Ana Sayfa Dergi Sayıları 168. Sayı Aydınlanma kavrayışı ya da bilincin aydınlığı

Aydınlanma kavrayışı ya da bilincin aydınlığı

824
0

Aydınlık bir bilinç oluşturabilmek için önce önyargılardan kurtulabilmek gerekir. Gerçek aydınlanma aydınlanmışlık duygusu üzerine değil aydınlanma istemi üzerine kurulur. O her şeyden önce insanın kendiyle bitmez tükenmez tartışması hatta yıkışmasıdır. Aydınlanma böylece hem kendimiz için hem başkaları için daha çok düşünme ve daha verimli yaşama olanağı yaratmaktır. Evrensel bilinç aydınlığı topluca üretebildiğimiz bir değerdir.

Aydınlanma bir yaşam koşulu ve bir düşünme biçimidir. Toplum açısından ileri düzeyde uygarlaşma yolunda olmaya, birey açısından yetkin bilince ulaşma çabasına tanıklık eder. Sorun buna göre hem toplumsal ya da evrensel bilinçle hem de bireysel bilinçle ilgilidir. Bu da aydınlanma kavramının eğitim kavramına sıkıca bağlı olduğunu gösterir. Bugün eğitim dediğimizde özellikle yeni dünyanın koşullarını düşünmemiz, onu aile eğitimiyle ve okul eğitimiyle sınırlamamamız doğru olur. Eskiden eğitim bu iki kurumla sınırlıydı, bugün bireyler isteseler de istemeseler de olumlu ve olumsuz özellikleriyle çokyönlü bir eğitim bombardımanı altındalar. Bunun her durumda aydınlanma olgusunu güçlendirdiğini hızlandırdığını çeşitlendirdiğini söyleyebilmek kolay değil. Birey bilincini sağlam oluşturmadığı, kendini içiboş kültür saldırılarından korumadığı ve genel toplumsal yaşamın akışına bıraktığı zaman bu çokyönlü kaçınılmaz eğitimin zararlarını görüyor. Bu başı sonu belirsiz eğitimin genelde insanların bilincini bulandırdığı, en azından onları gündelik yaşamın koşullarına hapsettiği tartışma götürmez. Bu tür olumsuz eğitici etkiler altında kalan bireyler en azından “birbiçim” insanlar olmanın kötü yazgısını paylaşıyorlar.

Çünkü eğitim kaynağı ve amacı belirsiz bir takım etkilerin saldırısı altında kalıplanmak sorunu değil bir dizge ve yöntem çerçevesinde kendini geliştirmek sorunudur. Eğitim edilginlikle belirlendiğinde bir çarktan çıkmışçasına birbirine benzeyen kafalar üretir. Eğitim buna göre eğiticinin etkin kişiliği kadar bireyin alıcı istemini ve eğiticiye verdiği tepkileri de gereksinir. Eğitim tek yönlü işlemez: eğitileni iyileşmez belleyici olarak görmek yanlış olur. Yaşamda her gün biraz daha gelişmekte olan kalıplanmış insan olma örnekleri bireylerin giyimlerinde konuşmalarında davranışlarında tepkilerinde özellikle de yazma ve konuşma biçimlerinde kendini açıkça ortaya koyuyor. Bu da süreklilik gerektiren evrensel aydınlanmaya ket vuruyor. Aydınlanma usunu iyi kullanabilen, onu sürekli araştırmayla güçlü kılabilen, bu gelişmiş ussallıkla bilincini sürekli yetkinleştirebilen insanların uğraşıdır. Özünde bir yeti olan us geliştirilmezse üremeyi ve beslenmeyi sürdürmeye yarayan basit bir güç olarak kalır. Sorun her koşulda bilinç düzeyiyle ilgilidir. Gündelik bilinçle yetinenler de iyimserlikle kendilerini aydınlanmış kimseler olarak görebilirler. Gelişmeden aydınlanmak ancak bir mucize olabilir.

Bilgisiz aydınlanma yoktur ve yetkin bilinç sağlam bir bellek düzeneği üzerine kurulur. Bellek eğitimi aileden çok okulun sorumluluğuna girer. Aile eğitimi, cinsel eğitim de içinde, genelde yanlışlarla doludur. Aile çok zaman yetkin bilinç oluşturmanın değil yanlış bilinç oluşturmanın yuvasıdır. Ailede birey olsa olsa taşlaşmış görenekler çerçevesinde düzgün davranma biçimlerini öğrenebilir. Bu da toplumsal yaşam gerekleri açısından elbette önemsiz değildir ama yeterli de değildir. Birey bilinçlenme süreçlerini büyük ölçüde okulda yaşayacaktır. Okulların çok uygun eğitim ortamları olduğunu söylemek de kolay değildir. Okul eğitiminin niteliğini bozan başlıca etken ulusal çerçevede nüfus artışı ve ona bağlı olarak dengesiz gelir dağılımıdır. Aileden yetersiz çıkan genç okulda da yetersiz bir eğitimden geçince topluma sorunlu hatta tehlikeli insan olarak katılacaktır.

