelerindeki sayısal artışlar (Çizelge 1), bakanlığın, YÖK’ün, DİB’in ve laiklik karşıtı kuruluşların çabasının bir sonucudur. Din işleriyle ilgili bakan B. Bozdağ’ın 4 Mart 2013 tarihli açıklamasına göre, Kuran kurlarına gidenlerin sayısı 1.124.961’e ulaşmıştır. Aynı tarihte ilahiyat sayısı 46’yı ve henüz öğrenci alımına başlanmamış ilahiyat sayısı da 40’ı bulmuştur. Bu sayısal artışlara bakıldığında, dini öğretimdeki gelişmelerin imam hatiplerdeki gelişmelerle paralel gittiğini söylemek mümkündür.
SONUÇ
Dini öğretimlerle ilgili bu gelişmeler Anayasa’ya karşı gelişmelerdir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre:
– Türkiye, insan haklarına ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir (m.3).
– Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. … Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar (m.10).
– Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. … Eğitim ve öğrenim Atatürk ilkeleri ve devrimleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” (m.42).
– Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır (m.58).
İmam hatip okulları ve zorunlu öğretim sürecinde yer alan dini öğretiler ise, ister istemez laik devlet anlayışını değil de şeriat düzenini öğrenen insanlar yetiştireceğinden; laik devlet inanç tercihi yapamayacağından ve bir inancı okullarında yurttaşlarına dayatamayacağından; devlet yurttaşlarının bir bölümü için ayrıcalık yaratamayacağından Anayasa’nın özellikle 3, 10, 42 ve 58. maddelerine aykırıdır. Laik devlette bir inancın öğretisine yer verilirken diğer inanç sahipleri için benzeri öğretilerden uzak durulması, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine de karşı bir durumdur, demokratik anlayışla da bağdaşmayan bir durumdur. İmam hatiplerin “ayrı okul” olmasını öngören 430 sayılı Öğretim Birliği yasası, Anayasanın koruması altında olan ve değiştirilmesi bile önerilemeyecek yasalardan biridir. Dolayısıyla 430 sayılı yasa, hukuksal açıdan anayasa maddesi niteliğindedir ve imam hatiplerin “ayrı okul” haline getirilmesi, bu açıdan da Anayasa’ya aykırıdır.
Ancak 12 Eylül 2010’dan sonra oluşturulan AYM, daha önce kendisinin verdiği ve içtihat oluşturan karalarını da yok sayarak hiçbir dönüşümü Anayasa’ya aykırı bulmamıştır. AİHM’nin, DKAB dersinin zorunlu olamayacağı ile ilgili kararı (gazeteler, 18 Eylül 2014), Avrupa hukukunda -laik devlette- ne olamayacağını gösteren bir karardır. 2011’den bu yana eğitimde gerçekleştirilen dönüşümlerin çoğunun, AİHM’ye başvurulduğunda iptal edileceğinin habercisi niteliğindedir.
Kuran kursları varken diğer inanç sahiplerinin kendi inançlarıyla ilgili kurslar açamaması da, değişik inanç sahiplerinden ve hatta inanmayanlardan toplanan vergilerle devletin bir tek inanca yönelik hizmet vermesi de laiklikle bağdaşmamaktadır. Laiklik tanımı açısından, ilk sayfada yer verilen Gül’ün ve Erdoğan’ın tanımları doğru tanımlardır. Ancak Erdoğan’ın neredeyse tüm karar ve uygulamaları, yaptığı tanımın tam tersidir. Gül de, laiklik karşıtı hiçbir uygulamayı, Cumhurbaşkanı olarak geri çevirmemiştir. Bu durum, “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma” deyişiyle geçiştirilecek bir durum değildir. Öyleyse amaç nedir?
Kilise okullarına özenti mi?
