Berkes hocanın meseleye bakışında, evrim kavramına karşı oluşturulan geri düşünüşleri sadece basit biyolojik evrim karşıtlığı ile daraltmayan bir bilimsel genişlik vardır: Hoca, evrim karşıtlığıyla birlikte, evrimi kuramsal yapısının kılavuzluğuna muhtaç olguların dışına taşıran avam evrimciliği de eleştirir.
Son iki yazımızı Türkiye’nin gelmiş geçmiş muhtemelen en dolu ve nitelikli dergilerinden Yurt ve Dünya’nın kapatılmadan önceki son sayılarından, 1 Şubat 1944 tarihli sayısındaki Charles Darwin ve evrim yazılarına ayırmıştık. Üzerinde kısaca durduğumuz editoryal yazı ile birlikte, büyük antropolog Muzaffer Şenyürek ve yine aynı ölçüde büyük siyaset bilimci Niyazi Berkes’in yazıları ile öne çıkan bu sayının, evrimsel biyolojinin teknik nüvelerinin günümüzde bile fazla örneği bulunmayan yarı popüler sunumunu içermesiyle başlı başına bir üne sahip olduğunu da vurgulamıştık. Muzaffer Şenyürek hocanın makalesini ayrıntılarıyla değerlendirmiştik. Şimdi aynı sayıdaki, Niyazi Berkes hocanın “Darvinizm Karşısında İleri ve Geri Düşünüşler” başlığını taşıyan yazısına odaklanalım.
Berkes’e göre Darwin’in önemi
Berkes’in yazısı, birbiriyle neredeyse insanlık tarihinin başlarından beri çatışan iki temel düşünce bulunduğu kabulüyle başlar: Berkes’in geri görüşler (*) adını verdiği, “dünyada ve cemiyette, insanda hiçbir şeyin değişmediğini, her şeyin olduğu gibi ve bir defada mutlak olarak yaratıldığını iddia eden kutbun karşısında “her şeyin durmayan bir değişme halinde olduğunu, bunun bütün olayların özü olduğunu” kabul eden bir antitez bulunmaktadır.
Bu ikinci görüşün köklerini -doğru biçimde- Antik Yunan’a kadar götüren Berkes, ortaçağların yaygın düşünsel katılığını -yine haklı olarak- birinci görüşe dayandırırken, Fransız Devrimi sonrası ibrenin değişimi düstur edinmiş görüşe doğru hızla kaydığını vurgulayarak, nihayet 19. yüzyılın ikinci yarısında, Charles Darwin’in doğa bilimlerinde yarattığı büyük kırılma ve dinamizm ile “tekamülcü (evrimci)” görüşün nihai üstünlüğünün sağlandığını söylemektedir.
Niyazi Berkes’in çizdiği bu çerçeve, siyasal iktidarların el değiştirme sürecini, yeni insan tipiyle devindirici motorunu tekrar inşa ederek oluşmuş yeni toplumsal sınıflara dayalı bir dünya düzeninin oluşumunu özetlemekle birlikte, Darwin’i bu sürece nihai aktör olarak dâhil edişi, biyolojinin evrimsel biyolojiye dönüşümünün tarihini kuramsal yapısı içinde barındıran biyolojik evrim kavrayışından çok, genel bir evrimcilik ile meseleye yaklaşmanın getirdiği aşırı yorumdur denilebilir. Ancak, unutulmaması gereken nokta, Darwin’in nihai bilimsel katkısı ve eserlerini oluşturmaktaki amacı ağırlıklı olarak salt biyolojiye ilişkin olmakla birlikte, eserlerinin içeriklerinin popüler ya da amaca uygun motiflerle siyasal-toplumsal alana eklenmesinin yarattığı karşıt dinamiklerin doğal olarak siyasal ve toplumsal sonuçlar doğurduğu da doğrudur. Dolayısıyla Berkes hocanın, bir siyaset bilimci olarak, çalışma nesnesi üzerinden vardığı tespitlerde yanılmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Berkes hocanın meseleye bakışında, basit karşıtlıklar üzerinden ilerlemeyip, evrim kavramına karşı oluşturulan geri düşünüşleri sadece basit biyolojik evrim karşıtlığı ile daraltmayan bir bilimsel genişlik vardır: Hoca, “Darwin’in eseri karşısında meydana gelen reaksiyonlar” ile birlikte “Darwin’i tefsir yolunda sapılan yanlış yolları” da izah etmektedir. Bir başka deyişle, evrim karşıtlığıyla birlikte, evrimi kuramsal yapısının kılavuzluğuna muhtaç olguların dışına taşıran avam evrimciliği de eleştirmektedir Berkes.
