Ana Sayfa 134. Sayı Akademinin dikenli yollarından, ÖYP

Akademinin dikenli yollarından, ÖYP

423

ÖYP’liler bir kıskacın içinde. Entelektüel emeklerine el konularak, bedenleri, düşünceleri, zihinleri istismar ediliyor. Sonuç olarak, bu sorun alanı genişliyor, akademik hak ihlalleri azmanlaşıyor ve örgütlü mücadele olmadan bu program dâhilinde çalışmak, toplum yararına bilgi üretmek mümkün gözükmüyor.

Öncelikle lisansüstü eğitim için 2,5 yıldır görevlendirilmeyerek dolayısıyla esasen tam olarak bir ÖYP’li araştırma görevlisi olamadığımı belirterek, ÖYP’li araştırma görevlilerinin yaşadığı sorunları gözlemsel olarak toparlamaya çalıştığımı ifade etmeliyim.

Özce, Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) ülkedeki öğretim elemanı ihtiyacını sağlamak amacıyla kurgulanan bir program. Program ÖYP’li araştırma görevlilerinin lisansüstü (yüksek lisans + doktora) eğitimlerini tamamlamalarını sağlayarak ardından öğretim üyesine ihtiyaç bulunan üniversitelerde hizmet üretmesi esasına göre işliyor. Bu nedenle ÖYP’li araştırma görevlileri, bir nevi bilim taşıyıcısı olarak niteleniyorlar. Bilim taşıyıcılığı tartışmalı bir konu olsa da bu yolda araştırma görevlilerinin çeşitli sorunlarla, kimi zaman benzer kimi zaman eşsiz uygulamalarla karşılaştığı kesin.

Bilginin üretimi, yeniden üretimi ve dağıtımı/paylaşımı ile ilgili yapılar üniversiteler aynı zamanda nitelikli emek gücünün üretimi görevini üstlenir. Neoliberal toplum projesinin önemli bir parçası olan “bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi” kavramları özellikle yükseköğretim politikalarının gerekçesi olarak öne sürülüyor. Bilgi işçileri olarak tanımlayabileceğimiz araştırma görevlileri de egemenin ideolojinin yeniden üretiminde, emek ve düşünce uzamında siyasi olarak yeniden yapılandırılıyor. Dolayısıyla emek sömürüsü ve düşünsel baskı da bilgi işçilerinin üzerinde yoğunlaşıyor, diyebiliriz. Bu bağlamda akademideki hak ihlallerinin ayyuka çıktığı bir alan olan ÖYP’nin, akademinin neo-liberal fikir ve pratiklerle bezediği güvencesizlikten ve ekonomik dayatmalarından bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değil.

ÖYP’li araştırma görevlileri, atamaları yapılan üniversiteye zorunlu hizmet için geri dönmeleri esas olduğundan, kadro olarak “kısmi” bir güvenceye sahipler. Ancak 50/d ve proje asistanlığına göre görece daha güvenceli olarak sunulan ÖYP de esasen sorunlu bir hukuki kategori. Ayrıca sürekli yenilenen hukuki düzenlemeler ile iş güvencesi açısından belirsizliği yeniden üreten, esnek çalışma biçimleri ve esasları ile sistemin mutlak bir parçası.

ÖYP’li olmanın diğer araştırma görevliliği biçimlerinden ya da statülerinden farklı yanı ve ÖYP’li araştırma görevlilerinin en öne çıkan sorunu kefalet ve taahhüt senedi karşılığında lisansüstü eğitim yapmalarıdır. Bu senet araştırma görevlileri üzerinde önemli bir baskı yaratıyor ve kendilerini geri dönülmez bir yolda olduklarını hissediyorlar. Eğitim süresine bağlı olarak miktarı değişen bu senetleri düşünerek, senet baskısı altında araştırma görevlileri bilimsel üretim yapmaya çalışıyor. Ancak, bilimin özgür koşullar altında özgür bireyin yapacağı bir eylem, bir pratik olması nedeniyle senet baskısı altında düşünsel üretimin gerçekleşmesi mümkün değil.