Muhafazakâr ya da AKP’yi körü körüne desteklemeyi benimseyen liberallerin bir bölümü, Batıdaki kilise/papaz okullarından dem vurarak, laik devlette imam hatipleri ve dini öğretimi meşrulaştırmak istiyorlar. Oysa Batıdaki kilise/papaz okulları devlet okulu değildir. Aynı ülkede bu okullardan Katolik, Protestan ya da Ortodoks kilisesine ait olanlar vardır. Bu okullarda, imam hatiplerde olduğu gibi Hıristiyan fıkıhı, tefsiri gibi dersler (Hıristiyan ilahiyatı dersleri) de öğretilmez. Laik eğitim karşıtı öğretiler de, toplumu din toplumuna dönüştürecek içerik ve uygulamalar da yoktur. Bu okullarda Müslüman öğrenciler bile, dini öğretim görmek için değil eğitim görmek için okur. Batıda, kilise okulları dahil hiçbir okulda var olan yasalarla ters düşen herhangi bir uygulama da yoktur. Bu okullardan mezun olanlar, mesleklerini Katolik, Protestan ya da Ortodoks inancına göre de icra etmezler, Ortaçağ düzenine dönmek de istemezler, laik eğitimle de bilimsel eğitimle bir sorunları yoktur. Genelde diğer inanç sahipleriyle komşu olmaktan kaçınmadıkları gibi kadınların mayoyla denize girmesini de günah olarak görmezler. Fransa Demokratik Birliği (UDF) liderinin, laik olamadığı gerekçesiyle Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken, “Bizde bir papaz bile laik bir vatandaştır” (Cumhuriyet, 7 Ağustos 2004: 8) demesi de bu nedenledir.
Bizde, camiler ve dini öğretim devlet eliyle değişik inançtaki yurttaşlardan toplanan vergilerle yürütülürken, kilise okullarını ağırlıklı olarak cemaatler finanse eder. Ancak bizim liberaller olayın bu boyutuna hiç değinmemektedirler.
Toplumun dinini öğrenmek istemesi mi?
Günümüzde, örneğin gökdelen dikilmesi, nükleer santral inşası, köprü ve baraj yapımı ve makina üretimi gibi işler söz konusu olduğunda, kimse din, inanç ne der diye sormayıp işini insan ürünü bilgilere dayandırıp yürütür. Batı teknolojisiyle üretilen örneğin uçağa gönül rahatlığıyla binilir, 50 katlı binada korkusuzca oturulur; otomobil, yat, telefon, televizyon ve benzeri araçlar çekinmeden kullanılır. Topraktan birkaç misli ürün almak için Batı teknolojisinin ürettiği gübre, insan sağlığını korumak için de Batının ürettiği ilaçlar su gibi tüketilir. Batı teknolojisi kullanılarak yapılan ameliyatlarla insan ölümden dönmekte ve yaşamı uzamakta, bu ürünler sayesinde görmeyen gözler görmekte, duymayan kulaklar işitmekte, yatalak insanlar ayağa kalkabilmektedir. Batı teknolojisi, dini öğretimin ürünü değil laik ve bilimsel eğitimin bir sonucudur. İnsan yaşamını kolaylaştıran bu ürünleri kullanan toplumların, bu ürünlerin üretilmesine yol açan lak ve bilimsel eğitime sırt çevirmesi mümkün değildir.
Tabii ki, IŞİD’e destek vermek için Suriye’ye geçen aileler olduğu gibi, çocuğunun illa dini öğretimden geçmesini isteyen aileler de olabilir. Ancak tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de doğal olarak çocuğunun dini bilgi almasını isteyenler çok sınırlı sayıdadır. Bu sayı, küresel sömürgenlerin ayak oyunlarıyla, küresel sömürgenlerin taşeronluğunu yapan siyasetçilerin uygulamaları ve propagandalarıyla artmaktadır. Devletin inanca karşı tarafsız kaldığını gösterdiği dönemlerde, imam hatip liselerine gidenlerin sayılarının çok önemli oranlarda azalması bu nedenledir. İmam hatip ortaokullarının kapatılmasına karşı çıkılması da, DİB başkanının, “2. Din Şurası’nda, zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması sonucu, artık Kur’an kurslarına öğrenci bulunamadığı”ndan (Hürriyet, 26 Kasım 1998: 26) dert yanması da, bu nedenledir.