Bellek eğitimi

Bu çerçevede bir bellek eğitiminden sözedebiliriz. İyi bir bellek ancak doğru bir kavram eğitimiyle sağlanabilir. Kavramlar gerçekliğin zihindeki yansılarıdır. Onlar gerçekliğe uygunlukları ölçüsünde geçerlik kazanırlar. Bellek eğitimi dediğimiz şey özünde doğru bilgi edinmeyle ilgilidir. Kavramlar bellekte içlem ve kaplam ilişkisine göre bir dizge oluştururlar. Bir bellekte kavram içerikleri doğruysa belleğin yapısı gerçeklikle tamuyar bir ilişki içindedir diyebiliriz. Sağlam bir bellek kavramların oluşturduğu sıradüzenine göre yaşamın bir şemasını yansıtır. Kavramlarımızın doğru ve dolgun içerikli olmaları önemlidir. Yanlış eğitimle oluşturulmuş bir bellek sakat ya da hastadır. Hangi kavramların hangi kavramları içereceği, hangi kavramları hangi kavramların altında toplamak gerektiği bilinmeden yapılan bir eğitim belleği bozarken bilinci altüst edecektir. Kötü koşullarda oluşturulmuş bir belleği onarmak ya da yeniden düzenlemek kolay değildir. Kötü eğitilmiş kişi edindiği yanlış bilgileri kendi varlığıyla bütünleştirdiğinden onlara sıkı sıkıya sahip çıkacaktır.

Bilinç dünyayı kendimizde gördüğümüz ve kendimizi dünyaya kattığımız yerde kendini gösterir.

Bununla birlikte bir bellek onarımından ya da düzenlemesinden sözetmek olasıdır. Bunun için kişi öncelikle bunu öngörmelidir. Böylesi bir serüven dile kolaydır, ondan büyük verim almak olası olmayabilir. Bilincin kalıcılık kazanmış ögeleriyle yerleşik ögeleriyle oynamak kolay değildir. İnsan aldığını kolay verebilen ya da istediği zaman atabilen bir varlık değildir. Gene de yanlışı yasal kılmamak ve belli bir bellek onarımı sağlamak için kolları sıvamak doğru olur. Yetersiz bilinç ya da bulanık bilinç sorunu hafife alınabilecek gibi değildir. Belleği bozuk kişilerin doğru bilgi diye ürettiği saçmalar doğru bilgi kimliğiyle yaşamda ve kitaplarda bol bol yer alabiliyor. Birileri akıllarına ilk geleni doğru bilgi diye insanlara sunabiliyorlar. Yanlış bilinç oluşturmada kaba ideolojik kaygılar da belirleyici olabiliyor. Yanlış bilginin kaynağında cahillik mi kötü niyet mi var sorusunu yanıtlayabilmek kolay da gerekli de değildir.

Yaşadığım bir olay ne büyük yanlışlara düşüldüğünü göstermek açısından çok ilginçtir. Bir gün üniversitelerimizden birinin sanat tarihi bölümünde ders anlatıyordum. Bir kız öğrencimiz birden sözümü keserek ve tam anlamında suçlayıcı bir ses tonuyla benim kendilerine yanlış şeyler öğrettiğimi söyledi. Bir örnek vermesini istedim. Şöyle dedi: “Size göre her toplum belli bir uygarlık etkinliği ortaya koyuyor ve gene size göre bütün toplumların belli bir kültürü var. Yani her toplum hem uygar hem kültürlü oluyor. Oysa bizim elimizde beş profesörün yazdığı bir kitap var. Bu kitaba göre bazı toplumlar uygarlık toplumlarıdır bazı toplumlar kültür toplumlarıdır.” Karşılaştığım tablo son derece acı verici bir tabloydu. Beş profesör belki uygarlığın ve kültürün ne olduğunu bilmeden ve belki de ideolojik kaygılarla genç insanların belleklerini bozuyorlardı. Kim bilir o kitapta daha ne yanlışlar vardı. Sözkonusu kitap yanlış bilmiyorsam ders kitabı olarak kullanılıyordu.