Senetle birlikte ekonomik açıdan baskı yaratan bir başka husus da ÖYP’lilere araştırmaları için sağlanan ödenek. Fakat bu ödenek de bir çeşit mobbinge dönüşebiliyor. Danışman akademisyenlerin ya da üniversite yönetimlerinin baskısıyla araştırma görevlileri, kendi iradeleri dışında projelendirilebilir, bir başka deyişle bilgi üretimini metalaştıran konulara, sermaye çıkarına kullanılabilir çalışma konularına itebiliyor. Aksi durumda da her daim zihinlerin bir köşesinde ağırlığını hissettiren senetlerin yanına lisansüstü eğitimi tamamlatmama/kabul etmeme tehdidi ekleniyor. Çalışma, araştırma konularına müdahaleler sadece bununla da bitmiyor, kimi zaman bu baskı iktidarın siyasal perspektifine uyumlu olmadığından sonu disiplin soruşturmalarına dahi varıyor.

Peki, böylesi şartlarda ÖYP’liler için Edward Said’in deyişiyle “Non-serviam” (“Hizmet etmeyeceğim” anlamına gelen Latince söz kalıbı. Boyun eğmemeyi, başkaldırıyı bildiren bir söz olarak kullanılır.) olanaklı bir yol mu? Akademideki iktidara, otoriteye ve ardındaki ekonomik-siyasal sisteme hizmet etmemek ne kadar mümkün? Bu önemli bir sorun, engel ve dolayısıyla önemli bir mücadele alanı.

ÖYP’li araştırma görevlilerinin, programın yapılanması neticesinde oluşan (ikili) çalışma alanlarındaki hissiyatlarına “eğretilik”, “yersizlik” tabiri belki karşılık oluşturabilir. Bu durum ÖYP’liler için bir başka problem yaratıyor. Lisansüstü eğitim için bulundukları çoğu üniversitede kendilerini dışlanmış olarak hissetmeleri, “kullan-yolla” araştırma görevliliği olarak tanımlanıp ayrımcı muamelelerle karşılaşmaları bir yana atandıkları üniversitelerde de türlü ayrımcılığa tabi tutuluyorlar. Sonuçta araştırma görevlileri iki üniversiteye karşı da bir aidiyet ilişkisi kuramıyor. İkinci bağdaşık soruna 2010’dan sonra yapılan yapısal değişiklik sonucu, ÖYP’li araştırma görevlilerinin merkezi olarak atanmasıyla, üniversitelerin personel tercihinde müdahilliğinin sona ermesi neden oluyor. Bu uygulama biçiminin AKP’nin neoliberal muhafazakâr yükseköğretim politikalarında önemli bir payı olan üniversitelerdeki tek tipçi kadrolaşmanın önünde bir takım engeller oluşturduğunu söyleyebiliriz. Muktedirler için engel olarak tariflenen bu sorun haliyle ÖYP’liler için baskı, mobbing, soruşturma, hukuksuzca işten atmalar ile sonuçlanıyor.

İhsan ile yetinen, egemen güç ilişkileri karşısında pasif olan, sorup sorgulamayan, mücadele etmeyen bir akademisyen prototipini yaratmayı amaçlayan bu yeni üniversitelerde -ki bunlar özellikle öğretim üyesine ihtiyaç olan ÖYP araştırma görevlilerinin tahsis edildiği üniversiteler aynı zamanda- ÖYP’li araştırma görevlileri daha akademik ortamla tanışmadan, gerçek bir bilimsel üretim içine girmeden siyasi saiklerle akademiden dışlanmaya, uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Özgür, bilimsel, toplum yararına bilgi üretimi için var olma uğraşı içindeki bedenler, zihinler yıpratılmaya, yok edilmeye çalışılıyor.