Herhangi bir toplumun, kitleler halinde, Batının ürettiği teknolojileri gönül rahatlığıyla kullanırken, yine genelde Batının ürettiği laiklik, insan hakları, kadın erkek eşitliği gibi çağdaş anlayışlardan ve bilimsel eğitimden fersah fersah kaçmaya çalışması da mümkün değildir. Teknolojileri kullanırken din/inanç ne der diye akıllarına getiremeyenlerin konu çocuk eğitimine geldiğinde, illa inanç demesi de mümkün değildir. Çünkü yaklaşık olarak Museviler dört bin, Hıristiyanlar iki bin ve Müslümanlar da bin küsur yıldır, genelde aile içinde edindikleri dini bilgilerle yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, namuslu olmak, saygılı olmak, insanı, komşularını ve yurdunu sevmek, başkasının malına ve ırzına göz koymamak ve ortalama bir dindar olarak yaşamak için aile içinde alınan dini öğretim yeterli olmuştur. İnançlara göre yaşanan Ortaçağ’da bile yeterli olan aile içi dini öğretim, okuryazarların her konuyu kitaplardan ve internetten öğrenebileceği çağımızda, laik devlet yaşamında haydi haydi yeterlidir.
Okullarımızda 1949’dan bu yana seçmeli ve 30 yıldır da, DKAB dersi gibi zorunlu din dersi vardır. İsteyen ilkokul mezunu Kuran kursuna gidebilmektedir. Bunların ötesindeki dini bilgiler, din adamı olacaklar için ya da din konusunda özel merakı olan yetişkinler için önemlidir. Ayrıca toplumda gerçekten de, aile içinde öğrendiklerinin ötesinde dinini öğrenme istediği varsa, bu istek herhalde yalnız Sünni-Hanefi inancıyla sınırlı olmayıp her inanç topluluğu kendi inancını öğrenmek istiyor demektir. Böyle bir istek varsa, bunu karşılamanın yolu, bir inancın okullarda dayatılması değildir. Ülkemizdeki uygulama, toplumun dinini öğrenmesi değil, yöneticilerin yeğlediği inancın tüm topluma dayatılmasıdır.
Din devletine dönüşmek mi?
12 Eylül 1980 sonrasında dini öğretim, giderek dinci öğretime dönüşmüş ve laik eğitime karşı bir seçenek olarak önerilmeye başlanmıştır. Örneğin Türkiye Diyanet Vakfı (TDV)’nın 15. Şura üyelerinin her birine dağıttığı bir yayınında, DPT’nin Milli Kültür (DPT, 1983) raporu gibi, “dini olan motifleri milli kültürden çekip çıkardığınız zaman geriye bir şey kalmaz. Bu da dinden bağımsız bir milli kültür olamayacağını gösterir (TDV, 1996: 127) denmektedir. Bu rapora göre, “Vahyin bütünleştirici ve birleştirici imkânından kafaları, kalpleri ve eğitimimizi mahrum eden zihniyet”tir (TDV, 1996: 120); “İmam Hatipler din adamı yetiştiren bir kurum değil din eğitimi veren bir kurumdur” (TDV, 1996: 160). Bir başka yayına göre, Cumhuriyet devrimini gerçekleştirenler, “Osmanlının ayak takımı olarak nitelenebilecek bir avuç çapsız, fikirsiz ama gözükara ve ne kadar olabilirse o kadar halk düşmanı”dır (Yüksel, 1996: 15). Bu kesim, “ahlakın, erdemin, vicdan ve merhametin İslam inancı olmazsa mümkün olamayacağı”nı (Taha, 1998: 5) sanmaktadır. Onlar için, “İmam-hatipler, küresel ve yerel fesada karşı insani-İslami duyarlılığın duruşun ve alternatif hayat tarzının simgesi olmuşlardı. … onların ‘yukarıdan-aşağıya’ dayattıkları batı tipi, seküler, gayri insani hayat tarzının önünde en ciddi engel İmam-hatipler”dir (Yıldız, 2003).
Güzel (1998: 26, 27) gibi, eğitimin amacının, “İnsanı kamil bir Müslüman olarak yetiştirmek” olduğunu ve “İslam’ın hedeflediği insanı kamilin, İslam dışı eğitim sistemleri ile” yetişmeyeceğini düşünenler vardır. Bu düşüncede olanlar, “İslami eğitimin gayesine uygun düşebilmesi için besmelenin kitapların başına yazılması, her derse ve her işe başlarken besmele çekilmesi gerekir. Beş vakit namazın kılınması için okullara mescitler tahsis edilmesi, namazın kılınması sağlanmasıdır. Cuma günleri Cuma namazının kılınması için programlar ona göre ayarlanmalıdır” (Güzel, 1998: 27) demektedir. Bu söylemlerin hedefi bellidir: Toplumun bir din toplumuna dönüşmesi.