Kavram eğitimi çok önemlidir, eğitimde tanımlama çok önemlidir, örneğin uygarlığın ne olduğunu kültürün ne olduğunu bilmek çok önemlidir. Tanımlamak bir kavram içeriğini apaçık belirlemektir, bir kavram içeriğini özetlemek yani temel nitelikleriyle ortaya koymaktır. Tanımlamadan sonra daha geniş çerçevede kavramla ilgili tanıtlamalar yani temel özellikler üzerinde geniş açıklamalar yapmak gerekir. Bu da bir nesnenin belirleyici özelliklerini tam olmasa da tama yakın belirlemek demektir. Eğitici böylece sunduğu bilginin hesabını da vermiş olur. Bu yüzden eğiticinin öncelikle kendini iyi eğitmiş yani iyi bir bellek eğitiminden geçmiş olmasını bekleriz. Uygarlığın ne olduğunu kültürün ne olduğunu bilmeyen bir eğiticinin bu iki kavram üzerine bilgiler vermesi korkunç bir durumdur. Kendini yetiştirmeden başkalarını yetiştirmeye kalkanların işledikleri yanlışlar katillerin işledikleri cinayetlerden daha az etkili değildir. Eğiticinin sürekli bir kendini eğitme çabası içinde olması beklenir. Sağlıklı bilinç her şeyden önce iyi bir bellek eğitiminden geçmiş kişilerin ulaşabildiği bir zenginliktir. Eğitimin gelişigüzel düzenlendiği toplumlarda bu tür zenginlikler olmaz. Herkesin kendine göre düşündüğü ya da düşündüğünü sandığı, herkesin her şeyi eksik hatta yanlış bilinçle keyfine göre yorumladığı ve insanlara bilgi diye sunduğu ortamlarda sağlıklı eğitim düş bile değildir.

Gündelik bilinçle yaşamayı göze almış olanlar için çok şey söylememiz gerekmeyebilir. Ama kültürden sorumlu eğitim ortamlarında her bilgi üretiminin sağlam bir bilinç temeline oturuyor olması bir zorunluluktur. Kültür üretmekten sorumlu kişilerin kavramlar dünyasıyla ilişkilerini kılı kırk yararcasına sürdürüyor olmaları gerekir. Her yeni bilgi bilincin dağılıp yeniden kurulmasını zorunlu kılar. Üst düzeyde düşünmekten sorumlu insanların bilinç sağlamlığını sürdürebilmek için belleklerini yeniden yeniden gözden geçirmeleri, gündelik dille söylersek belleklerini tazelemeleri gerekir. Biz bunları zaten biliyoruz rahatlığıyla bilim felsefe sanat yapmaya kalkanlar kendilerini gülünç ediyorlar. Buna karşılık belleğini yenilemek konusunda istekli kişiler verimlilikleriyle öne çıkıyorlar. Yetkin bilinç verimini kendiyle ve dünyayla ilgili özeninden alıyor.

Bilinç, etkin bellektir

Bellek durmadan değişmeye eğilimli yapısıyla bireyin duygusal ve düşünsel geçmişidir şimdisidir hatta geleceğidir. Bellek bizi kendimiz kılarken aynı zamanda dünyaya bağlar. Bilinç dünyanın özellikle yargılar ortaya koymakla yükümlü olan etkin yüzüdür. Bilincin etkinliği belleğin canlı yapısını aşar, belleğin üstünde bir etkin yaşam koşulu özelliği gösterir. Bilinç hem kendinin hem dünyanın bilincidir. Dünyadan soyutlanmış bilinç yoktur. Dünyayla bilinç arasında bir kesinti de yoktur. Bilinç dünyayı kendimizde gördüğümüz ve kendimizi dünyaya kattığımız yerde kendini gösterir. O her zaman yönelgenliğiyle yani kendine olduğu kadar kendi dışına dönük etkin yapısıyla bilinçtir. Bilinçte içle dış bütünleşir, onun asıl işlevi dünyada kendini ve kendinde dünyayı görebilmektir. O dünyayı kendi açısından kendinde taşır. Buna göre hem kendi kendisinin hem de bütün bir insanlığın bilincidir.

En bencil ve kendine kapalı insanın bilinci bile dünyadaki bilinçtir. O evrensel bir genişlikte varlığı algılarken de özgündür, en belirleyici nesnellikte bile özelliklerini ya da öznelliklerini korur. Dünya karmaşıktır, bilinç yalına eğilimlidir. Böylece bilinç insan için dünyayı daha anlaşılır ve daha yaşanılır kılar. Bu yoksa ya içgüdüler düzeyinde kalırız ya da yabancılık duygularıyla belirgin sarsıntılar yaşarız. Bilinç dünyaya uyumun merkezi olurken dünyayı kendinde yalına indirgemeye çalışır. Tek tek şeylerden oluşmuş son derece karmaşık bir dünyada tekleri olduğu gibi kendine almak bilincin kaldırabileceği iş değildir. Bilinç tekleri genellemelere götürerek kendi özgün kavrayıcı yapısını oluşturur. Bilgiye yönelişin temel koşulu yalınlaştırmadır. Kavram üretimi yalınlaştırmanın ya da soyutlamanın koşullarında gerçekleşir. Bilinç böylece benzerleri bir araya getirerek ve benzemeyenleri ayırarak türleri ve cinsleri oluşturur. Bilinç demek ki kavramları teklerden türetir. Dünya teklerin dünyasıdır. Dünyada ne türler ne de cinsler vardır. Türler ve cinsler bizim tasarımlarımızdır.