Tüm araştırma görevlileri gibi ÖYP’li araştırma görevlilerinin de üniversitelerdeki angarya işlerden nasibini aldığını belirtmeliyiz. Bilim işçileri kendi sorumluluklarının dışında her çeşit angarya ile uğraşmak zorunda kalıyor. Araştırma görevliliğinin iş tanımı belirsizliğinden kaynaklanan bu durum neticesinde özel hizmetli muamelesi gören araştırma görevlilerine üniversitelerde her türlü iş, angarya yaptırılıyor. Angarya işler yerine getirilmediği takdirde de araştırma görevlileri geleceksizlikle, işsizlikle tehdit ediliyor ve bu noktada ÖYP’lilere ilk olarak senetler hatırlatılıyor.

Belirtmek gerekir ki, son dönemlerde yükseköğretimde yapılan onlarca değişiklik ÖYP programını da etkiliyor. Programın uygulama, usul ve esaslarına birtakım müdahaleler gerçekleştiriliyor. Programın esasındaki sorunları gidermek adına yapılan bu değişiklikler yargıya taşınan sorunları çözmek bir yana dursun, yapılan bu düzenlemeler sistemi daha da karmaşıklaştırıyor. Haliyle, ÖYP’li araştırma görevlileri bu değişikleri takip etme sorumluğunu taşıyor ve akademik çalışmalarının çeşitli safhalarında yaşadıkları sorunlara karşı adeta bu konuda uzmanlaşmış birer hukukçu oluyorlar.

Bunca sorunun yanında devletin aile kurumuna ilişkin siyasaları ile ilgili olarak müdahaleleri ÖYP’ye de sirayet etmiş durumda. Devlet aile kurmayı teşvik ederek, mecburi hizmetle yükümlü kişilere bir muafiyet sunmuştur. Kasım 2014’te yapılan bir yasal düzenleme ile sağlık ve evlilik durumunda zorunlu hizmet uygulamasında muafiyetlerin sağlanabileceği hükmü getirildi. Muhafazakâr toplum yapısına yeni bir katkı olarak aile kurumunun yaygınlaştırılması karşılığında zorunlu hizmeti olanlara bir ayrıcalık tanınmış oldu. Bu yasal düzenlemenin iktidarın “en az üç çocuk” talebinden, “dindar ve kindar nesiller yaratma” politikasından ayrı düşünülmesi zor. Genç akademisyenler bir yandan her türlü idari ve siyasi baskı altında tutulurken diğer yandan “kutsal aile kurumu”na katkı yapmaları halinde işleri kolaylaştırılıp sırtları sıvazlanıyor. Hâlihazırda evli olan ve zorunlu hizmet nedeniyle ailesinden uzakta çalışmak zorunda bırakılan kamu görevlilerinin sorunlarına çözüm olacak gibi gözüken bu uygulamanın böylesi ideolojik bir yanı olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Söz konusu uygulamanın özellikle akademinin emekçi kadınlarını, pratikte “ya evlilik ya zorunlu hizmet” ikileminde bırakacağını söylemek yanlış olmaz.

YÖK’ün son dönemde hemen hemen tüm araştırma görevlisi kadrolarını ÖYP’ye dönüştürdüğü ve program kapsamında çalışan araştırma görevlilerinin hâlihazırda yaşadığı sorunlar dikkate alınınca bu gidişatın daha birçok sorunlara gebe olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca, bu durum sermaye çıkarlarına uygun emek gücünün yeniden üretiminde, bilginin üretimi ve dağıtımında piyasa mekanizmaları ve siyasal iktidar normları ile uyumlu olmayı zorluyor. ÖYP’liler böylesi bir kıskacın içinde yer alıyor. Entelektüel emeklerine el konularak, bedenleri, düşünceleri, zihinleri istismar ediliyor. Sonuç olarak, bu sorun alanı genişliyor, akademik hak ihlalleri azmanlaşıyor ve örgütlü mücadele olmadan bu program dâhilinde çalışmak, toplum yararına bilgi üretmek mümkün gözükmüyor.

Önceki İçerikNedir bu 50/d’lilerin rahatsızlığı?
Sonraki İçerikTaşrada akademisyen olmak