Görüldüğü gibi, imam hatipleri ve dini öğretimi savunanlar, genelde laikliği “gayri insani hayat tarzı”, laik ve bilimsel eğitimi de “kötülüklerin kaynağı” olarak görmekte ve din devleti özlemini yansıtmaktadırlar. Bu tür din öğretimi anlayışı, ortalama müslümanın beklediği din öğretimi değildir; çağdaş anlayışlarla bağdaşmamaktadır; bireyleri “yurttaş”lıktan uzaklaştırıp “kul”laştıracak bir anlayıştır.
Son yıllarda, din toplumuna özgü söylemlerde büyük bir artış vardır. Örneğin Eğitim-Bir-Sen genel başkanı, karma eğitim mecburiyetinin kaldırılmasını istemektedir (Hürriyet, 7 Mart 2004). Milas ilçesinde İlçe Eğitim Müdürlüğü tarafından düzenlenen seminere konuşmacı olarak davet edilen bir “uzman”, “Besmeleyle kesilen kurban etinde mikrop olmaz” demektedir (gazeteler, 9 Mart 2013). Diyanet İşleri Başkanı, “İzmir’in farklı bir dindarlığı var. Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var” demektedir (gazeteler, 25 Mart 2013). 2012 Şubatı’nda, “Örnek vatandaş’ı” bile DİB’in seçeceği açıklanmaktadır. İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER), okullarda “haremlik”, “selamlık” düzen istemektedir (gazeteler, 28 Şubat 2012). Türk Diyanet Vakfı Konya Şubesi Başkanı, imam hatiplere karşı olan kimi kişilerin adlarını belirterek, onların “cenazesini yıkamayız, namazını kılmayız” diyebilmektedir.
“Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değildir” diyen (Samancı, 2011), gündüz ve gece olayını, doğa olayı olarak değil de, adı “gece” ve “gündüz” olan varlıklara bağlayan (soL, 16 Haziran 2011) ilahiyat profesörlerimiz vardır. “Diri bir kadın ya da şarabın heyecan verici niteliklerini anlatan şarkılar caiz değildir!” Marmara Üniversitesi’nden Prof. Ekrem Buğra Ekinci, “Eğer çalgı kadın sesi içermiyorsa, sözleri de dinen sakıncalı değilse dinlenebilir” diyen ilahiyatçılar artmaktadır.
Bu tür söylemlerin giderek yaygınlaştığı bir ülkede, “Türkiye’de radikal İslamcı akımlar imam hatip ve ilahiyatlarda taban bulamadı” (Akyol, 2013) denmesi, gerçekçi bir yorum olmaz. Yukarıda örneklenen söylemler, genelde imam hatip eğitimi almış kişilerin söylemleridir. Ayrıca bu söylemler, Türkiye ölçeğinde oldukça radikaldir ve bu söylemlerin bir adım ötesi de, El Kaide ya da IŞİD’ciliktir. Erdoğan’ın imam hatipleri methederken genel liselerin terör yetiştirdiğini ima etmesi de, “Dinin ve kinin davacısı olacak” gençler istemesi de, yeterince radikaldir. Çok taze başbakan Davutoğlu’nun bile, AİHM’nin 18 Eylül 2014’te gazetelerde yer alan DKAB dersinin laik düzende zorunlu olamayacağı kararıyla ilgili bir soru üzerine, “Bir ateistin dahi din kültürü bilgisi sahibi olması zarurettir” demesi de radikal bir söylemdir. Esmer (2011)’in araştırma bulgularına göre, toplum içinde örneğin, bilim ile din çelişirse, her zaman din doğrudur görüşünde olanların yüzde 77’ye, plajda mayo giymek günahtır diyenler yüzde 61’e, eşcinsellerle, AİDS’lilerle, nikâhsız yaşayan çiftlerle ve Tanrıya inanmayanlarla komşuluk yapmak istemeyenlerin yüzde 60’a ulaşması da yeterince radikal bir durumdur. Bu anlayışın biraz daha muhafazakârlaşması sonunda nasıl bir topluma dönüşeceğimizi düşünmek bile ürkütücüdür.