Yalınlaştırma soyutlamayla gerçekleşir. Türlerin ve cinslerin saptanması sınıflamadır. Sınıflama özünde soyutlamadır. Sınıflama yoluyla kavramlaştırma teklerin dünyasında benzer özellikleri kümeleştirmekle yani bir arada toplamakla olur. Bunu yaparken bilinç yalnız dış dünyanın belirleyiciliği altında değildir, o her ediminde bir yandan dünyanın koşullarını benimserken öbür yandan kendi koşullarını da dünyaya benimseterek bilgiye ulaşır. Bilincin a priori özellikleri insan türüne özgü özelliklerdir. Bu da dünyanın koşullarına uyarken dünyayı kendi koşullarına uydurma anlamı taşır. Bilincin hiçbir ögesi mutlak ölçüde a posteriori değildir. Küme dediğimiz şey kavramın içeriğidir ya da kendisidir. Özelden genele bir yol açmaktır bu. Genellemede teklerin indirgenemez özellikleri ya da özel özellikleri görmezden gelinir. Her zaman başlıca özellikler diye bir sorun vardır. Tekleri tüm özelliklerini koruyarak bir araya getirelim dersek dünyanın durumuna düşeriz ve bilgiye ulaşamayız. Belleğin oluşum serüveniyle birlikte bilincin ne olup ne olmadığı sorunu da ben’in kendisiyle ve dünyayla ilişkisi içinde anlaşılmalıdır.

Sağlıklı bilinç yazgı kavramını dışlar ve onu bilinç yetmezliğinin bir yaratısı olarak değerlendirir. İnsan kendi yazgısını kendi yaratan varlıktır. (Leonardo da Vinci’nin “Vitrivius Adamı” adlı eskizi)

Bellek bir sıradüzeninde ve bir içlem-kaplam ilişkisi içinde bir araya gelmiş olan bir dizge, bir kavramlar dizgesi olarak görünür. Bilinç özünde bellektir, kendini bilen bellektir, etkin bellektir. Buna göre bellek bir bilgi deposundan daha başka ve daha çok bir şeydir. İnsan bilgiyi depolamaz, onu kendine alır, kendiyle özdeşleştirir ve kendinde yaşar. Bilgi depolayanları ayrı tutmak gerekir. Anlık etkindir, bir yargı düzeneği olarak etkindir: belleği canlandırır, belleği bilince dönüştürür. Bilince anlıkla canlandırılmış bellek de diyebiliriz. Bellek başka bilinç başka desek de birini öbüründen ayırmak kolay değildir. Salt bellek yani anlıktan bağımsız bellek edilgin bir güç hatta bir gücüllük bir tasarım olabilir ancak. Bir yargılama gücü olan anlık olmasaydı bellek bir bilgi yığınağı, birbirinden kopuk bir bilgiler toplamı olacaktı. Bellek böylece, Platon’un İdea’lar düzeninde olduğu gibi, en genelden en özele kadar birçok kavramı, dünyanın şemasına uygun olarak birçok kavramı kendinde barındırır, bunu yaparken özellikle kendi için önemli olan kavramları daha dolgun daha belirgin kılar. Bellek kendine ve kendi dışına deşici ve ayrıştırıcı bir etkililikte yöneldiği zaman bilinçtir. Evrensele göre düzenlenmiş nesnel yapısı içinde ayrıca kendi özel renkleriyle ya da özel özellikleriyle donanmış olan bilinç tarihsel bir genişlikte hem kendini hem dünyayı algılamaya eğilimlidir. O kendinde dünyayı algılar ve açıklarken dünyada da kendini algılar ve açıklar. O hem tek kişinin hem de zamanda ve uzamda bütün bir dünyanın bilincidir. Bilinç böylece kendi nesnel ve öznel yapısı içinde insanlığın bilincine katılır, ondan pay alır ve ona kendinden bir şeyler vermeye çalışır. Aydınlanma bireysel bilincin evrensel bilince yönelme etkinliği ölçüsünde gerçekleşir. Bunun için gündeliğin çarklarından kurtulup evrensele doğru yönelmiş ya da kanatlanmış bir düşünsel ve duygusal merakın belirleyiciliği gereklidir.

