İslam ve Osmanlı hâkim sınıflarının ve bu aristokrat sınıfın sözcülüğünü yapan İslam ideologlarının bilimsel etkinliğe nasıl yaklaştıklarına, bilim ve düşün insanlarına neler çektirdiklerine örnekler…
İslam Uygarlığı da denilebilecek Ortaçağ Doğu Uygarlığının bilime ve felsefeye yaptığı katkıların hakkını vermek gerekir. Ama bu katkıların neler pahasına yapıldığını, dönemin hâkim sınıflarının ve bu aristokrat sınıfın sözcülüğünü yapan İslam ideologlarının bilim ve düşün insanlarına neler çektirdiğini de bilmek gerekir.
İyisi mi, olgulara bakalım…
Gazzâlî: ‘Halka bilim öğretilmemeli’
Hakim Sünni İslam’ın resmi ideologu İmam Gazzâlî’nin (1058-1111) genel olarak bilimler hakkındaki düşüncelerini şöyle özetlemiş uzmanlar:
“Matematik, cebir, geometri, astronomi vb. bilimleri dine zarar verebileceği inancıyla eleştiren Gazzâlî, bu bilimlerle hiç ilgilenilmemesi gerektiğini söyler. Kuşkusuz toplumun, dinsel ve pratik gereksinimlerini karşılamak için, bu bilimlere asgari düzeyde gereksinim vardır. Bu açıdan bu bilimlerle belli açılardan ilgilenilmeli, aşırıya kaçanlar ve böylece dinden uzaklaşanlar engellenmeli; bu bilimler halka da öğretilmemelidir.” (Gazzâlî, el-Munkizu Min ed-Dalâl, çeviren ve Arapçasıyla neşreden: A. Subhi Furat, Şamil Yayınları, İstanbul 1978, s.9-10)
Gazzâlî matematik hakkında da şunları söylemiş:
“Söz konusu bilimin iki sakıncası vardır: İlki, onu araştıran kimsenin, onun inceliklerine ve kesinliği içermesine hayran olmasıdır. Bu hayranlık, onun filozoflara inancını güçlendirir ve onların bütün bilgilerinin açıklık ve kesinlik bakımından bu bilim gibi olduğunu düşünmesine yol açar. Filozofların kâfir olduklarını, Tanrı’yı inkâr ettiklerini ve şeriata ilişkin olarak dillerde dolaşan bazı konuları küçümsediklerini duyar ve böylece sırf öykünme ile kâfir olur. Bu bilimlerle çok fazla meşgul olup da dinden çıkmayan ve takvadan uzaklaşmayan çok azdır.” (aynı eser, s.8.)
Katledilenler, kırbaçlananlar…
Gazzâlî’nin izinden giden İslam hukukçusu İbn es-Salâh’ın (1181-1245) fetvası ise şöyle:
“Felsefe öğretileri ile uğraştığına dair kanıt bulunan herkes, aşağıdaki seçeneklerle karşı karşıya kalacaktır: Kılıçla idam ya da İslam’a dönüş; ancak bu şekilde, memlekette yaşama hakkı elde edebilecekler ve böylelikle bilimlerinin kökü kazınabilecektir.” (Pervez Hoodbhoy, İslam ve Bilim, çeviren: Eser Birey, Cem/Kültür, İstanbul 1993, s.156.)
Doç. Dr. Hasan Aydın da şu bilgileri aktarıyor:
“Hoşgörüsüzlük fetvalarla sınırlı kalmamış, kimi düşünürlerin öldürülmesine, linç edilmesine ve işkence görmesine de neden olmuştur. Cad b. Dirhem, Cehm b. Safvân, Hallac-ı Mensûr, Suhreverdî, İbn Mukaffâ, Beşşâr b. Bürd vb.leri düşünceleri yüzünden hayatlarından olmuşlardır. Aynı hoşgörüsüzlük yüzünden, Kindî’nin elinden kitapları alınarak yakılmış, büyük bir halk yığınının önünde, 60 yaşlarında iken kırbaçlanmış; bu olay üzerine en verimli döneminde depresyona girmiş ve sessizliğe gömülmüştür. Ebu Bekr Zekeriyyâ er-Râzî, düşünceleri yüzünden hükümdarın kitapla kafasına vurması sonucu gözlerini yitirmiştir. İbn Rüşd’ün kitapları elinden alınıp yakılmış, sonra da Luceyna’ya sürgüne gönderilmiştir. Benzer durumların, Fârâbî ve İbn Sînâ gibi düşünürlerin de başına geldiği bilinir.” (H. Aydın, “Ortaçağ İslam dünyasında bilim ve felsefe neden geri kaldı?”, Bilim ve Gelecek, Sayı: 131, Ocak 2015, s.26)
Osmanlı yükselirken bilim ve felsefe alçalıyor
Gelelim Osmanlı’nın “yükseliş dönemi”ne… Derinleşmek isteyenler, Ahmet Yaşar Ocak’ın “Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler”, Rıza Zelyut’un “Osmanlı’da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler”, Remzi Demir’in “Osmanlılar’da Bilimsel Düşüncenin Yapısı” adlı kitaplarına başvurabilir. Biz sadece birkaçına değineceğiz.
– Osmanlı ulemasından farklı düşüncelere sahip olan Molla Lütfî, zındıklık ve mülhidlik ile suçlanarak 1494’de kılıçla boynu vurularak idam ediliyor.
– Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den daha üstün olduğunu iddia eden ve padişah huzurundaki tartışmada diğer ulemayı alt eden Molla Kâbız, bizzat Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ve şeyhülislamın fetvasıyla boynu vurularak idam ediliyor (1527).
– Şeyh Bedreddin’in görüşlerine yakın olan, Kuran’ı farklı yorumlayan, ne Müslümanlığa ne de Hıristiyanlığa inanan, dünyanın ebediliğini ve bu ebediliğin Tanrı’nın gücünün dışında olduğunu savunan, cennet ve cehennemin olmadığını savlayan Nadajlı Sarı Abdurrahman 1602’de idama mahkûm ediliyor ve boynu vurularak öldürülüyor.
– “Allah diye bir şey yoktur veya ulemanın iddia ettiği gibi kudret ve hikmet sahibi değildir. Çünkü eğer gerçekten mevcut olsaydı benim gibi ondan horlukla bahseden birini hayatta bırakmazdı” diyen Lâri Mehmed Efendi, hakkındaki fetva üzerine Parmakkapı’da halka teşhir edildikten sonra hayatına son veriliyor (1665).
– Büyük astronom Takiyüddin’in Tophane sırtlarında kurulan gözlemevinin 1580 yılında, Şeyhülislam Kadızade’nin onaylayan fetvası ve padişah III. Murat’ın emriyle denizden topa tutularak yıkıldığı ise çok bilinen bir örnektir.
Verdiğimiz bu örnekler İslam ve Osmanlı devletlerinde saraya çok yakın, ulema içinde bulunan bilimcilerin ve filozofların başına gelenler. Halkın temsilcisi olan ve yönetimlere isyan eden düşün insanlarının başına gelebilecekleri ise varın siz düşünün.