Türkiye’nin bu duruma dönüşmesi, siyasetçilerin aymazlığı sayesinde olmuştur. Günümüzde, halklarının çoğunluğunun Müslüman olduğu halde resmi olarak şeriat düzenine geçmemiş iki ülke kalmıştır: Suriye ve Türkiye. AKP’nin, Suriye’de laik rejimin güvencesi Esat rejimine karşı şeriat yanlısı güçleri desteklediği her geçen gün daha da belirginleşmektedir. AKP lideri Erdoğan, Rize’de fahri doktora unvanı alırken, imam hatiplere methiye düzüp, “O imam hatip okullarının mezunları şu anda Türkiye’yi yeni baştan inşa ediyor” demiştir (gazeteler, 12 Kasım 2012). Özellikle 2011 yılından bu yana Türkiye’nin eğitim sisteminde gerçekleştirilen dönüşümler, Türkiye’yi yeni baştan inşa etme hedefinin ne olduğunu açıkça göstermektedir: Hedef ülkeyi bir din toplumuna dönüştürmektir.
Seçmeli din derslerinin ve Kuran kurslarının olduğu ve son 30 yıldır DKAB dersinin zorunlu olarak okutulduğu bir ülkede, 10 yaşındaki çocukları imam hatibe alıp Cumhuriyetin ilkelerini ve çağdaş değerleri öğretmeden şeriatı öğretmenin -molla yetiştirmenin- amacı nedir? Bununla yetinmeyip genel liseleri kapatıp imam hatibe dönüştürmenin ve Anadolu liselerini kazanamayıp özel okula gidemeyeceklerin mecburen imam hatibe gitmelerini sağlamanın amacı nedir? Amaç herhalde imam hatip mezunlarının Cumhuriyeti ve onun getirdiği aydınlanmacı değer ve ilkeleri, laik ve bilimsel eğitimi, insan haklarını, eşitliği savunmaları değildir. Amaç, şeriatı öğrenecek kişinin, şeriatı benimsemesi, istemesi ve savunmasıdır; toplumun bir din toplumuna dönüşmesidir.
Laik eğitimde din öğretimi
Bu arada, imam hatiplerin diğer liselerle müfredat birliği var diyerek bu liseleri laik eğitim sistemiyle bağdaştırmaya çalışanlar da çıkmaktadır. Bu yanıltıcı bir düşüncedir. Evet, göreceli olarak müfredatta diğer liselerdeki derslerin bir bölümü vardır. Bu durum 1983’ten beri böyledir. Hatta ANAP, 1980 sonunda seçmeli ve kredili sistem uygulamasını getirdiğinde, imam hatiplerde meslek dersleri çoğaltılacağına, seçmeli dersler meslek dışı derslerden oluşturulmuştur. Ancak, imam hatiplerin üniversiteye giriş sınavlarındaki başarısı, yıllardır meslek liselilerin biraz üstünde ve diğer liselerin gerisindedir. Bu durum öğrenciye değil imam hatiplerin doğasına bağlı bir sorundur. İmam hatip liselerinde öğrencinin devinimsel, bilişsel ve duyuşsal gelişimleri çok sınırlı ve inançla çerçevelenmiş durumdadır. Hatta ilahiyatçılar ve imam hatipliler içinde, bilimsel derslerin, genellikle Hıristiyanlar tarafında üretildiği için Hıristiyan öğeleri taşıdığını düşünenler vardır. İmam hatipliler ve meslek dersi hocaları, genelde bilime mesafeli duran kesimdir. Bu anlayıştaki okullarda müfredat birliği olmasının pek bir anlamı yoktur. Laik eğitimde zorunlu öğretim dönemi içinde imam hatiplerin açılması, devletin din tercihi yapmış olması nedeniyle laiklikle bağdaşmadığı gibi, çocuğun devinimsel, bilişsel ve duyuşsal gelişimini sağlamadan onun imam hatibe alınması eğitsel açıdan da çocuk hakları açısından da doğru değildir. Ayrıca AKP’nin politikalarıyla, artık imam hatiplerin diğer okullarla müfredat birliğinde olması değil de, diğer okulların imam hatiplere yakın müfredat birliğine girmesi söz konusudur.