Fikir ve kavram diyalektiği

Bütün geniş uzanımlı kavramlar gibi aydınlanma kavramı da neredeyse bütün bir dünyayı ve bütün bir tarihi kucaklamaya ve açıklamaya yönelik azçok karmaşık bir kavramdır. Karmaşıklığı zengin içeriğinden gelir, çeşitliliklerle örülmüş dolgunluğundan gelir. Zengin içerikli kavramların ortak yazgısı budur. Aynı güçlük bazı başka kavramlar için de, örneğin “varlık” kavramı için de sözkonusudur. Kavramların dünyası, özellikle geniş kapsamlı soyut kavramların dünyası hiç de yalın değildir. Evet, özellikle soyut kavramlar yani soyut nesnelerin kavramları yoğun anlamlarla yüklüdür. En basit ve en somut bir kavramın bile kaygan yanları vardır ayrıca. “Tava” dediğimiz zaman çok belirgin bir nesne mi canlanıyor gözümüzde? Somut kavramlar doğal olarak soyut kavramlardan daha yalındır. Soyut olsun somut olsun kavramlar düşüncenin temel taşlarıdır. Bilinçte kavramlar dizgesi yetersiz ya da sağlıksızsa düşünce yanlışa eğilimli olacaktır. Yanlış kavramlardan ya da eksikli kavramlardan doğru bilgiler türetemeyiz. Ayakları yere basmayan yani gerçeklikle uyum içinde olmayan, gerçekliği kendine göre kurmaya eğilimli olan bilinçler tehlikelidir. Temel bilgi yani kavramlar dizgesi yeterli değilse fikir üretimi sorunlu olacaktır. Amaç karmaşık dünyada yalını elde edebilmekse bunun için bilinçte sağlam görü koşullarının oluşturulmuş olması gerekir. Basitçe dünyayı yalınlaştırmak diyebiliriz buna. Kavramlar düzenini sağlam kurduğumuzda onlara dayanarak yapacağımız fikir üretimleri de sağlam olacaktır. Kavramlarla fikirler arasında nesnellik ya da gerçeğe uygunluk açısından tutarlı bir alışverişin olması gerekir. Onlar ayrıca birbirlerini nesnel ya da gerçeğe uygun kılmakla yükümlüdür. Fikirleri oluşturanlar yani fikirlerin bileşimine katılanlar kavramlarsa kavramları düzenleyenler ve düzeltenler de fikirlerdir. Fikir ve kavram diyalektiğinde kavramlar öncesel de olsalar etkileşim süreçlerinde öncelik diye bir şey sözkonusu değildir.

Doğal ve özgürlük

Kavramları soyutlamalarla kuruyor, bilinci soyutlamalarla oluşturuyoruz. Soyutlama bilincimizin işi, soyut şeyler bilincimizin ürünüdür: doğada soyut yoktur. Bilinç ne ölçüde gelişmişse soyutlamaya yatkınlık o ölçüde belirleyici olacaktır. Bellek bütün gerecini öncelikle dış dünyadan alır. Duyumsama bellek oluşumunun ya da bilinçlenmenin ilk basamağıdır. Duyumsamayla başlayan yol aydınlanmaya kadar gider. Aydınlanma bilincin ürünüdür, aynı zamanda bilincin etkin varolma biçimidir. Aydınlanma kökleri insanın doğasında olan ve gücünü bilincin yönelgenliğinden alan bir varolma koşuludur. Gelişen insanlığın anlamıdır, insanın sürekli gelişen özünün anlamını oluşturur. Tarih bütünüyle aydınlanmanın tarihidir. Özellikle olaylardan soyutlanmış düşünselliğin tarihi ya da kısaca düşünce tarihi doğrudan doğruya aydınlanmayı açıklar. Tarih geriye sarmayan ve kendini yinelemeyen bir akışta insanlığın ortak ürünüdür. İnsanla ilgili her şey tarihseldir. Tarih sürekli bir evrimin konusudur, sonsuza doğru evrilen insanlığın çelişkilerle örülmüş serüvenidir. O bütün bir insanlığın yaşamıdır. Tarih birbirine eklenen durumların değil birbirini yaratan koşulların tarihidir.

Aydınlanma kendimizi insanlığın bir üyesi olarak görmekle, buna göre ortak değerlerimizi bilmekle ya da bilmeye çalışmakla olur. (Picasso’nun “Guernica” adlı tablosu)