Evrim karşıtlığına Almanya’dan bir örnek
Son derece katı ve hiyerarşik bir akademik yapıya sahip, bu geleneksel yapının basit idari kararların alınmasına kadar dini taassup ile iş gören sınıfların hakimiyetinde olduğu dönem İngiltere’sindeki evrim tartışmalarını Thomas Huxley ile Piskopos Wilberforce arasındaki meşhur polemik ile örnekleyerek evrim karşıtlığının tarihçesini çizmeye başlar Niyazi Berkes hoca.
Ardından, 19. yüzyılın bir diğer büyük siyasi aktörü Almanya’daki tartışmalara geçer ve 1848 sonrasının reaksiyoner bağnazlığın yırtıcılığının göbeğine düşmüş olan evrim düşüncesinin nasıl da sert bir karşıtlıkla burada da karşı karşıya kaldığından söz eder. 1877’de Münih’te toplanan ve Alman eğitim kanununun hazırlanmasını esas alan konferansta, Ernst Haeckel’in evrimin eğitime aşılanması gerektiği fikrine, dönemin önemli bilginlerinden Virchow’un sert bir karşılık verildiğinden bahisle, Almanya’daki evrim karşıtlığı tarihinden önemli bir yaprak önümüze serilmektedir. Virchow’un, Berkes’in de belirttiği, özellikle Darwinizmi (yani evrimsel biyolojiyi) toplumsal düzeni yıkıcı, bozguncu bir “sosyalist” faaliyet çabası olarak göstermeye çalışması, klasik evrim karşıtlığının basit ve içi boş kelime tekrarlarının ne denli geçmişe uzandığını göstermek bakımından hayli manidar olsa gerek.
Evrim karşıtlığının dayandığı siyasal ve toplumsal temeller üzerinden konuya devam eden Berkes, sonuç itibarıyla, bu karşıtlığın mevcut dünya düzenindeki ezeli olduğu iddia edilen çarkların işleyişinin devamı için ortaya çıkmış bir aldatmaca olduğu sonucuna vararak makalesinin bu kısmını kapatır.
Berkes’de Sosyal Darwinizm eleştirisi
Kanımca, Berkes’in makalesinin ikinci kısmında ele aldığı, avam evrimcilik teşhiri diyebileceğimiz konular, tarihsel ve toplumsal bakımdan çok daha önemlidirler. Zira evrim karşıtlığı altında uydurulan sözde biyolojik karşıt argümanları, günümüz modern biyolojisi ve evrim bilimi ışığında çöpe atıvermek, deyim yerindeyse, genel bir bilimsel okuryazarlıkla ve orta seviyede bilişsel bir düzey dâhilinde, çocuk oyuncağıdır. Bununla birlikte, “en güçlünün ayakta kalması” ya da “doğadaki kanlı bıçaklı savaşta güçlünün güçsüzü alt etmesi” türünden sözde yalın ama özde (evrimsel biyoloji ve genetiğin kuramı ve bilgisi dâhilinde) hayli boş olan önermelerin çekiciliğine kapılıp lüzumlu lüzumsuz her şeye biyolojik evrim izahı yakıştırmak, evrimin anlaşılmasındaki güçlükler bahsinde, evrim karşıtlığından daha yaygın bir tehlike olarak karşımızda durmaktadır.
Nitekim Berkes hoca da, son derece yetkin, bilgisi derinleşmiş bir toplumbilimci olması dolayısıyla, makalesini bu tür tehlikelere dikkat çekerek bitirmektedir. Doğal seçilim ile toplumsal adalet kavramlarının birbirine yabancılığından dem vuran Niyazi Berkes, yazısının hemen sonlarında şunları vurgulamaktadır:
“Sosyal Darwinistler sosyal tekâmülü de uzvi tekâmül gibi izah etmek istemişlerdir. Fertçilik-cemiyetçilik; rekabet-elbirliği; aristokrasi-demokrasi; militarizm-pasifizm; münakaşalarında, üstün ırk iddialarında; “yaratıcı tekamül” görüşlerinde şahsi, dini, iktisadi prejüleri (önyargıları) doğru imiş gibi göstermek için kullanılmıştır.
“Bu çeşit fikirler neden yanlış ve geridir? Çünkü bunlar ilmi endişelerle ve ilmi usullerle yapılmış araştırmalarla varılan neticeler değildir. Hakim sınıfların, politikacıların ve onların propagandacıları olan muharrirlerin uydurmalarıdır. Sosyal hayat ve tekamül uzvi hayatın kanunlarıyla izah edilemez… Kaldı ki uzvi alemin kendisi de sadece rekabet, hayat mücadelesi, tabii seçiliş prensipleriyle izah edilemez. Tabiatta mücadele olduğu gibi birlik ve beraberlik hadiseleri de rol oynamaktadır.”
Doğru söze ne denir?
(*) İtalikler Niyazi Berkes’in Yurt ve Dünya’daki makalesindeki ifadelerdir.