Kimileri, imam hatiplerle diğer liseler arasında müfredat bütünlüğü var söyleminden hareketle, “Türkiye din ve laiklik, din ve modernite sorunlarını çözüm yoluna koymuştur” (Akyol, 2013) demekte ya da sanmaktadır. Yukarıda değinilen alıntıları söyleyenlerin, okullarda haremlik selamlık isteyenlerin, kadınların erkeklerle eşit sayılmasından ve kızlarla erkeklerin el-ele tutuşmasında rahatsız olanların, ateistlerle değişik inançlarda olanları aşağılamaya kalkışanların modernitesinden söz etmek mümkün değildir. Modernite “modern türban” ile de olacak bir şey değildir. Laiklik, devletin din tercihi olmaması ise, devletin Sünni-Hanefi anlayışındaki imam hatipleri yaygınlaştırıp zorunlu yapmasıyla laiklik ve din sorunu nasıl çözülmüş olabilir? Bu ülkenin Şafii, Maliki, Hambeli, Şii, Musevi, Katolik, Ortodoks, … yurttaşları vardır ve bu yurttaşların dini öğrenimleri çözülmeden din ile laiklik sorununun çözümünden söz etmek mümkün değildir. Bu durum ancak din toplumunda, ya da “Yeni Türkiye”de görülebilecek bir çarpıklıktır.
İnanç sahibi olmayan yüz milyarların, Budist ve Hindu gibi göksel dinlere inanmayanların, Musevilerin ve Hıristiyanların arasında da “İnsanı kâmil” pek çoktur. Bu durum, laik eğitim karşıtlarının savunduğu gibi, “kalbin ışıması” için dini öğretimin gerekli ve yeterli bir koşul olmadığını göstermektedir. Bir zamanlar Müslümanları çoğunlukta olduğu halde laik olan ülkelerde, örneğin Afganistan’da, Cezayir’de, Endonezya’da, Irak’ta, Mısır’da, Pakistan’da, Suriye’de yaşananlar, kendi dini anlayışını ötekine zorla kabul ettirme savaşıdır. Laik eğitim olsa, örneğin Filistin’de Hamas ile El Fetih arasında, Yemen’de ve hatta Libya’da birbirinin gırtlağını sıkanların, Sünnilerin kutsal mekânı Kâbe’de bomba patlatan İranlılarla Şiilerin kutsal mekanı Meşhed’deki Şii imamın türbesinde bomba patlatan Suudilerin ortaya çıkmaları kolay değildir. Taliban da, El Kaide de, IŞİD de, laiklik anlayışını, diğer inançlara saygılı olmayı, insan haklarına saygılı olmayı, insanların ve kadın-erkek eşitliğini benimsemeyi içlerine sindiremedikleri için gözlerini kırpmadan cinayet işlemektedirler. Laiklik anlayışını benimsememiş olanlar, örneğin Suudi bir imam, gerekirse kız kardeşle cinsel ilişkiye girilebileceğinden söz edebilmektedir. Mısırlı bir imam, zor durumda kalan erkek, eşinin ırzına geçilmesi durumunda sessiz kalabilir sanmaktadır. Müslüman Kardeşler, Mısır Anayasasına, ölmüş eşle ilk 6 saat içinde cinsel ilişkiye girilebilir maddesi koymaya kalkışabilmektedir. Kimi Müslüman toplumlar, Esad’a karşı din/inanç adına savaşan militanların cinsel gereksinimlerini karşılamak üzere, kızlarını Suriye’ye gönderebilmektedir.
Çocuklarımızı bu akıl-almaz ve insanlık dışı karmaşaya düşmekten korumanın yolu laik eğitimden geçer. Din/inanç insanların bir bölümünde kişisel iç huzuru sağlasa da, dine/inanca dayalı devletlerde huzurlu bir yaşam pek olmamıştır ve günümüzde de olmadığı görülmektedir. İslam’a karşı düzenlenen Haçlı seferleri bile, önce Bizans’ı talan etmiştir. Avrupa’nın kendi içindeki din savaşları yıllarca sürmüştür. Müslüman dünyasında ise, halifeler bile cinayete kurban gitmiştir. Osmanlının Anadolu’da, Ortadoğu ve Afrika’da katıldığı tüm savaşlar, Müslüman devletlerle yapılan savaşlardır. Osmanlıyı 1. Dünya Savaşı’nda arkadan vuranlar, dini öğretiminin ağırlıkta olduğu Müslüman topluluklardır. Tarihsel gelişmeler ve günümüzde yaşanan canlı örnekler, bir inancı öne çıkaran toplumların huzura-barışa kavuşamadıklarını göstermektedir. Toplumsal ve toplumlararası barışın yolu, her inanca, etnik gruba, kadına-erkeğe eşit mesafede duran laik eğitimden geçer.
Laik devlet, tüm inançlara saygılı olduğu gibi, inançsızlığa da saygılı olan devlettir. Laik devletin işi yurttaşını belli bir inanç doğrultusunda eğitmek değildir. Laik devletin işi, önce yurttaşının kendini, doğayı ve toplumu gerçekçi bir biçimde tanımasına yardımcı olacak eğitim vermektir. Onun devinimsel, bilişsel ve duyuşsal olarak belli bir olgunluğa ulaşmasına yardımcı olmaktır. Laik devletler, kendilerine göre gelişmişlik düzeyiyle orantılı olacak şekilde, yurttaşlarında bulunmasını istediği devinimsel, bilişsel ve duyuşsal edinim düzeyini zorunlu öğretim süresiyle belirlemektedir. Tarihsel süreçte devletler genelde laikleşince zorunlu öğretimi başlatmışlar; ekonomik olarak geliştikçe de, zorunlu öğretim süresini uzatmışlardır. Geçmişte, 3-5 yıl olan zorunlu öğrenim süresi, önce 8 yıla sonra da, 10-12 yıllık süreye yayılmıştır.
Laik eğitim, her yurttaşın kendi inancını öğrenmesinin tek yoludur. Laik devletin din öğretimi konusundaki görevi, zorunlu öğretim sonrasında, yurttaşlarının başta inançlarla ilgili olmak üzere her türlü öğrenme gereksinimlerinin karşılanmasını güvence altına almaktır. Laik eğitimde devlet ya istenen kursları açar ya da dini toplulukların kendi inançlarını anayasal düzene karşı çıkmadan yetişkinlere öğretmesine yardımcı olur. Laik eğitimde devlet ya her inancın gereksinim duyduğu din adamlarını yükseköğretimde yetiştirir ya da dini toplulukların kendi din adamlarını yükseköğretimde yetiştirmelerini destekler.
Laik sistemde, zorunlu öğretim sürecinde bu bağlamda yapılabilecek öğretim, din ve inanç konusunu tarihsel süreçte ele alan ve tüm dinleri-inançları, herhangi birini küçümsemeden karşılaştırmalı olarak işleyecek, tam anlamıyla din kültürü niteliğinde olacak bir dersi, seçmeli ders olarak açmaktır.
DİPNOTLAR
1) Devinimsel gelişim, konuşma, yürüme, yüzme, yazı yazma, bir müzik aleti çalma, resim, heykel yapma gibi işlevleri yerine getirebilmek için kişinin vücudunu, kaslarını elini, kolunu, parmaklarını kullanma becerilerini geliştirmesidir. Bilişsel gelişim, kişinin kendini, insanı, toplumu, doğayı ve dünyayı gerçekçi bir biçimde anlamasına yardımcı olacak bilgileri edinmesidir. Duyuşsal gelişim, kişinin estetik anlayışı kazanmasıyla, güzelle-çirkini, iyiyle-kötüyü ve doğruyla-yanlışı ayırabilmesiyle, barışçıl, sevecen, insancıl, duygusal, vicdanlı, insan haklarına saygılı olabilmesiyle ilişkilidir.
2) Aydınlar Ocağı, 1960’lardaki halktan ve bağımsızlıktan yana olan ve Cumhuriyet ilkelerini benimseyen fikri uyanışa karşı olup da, “Varlığı tehlikeye düşen Türk’ün cesur bir hamle ve imanlı bir harekete ihtiyacı vardır” diye düşünenlerin savunduğu bir oluşumdur. Aydınlar Ocağı tüzüğünün ikinci maddesine göre amaç, “Milli kültür ve şuuru geliştirmek, milli bünyemizi sarsan fikri buhran ve mefhumlar anarşisi ile mücadele etmek, milli varlığımızı meydana getiren unsurları yaşatıp kuvvetlendirmek, yani Türk milliyetçiliği fikrini yaymaktır” (akt. Güvenç ve diğerleri, 1991: 315). Bu anlayış sonrada da “Hira Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türk” söylemiyle özetlenir olmuştur.
KAYNAKÇA
– Adem, M. (2000). Öğretim birliği yasası uygulansaydı!, Müdafaa-i Hukuk, 21, 30 Nisan, 40-42.
– Akyol, T. (2013). İmam hatipler ‘ayrı okul’ mu? Hürriyet, 30 Eylül. (2012). İmam hatip, Milliyet, 7 Mart.
– Akyüz, Y. (1999). Türk eğitim tarihi (başlangıçtan 1999’a), İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
– Altıntaş, M. (2002). YÖK ve hukuk, Ankara: Eğitim Sen Yayınları.
– Bahadınlı, Y. Z. (1968). Türkiye’de eğitim sorunu ve sosyalizm, Ankara: Hür Yayınevi.
– Başgöz, İ. (1995). Türkiye’nin eğitim çıkmazı ve Atatürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları/1754.
– Çelik, S. (2005). Van, medrese, üniversite, Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk, 85, Ekim, 52-53.
– DPT (1983). Beş yıllık kalkınma planı özel iktisat komisyonu raporu: Milli kültür. Ankara: DPT (1920/300).
– Ergin, M. (1982). Atatürk devri Türk eğitimi, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
– Esmer, Y. (2011). 2011Türkiye Değerler Araştırması Sonuçları. http://www.bahcesehir.edu.tr/habergoster/index/hid/664, erişim 20 Ekim 2011.
– Güzel, A. (1998). Nasıl bir eğitim?, İlkadım, 123, Ekim, 26-27.
– Güzel, M. Ş. (1991). YÖK dünyası, Ekin Belleten, Kış, 5-41.
– Hyman, H. H.; Payaslıoğlu, A. ve Frey, F. W. (1958). Thevalues of Turkish college youth, The Public Opinion Quarterly, 22, Fall, 275-291.
– Kazamias, A.M.(1967). Exploring the values and attitudes of lise youth, Comparative Education Review, February, 22-37.
– MEB (2000). 2001 yılı başında milli eğitim. Ankara: AÇEM ve 4. Akşam Sanat Okulu Matbaası. (1996). 15. Milli Eğitim Şurası. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. (1995). Ön komisyon önerileri üzerine araştırma. Ankara: Şura Genel Sekreterliği; Doküman no:4.
– McClelland, D. C. (1963). National character and economic growth in Turkey and Iran. Lucian, W. P. (der.) Communications and Political Development. Princeton: Princeton University Press.
– Okçabol, R. (2005). Türkiye eğitim sistemi, Ankara: Ütopya Yayınevi. (2007). Yükseköğretim sistemimiz, Ankara: Ütopya Yayınevi. (2013). AKP iktidarında eğitim, Ankara: Ütopya Yayınevi.
– Öcal, M. (1996). 15. Milli eğitim şurası ve okullarımızda din eğitimi, İstanbul: Türkiye Gönüllü Teşekkülleri Vakfı yayını.
– Samancı, Z. (2011). Dekolte giyene tecavüz ederler, Habertürk, 16 Şubat.
http://haberturk.com/polemik/haber/601444-dekolte-giyene-tecavuz-ederler, erişim 4 Mayıs 2011.
– Sanay, E. (1984). Gurbetçinin el kitabı, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, No: 238, Emel Matbaacılık Sanayii.
– Selçuk, S. (1994). Laikliğin anlamı, Milliyet, 12 Mart, dizi röportaj, 21.
– Taha, A. (1998). Eğitim adına katledilen eğitim!, İlkadım, 23, Ekim, 5.
– TDV (1996). Türk eğitim sistemi: Alternatif perspektif, Ankara: Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi.
– Yıldız, A. (2003). Haydi imam-hatiplere!, Vakit, 26 Ağustos.
– YÖK (1985). Türkiye’de anarşi ve terörün sebepleri ve hedefleri, Ankara: Hizmete Özel YÖK Yayını.
– Yüksel, H. (1996). Cumhuriyet döneminde Türk aydını, Akademya, 4, Ekim, 15-18.