Tarihi gerçekleştiren insan tarihsel insandır. İnsan hiçbir zaman tarihin dışında olmamıştır. Bilinç eksikliği nedeniyle kendilerini tarihten bağımsız sayanlar ya da tarihin dışında görenler bile tarihte olduklarını bilirler. Tarih bizi bağımlıyor mu hatta köleleştiriyor mu? Kendimizi tarihin dışında duymak bizi özgür kılar mı? Kendimizi tarihin dışında duysak da tarihin dışında olamayız. Ayrıca tarih bizi bağımlamaz ama insana bağlar. Tarih bir yazgı değildir, bir kendini yeniden yaratma ortamıdır. Onda belirleyici olan insan istemidir ve insan emeğidir. Doğanın yasaları önceseldir ama onlar aynı zamanda belli koşullarda insanın özgürlüğüne olanak veren, insanın gelişme istemine engel çıkarmayan belirleyicilerdir. Özgürlüğe eğilim alt türlerde oluşmaya başlar, yukarıya doğru adım adım gelişir, insanda gerçek özgürlük anlamı kazanır. Doğalın bittiği yerde değil ama doğalın başladığı yerde özgürlüğün koşulları belirginleşir. Tarih insanın dünyasında doğalın izini sürer. Özgür yaşamımız doğallıktan kopuk değildir, tersine doğalın izlenmesiyle gelişir. Düşüncenin tarihinde bizi doğaya uygun yaşamaya çağıran bilgeler insanın doğada özerk olmadığını, bununla birlikte onun özgürlük yolunda, kendini özgür kılma yolunda olduğunu, bunun için gücünü doğadan alabileceğini bildiriyorlardı. Çünkü insan yaşamı doğaldır, insan doğanın bir parçasıdır, doğaya aykırı düştüğü zaman sıkıntılara uğrar. Onun özerk olmayışı bu anlamdadır. Doğallıklarını bilinçle yaşamayan ve doğaya aykırı düşen bireyler önünde sonunda doğanın hışmına uğrarlar ve bu durumu kötü yazgıyla açıklamaya çalışırlar. Oysa doğada yasal koşullarda bir akış vardır, yazgı diye bir şey yoktur. Yazgıyı yaşamın temeline koyan insan bu yolla sorumluluklarından sıyrılmayı düşünür: benim elimde bir şey yoktu, ne olduysa yazgının eliyle oldu der. Sağlıklı bilinç yazgı kavramını dışlar ve onu bilinç yetmezliğinin bir yaratısı olarak değerlendirir. İnsan kendi yazgısını kendi yaratan varlıktır.

Kişisel bilinç – evrensel bilinç

Bilinç öncelikle tarihin bilincidir. Tarih bilinci dönüşümün bilincidir, bu dönüşüm çerçevesinde evrensel değerlerin oluşumunun bilincidir. Dönüşüm bir olan’dan olası’ya doğru olur. Olmuş olandan olacak olana uzanan çizgide dönüşümün açık ya da örtülü koşulları kendini gösterir. Bu akışta sayısız etkenler yeni yapılara ya da özsel biçimlere ulaşmanın dayanaklarını yaratırlar. Böylece gücüllüklerden edimliliklere doğru gelişen yaşamda aydınlanmanın temel koşulu oluşur. Belirleyici güç bilinçlenmeyse bilinçlenmenin temel koşulu da nedenler araştırmasıdır. Bu da bir yöntem sorunu ortaya koyar. Francis Bacon zihnimizin yapısıyla doğanın yapısı birbirine uymaz, bu yüzden zihni düzenlemek, doğayı kavrama yolunda onu hazırlıklı ya da donanımlı kılmak gerekir diye düşünüyordu. Doğaya gelişigüzel yönelmemiz bize bilgiler sağlamayacaktı. Bizim işimiz olan biteni izlemek değil olan biteni nedenleriyle kavrama yolunda olmaktır. Yaşama doğrudan katılmak demektir bu da. Ancak bunun için varlığı dural bir bütün olarak yani dönüşmeyen bir bütün olarak görme alışkanlıklarından uzaklaşmamız gerekir. Bir yapı eskir ve dağılamaya başlar, bu dağılmaya başlayan yapı kendinde sayısız gücüllükleri barındırır. Ölümlerden nice yaşamlar doğar. Yaşam tükenişlerden giderek kendini yeniler ya da yeniden kurar yeniden yaratır. Tohumun gücüllüğünü yani etkinleşmeye yatkın iç gücünü toprakta etkin kılmasına benzer bu. Anneler yeni varlıklar dünyaya getirirken kendi sonlarını kendi tükenişlerini de hazırlarlar. Anne için her doğurma çürümeye doğru atılmış bir adımdır. Anne bunun böyle olacağını bilir ve tedirgin olmaz, çünkü o yeni doğanda yaşayacağını bilir ve onu ister. Yaşam böyle gelişir, varlık böyle büyür, eskiler yenilerin varoluş nedenlerini kendilerinde böyle taşırlar ve yenilerde geçmişin izleri capcanlıdır.

Sürekli akış bilinirlikleriyle bilinmezlikleriyle aydınlanmaya doğrudur. Aydınlığa yürüyüşün kesintisiz ve bitmez serüvenidir bu. Dönüşümün koşulları belki de en kolay bilinçte gözlemlenir. Her bilinçli kişi kendinde bu evrensel akış serüveninin bir yüzünü bir yansısını bir kesitini bulacaktır. Evrim en geniş anlatımını evrensel bilinçte bulur. Toplumsal ya da daha geniş anlamda evrensel bilinç bütün bilinçlerin bilincidir ama onların basit bir toplamı değildir. Kişisel bilinç evrensel bilince göre daha belirgindir hatta daha somuttur. Evrensel bilinç uçsuz bucaksızdır ve kaygandır: onu insan eylemlerinin bütününde, özellikle kültür ürünlerinde görür ve algılarız. O kocaman bir tarihin özüdür ruhudur anlamıdır. Aydınlanma özel bilinçlerin evrensel bilinçle ilişkisinde özel bir anlam kazanır. Evrensel düzeyde yoğun bir bilinç etkileşimi vardır. Bu etkileşim evrensel bilinci zenginleştirir, varlığı büyültür ya da çoğaltır. Kişi yaşamla ilişkileri ölçüsünde evrensel bilinçle bağlantılıdır. Gene de bilginin ya da bilinçlenmenin dereceleri vardır. Kristof Kolomb sorulduğunda hemen herkes “Amerika’nın keşfi” yanıtını verecektir, ama onun 1506’da öldüğünü bilenlerin sayısı çok değildir, 16. yüzyılın başlarında öldü diyebileceklerin sayısı bile çok değildir.

İnsanlık adına yaratıcı güç hem bende hem başkalarındadır. Diyalog da bu yüzden önemlidir.

Kişisel bilinç evrensel bilinçle tam anlamında uyumlu olmasa da onunla tam anlamında bir karşıtlık içinde de değildir. Bugün kendini bilen kimselerden hiçbiri Amerika diye bir kıta yoktur diyemez. Evrensel bilinç tasarımsal olarak bireysel bilinci içerir ama onu soğurmaz. Bireysel bilinç evrensel bilincin göründüğü pencerelerden biridir, evrensel bilincin bütününe kavuşmaz. Hiçbir bilinç evrensel bilinci kucaklayacak kadar geniş değildir. Bununla birlikte en basit bir bilinç bile evrensel bilince şu ya da bu ölçüde etkin olarak katılır. Biz insan türünün bireyleri insanlık denilen bütünün bir parçası olduğumuzu biliriz. Evrenselde belli bir yerimiz vardır. Her kişinin bütün bir insanlıktan sorumlu olması buna dayanır. Bu sorumluluk sıradan bilinçlerin karşılayabileceği bir sorumluluk değildir: gerçek sorumluluk belli bir bilinç yetkinliğini gerektirir. Büyük sorumluluklar evrensel boyutludur. Demek ki insanlık karşısındaki sorumluluğumuz basit bir yükümlenme değildir. Bunu kolayından bir yabancının bir yerli çocuğu arabanın altından kurtarması gibi düz sorunlara indirgeyemeyiz. Aydınlanma yolundaki insanın sorumluluğu tüm temel insan sorunlarıyla ilgilidir. Bu yüksek sorumluluk aynı zamanda bilinç yetkinliğinin belirleyiciliğinde ahlaki bir yetkinliği gerektirir.

Sorumluluk bilinci

Sorumluluklar yaptırımlarla belirlenemez. Bazı sorumluluklar yasayla düzenlenebiliyor ama onları gerçek anlamda evrensel sorumluluk çerçevesinde değerlendirmek yanlış olur. Gerçek sorumluluklar yasaların belirlediği değil bilincin ve ahlak değerlerinin belirlediği sorumluluklardır. Sorumlu olmakla sorumlu tutulmak arasındaki ayrımı görebilmeliyiz. Bir baba çocuklarının geleceğini düzenlemek konusunda sorumludur. O bu sorumluluğunu yerine getirmediği zaman yasalar yakasına yapışır. Sorumluluk evrensel uzanımlı bir görev duygusuna dayandığı zaman gerçek sorumluluktur. Yoksa hepimiz bildiğimiz ya da bilmediğimiz yasalar karşısında binbir biçimde sorumluyuz. Yasayla sorumlu kılınmış insan açık kapı bulduğu zaman kaytarma yolunu seçebilir. Yasaların karmaşık dünyasında açık kapılar sayamayacağımız kadar çoktur. Halden anlayan yasa yoktur ama boşluklar veren yasa çoktur. Bu yüzden hukuktan yola çıkıp adalete ulaşmak oldukça zor bir iştir. Hukuk kılı kırk yarar görünür, denkserliğin güvencesi gibi görünür ama çok zaman böyle görünmekle kalır. Hukuk yetersizliklerimizi acı reçetelerle kapatmaya çalışan bir düzenektir. Onun yerel özelliklerle donatılmış olması da onun dünya insanını kucaklayacak bir genişlikte olmadığının kanıtıdır. Yaptırım kavramının geçerli olmadığı yerde gerçek sorumluluklarımızın ışığı parıldar.

Sorumluluk almanın bilinçsel dayanakları olmalıdır. Her insan yeterli miyim değil miyim demeden sorumluluklar alabilir. Kişi evlenip çocuk yapıyor, çocuğun eğitimini üstleniyor, onu kendi kafasının dar ya da geniş koşullarına göre yetiştirmeye girişiyor, onun eğitimini yetersiz bir anneanneye bırakıp çıkabiliyor. Böylece tertemiz pırıl pırıl doğmuş çocuklar yeterince sorumluluk bilmeyen gelişmemiş insanların ellerinde erkenden bilinç bozukluğuna uğrayarak kişiliksiz bireyler olarak yaşama katılmak durumunda kalıyorlar. Aydınlanmanın zorlandığı ve zaman zaman geriye düşer gibi olduğu, edinimlerini elden kaçırır gibi olduğu nokta bu noktadır. Ölçüsüz nüfus artışları toplumların yürürlükteki kültür düzeylerini aşağılara çektikçe ve ahlak değerlerini dağıttıkça basit sorumluluklar bile doğru dürüst yerine getirilemiyor.

Aydınlanma bilinci demokrat insanın bilincidir, paylaşmayı ortaklaşmayı birlikteliği kavramış insanın bilincidir. (Picasso’dan bir çizim)

Sorumluluk bilinçle belirlenmiş olması gereken bir yükümlülüktür. Aydınlanmış insan şöyle diyecektir: sorumlu olduğum için insanım ve insan olduğum için sorumluyum. Bu her şeyden önce bir insancılık bildirisidir. Her aydınlanmış insan sorumlu insandır. Aydınlanmış insan gerçekliği girdisiyle çıktısıyla tanımaya çalışıyor ve bunun bir ölçüde de olsa üstesinden geliyor. Sorumluluklarını da bu çerçevede anlıyor. Önemli olan gerçekliği bir yüzüyle değil birçok yüzüyle, olabildiğince çok yüzüyle, olabilirse bütün yüzleriyle görmeye tanımaya çalışmaktır. Bu da azçok çileci bir çabayı gerektirir. İnsanların bir takım düşünce kalıplarını benimseyerek ya da benimsemiş görünerek kendilerini aydınlanmış saymaları insanlığın gelişimi açısından bir yarar sağlamıyor. İnsanı ya da insanlığı tanımadan aydınlanmak bir masaldır. Aydınlanma kendimizi insanlığın bir üyesi olarak görmekle, buna göre ortak değerlerimizi bilmekle ya da bilmeye çalışmakla olur. Bilgisiz aydınlanma bir masaldır. Bu konuda zekanın bize doğrudan katabileceği bir şey yoktur. Oturduğu yerde aydınlanmışlık düşleri görmek karanlıkta olmanın bir başka anlatımıdır.

Aydınlanma bilinci

Aydınlık bir bilinç oluşturabilmek için önce önyargılardan kurtulabilmek gerekir. Bu işin önemine de gene Francis Bacon parmak basmıştı. Doğru bilgiye doğru yola çıkarken bilincimizi katışıklarından arındırmak zorundayız. Bunun önkoşulu da kuşkucu bir bakış açısına ulaşmış olmaktır. Aydınlanmacı olumlu anlamda kuşkucudur ya da bilimsel ve felsefi anlamda kuşkucudur. Kuşkuculuğu bir dayanak olarak gören aydınlanmacı aydınlandığını değil aydınlanma yolunda olduğunu söyleyecektir. Gerçek aydınlanma aydınlanmışlık duygusu üzerine değil aydınlanma istemi üzerine kurulur. O her şeyden önce insanın kendiyle bitmez tükenmez tartışması hatta yıkışmasıdır. Aydınlanma böylece hem kendimiz için hem başkaları için daha çok düşünme ve daha verimli yaşama olanağı yaratmaktır. İnsan olma yolunda daha etkin daha istekli olmaktır. Evrensel bilinç aydınlığı topluca üretebildiğimiz bir değerdir. Bunun için bir demokrat insan duyarlığına gereksinimimiz vardır. Demokrasinin önemi burada açık bir biçimde kendini gösteriyor. İnsanlık adına yaratıcı güç hem bende hem başkalarındadır. Diyalog da bu yüzden önemlidir. Bu da kendimize inandığımız kadar başkasına da inanmamız, kendimize güvendiğimiz kadar başkasına da güvenmemiz gerektiği anlamına gelir. Aydınlanma bilincinin bir adı da demokrasi bilinci olmalıdır. Aydınlanma bilinci demokrat insanın bilincidir, paylaşmayı ortaklaşmayı birlikteliği kavramış insanın bilincidir. Aydınlığı birlikte yaratabiliriz birlikte üretebiliriz. Aydınlanma kendine inanmanın olduğu kadar başkalarına inanmanın bilincidir. Aydınlanma insan saygısının ve insana adanmışlığın bilincidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz